Rona Aybay – İnsan Hakları Hukuku

B u kitapta, insan haklarına ilişkin bazı temel kavramları ve sorunları, olabildiğince açık-seçik bir anlatımla açıklamaya çalıştım. Bu açıklamalarda, insan haklarıyla ilgili uluslararası komisyon, komite gibi kurullarda üye olarak ve Bosna-Hersek’te uluslararası yargıç olarak geçirdiğim yıllarda edinmiş olduğum deneyimleri ve yaptığım gözlemleri de, yeri geldiğinde okurlarla paylaşmak istedim. Birinci Bölümde insan hakları alanındaki temel kavramların; tarih, ideoloji, uluslararası ilişkiler gibi açılardan da değerlendirilerek açıklanmasına çalıştım. İkinci Bölüm, Türkiye’yi özellikle ilgilendiren Avrupa İnsan Haklan Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesiyle ilgili bilgilere ayrılmıştır. Ancak, bu bilgilerde “teknik” hukuk boyutlarının yanısıra, tarihsel ve sosyolojik vb. açılardan da bazı gözlemlere yer verdim. * * * “İnsan Hakları” nın, dünyada oldukça yaygın ilgi gören bir konu olduğunu söylemek yanlış olmaz. Gazetelerde ve Radyo-TV yayınlarında, hemen her gün dünyanın şu yada1 bu yöresinden insan haklarına ilişkin bir habere yer veriliyor. Hak, kısaca, kişilere hukuk düzenince tanınmış yetki olarak tanımlanabilir. Bu tanımdan, doğal olarak şu sonuç çıkar: Hakkı olan kişi, sahip olduğu hakka dayanarak öteki kişilerin, kendi hakkına saygı göstermesini bekleyebilir ve bu beklentisinin hukukça desteklenmesi gerekir. Bu konuda belirtilmesi gereken bir gerçek de şudur: Hakların hukuk düzenince tanınmış olması, hakların gerçekleşmesi için tek başına yeterli sayılamaz. Hakların güvenceye bağlanması (garanti edilmiş olması) da gereklidir. Bunun anlamı şudur: Tanınmış olan hakların eylemli olarak (fiilen) kullanılabilmesine olanak veren ve olabildiğince kusursuz işleyen bir toplum düzeninin de devletçe sağlanması gerekir. Bu toplum düzeninde hak ihlallerinin ortaya çıkmaması için yeterli ve etkili önlemler alınmalı; haklara saygı gösterilmesi kural, haklara saygısızlıklar ayrıksılık (istisna) olmalıdır. Haklara saygısızlıkların da devletçe uygulanan hukuksal yaptırımlarla karşılaşması sağlanmalıdır.


Teknik hukuk deyimiyle, hakkın sahibi olan kişi, yukarıda belirttiğimiz gibi, kendi hakkıyla ilgili olarak öteki kişilerin belli davranışlarda bulunmalarını yada belli davranışlardan kaçınmalarını istemleyebilmeli (talep ede­ bilmeli); devlet de bu istemleri olumlu karşılayıp, onların gerçekleştirilmesini sağlayacak önlemleri almalıdır. Bu önlemlere karşın, hukuka aykırı biçimde hakkından yoksun kalan kişilerin uğradıkları zararlarının da hukuk usulleri içinde, uygun biçimlerde giderilmesi sağlanmalıdır. Haklar, içerik bakımından çok çeşitli biçimlerde ortaya çıkabilir: yaşam hakkı, işkence görmeme hakkı, mülkiyet hakkı, alacak hakkı, öğrenim hakkı, çalışma hakkı, seçme ve seçilme hakkı vb. Hukuk alanında yapılan bilimsel çalışmalarda haklar, belli ölçütlere ve niteliklerine göre çeşitli biçimlerde tasnif edilerek, türlere ayrılır. Kamu Hukuku – Özel Hukuk ayrımına koşut olarak “kamusal haklar” – “ özel haklar” biçiminde yapılan ayrım, hakların türlere ayrılmasının bir örneğidir. Haklarla ilgili olarak, “ mutlak (salt) h ak lar” – “ nisbî (görece) h a k lar” , “ m alvarlığı hakları – kişi varlığı hakları” ,”nesnel (aynî) haklar-kişisel (borcul) haklar” vb. gibi ayrımlar da yapılır. Hukuk kitaplarında ayrıntılı biçimde açıklanan hak türleri ve tasnifleri karşısında “insan hakları”nm durumu nedir? Bu soru, kısaca şöyle yanıtlanabilir: “İnsan hakları” adı verilen haklar, kullanılabilen ve yararlanılabilen çeşitli haklar arasında, nitelikleri ve bazı teknik özellikleri nedeniyle, ötekilerden ayrılır. “İnsan hakları” kavram olarak, ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal düşünce, ulusal yada toplumsal köken vb. ayrımlar gözetilmeksizin, bütün insanların belirli bir takım temel haklardan yararlanmasını öngören bir temel anlayışa dayanır. b) İnsan H aklan Açısından “Hak Sahibi” Hak kavramı, “hak sahibi” kavramına bağlı bir kavramdır; hak ancak bir “hak sahibi” ne bağlı olarak somut anlam kazanır. Her hak, o hakkın sahibine başkalarına istemler (talepler) yönelterek, karşı tarafın belli bir davranışta bulunmasını yada belli bir davranıştan kaçınmasını istemek yetkisi verir. İstemin yöneltilebileceği “karşı taraf” hakkın niteliğine göre değişir; örneğin, “ alacak hakkı” sözkonusu ise, karşı taraf “ borçlu”dur. Mülkiyet hakkı sahibi açısından “karşı taraf” ise, o kişinin mülkiyet hakkına saygı göstermeyen herkes olabilir. İnsan hakları kavramına giren haklar bakımından karşı taraf ise “devlet” tüzel kişiliğidir.

İnsan haklarına aykırı davranışlarla karşılaştığım ileri sürenler, bu ihlal nedeniyle ileri sürebilecekleri istemleri “ devlet”e yöneltmek durumundadırlar. Ancak, burada gözden kaçırılmaması gereken bir özellik vardır: Dev­ lete karşı ileri sürülebilme olgusu sadece insan haklarına özgü bir nitelik değildir. İnsan haklarına aykırılık savında bulunan kişiler, hukukun üstünlüğü ilkesinin geçerli olduğu bir ortamda, bu aykırılıkla ilgili istemlerini devlete karşı ileri sürebilirler ama devlete karşı ileri sürülebilecek her hukuksal istem, her zaman teknik anlamda İnsan Hakları Hukuku’nun konusuna girmez. Öte yandan her “hak ihlali”nin bir “ insan hakları sorunu” olduğu da söylenemez. Örneğin borçlusunun, borcunu ödememesinden yada komşusunun kendisine karşı haksız eylemde bulunmasından yakınan kişi açısından bir “hak ihlali” sözkonusu olabilir; ancak, devletin, bağımsız ve tarafsız yargı organlarına, etkili sonuç alabilecek biçimde başvurmasına olanak bulunduğu sürece, teknik anlamda bir “insan hakkı ihlali”nden söz edilemez. İnsan Haklarının bir özelliği de, bu türe giren hakların, sadece kişinin uyrukluğunda bulunduğu devlete karşı değil, çağdaş anlamda “ devlet” niteliği bulunan her varlığa karşı ileri sürülebilmesidir. Bu açıdan bakılınca, insan hakkının ihlal edildiğini ileri süren kişinin, belli bir devletin uyrukluğunda bulunması yada hiç bir devlete uyrukluk bağıyla bağlı olmayan “ yurtsuz” (vatansız) bir kişi olması önemli değildir. İHEB’ye göre “Herkesin, nerede olursa olsun hukuk kişiliğinin tanınması hakkı vardır”(madde 6). Bu hüküm, “ insan hakları” kavramının coğrafi alanlardan, devlet sınırlarından bağımsız “evrensel” niteliğini gösteren önemli bir ilkedir. İnsan, dünyanın neresinde olursa “insan” olarak tanınmalı ve bu olgunun sonucu olarak temel insan haklarından yararlanacak bir varlık olarak kabul edilmelidir.1 Aşağıda “İnsan Hakları”nı, öteki haklardan ayıran temel bazı özellikleri belirtmeye-ve “insan hakları” deyiminin, bir açıdan “geniş” başka bir açıdan ise “dar” olduğunu açıklamaya çalışacağız Ancak, önce “ insan hakları” deyiminin sözel anlamı konusu üzerinde biraz durmamız yararlı olacaktır. B. “ İnsan H aklan” Deyiminin Sözel Anlamı “ İnsan hakları” bir hukuk deyimi olarak, Fransızca Droits de l’Homme ve İngilizce Human Rights deyimlerinin çevirisi yoluyla dilimize girmiştir. 1789 Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi’nin adındaki “Droits de l’Homme”, Cumhuriyet öncesi dönemde o zamanın Türkçesine (Osmanlıcaya) “Hukuk1 Ancak, bir hakkın “ İnsan H aklan” kapsamında sayılması onun her zaman uluslararası bir yargı düzeneğince korunduğu anlamına gelmez. Örneğin, AİHS sisteminde ana Sözleşme ve ek Protokollar kapsamı dışında kalan haklarla ilgili ihlal savları, AİHM’nin görevi dışındadır.

Bu tür savlar, uluslararası yargı denetimi dışındaki denetim düzeneklerince korunabilir. u Beşer”2 olarak çevriliyordu. Günümüzde, eskiye oranla daha teknik anlam kazanan bir deyim olan “ İnsan H akları” , Türkiye’nin Birleşmiş Milletler Ö rgütü’nün “ kurucu üye’Merinden biri olduğu İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde, Türkçe’ye girmiştir. Birleşmiş Milletler Örgütü’nün kuruluş aşamasında, yani 1945 yılından sonra açılan yeni dönemde, BM Örgütü’nün kurucu üyelerinden olan Türkiye’nin aydınlarınca geleneksel olarak bilinen ve kullanılan başlıca yabancı dil Fransızca idi. Bu dönemde, Birleşmiş Milletler Anayasası’nda (Şartı’nda) ve İnsan Hakları Evrensel Bildirisi’nin kabulüyle sonuçlanan çalışmalar ve görüşmeler sırasında sözü çok sık geçen Droits de l’Homme deyiminin (Human Rights’m) o dönemin “özleştirilmiş” Türkçesindeki3 karşılığı olarak, daha önceleri kullanılan “Hukuk-u Beşer” deyiminin yerine “ İnsan Hakları” deyimi kullanılmıştı. O dönem Türkiye’sinin entelektüel ve diplomatik çevrelerinde İngilizce, yabancı dil olarak Fransızca’nın ağırlığını henüz azaltamamıştı. Böyle olmasaydı ve İngilizce Human Rights deyimi esas alınsaydı belki de “ insan hak2 “ Declaratiotı des droits de l’homme et du citoyen.” bkz. Türk Hukuk Lügati “ İnsan ve Vatandaş Hakları Beyannamesi” (Hukuku Beşer Beyannamesi) maddesi. Fransızcada “bomm e” sözcüğü “ erkek” , “ adam” gibi dar anlamlarının yanısıra, kadınları da kapsamak üzere “ insan” anlamında da kullanılmaktadır. 15 Mayıs 1919 günü İzmir’e çıkan Yunan işgal birliklerine “ ilk kurşun” u atan ve şehit olan Haşan Tahsin’in (asıl adı Osman Nevres) çıkardığı gazetenin adı Hukuk-u Beşer’di. Fransa’da öğrenim görm üş olan H aşan Tahsin’in, “ hukuk-u beşer” deyimini Fransızcadaki “droits de rhom me” \ın Türkçe çevirisi olarak kullandığından kuşku duymuyorum. Ancak, Haşan Tahsin’in savunduğu dava, bireysel düzeydeki insan haklarından çok, Türk Ulusu’nun bütün olarak varlığının ve haklarının korunmasına yönelik bir anlam taşıyordu. 3 Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde başlayan; Ömer Seyfettin, Ziya Gökalp gibi yazarların geliştirdiği Öztürkçecilik akım ı,1930’larda ve 1940’larda yeni bir hız kazanmıştır. Bu bağlamda, “ Osmanlıcadan kurtulma” amacının hukuk alanında gerçekleşmesi için 1924 “ Teşkilat-ı Esasiye” Kanunu 1945 yılında “ Anayasa” adıyla Türkçeleştirilmiştir (4695 sayılı kanun; RG 11 Ocak 1945,5905).

Anayasa metnindeki “ Nizamnamei Dahili” , “ Vazifei lcraiye” , “ Divan-ı Ali,” “ Hukuku Amme” , “ Erkân-ı Harbiye-i Umûmiye Riyaseti” gibi deyimlerin; “ İçtüzük” , “ Yürütme Görevi” , “ Yüce Divan” , “ Kamu H akları” , “ Genel Kurmay Başkanlığı” olarak değiştirildiği bu dönemde, “ Hukuk-u Beşer” deyiminin kullanılması, elbette uygun olmayacaktı. Nitekim, resmi adı “ Türk Kanun-u M edenisi” olan kanun da, uygulamada, “ Türk Medeni Kanunu” olarak anılmaktaydı. 1950’de genel seçimlerle iktidara gelen Demokrat Parti, bu “ devrimci” atılıma karşı çıkmış, 1952 yılında kabul edilen 5997 sayılı kanunla, Anayasa’nın 1924’teki biçimine geri dönmüştür (RG 31 Aralık 1952, 8297). Böylece, eskiye dönülerek, örneğin “ yargı erki” “kuvve-i kazaiye” yapılmış; “ Danıştay” adını almış olan Yüksek Mahkemenin adı “ Şura-yt Devlet”e, “ Yüce Divan” “ Divan-ı Ali” ye, “ Genelkurmay Başkanlığı” “Erkan- 1 Harbiyei Umumiye R iyasetin e dönüştürülmüştür. ları” yerine “İnsanî haklar” deyimi kullanılacaktı.4 Günümüzde, “ İnsan Hakları” belli özellikleri ve nitelikleri bakımından, insanların yararlanacağı öteki haklardan ayrılır. Başka bir deyişle, “ İnsan Hakları “deyiminin kapsamına, insanların yararlanabileceği hakların tümü değil sadece temel nitelikteki bazı haklar girer. Nitekim İHEB’de de, “ırk, renk, cinsiyet, dil, din, siyasal yada başka herhangi bir düşünce, ulusal yada toplumsal köken, servet (zenginlik) doğuş yada başka herhangi bir bakımdan ayrım gözetilmeksizin” yaralanılabileceği bildirilen haklar “bu Bildiride ilan olunan” haklar ve özgürlükler” lerle sınırlı olarak belirtilmiştir (madde 2). Dolayısıyla, adındaki “evrensel” sözcüğünün gösterdiği gibi coğrafi anlamda bütün insanları kapsamak iddiasında olan bu Bildiride; “insan hakları” , insanların yararlanabileceği hakların tümünü değil, belli bir bölümünü belirtir biçimde kullanılmıştır. AİHS de, taraf devletlerin insan haklarına saygı yükümlülüğünü belirten hükmünde; bu yükümlülüğün “Sözleşmenin Birinci Bölümünde belirlenen (tanımlanan) haklarla ve özgürlüklerle sınırlı” olduğunu belirtmiştir (madde 1). 1966 Medeni (Civil) ve Siyasal Haklar Sözleşmesi’nde de benzer bir düzenleme ile, taraf devletlerin ayrımcılıktan kaçınma yükümlülüğü “bu Sözleşmede tanınmış olan” haklarla sınırlı tutulmuştur. AİHS’nin özgün biçiminde de, “ ayrımcılık yasağı” sadece AİHS kapsamına giren haklarla sınırlı olarak kabul edilmişti.5 İnsan Haklarının kapsamı konusunda belirtilmesi gereken önemli bir nokta da şudur: “ insan hakları” dinamik bir kavramdır; kapsamı zaman içinde değişebilmektedir. Düzenlenen yeni uluslararası sözleşmelerle, insan haklarının listesine yeni haklar eklenebilmekte yada bir hakkın kapsamı, mahkemelerin yada yargı-benzeri yetki kullanan organların içtihatları yoluyla, zaman içinde genişleyebilmektedir. Örneğin, AİHS’de temel bir hak olarak ka4 Daha sonraları ortaya çıkan “humanitarian law ” deyimi Türkçeye “ insancıl” hukuk olarak çevrilmiştir.

İnsan haklan karşılığı olarak “ insani haklar” ın kullanılmamış olması, bu bakımdan yerinde olmuştur, denilebilir, “ insancıl Hukuk, savaş veya silahlı çatışma durumlarının etkilerini sınırlandırmak amacıyla insanlara yapılması gerekli asgari davranış ve yardıma dair kurallar bütününü içeren bir hukuk dalıdır” diye tanımlanmıştır. İnsan hakları ile insancıl hukukun aynı hukuk olduğunu ya da bu iki hukuk dalının birbirinin boşluklarını doldurduğu, insancıl hukukun, insan haklarının uzantısı olduğu da savunulmuştur. Bkz. Özkan, Işıl; iltica ve Sığınma Hukuku, Seçkin Yay., 2013, s. 35 vd. 5 2000 yılında imzalanıp, 10 üye devletçe onaylanmasının tamamlanması üzerine 1 Nisan 2005 tarihinde yürürlüğe giren 12. Protokol, ayrımcılık yasağının kapsamının AİHS ile sınırlı tutulmasına son vermiştir. Yeni düzenlemeye göre, ayrımcılık yasağının kapsamına “ hukukça kabul edilmiş her hak” (any right set fortb by law) girer. bul edilen yaşam hakkı (madde 2) yada işkence yasağı (madde 3) zaman içinde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin yorumlarıyla belli durumlarda sınırdışı edilmeyi engelleyecek bir içerik kazanmıştır.6 AİHS’nin, her taraf devletin kendi “yetki alam” nda bulunan kişilerin yaşam hakkını korumak yükümlüğü öngören 1. ve 2. maddeleri, AİHM’ce geniş yorumlanarak devletin yetki alanı içinde bulunmakta iken “ kayıp” olan kişilerin durumlarının aydınlatılması için, ilgili devletçe ciddi ve güvenilir yöntemlerle soruşturma yapılması yükümlüğü getirilmiştir.7

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir