Sergio Pitol – Evlilik

Bu öykünün kahramanı Jacqueline Cascorro, hayatının uzunca bir bölümünde evliliğin olağan deneyimlerini yaşadı: Kızgınlıklar, kavgalar, ihanetler ve barışmalar. Her şey bir anda değişti; elleriyle bir yengecin bacağını koparıp arkasında bir şampanyanın patlatılışını duyduğunda, bundan böyle aralıklı olarak aklına düşecek olan ve onu temelli fesat bir kadına dönüştüren bir fikrin etkisi altına girdi. Yıllar boyunca, olaylı evliliği içinde sürüklendiği çeşitli taşınmalarda, mavi bir defter, kendisi farkına varmadan ona hep eşlik etti; balayı yolculuğu sırasında, Patzcuaro’da satın alınmış bol işlemeli bir kutunun dibinde, lastikle tutturulmuş edebiyat ve sanat tarihi notlarının arasında duran incecik bir defterdi. Bu kutu, Jacqueline Veracruz’a taşınmaya karar verdiğinde evinin hemen hemen bütün eşyalarını depoladığı Cuernavaca’daki L’Aiglon adlı restoranın mahzeninde durur hala. O unutulmuş defteri açıp yıllar önce kopya ettiği edebi satırları okusa, mutlaka çok şaşırırdı. Hiç şüphesiz benliğinin en yüce, en saf yanını, bir süre boyunca ona bir ölçüde güven vermiş olan ve hayatını müthiş bir patırtıyla sarsan şiddetin kökünü kuruttuğu yegane yanını beslemiş olan entelektüel çabaları hüzünlenerek hatırlar, özlerdi. Bir noktadan sonra, bu konuda hayallere kapılmasına imkan kalmamıştı artık: Manevi hayatı paramparça olmuştu. Jacqueline o defterin iki sayfasına ilgisini çeken edebi alıntıları, bir sayfasına da bir fiyasko olarak gördüğü evliliğine ilişkin duygularını yazmıştı; geriye kalan sayfalar boştu. Bu notların 7 evliliğinin ilk bunalımlarından biri sırasında, yoğun bir hınç içinde, henüz kocasının ihanetlerini olağan sayıp kabullenmeye başlamadan önce yazıldığını anlamak zor değildi. Kocası Nicolas Lobato’nun yanında sekreter olarak çalışan yoksul kuzini Alicia Villalba ve diğer çalışanlar, vefasız kocanın yaptıklardan onu her gün haberdar ederlerdi. Nicolas’ın birlikte on yedi numaralı odaya kapandığı boya sarışınının bayağılığını telefonda saatlerce anlatırlar, söz konusu odanın Eslavia Oteli’nin ikinci katında olduğunu özellikle belirtirlerdi; sanki kaçıncı katta olduğu önemliymiş gibi! Nicolas Asunci6n Oteli’ne nadiren gider, hele gönül maceraları için belki kendi seviyesine layık görmediğinden oraya adım atmaz, genellikle Orizaba sokağındaki Eslavia Oteli’ni kullanırdı. Aslında Jacqueline evlendikten kısa bir süre sonra, çıldırmışçasına acı çekmemeyi öğrenmişti, ama bu, Nicolas Lobato’nun sefih hayatını tasvip ettiği anlamına gelmiyordu katiyen. Balzac’ın Evliliğin Fizyolojisi adlı kitabından tesadüfen birkaç sayfa okuduğunda, kadınların çoğunun, evliliğin ilk yıllarında, son derece keyfi biçimde kendilerine uygulanan zorbalığın tipik bir sonucu olarak, kocalarına sadece yoğun bir nefret, neredeyse mutlak bir tiksinti duyduklarına hükmetti. Mavi deftere ilk kaydettiği alıntı, Fransız yazarın kategorik bir iddiası oldu: “Evlilik hayatının tamamı yatak temeli üzerine kuruludur.” Cümleyi üç dört ünlem işaretiyle noktaladı; sonra öfkeye kapılarak cümleyi ve dolayısıyla eklediği ünlem işaretlerini karaladı.


Ardından, yeşil mürekkeple hayatın tutkuyla beslendiğini ve evliliğin söndürmediği tutku bulunmadığını yazdı. Ayrıca, evliliğin toplumların ayakta kalması için gerekli bir kurum olduğunu, buna rağmen (buraya parantez içinde heyhat! ünlemini ekledi) söz konusu kurumun doğa yasalarına aykırı olduğunu, evli kadının köle muamelesi gördüğünü, her bakımdan mutlu sayılabilecek evlilik olmadığını, evliliğin suça gebe olduğunu ve bilinen cinayetlerden daha da beterleri olduğunu yazdı. Bu son iddianın altına çeşitli renklerde mürekkeple birkaç çizgi çekti; sanki daha o sırada bile belli belirsiz bir önsezinin dokunuşunu hissetmişti. Bunları ve başka birtakım edebi alıntılar yazıp Cuernava8 ca’da bir mahzende, bir daha eline almamak üzere terk ettiği mavi defter, Veracruz’a gitmeden yıllar önce hafızasından silinmişti. O satırların hangi koşullarda kaleme alındığı daha da önce silinmişti. Kocasını ilk kez ne zaman ve kiminle aldattığını soracak olsalar, hiç şüpheye düşmez, menfaat gütmeden yardım ettiği, buna karşılık kendisini arkadan bıçaklayan Gaspar Rivero’yla, Devrim Anıtı’nın yanı başındaki sevimsiz Asunci6n Oteli’nde çalışmaya başlamasından kısa bir süre önce diye cevap verir, asıl öncü, Margara Armengol’un evindeki bir partide tanıştığı Guanajuato’lu mühendis aklına bile gelmezdi. Olayın tamamı hafızasından silinmişti. Bir hekim ya da hipnotizmacı kendisini uyutup bu konuda bir soru sorsaydı, belki de bir aralar artık genç sayılamayacak bir adamın bir partide kendisine tanıştırıldığını ve onun da, sırf nezaket icabı yanına oturmasını teklif ettiğini hatırlayabilirdi; oturduktan sonra iki kadeh çok alkollü cubalibre içmiş ve hiç tanımadığı adama ünlü bir felsefe profesörünün kısa bir süre önce o evde kendisine, uzun meslek hayatı boyunca rastladığı en gelişmiş duyarlılığa sahip olduğunu söylediğini, hatta duyarlılık hariç her şeye sahip olabilecek bir grup kıskanç gösteriş budalasına onu örnek gösterdiğini anlatmış ve hemen ardından, Guanajuato’lu mühendise kocası olacak gaddar adamın, hayatta para ve şehvetten başka şeyle ilgilenmeyen vahşinin kalleşlikleri karşısında bu olağanüstü meziyetini koruyabilmek için ne zorlu bir mücadele vermesi gerektiğini açıklamaya girişmişti. -İstedikleri kadar aksini iddia etsinler, bir insanın yıllar geçtikçe nasıl bir varlığa dönüşebileceğini hiç kimsenin tahmin edemeyeceğinden eminim -diye fısıldadı sır verircesine yabancıya- . Benim tanıdığım, daha sonra kocam olacak Nicolas Lobato’nun şu andaki haline dönüşeceğini asla tahmin edemezdim; merak etmeyin, onu tanımanız için bir sebep yok, herhangi bir konuda sivrilmiş biri değildir. Öğleden sonraları Mascarones kafesinde buluşurduk. Aşinalığınız var mı? -Kiminle? -diye sordu, söylediklerini dikkatle dinlememiş olan mühendis. -Kimseyle. Mascarones kafesini kastettim; Felsefe ve Edebiyat Fakültesi henüz Ribera de San Cosme’deyken fakültenin 9 içindeydi. Harika bir yerdi; öğrenciliğimizde oraya giden bizler hala öksüz gibi hissederiz kendimizi.

Ben Nicolas Lobato’yla o kafede tanıştım. Bunun bilinmesinden hoşlanmaz, neden bilmem, ama şimdi başka işlerle meşgul; ikimiz de fakülteyi bitiremedik çünkü. Nicolas siyaset bilimi okuyordu. Öğleden sonraları bizim fakültenin arkasındaki Miguel Schultz sokağında ahır gibi bir yere kapanırdı. Onu almaya birkaç kere gitmiştim oraya; iki katlı, harap bir barakaydı, orada bir fakülte olacağı kimsenin aklına gelmezdi. Oysa benim fakültem ne kadar farklıydı! Yerle gök kadar, böbürlenmek gibi olmasın ama, kocamla bendeniz kadar farklıydı -bir kahkaha patlattı-. Nicolas hemen her akşamüstü Mascarones’e uğrardı. Bizim fakültede coğrafya dersine girerdi, bir de bir derse daha, sanıyorum bir dil dersi, herhalde İngilizceydi. O sırada ne okuduğunu kendinin de bilmediğinden eminim. Dersler konusunda ihmalkar ve savruktu hep. Vaktinin çoğunu kafede geçirirdi; bu sayede tanıştık. Akşam aynı tramvaylarla dönerdik. İki tramvaya binerdik, bizim eve direkt tramvay yoktu. O Eugenia’da, Valle mahallesinde inerdi, ben Coyoacan’a devam ederdim. Bazen Margara da bizimle gelirdi.

Margara’yla arkadaşlığımız böyle başladı. Evlerimiz birbirine çok yakındı. Margara o zaman da bu evde otururdu, ben de iki adım ötedeki Berlin sokağında. Bizimki çok güzel bir binaydı -dedi nostaljik bir tonda-. Çocukluğumuzu çevreleyen duvarları aşmayı hiçbir zaman başaramadık. Ben evlendiğimde dul ve bütün kızlarını evlendirmiş olan annem Narvarte mahallesinde bir apartman dairesine taşındı. Zavallı kadın o koca evde ne yapacaktı? Nicolas tek çocuktu; küçüklüğünde yürürken hep bileğini burkarmış. Erkek gibi giyinen, kravat filan takan kuzini Alicia Villalba’nın dediğine bakılırsa, bu ayrıntı davranışlarını büyük ölçüde açıklıyormuş. İ lişkimizin başlangıcından birkaç ay sonra babası hastalandı ve Nicolas mecburen kent merkezinde, Mesones sokağındaki hırdavat dükkanının başına geçti; kısa bir süre sonra da dükkan ona miras kaldı. Üniversite eğitimini yarıda bırakmasına bunu bahane etti, ama aslında öğrenciliğe tahammülü kalmamıştı. Bana çok aşıktı, kabul ediyorum; fakülteye devam etmediği halde oldukça sık görüşüyorduk. Sevgiliyken bana herhangi bir baskı yapmadığını da kabul ediyorum; öyle ki, 10 evlenmek üzere kiliseye gittiğimizde bakireydim; emin olun o zamanlar bu önemli bir şeydi. Babası öldüğünde Nicolas’a hırdavatçı dükkanıyla yüklü miktarda para bıraktı; o da otellerle ilgilenmeye başladı. Dükkanı sattı; iyi de etti, çünkü orada boğuluyordu. Rahat bir nefes aldı.

Köhne ya da çökmek üzere olan otelleri birkaç peso karşılığında satın almak için herhalde bin türlü dalavere çevirmesi gerekmiştir. Önce Asunci6n’u aldı; Devrim Anıtı’yla Reforma caddesinin arasında, yıkık dökük, sefil bir yerdi; bu alımdan hiç memnun kalmamıştı; daha satın aldığının ertesi günü nefret ediyordu oradan; ardından Orizaba sokağında, çok daha hoş bir yer olan Eslavia Oteli’ni aldı. O zamandan beri de Cuernavaca’da dev bir otel inşa etmekten başka şey düşünmüyor; bu onda saplantı haline geldi; bir bu, bir de en önemli saplantısı, kadınlar -kısa bir ara verip bir kadeh içki aldı; ağzını açma fırsatı vermediği mühendisin kalkmak üzere olduğunu görünce engellemek için elini bacağının üzerine koydu ve devam etti-: Sizi evliliğimin sorunlarıyla bezdireceğim diye korkmayın. Biliyor musunuz, hayatta en sevdiğim şey cumartesi günleri Margara’nın evine gelmektir. Biz üniversite arkadaşından çok, başından beri kardeş gibiyizdir. Bu evin atmosferi çok hoşuma gider. Yüzde yüz kültür! Aslında hepimiz biraz bohemiz, öyle değil mi? Ben burada suda balık gibi hissederim kendimi. Gördüğünüz gibi ruhumun ölmemesi için elimden geleni yaptım. Bir kadının kültürünü geliştirebilmesinin ne demek olduğunu anlamak erkekler için zordur -sonra, daha bir dakika önce çocukluğunun geçtiği kocaman evi anlattığını unutarak devam etti-: Bunu anlatmam doğru değil aslında, ama biz evde beş kardeştik, üç kız, iki erkek; ben evleninceye kadar üç kız aynı odayı paylaştık; Maria Dorotea, Maria del Carmen ve ben; o zamanlar hala korkunç bir adım vardı. Bu koşullarda bir şey okumam mümkün müydü? Sınavlarıma ne zaman hazırlanacaktım? Üstelik de altmış vatlık kıtipiyoz bir ampulle! Gerekli kitapları satın almak için parayı nereden bulacaktım? Ben elimden geleni yaptım! Hatta çekinmeden diyebilirim ki fazlasını yaptım! Sıhhatinize! Dediğim gibi, Nicolas Lobato’nun tek düşündüğü para ve seks. Evlendiğimizde çok gençtik. Aslında ben çocuk sayılırdım. Beni neyin beklediğini hayal bile edemezdim. Gerçekten 11 çok erkeksi olan Alicia Villalba dışında Nicolas yanında çalışan kadınlardan hiçbirinin gözünün yaşına bakmamıştır; bir kere bile olsa, hepsine mutlaka affedersiniz atlamıştır. Onlara orospu gibi davranıyor olsa gerek, bana da öyle davranmak isterdi herhalde- o sırada yanlarından geçen tepsiden bir cubalibre daha aldı ve sonra evliliğinin dertlerini anlatmaya devam etti; bir noktada, onca mahrem ayrıntıyı anlattığı adamın artık yanında olmadığını fark etti; onun yerine, rüküş bir sarı peruğu birbirlerine takıp çıkararak maskaralık eden iki delikanlıyla konuşmaktaydı; çocuklar sonunda peruğu kask gibi onun kafasına geçirdiler; ona açık saçık sorular soruyor, o utandıkça, terbiyeli cevaplar verdikçe gülüyorlardı; kahkahalarla Cuquita diye bir kadının seks hayatının tüyler ürpertici ayrıntılarını anlatıyor, Jacqueline’in tanımadığı, tanımak da istemediği bu kadının adını her söylediklerinde “Meksika’nın gelmiş geçmiş en azgın götüne sahip kaşar” diye ekliyor, her küfürde kahkahalarla gülüyorlardı; Jacqueline bir noktada mecburen ayağa kalkıp sizi aptallar diye bağırarak kiminle konuşma şerefine nail olduklarını bilmediklerini söyledi; bunu kendileri fark edemediklerine göre kendisi söyleyecekti, o gece bir hanımefendiyle konuşmaktaydılar, bir … o anda zihninde bir boşluk oldu; etrafına baktı, neşeli bir ifadeyle s�zlerine devam etmesini bekleyen iki delikanlınınkinden başka çehreler de gördü ve sözünü iyi kötü tamamladı.

tekrar etti: Evet, bir hanımefendiyle konuşmaktaydılar, hayatta çok acı çekmiş, dolayısıyla başka türlü bir muameleyi hak etmiş, kelimenin tam anlamıyla bir barbar olan kocasının bütün personelini ve karşısına çıkan her sürtüğü hafta sonu Cuernavaca’da götürmesini hak etmeyen bir hanımla … Delikanlılar yine kahkahaya boğularak neredeyse ikisi bir ağızdan, sersemlik etmemesini, kurban rolü oynamaktan vazgeçmesini söylediler. Yoksa hafta sonu orjilerinden sonra kocasının bir yanı mı eksiliyordu? Eksilmiyordu herhalde; en ünlü seksologlar, diğer hayvanlardan da çok insanlarda erkeğin kamışının asla tükenmeyen bir sabuna benzediğini söylüyorlardı; ne kadar çok kullanılırsa o kadar iyi iş görüyordu. Jacqueline bir kez daha kalkmaya yeltendi, çünkü kendisine açıkça saygısızlık edildiği kanısındaydı ve Margara Armengol’a saygısından, istediği gibi karşılık verip olay çıkar12 mak istemiyordu. Diğer salona geçtiğinde, pek az davetli kalmış olduğunu gördü. Birden Margara yanında boy gösterdi ve bir rahatsızlık mı hissediyor diye sordu; acaba içkilerden biri mi dokunmuştu? Misafirlerden bazıları kendilerini iyi hissetmediklerini söylemiş, içkilerin kalitesizliği yüzünden olduğunu tahmin etmişlerdi; ev sahibesinin bu söyledikleri Jacqueline’e pek kibarca gelmemişti, çünkü o gece içkileri Jacqueline getirmişti, ama gerçek bir hanımefendi olduğundan tek kelime etmedi; ardından ev sahibesi birinin arabayla kendisini eve bırakmasını ister mi, yoksa biraz bekleyip toplantı bittikten sonra çalışma odasında yatmayı mı tercih eder diye sordu. Tek başına gitmesine izin veremezdi, kesinlikle olmazdı, çok içkili olduğu her halinden belliydi. O anda Nicolas Lobato’nun karısı olmanın çeşitli dezavantajlarını anlattığı davetli çıktı tekrar ortaya; Margara’nın ricası üzerine Jacqueline’i memnuniyetle evine bırakacağını söyledi; ne var ki onu götürdüğü yer, bir arkadaşının dairesiydi, çünkü kendisi Guanajuato’lu olduğundan Mexico’da evi yoktu. Adını galiba hiç öğrenmediği bu şahsı Margara’nın evindeki davetlerde iki kere daha gördü; her iki davetin de sonunda aynı şey oldu. O daireye son gidişinde, Guanajuatoluya hangi tipte aşıkları kocasına tercih ettiğini ayrıntılarıyla anlatırken, adam bir rafa uzanıp Balzac’ın Evliliğin Fizyolojisi adlı kitabını aldı ve Jacqueline’e verip kitabı kendisine hediye ettiğini söyledi; bu hareket Jacqueline’e Margara’nın içkiler konusundaki sözleri kadar kaba geldi, çünkü bu daire, dolayısıyla kitaplar da dahil içindeki eşyaların hepsi başkasına aitti.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir