Reha Çamuroğlu – Dönüyordu (Bektaşilikte Zaman Kavrayışı)

İnsan böyle başlayan masallarla büyür de zaman kavramı sorunlu olmaz mı? Farklı zamanların kokuları birbirine karışır hayatımızda. Mısır Çarşısı nın kokuları nasıl olur da kişiye zamanı hissettirmez? Bir kütüphaneyi dolaşırken, otobüste sadece tıngır tıngır yol alırken, çok tanıdık ama kim bilir nerelerde kalmış bir parfüm kokusunu yeniden aldığınızda, bir zamanlar çok sevdiğiniz ve sonra belleğinizin derinliklerinde yitirdiğiniz bir müziği duyduğunuzda, tüm bu farklı durumlarda aynı zamanı yaşadığınızı ileri sürebilir misiniz? Nargile içmek ile borsa broker’hğı yapmak aynı insanın farklı zamanlarda yapabileceği iki farklı iş midir, yoksa bizatihi iki farklı zaman mıdır? Çanakkale şehitleri ile herhangi bir millî maçta “Çanakkale Geçilmez” taktiği uygulayan futbolcuların, içinde hareket ettikleri zaman aynı zaman mıdır? Başkasının zamanını yaşayabilir misiniz? Yüzülen derisini sırtlayıp yürüyen Nesi- mî’nin zamanını tanıyabilir misiniz? Bırakalım başkasının zamanım, kendi zamanlarınız hakkında ne hissediyorsunuz? Çocukluğunuz sizin geçmişiniz mi? Yoksa bir çocuğun kendi şimdisi mi? Size taviz vermeye hazırım, ilkgençliğinize kadar gidebilirsiniz, o gencin zamanı -şimdi erişkin olduğunuzu varsayarsak- sizin geçmişiniz midir? Her zaman ilk kez âşık olabilir misiniz? Ne zaman koptu zaman? Nerede kırıldı? Akıyordu da bir engel mi çıktı önüne? Nerede bölündük? Neden parçalandık? Bakınca niçin parçalar görüyoruz? Aşkınızı bu kadar uzun süre nasıl sürdürdünüz? Uzun mu? Aynı süreden mi bahsediyorsunuz? Peki bu sürenin çeliğinde anlaşmak zorunda mıyız? Benim yirmi (sayıyla 20) yılım size ne anlatır ki? Hadi uzatmayalım ve sizinle anlaşalım; Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u 1453’te fethetti, size inanıyorum 1960’ta doğdunuz, yarın 14.30’da randevunuz var, ayda şu kadar lira karşılığı günde şu kadar zamanımı size satmış bulunmaktayım. Şimdi bu anlaşmamızı kutlayıp yaşamımızı bir buçuk saat renklendirelim. Şüphesiz bu renklendirme için de ortak bir renklendirme anlayışına varmamız gerekecektir vb. Zaman üzerine bu basit sorular hemen her ilgi alanında çeşitli ağırlıklar kazanır. Gündelik yaşamda pek fazla önemli görünmeyen hattâ saçma olarak algılanabilecek bu sorular, tasavvuf ve tarihle uğraşıyorsanız birdenbire tümden önemli bir hüviyete bürünür. Öyle ki zaman üzerine tartışmadan tasavvufu anlamak kanımca neredeyse olanaksızdır. Fakat ileride kanıtlamaya çalışacağımız üzere, özellikle heterodoks tasavvuf, zaman sorunuyla ilgilenilmediği takdirde iyice karanlıkta kalacaktır. Bu durumun yalandan farkında olan çeşitli heterodoksiler de zaman konusunda birçok tartışma girişiminde bulunmuşlardır. Biz burada çeşitli heterodoksilerin de yardımına başvurarak, Bektaşîlikte zaman kavramına açıklık getirmeye çalışacağız. Şüphesiz Bektaşîlik kendi içine kapalı bir sistem değildir. Birçok başka inanç ve düşüncenin izlerini taşır. Bu nedenle de onu düşünsel ya da sembolik bağlamda tek başma ele almak olanaksızdır. Ne var ki dinlerde, zaman üzerine söylediklerimiz, Ortodoks olsun heterodoks olsun tüm dinsel düşünce çeşitliliklerini kucakladığı iddiasını taşımamakta ancak genel tavırları açısından dinlerin zamana bakışlarını konu etmektedir.


“Bektaşîlikte zaman” gibi devasa boyutlardaki konuyu da ayrıntılandırmadan genel bir bakış içinde ele aldığımızı belirtmek isteriz. Yazar olarak şüphesiz böyle bir metni yazarken birtakım gerçeklerin anlatılmasından çok başka isteklerimiz var. Bir konu üzerinde yazmak, kanımca ya o konuyu çok sevmeyi ya da o konudan nefret etmeyi gerektiriyor. Nefreti terke çalıştığımızdan bize de sevdiğimiz konular üzerinde yazmak kaldı. Utangaç metafiziklerin bolca yapıldığı bir çağda yaşıyoruz. Şahsen fizikten ayrı bir gerçek aramadığımız, gerçeği fizikle aradığımız halde, uğraştığımız sorunların birçoğu, bir zamanlar -Aristo’dan beri- metafizik denmiş bir alanın sorunları olagelmiştir, işte tam da bu nedenle bir utangaçlığa düşmeden metafizik terimini kabullenmek zorunda kalıyoruz. Aradığımız ise bir özgürlük metafiziği, bir göçebe metafizik. Bunun mümkün olduğuna inanarak, arkeolojisini şim ­ di burayı kazarak yapmaya çalışıyoruz. Bektaşîlikte zaman derken, tüm Bektaşîliğin zaman kavrayışını ifade ettiğimiz savında değiliz. “Herkes kendi kabına göre alır” diye bir söz vardır. Biz de kendi kabımızca konuyu ele aldık. Bu çalışmayı oluştururken sürekli görüşlerini aldığımız Filiz Çamuroğlu na, Semih Sökmen e ve şüphesiz kendisinden çok şey öğrendiğimiz Eryek Dergâhı Postnişini Turgut Koca Halifebaba erenlere, yazdıklarımızın tüm sorumluluğu bize ait olmak üzere teşekkür borçluyuz. DİNLER VE ZAMAN Eski Sümer’de ya da Babil’de insan, sözü fazla uzatmadan ifade edersek bir hiç ti. Sümer inancına göre, yaratılıştan sonra şehirler tanrılar arasında paylaşılmıştı ve her şehir bir tanrıya aitti. Krallar (İşakku) ise bu şehirleri şehir tanrısının yeryüzündeki temsilcileri olarak yönetiyorlardı.

Sümer inançlarına göre tanrı ve tanrıçalar toplumsal düzenin her aşamasında yer alıyor ve yönetiyorlardı. Başka bir deyişle her alana içkindiler. Geçmiş insana ait bir kavram değildi, mitos tanrılarla ve onların eylemleriyle ilgilenirdi. Üstelik bu eğreti bir geçmişti. Ne zaman olduğu bilinmezdi. Dün de olmuş olabilirdi, belki de hâlâ oluyordu. Bitmiş bir olay hiç değildi. Öyleyse, bir mitos, belirli bir sırayla birbirini izleyen olayları anlattığı için, zamansal gibi görünen bir biçime sokulduğunda, bu biçim aslında zamansal değil, yan zamansaldır: 1 anlatıcı, gerçekte zamansal diye tasarlamadığı ilişkileri dile getirmek için, bir eğretileme olarak zaman silsilesi dilini kullanır.1 Bu tanrılar ve tanrıçalar insana hesap sormazlardı, herhangi bir gelecekte de sormayacaklardı. İnsana hesap sormak, insanın hesap sorulabilecek bir özne olduğunun kabulünden geçebilirdi ve bu kabul henüz ortada yoktu. İnsanın geçmişinin ve geleceğinin de bir anlamı olmayacaktı. Örneğin Gılgamış gibi, eğer bir özne olduğunu kanıtlarsa -ki bu mümkündü- bu kez de o artık bir insan olmaktan çıkarak bir tanrı ya da yarı-tanrı olurdu. Bir tanrı ya da yarıtanrıydı. Eski Mısırda insana hesap sorulacağına inanılırdı. Tanrıça Osiris başkanlığındaki mahkeme insanın ruhunu, yaşarken yaptığı iyi ya da kötü işlerden dolayı yargılayacaktı.

Fakat burada da zaman geçmiş-şimdi-gelecek üçlüsü içinde değil bir döngü olarak ortaya çıkar. 3000 yıl için bir tür cennete gönderilen iyi ruh sonra yine eski bedenine girerek hayat bulacaktı. Zaman çizgisel değil daireseldi. İnsanın hareketinden değil tanrısal hareketten kaynaklanıyordu. Eski Yunan’da da benzer bir durum vardı. İnsanın toplumsal yaşamı kozmostaki gibi döngüsel bir düzene sahipti ve geçmiş-şimdi-gelecek üçlüsü arasında nedensel bir ilişki yoktu. Bunlar fiziksel içerikli zaman dilimleriydi.2 Ancak Yunan insanı her ne kadar Sümer ve Mısıra kıyasla kozmosun döngüselliğini dolaylı olarak yaşıyorduysa da zaman konusunda tüm efendiliği tanrılara bırakmış değildi. Yani Es1 R.G. Collingvvood, Tarih Tasarımı, çev. Kurtuluş Dinçer, Ara Yayıncılık, tslanbul 1990, s. 34. 2 Doğan ö zlem , Tarih Felsefesi, Ege Ü niversitesi E debiyat Fakültesi Y ayınları, İzmir, 1984, s. 10.

2 ki Yunan’da döngüsel zaman daha İnsanî bir zamandı. Zaman Yunan la laik bir nitelik kazanmaya başladı, denebilir. Yunan’da mitologya tanrıların zamanının yani kutsal zamanın anlatışıyken, istoria’da insanların zamanının ya da ^ aşka bir deyişle tarihsel zamanın anlatısı niteliğini kazanmaya başlıyordu. Musevîlikle başlayan kitaplı dinler ise her bakımdan yeni bir çığır açıyordu. Bu dinlerde zaman kavramının ortak özelliklerine aşağıda değineceğiz. Fakat öncelikle Musevîliğin getirdiği yenilikler üzerinde durulmalıdır. İlk büyük farklılık, şüphesiz, belirli bir zamanda inen vahiy yani Tevrat oluyordu. Tek tanrı bu vahiyle, seçtiği halka yani Yahudilere kendi geçmişlerini anlatıyordu, onların soylarından haber veriyordu. Bir halk olarak geleceklerinden ve topluca yargılanacaklarından söz ediyordu.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir