Raymond E. Feist – Yılan Savaşları Efsanesi 2 – Tüccar Prensin Yükselişi

Ruh çığlık attı. İblis döndü. Açık duran ağzı kalıcı bir sırıtmaya dönerken, artan hazzının tek belirƟsi, gözlerinin, bir köpekbalığının gözlerine benzeyen yassı ve donuk siyah kürelerin, hafifçe açılmasıydı. Kısa bir süre tek varlığını, elindeki kavanozu inceledi. Bu ruh son derece akƟŌi ve iblis bu ruhu bulduğu ve sakladığı için çok şanslıydı. Kavanozu çenesinin alƨna koyan iblis, gözlerini kapayıp kavanozdan içine akan enerjiyi hisseƫ. Yaraƨğın duygusal yaradılışı, korkunun ve öŅenin hafifleƟlmiş halleri dışında mutluluk denilen şey hakkında hiçbir şey bilmiyordu, yaraƨğın mutluluğa dair anlayabileceği en yakın şey, içindeki bu his kabarmasıydı. Kavanozun içindeki ruh her çırpındığında, ortaya çıkan enerji küçük iblisin zihnini yeni fikirlerle dolduruyordu. İblis, oyuncağının daha güçlü kardeşlerinden biri tarafından alınmasından endişeleniyormuş gibi etraķna bakƨ. Bu salon, yok edilmiş Saaur ırkının başkenƟ Cibui’un büyük sarayındaki pek çok salondan biriydi. Derken iblis şunu haƨrladı: büyülü bir kapıdan geçerek kaçanlar hariç, yok edilmiş Saaur ırkını. ÖŅesinin geri geldiğini hisseƫ ve ardından his çabucak uçup giƫ. Küçük bir iblis olduğu için, zeki değildi, sadece kurnazdı ve neredeyse yok olmuş bu ırkın küçük bir kısmının kaçmasının neden bu kadar önemli olduğunu tam olarak anlayamıyordu. Ama demek ki, önemliydi, çünkü İblis Lordları şu anda bile Cibul şehrinin doğusundaki ovalarda, hayaƩa kalan Saaurların içinden geçerek kaçƨktan sonra arkalarından kapaƴğı gediğin bulunduğu yeri incelemek üzere toplanmıştı. Beşinci Çember’in Lordları geçidi bir kez açmaya çalışmış ama içinden ufak bir iblisin geçebilmesine yetecek kadar açık tutmayı başardıktan sonra gedik, iki diyarın arasını mühürleyip iblisi diğer taraŌa bırakarak kendi içine çökmüştü.


O gediği tekrar açma ve yeni diyara giriş yapma konusunda büyük iblisler arasında çok fazla fikir alışverişi olmuştu. İblis, çevresindeki yıkımın farkında olmadan salonu dolaşƨ. Dokuması bir nesil süren goblenler yırƨlarak duvarlardan indirilmiş ve üstlerine basıldığı için toz ve kanla kirlenmişƟ. İblis yürürken bir Saaurun kaburga kemiğine basƨ ve kemiği ayağıyla dalgın dalgın kenara iƫ. Sonunda, Beşinci Çember Ordusu bu soğuk gezegene yerleşƟğinden beridir kendisinin olarak gördüğü gizli bölmesine vardı. İblis diyarını terk etmek korkunç bir deneyim, diye düşündü genç iblis. Bu, iblisin bu diyara yapƨğı ilk yolculuk olmuştu ve geçişin acısını çok fazla umursadığından emin değildi. Ziyafet muhteşem olmuştu; ziyafet çukurlarında beslenirken ordunun en güçlülerinin dışarıya aƴğı yemek arƨkları sınırlı olmasına rağmen, hiç bu kadar bol yiyecek görmemişƟ. Ama yemek arƨğı ya da değil, iblis çok yemiş ve büyümüştü. Ve bu, birtakım sorunlar yaratıyordu. Vücudu değişƟği için rahat bir pozisyon bulmaya çalışarak olurdu. Ziyafet neredeyse bir yıl sürmüştü ve küçük iblislerin çoğu büyümüştü. Bu iblis, hâlâ kayda değer bir zekâ ya da cinsel bir kimlik gelişƟrmeye yetecek kadar olgunlaşmamış olsa da çoğundan daha hızlı büyümüştü. Oyuncağına bakan iblis, sessizce ağzını açıp havayı içine çekerek güldü. Ölümlü gözler kavanozun içindeki şeyi göremezdi.

Henüz bir adı olmayan iblis, bu ruhu yakaladığı için çok şanslıydı. Neredeyse bir lord olan büyük bir iblis yüzbaşısı, yüce Tugor’unki kadar kudretli bir büyüyle Saaur liderini parçalayıp yiyecekƟ. Saaur büyü kullanıcılarından biri, güçlü bir tanesi, iblis yüzbaşıyı yok etmişƟ, ama bu kendi hayaƨna mâl olmuştu. Küçük iblis zeki olmayabilirdi, ama hızlıydı ve ölü büyü kullanıcısının kaçan ruh gücünü duraksamadan yakalamıştı. İblis, aygıƨ -ruh kavanozunu- bir kez daha inceledi ve kavanoza hafifçe vurdu. Kavanozun içindeki büyülü ruh, çırpınmasıyla iblisi ödüllendirdi; tabii, vücudu olmayan bir şey için çırpınıyor denilebilirse. İblis ağırlığını diğer yöne verdi. Giƫkçe güçlendiğini biliyordu, ama neredeyse sürekli beslenmenin de bir sonu vardı. Saaurların sonuncusu da ölmüş ve yenmişƟ ve iblis ordusu arlık onunki bir ruh gücüne sahip olmayan ikinci derecedeki hayvanlarla besleniyordu. Bazıları ziyafet çukurlarına gidecek olsa da, ırklarının devamını sağlamak için çocuklar yeƟşƟrmeye gönüllü birtakım ırklar vardı, ama bu diyarda bu, yavaş büyüme anlamına geliyordu. Vücudu, bir sonraki diyara girilene kadar önemli ölçüde büyümeyecek olsa da, olgunlaşmaya devam edecekti. Soğuk, diye düşündü iblis, özgün kullanımını umursamadan geniş odaya göz gezdirerek: Saaur liderlerinden birinin pek çok karısından birine ayrılmış bir yatak odası. Doğduğu diyar, Beşinci Çember’in iblislerinin kaçmak ve İblis Kral ile onun lordlarına ve yüzbaşılarına hizmet etmek için yeterince güçlenene kadar birbirlerini yiyen vahşi yaraƨklar olarak büyüdüğü, vahşi enerjilerden ve dalga dalga yayılan ısıdan oluşan bir yerdi. Bu iblisin kendi varoluşuna dair belirsiz anıları vardı ve yalnızca öfkeyle korkuyu ve bir şey yerken ara sıra duyduğu zevki hatırlıyordu. İblis iyice yerleşƟ.

Değişen vücudundan dolayı rahat bir pozisyon bulamayacakmış gibi görünüyordu. Sırƨ kaşınıyordu ve yakında orada, ilk başta küçük, sonra o güçlendikçe büyüyen kanatların çıkmaya başlayacağını biliyordu. Rütbe kazanmak için dövüşmesi gerekeceğini ve bu yüzden dinlenmesinin iyi olacağını bilecek kadar zekiydi. Büyüme evresindeki kriƟk dönemler bu dünyadaki savaşa denk geldiği ve ordunun çoğu bu dünyanın sakinlerini yemekten, rütbelerini korumaya ya da yükseltmeye ķrsat bulamayacak kadar meşgul olduğu için şimdiye kadar şansı yaver gitmişti. Diğerleri arƨk birbirleriyle dövüşmeye başlamışƨ ve kaybedenler mideye indirilirken kazananların gücüne katkıda bulunuyorlardı; bir lord ya da yüzbaşı aksini istemediği sürece, yeterli rütbede olmayan her iblis bir başkası için iyi bir hedeŌi. Irkının izlediği yol buydu ve mideye indirilenler haƨrlanmaya değmeyecek kadar değersiz sayılıyordu. Bu iblis, daha çok güç kazanmanın, açıkça meydan okuyup saldırıya geçmekten daha iyi bir yolu olması gerekƟğini düşünüyordu. Ama bunun ne olabileceğini düşünemiyordu. Bir zamanlar görkemli ve şık bir biçimde düzenlenmiş odaya göz gezdiren iblis, ruh kavanozuna son bir kez bakƨktan sonra gözlerini kapadı. Beslenme ve onunla birlikle gelen fiziksel büyüme bir süreliğine durabilirdi, ama savaş sırasında, etkileyici olmasına rağmen fiziksel büyümenin, bir şeyler bilmek kadar önemli olmadığını öğrenmişƟ. Ruh kavanozunun içindeki, bilgi bakımından zengin bir varlıktı ve bu küçük iblis bu bilgiyi öğrenmeye kararlıydı. Kavanozu alnına dayayıp biraz daha çırpınması için ruhu zihinsel olarak dürƩü ve ortaya çıkan enerji iblisin içine akƨ. Bir ölümlünün uyuşturucu kullanmasına benzer bir etkisi olan his, iblis türünün bildiği en muhteşem hisler arasındaydı. İblis, deneyimlerinin arasında yeni bir şey hisseƫ: doyum. Yakında daha zeki olacakƨ, bir şeyler bilecekƟ ve ardından rütbe kazanmak ve güçlü bir konuma gelmek için hayvansı kurnazlığından çok daha fazlasını kullanabilecek duruma gelecekti.

Ve sonunda İblis Lordları, kaçan Saaurların arkalarından mühürledikleri geçidi tamamen açmanın bir yolunu bulduktan sonra Beşinci Çember’in İblis Ordusu kapıdan geçecek ve orada, Saaurlarla ve Midkemia denilen dünyada yaşayan diğer her türlü zeki, ruh taşıyan yaraƨkla beslenmek için bol bol fırsat olacaktı. -1- DÖNÜŞ Limana bir gemi süzüldü. Siyah ve tehlikeli görünen gemi, avının üzerine çullanan kara bir avcı gibi hareket ediyordu. Pupa yelken giderken görkemli gözüken üç uzun direk, diğer gemilerin yol verdiği savaş gemisini büyük bir şehrin limanına taşıdı. Günbaƨmı Adaları’ndan gelen büyük bir korsan gemisine benzemesine rağmen, baş direğinde Kraliyet Sancağı dalgalanıyordu ve gemiyi gören herkes Kral’ın kardeşinin evine döndüğünü anlıyordu. Bu geminin yukarısında, genç bir adam üst mizana yelkeninin camadanını bağlayarak hızlı hızlı işini yapıyordu. Roo son camadanı da bağlarken bir an durdu ve limanın ardında uzanan Krondor Şehri’ne baktı. Prens’in şehri, güneydeki tepelerin üstünde yükselip kuzeyde görüş alanının dışına çıkarak limanın etraķna yayılmışƨ. Gemi limana iyice yaklaşırken manzara daha da etkileyici bir hal aldı. Bir sonraki Yaz Ortası fesƟvalinde on sekiz yaşına girecek olan genç adam, geçirdiği bir yıldan uzun sürede sayısız kere, bu şehri bir daha asla göremeyeceğini düşünmüştü. Ama işte buradaydı ve Adalar Krallığı’nın Kralı’nın kardeşi ve Krondor Prensi’nin amcası Amiral Nicholas’ın kumandası alƨndaki Özgürliman Korucusu’nun mizana direğinin tepesinde vardiyasını tamamlıyordu. Baƨ Toprakları’nın başkenƟ Krondor, Adalar Krallığı’nın en önemli ikinci şehriydi ve Adalar Krallığı’nın tahƨnın varisi olan Krondor Prensi için bir güç merkeziydi. Roo, limanı çevreleyen tepelere yayılmış sayısız küçük binayı görebiliyordu, ama manzaraya, denize bakan bir yarın doruğuna oturtulmuş Prens’in sarayı hakimdi. Sarayın görkemi, limanın yakınındaki ambarlar, mum dükkânları, yelken ve ip imalathaneleri, halıcılar ve denizci hanları gibi kaba binalarla tam bir karşıtlık oluşturuyordu. Serseriler ve hırsızlar için Fakir Mahalle’den sonra ikinci bir barınak olan liman bölgesi, saraya yakınlığı yüzünden daha da köhne görünüyordu.

Yine de Roo, Krondor’u görmekten mutluydu, çünkü arƨk özgür bir adamdı. Düzgün bir biçimde bağlandığından emin olmak için yelkene son bir kez bakƨ ve neredeyse iki yıldır tehlikeli denizlerde yolculuk ederken edindiği kusursuz dengeyle, yelken alƨ halaƨnda hızla ilerledi. Roo, hiç kış görmeden arka arkaya üçüncü baharı yaşayacak olmanın geƟrdiği garipliği düşündü. Dünyanın diğer taraķndaki kıtanın tepe taklak mevsimleri Roo ve çocukluk arkadaşı Erik’i öyle bir duruma sokmuştu ki, Roo bu durumu hem eğlenceli, hem de garip bir biçimde rahatsız edici buluyordu. Mizana direği iskalaryasının tepesine ulaşmak için bir iskota halaƨndan aşağı indi. Roo yukarıda çalışmaktan çok hoşlanmıyordu, ama müreƩebaƩaki en küçük ve en çevik kişi olması sebebiyle, sık sık kontra babafingo direklerini ve babafingoları bağlamak ya da çözmek için yukarı çıkması gerekmişti. İskalaryadan aşağı atlayıp yumuşak bir şekilde güverteye indi. Çocukluğundan beri Roo’nun tek yakın arkadaşı olan Erik von Darkmoor, seren halaƨnı bir koçboynuzuna bağlama işini biƟrdikten sonra, limandaki diğer gemilerin yanından hızla geçerlerken küpeşteye doğru seğirƫ. Arkadaşından iki kafa daha uzun ve iki kat daha iri olan Erik, Roo ile birlikte herhangi iki çocuğun oluşturabileceğinden daha sıradışı bir çiŌ oluşturuyordu. Erik, kasabaları Ravensburg’deki bütün çocuklardan daha güçlüyken, Roo en ufak tefekleri arasında yer alıyordu. Erik asla yakışıklı olarak nitelendirilmemesine rağmen, diğer insanların sevimli bulduğu sıcak ve dost canlısı bir yüz ifadesine sahipƟ; Roo ise kendi görünüşüyle ilgili hayallere kapılmıyordu. Çiçek bozuğu bir surat, sanki sürekli tehdit arıyormuş gibi kısık ve etraķnı kolaçan eden gözler ve neredeyse kalıcı ve yalnızca sinsi olarak adlandırılabilecek bir yüz ifadesiyle, haddinden fazla çirkindi. Ama gülümsediği ya da güldüğü nadir anlarda, yüzüne sevimsizlikten çok uzak bir sıcaklık yayılıyordu. Çocukken Erik’i Roo’ya çeken, kurnaz nüktedanlığı ve sorunların üstüne gitmekteki cesareƟ olmuştu. Erik ileriyi işaret edince Roo, sarayın alƨndaki Kraliyet Rıhƨmı’na geçiş hakkı verilen Özgürliman Korucusu’nun yolundan kaçışan diğer gemilere bakıp başını salladı.

Yaşlı gemicilerden biri gülünce, Roo dönüp, “Ne oldu?” diye sordu. “Prens Nicky Liman Şefi’ni bir kez daha kızdıracak.” Saçları güneş yüzünden neredeyse beyazlaşmış olan Erik, güneş yanığı teniyle keskin bir karşıtlık oluşturduğu için göze çarpan mavi gözlü denizciye baktı. “Ne demek istiyorsun?” Denizci ileriyi işaret eƫ. “Liman Şefi bu tarafa geliyor.” Roo adamın gösterdiği yere bakƨ. “Ama Amiral kılavuz almak için yavaşlamıyor!” Denizci güldü. “Amiral onun öğretmeninin öğrencisi. Yaşlı Amiral Trask da aynı şeyi yapardı, ama o, rıhƨmlara yedekte çekilmesine karşı çıkarak kızdırmak için en azından kılavuz kaptanı gemiye alırdı. Amiral Nicky, Kral’ın kardeşi, bu yüzden o formaliteyle canını bile sıkmıyor.” Roo ve Erik yukarı bakınca, tecrübeli denizcilerin, Amiral’in emriyle son yelkenleri bağlamak için beklediğini gördü. Ardından Roo kıç güvertesine bakƨ ve eski Krondor Prensi ve Kral’ın Baƨ Donanması’nın yeni Amirali Nicholas’ın işaret verdiğini gördü. Yaşlı eller anında kalın bezi çekip bağladı. Güvertede bulunan Roo ve diğer adamlar, Prens’in sarayının alƨndaki Kraliyet Rıhtımları’na yaklaşırlarken geminin hızının saniyeler içinde azalmaya başladığını hissetti. Korucu’nun hızının azalmaya devam etmesine rağmen, Roo’ya sanki rıhƨmlara doğru hâlâ çok hızlı gidiyorlarmış gibi geldi.

Yaşlı denizci, sanki aklını okumuş gibi konuştu: “Rıhƨma çok fazla su iƫriyoruz, bu yüzden de rıhƨmlara yanaşƨğımızda o su bizi geri itecek ve koçboynuzlarını bir parça inletmesine rağmen neredeyse duracak kadar yavaşlatacak.” Rıhƨmda bekleyenlere halat atmaya hazırlandı. “Yardım edin!” Roo ve Erik birer halat alıp emri beklemeye başladı. Nicholas, “Fırlaƨn!” diye bağırdığı zaman, Roo elindeki halaƨ rıhƨmda duran bir adama ķrlaƴ ve adam halaƨ ustalıkla yakalayıp çabucak demir bir koçboynuzuna bağladı. Yaşlı denizcinin dediği gibi, halat gerildiği zaman demir koçboynuzları inledi, ama pruva rıhƨmdan geri döndü ve devasa gemi sanki eve dönmenin mutluluğuyla rahatlayarak iç geçirmiş gibi tek bir salınımla yerine oturdu. Erik Roo’ya döndü: “Liman Şefi’nin Amiral’e ne dediğini merak ediyorum doğrusu.” Amiral ana güverteye gelirken Roo arkasına göz aƨp bunu düşündü. Roo’nun bu adamı ilk görüşü, Erik ile birlikte, Erik’in üvey kardeşi Stefan’ı öldürmekten yargılandıkları davadaydı. Onu ikinci görüşüyse, Roo ile Erik’in de dahil olduğu sözde paralı asker birliğinden sağ kalanların Maharta şehir limanının dışında, bir balıkçı teknesinden kurtarılmaları sırasında olmuştu. Eve dönüş yolculuğunda Amiral’in emri alƨnda çalışan Roo, “Muhtemelen, evine git ve sarhoş ol dışında hiçbir şey söylemeyecektir,” diye mırıldandı. Erik güldü. Nicholas’ın, astlarını tek bir kelime etmeden sadece bakışlarıyla ağlatacak kadar utandırmayı başaran, sükûnetle sağlanan bir otoriteye sahip -Erik ile Roo’nun birliği Kızıl Kartallar’ın Yüzbaşısı Calis ile ortak özelliğiydi-bir adam olduğunu biliyordu. Sayıları yüze varan asıl birlikten, elli adamdan daha azı -Calis ile birlikte kaçan alƨ adam ve Özgürliman Korucusu Krondor’a doğru yola çıkmadan önce Yılan Nehri Şehri’ne gelmenin bir yolunu bulmuş, birlikten kopan bazı askerler- hayattaydı. Nicholas’ın diğer gemisi Trenchard’ın İnƟkamı, Calis’in birliğinden birileri daha gelir umuduyla bir ay daha Yılan Nehri Şehri’nde kalmışƨ. Gemi demir aldığında orada olmayanlar, ölmüş sayılacakƨ.

İskele tahtası sürüldü ve Roo ile Erik, gemiden karaya ilk çıkan Nicholas ile Calis’i izledi. Rıhƨmda Krondor Prensi Patrick, amcası Prens Erland -sırasıyla Nicholas’ın yeğeni ve ağabeyi- ve Krondor kraliyet sarayının diğer üyeleri bekliyordu. Erik, “Pek gösterişli bir karşılama sayılmaz, değil mi?” dedi. Roo yalnızca başıyla onaylayabildi. Nicholas’ın, yeğeni olan Prens’e taşıdığı bilginin buraya geƟrilebilmesi için çok fazla adam ölmüştü. Ve Roo’nun bildiği kadarıyla, bu bilgi en iyi olasılıkla yetersizdi. Dikkatini kraliyet ailesine çevirdi. Yeğeni görevi üstlenmek için Adalar Krallığı’nın başkenƟnden gelene kadar Krondor Prensi olan Nicholas, ağabeyine hiç mi hiç benzemiyordu. Erland’ın saçları çoğunlukla beyazdı, ama asıl rengini gösterecek kadar kızıl kalmışƨ, Aynı şekilde saçları grileşmiş olan Nicholas ise siyah saçlıydı ve keskin yüz hatlarına sahipƟ. Yeni Krondor Prensi Patrick, görünüş olarak iki amcasının arasında bir yerlerdeydi; ikisinden de daha koyu tenliydi, ama saçları kestane rengiydi. Biraz Erland’ın güçlü yapısına, biraz da Nicholas’ın sertliğine sahipƟ. “Evet,” dedi Roo, “haklısın; tören namına pek bir şey yok.” Erik başını salladı. “Üstelik bu işte şimdiye dek dişe dokunur bir başarı elde edilmediğini öğrenmişlerdir. Prens ve amcası muhtemelen Calis ile Nicholas’ın geƟrdiği haberleri duymaya can atıyordur.

” Roo başını sallayarak iç geçirdi. “Haberler hiç de iyi değil. Uğursuz işler ve giƫkçe daha da kötüleşiyor.” Sırtlarına indirilen birer şaplak ikisinin de arkasını dönmesine yol açƨ. İki genç adamın arkasında; ikisinin de son zamanlarda en kötüsünü beklemesine yol açan sırıƨşıyla Robert de Loungville duruyordu, ama bu kez, sadece mizacının daha hoş yönünü göstermek için sırıƴğını biliyorlardı. Seyrelen saçlarını çok kısa kesmeye devam ediyordu ve sakal ƨraşına ihƟyacı vardı. “Nereye gençler?” Roo tuniğinin içine ƨkışƨrdığı alƨn dolu keseyi şıngırdaƴ. “Sanırım bir bardak sert biraya ve kötü bir kadının yumuşak dokunuşuna. Yarın için yarın endişeleneceğim.” firik omuzlarını silkƟ. “Düşündüm de, teklifini kabul etmeye karar verdim Çavuş.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir