Ruşen Çakır – Ne Şeriat Ne Demokrasi

27 Mart 1994 genel yerel seçimlerine az bir süre kala Refah Partisi’nin hızla tırmanışa geçtiğinin ve İstanbul anakent belediye başkanlığını kazanmasının bile hiç de sürpriz olmayacağının kamuoyu araştırmalarıyla ortaya çıkması Türkiye’ye inanılmaz anlar yaşattı. Ülkenin politik kültür hayatını tekellerinde tuttuklarını ve insanların politik tercihlerini kolaylıkla belirlediklerini düşünenlerin RP gerçeğiyle karşı karşıya kalmaları bir infiale neden oldu. Her infial bir panik içerir. İşte bu çevreler de gözleri bağlı yaralı bir boğa gibi her köşe bucakta RP’li aramaya ve yakaladıklarını sandıkları her anda azgınca saldırmaya yöneldiler. Herkes çok kan kaybetti, özellikle de boğa. Bu paniğin başta gelen nedeni, onu yaşayanların, içinden geçtiğimiz dönemi “global bilgi toplumu” olarak adlandırmayı çok sevmelerine rağmen RP konusunda son derece cahil olmalarıydı. Bir ülkede 25 yılı aşkın süredir etkin rol oynamış bir siyasi hareket hakkında, ezeli rakiplerinin neredeyse hiçbir şey bilmemesi herhalde enderdir. Ama o ülke Türkiye ise ve söz konusu hareket de İslami motifler taşıyorsa bu son derece normaldir. RP karşıtı çevrelerin bu partiyi neden anlamadıklarını anlayabilmek için, onların sözcüsü görünümündeki büyük medya kuruluşlarının tavırlarını incelemek son derece yararlı olacaktır. Açık bir şekilde söylemek gerekirse, hâkim medya, RP’yi, genelleştirirYazar ve Yayıncı tarafından telif hakları serbest bırakılmış eserdir sek Türkiye’deki İslami hareketliliği anlamaktan hep korkmuştur, halen de korkmaktadır. Çünkü İslamcıları anlamaya çalışırken, Türkiye’de hâlâ bir şeylere inanan, değerlerini korumak isteyen ve birtakım dalgalara göre “yükseltmeye” çabalamayan insanların da olduğunu görmekten korkmaktadır. Hâlâ dünyayı, toplumu kökten değiştirmek isteyenler olduğunu görmekten korkmaktadır. Çünkü İslamcıları anlamaya çalışırken kendi meşruiyetlerini, varoluşlarını tehlikeye atmaktan korkmaktadır. Türkiye’deki güçlü medya RP’den öteden beri korkmuştur. RP’ nin, kendilerinin çizdiği “toplum projesine” itibar etmeyenleri yanına çektiği gerçeğinden korkmuştur.


RP’nin, diğer partilerin aksine, iplerini medyanın eline vermeye yanaşmayacağından korkmuştur. RP yöneticilerinin yoğun bir faaliyet içinde olmaları nedeniyle köşe yazarlarının telefonlarına cevap yetiştirmeye vakitlerinin olmayacağından korkmuştur. En çok da RP’yi ele aldıkları taktirde onun güçleneceğinden korkmuştur. Nitekim hâkim medyanın kimi güçlü isimleri ve “çağdaş yaşamı savunan” vatandaşlar, RP’lilere özellikle televizyon kanallarında söz hakkı verilmesini, onlara “normal insan muamelesi” yapılmasını sık sık “düşmanın ekmeğine yağ sürmek” olarak niteleyip eleştirdiler. Halbuki aynı kişiler, RP’lilerin davet edildiği televizyon programlarını dikkatle izleyip “rating” rakamlarını yükseltiyorlar. Beklentileri, RP temsilcisinin karşısına çıkan diğer partilerin temsilcilerinin ya da gazetecilerin onu iyice köşeye sıkıştırması ve yerin dibine batırmasıdır. Ama sıklıkla beklediklerini bulamıyorlar. O zaman “telefonları kitliyorlar”. “Çağdaş” izleyicinin beklentilerini hesaba alıp işin ucunu kaçıran gazeteci ya da siyasetçiler bazen silahın ters tepmesine neden oluyorlar. Örneğin bir kanalda Ali Sirmen ve Prof. Toktamış Ateş, Atatürk’e hakaret ettiği iddiasıyla yargılanan RP eski İstanbul Milletvekili Hasan Mezarcı’ya “fazla nazik” davranmakla eleştirilirken, bir başka kanalda aynı Mezarcı’ya hakaret eden CHP Ankara Milletvekili Uluç Gürkan isteklerine göre davrandığını düşündüğü kesim içinden bile hayli sert tepki alabiliyor. 14 NE fiER‹AT NE DEMOKRAS‹ Yazar ve Yayıncı tarafından telif hakları serbest bırakılmış eserdir Medyanın, RP gerçeği karşısında elinin kolunun bağlı kaldığına ilk ciddi örnek Show TV’de Mehmet Ali Birand ile Can Dündar’ın Refah Partisi Genel Başkanı Necmettin Erbakan’ı “çapraz ateşe” alma girişimleriydi. Hürriyet yazarı Emin Çölaşan’ın köşesinde büyük bir iştahla yansıttığı gibi “çağdaş izleyiciler” programın bir “şike” olduğunu iddia ettiler. Çölaşan, soruların önceden Erbakan’a verildiğini iddia edecek kadar ileri gitti. “Çapraz Ateş” programı ve ardından gelen tepkiler Medya-İslamcılar ilişkisinde olumlu anlamda pek bir mesafe katetmediğimizi bir kere daha gösterdi.

Medyanın İslami kesimi, altetme, ipliğini pazara çıkartma, köşeye sıkıştırma, teşhir etme amacıyla ele alma yaklaşımının tam olarak iflas ettiğini bir kez daha gözler önüne serdi. Ülkede “İslami” sıfatını tekeline almış gibi görünen RP’nin, kendisini bugüne kadar görmezden gelen, anlamaya çalışmayan medyaya kolay kolay yem olmama kararlılık ve becerisini de kanıtladı. Birand-Dündar ikilisi Erbakan gibi kurt bir politikacıya karşı hiç de iyi hazırlanmamışlardı. Sorularını Erbakan’a önceden vermelerine hiç gerek yoktu, çünkü bu sorular Erbakan’a zaten yıllardır soruluyordu. Kuşkusuz bu alışılmış sorular Erbakan’a sorulabilir, ancak Erbakan’ın bu sorulara daha önceden vermiş olduğu ve programlarında da tekrarladığı yanıtları inceleyip hazırlanmış olsalardı çok daha verimli bir tartışma yaşanabilirdi. Örneğin Erbakan’ın laikliği din ve vicdan özgürlüğüne indirgemesi konusunda özellikle Fransız kültürüne hâkim Birand’ın köklü itirazları olabilirdi. Erbakan’ın, “Atatürk yaşasaydı Refahlı olurdu” gibi talihsiz ve bir o kadar da tarihi beyanına karşı iki gazeteci birşeyler söyleyebilirdi… Ancak bunlardan daha önemlisi, Birand ve Dündar’ın, biraz da programın esprisi nedeniyle, RP’yi anlamak ve anlatmaktan çok, alışılageldik tutumu izleyip Erbakan’ı köşeye sıkıştırma yolunu seçme yanlışını yapmalarıydı. Her türlü spekülasyondan arınmış bir şekilde RP’nin ne olduğu, ne istediği izleyiciye aktarılabilseyREFAH PARTİSİ’Nİ ANLAMAK NEDEN ZOR? 15 Yazar ve Yayıncı tarafından telif hakları serbest bırakılmış eserdir di, diğer bir deyişle, izleyicinin tercihi bir düellonun sonucuna tabi kılınmasaydı çok daha iyi olurdu. Dindarlar Uzaylı Değildir Sonuçta bir düello izledik. Kuralları koyanların yitirdiği, köşeye sıkıştırılmak istenen tek kişinin, karşısındaki iki kişiyi paketleyip bir kenara koyduğu bir düelloydu bu. Ardından RP’liler zafer kutladılar, RP karşıtları sinirden saçlarını başlarını yoldu. En önemlisi RP’ye oy verip vermemede kararsız birçok kişinin Erbakan’a güveni arttı. İlginçtir, benzer düellolar sürdü gitti. “Çapraz Ateş” ve benzerleri, geçmişin “irtica” kampanyalarının çağ atlamış versiyonunun birer örneğidirler. Basın bir zamanlar sürdürdüğü “irtica” kampanyalarıyla gelenekçi dindarlara, şeriatçılara umacı, uzaylı muamelesi yapar, kuralları “ilericiler” tarafından saptanmış bir toplumda onlara hayat hakkı tanınmadığını tekrar tekrar hatırlatırdı.

Fakat köprülerin altından çok sular aktı, özellikle 80’li yıllarda İslami kesim hukuki, siyasal, kültürel, ekonomik, sosyal alanlarda meşruiyet kazandı. Bunun anlamı, gelenekçi dindarların da artık Türkiye’nin diğer vatandaşlarıyla eşit olduğunun onaylanmasıydı. Ancak medyanın ana akımı bunu bir türlü içine sindiremedi. İlk başlarda bu meşruiyet kazanımlarını meşru görmemeye çalıştı. Son “irtica” kampanyaları hiçbir etki yaratmayınca bu sefer başka bir yola gitti: “Tamam umacıların, uzaylıların da bu ülkede yaşamaya hakları vardır, ancak bizlerin çizdiği ilkelere uymaları, zamanla bize benzemek istemeleri ve bu konuda samimiyetlerini kanıtlamaları durumunda.” Medya, seçim öncesi Aczimendiler, Cemalettin Kaplan gibi marjinal çevrelere, oylarını her geçen gün artırıp yüzde 20’leri zorlayan, TBMM’de grubu bulunan, 25 yıllık bir geleneği temsil eden RP’ye gösterdiğinden neden çok daha fazla ilgi gösterdi? Çünkü Aczimendiler ve Kaplan, gerek kılık-kıyafetleriyle, gerek 16 NE fiER‹AT NE DEMOKRAS‹ Yazar ve Yayıncı tarafından telif hakları serbest bırakılmış eserdir uluorta ettikleri sözlerle uzaylıya daha fazla benzemektedirler. Medyanın bitmek bilmez imaj ihtiyacını gidermesine İslami kesimden gelen birer katkıdırlar. İşte yeni dönemin “irtica” yaklaşımı, Aczimendiler, Kaplan gibi mümkün olanları dışlamayı sürdürmek, mümkün olmayanları ise hizaya getirmeye çalışmaktır. Medya, artık RP başta olmak üzere, “klasik mürteci” görünümünden çıkmış olduklarını iddia ettiği İslami yapılanmalara bir müfettiş, bir öğretmen, zaman zaman da bir savcı edasıyla yaklaşıyor. Onlardan demokrasiye, laikliğe, insan haklarına , “çağdaş yaşama” saygılı olduklarına dair açık ifadeler talep ediyor. Aslında bağlılık, bu kavramlardan ziyade, bu kavramlara ne derece saygılı olduğu kuşkulu olan mevcut sistem için istenmektedir. Yine bu kavramlara kendisinin ne derece saygılı olduğu kuşkulu olan bir medya, kendisi de bu sistemin önemli bir parçası olduğu için her türlü objektiflik kaygısını alenen bir kenara bırakıp sık sık İslamcılara karşı hem savcı, hem yargıç, hem de cellat olabilmektedir. Korkunun Ecele Faydası Yok RP, uzun bir süre medyanın (dolayısıyla rakiplerinin) kendisine karşı ilgisizliğinin rantını yedi. Bugün RP saflarını tam anlamıyla kuşatan medyaya karşı nefretin de gösterdiği gibi, bu ilgisizlik RP’nin mazlum imajı kazanmasına vesile olmuştur. Her ne kadar güçlü protesto hareketleri ortalıkta olmasa da Türkiye’de insanların hâkim medyaya karşı pek de iyi duygular beslediği söylenemez.

Diğer bir deyişle, halkın ezici bir çoğunluğunun, şu ya da bu nedenle ilgisiz kaldığı medyanın ilgi göstermediği bir siyasi güç olmak hatırı sayılır sayıda avantajı da beraberinde getirmektedir. Medyanın ilgisizliği, RP’nin faaliyetlerini gözlerden uzak bir şekilde sürdürmesini kolaylaştırdı. Bu cümleden, RP’nin yasadışı işler yaptığını iddia etmiyorum, yalnızca medyanın projektörlerinin üzerlerine tutulması durumunda RP’lilerin bazı cazibelerini daha baştan yitirmiş olabilecekleri ihtimalini hatırlatmak istiyorum.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir