Serkan Bayram – Tabuların Korkulu Rüyalarında

Tabuların, hayatımızda ne kadar büyük bir yer kapladığını hiç düşündünüz mü ? Eğer düşünmediyseniz, siz de tabuların korkulu rüyalarında hapsolmuş birisiniz demektir. Ben de sizi, bu kabustan uyandırmak ve sizin güzel rüyalara yelken açmanızı sağlamak için, elimden geleni yapacağım 🙂 Tabular; ilk var oluşumuzdan beri, korunma güdümüzün bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Tabuların oluşumundaki amaç; son derece masumdur, insancıldır.İnsanlar mahiyetini çözemedikleri ve kendilerine zarar veren olayları, hayatlarından yalıtmak istemişlerdir. Ancak; olayın başka bir boyutu daha olduğu unutulmuştur. İnsanlar korkuları uğruna, gelişimin ihtiyaçlardan doğduğunu göz ardı etmişlerdir. Korku veren olay, yasaklandığı ve gözlemlenemediği için; insanlar, bilimsel düşünme yetilerini de kaybetmişlerdir. Bilginin, bilimselliğin bıraktığı yeri, korkuların egemenliğindeki hayal gücü alır. Çünkü her gizem, insanda merak duygusu uyandırır. Merakını giderilmesi için kurallar aşılamıyorsa, devreye yalnızca hayal gücü girer. Ve gelişim yavaşlar. Daha da kötü olan, efsanesi her yeni kuşakla büyüyen tabunun; artık olağanüstü güçlerinin olduğu, tapılması gereken bir fenomene dönüşmesidir. İnsanların tabuya yaklaşmamaları için anlatılan korkunç hikayeler, insanların korkulu rüyalarına dönüşür. Gün geçtikçe gücünü arttıran tabu, tüm toplumu ele geçirir. Tabular, insanların özgürleşmesi ve korkularından arınması yolunda en büyük engeli oluşturur.


İnsanlar bilgileri oranında özgürleşir ve korkularının esiri olmaktan kurtulabilir. Hayatta, olduğumuz yerde kalmak gibi bir şansımız yoktur.Ya ileri gideriz ya da geri. Tabulara esir olursak geri, bilimin öncülüğünde bilinmeyene meydan okursak, ileri gideriz. Bunu bir çocuğun, emeklemeyi öğrenmesiyle örnekleyebiliriz. Bir çocuk, ilk yürüme deneyiminde başarısız olur ve canı yanar. Artık yürüme eylemi onun için, bir tabu görevi görür.Çünkü: yürüme eylemi konusunda bilgisizdir ve canı yanmaktadır. Annesinin elinden tutup, ona yardım etmesiyle; tabuyu yenme yolunda ilk adımlarını atmaya başlar. Zaman geçtikçe ve yürümeyi öğrendikçe farkına varır ki: annesi elinden tuttuğu sürece, annesinin istediği yere gitmek zorunda kalacaktır. Yeni ve farklı bir tabunun esiri olduğunu anlar. İlk zamanlarda yürümek için annesine elini uzatan çocuk, o andan itibaren annesinin elini itmeye başlar. Çünkü artık yürümenin bilgisine ve bilginin verdiği cesarete sahiptir. Bilgisi ve cesareti oranında da özgürleşmek ister. Canının yanmasını göze alarak tabularını yıkar.

Artık, yeni ve daha güzel bir dünyanın temellerini atmıştır. Eğer tabular karşısında gerekli cesareti göstermeseydi, hep aynı mı kalacaktı? Hayır. Az önce de söylemiştik.Hayatta, olduğumuz yerde kalmak gibi bir şansımız yoktur.Çocuk tabularını yenmek için yürüme girişimlerini yapmasaydı, kemikleri gelişemeyecekti. Yürümeyi öğrenememek bir yana; fiziksel gelişimini düzgün biçimde tamamlayamayacak, aldığı her küçük darbe dahi, onun sakatlanmasına yol açacaktı. SUÇSUZ SUÇLULAR 1.BÖLÜM Toplumumuzda o kadar çok suçsuz suçlu var ki; suçluluk duygusuna kapılmaktan kendimi alamıyorum 🙂 Hem de hiç suçum olmaksızın 🙂 Ahlak ve kanunlar arasındaki fark; suçlulukla, suçsuzluk arasındaki gerçek ilişkiyi ortaya koyar. Nerede saçma bir kural varsa, beraberinde içinden çıkılmaz ahlaki problemleri ve failin bulunamayacağı suçları ortaya çıkarır. Şimdi sistemlerin yanlışlıklarının, nasıl suçsuz suçluların oluşmasına neden olduğunu açıklamaya başlayalım. Dünya’nın sanırım her ülkesinde, ( yoğunluğu değişkenlik gösterse de ) insanlık onurunun maymunlarınkiyle bir tutulduğu; otobüs, tramvay, metro gibi toplu taşıma araçlarını örnek olarak kullanabiliriz. Maymunlarınkiyle bir tutulur. Çünkü; bu araçların tavanındaki demirlere tutunarak yolculuğunuzu sakatlanmadan geçirebilmek zorundasınızdır. Maymunlarınkiyle bir tutulur. Çünkü; orman kanunlarında olduğu gibi daha hızlı ve daha saldırgan olursanız, yolculuğunuzu oturarak tamamlayabilirsiniz 🙂 Ama medeniyete ait hiçbir şeyin olmadığını da düşünmeyin:) Yaşlılara, sakatlara, hamilelere ve gazilere yer vermek zorundasınızdır.

Şimdi bu kurala uymayan, sağlıklı birini düşünelim. Alakasız bir örnek olarak, kendimi seçeyim 🙂 İş dönüşü, şehirlerdeki uzun otobüs yolculuklarının mahkumu olduğumu ve otobüste kendime yer bulduğumu farz edelim.Sonradan, yaşlı biri de otobüse binmiş ve ayakta kalmış olsun.Benden, oturduğum yeri kendisine vermemi talep etsin.Yasalara göre, ben yerimi ona vermekle yükümlüyüm. Görünüşte son derece sağlıklı bir karar. Genç ve sağlıklı olanın, yaşlı olana yer vermesi kadar medeni bir şey olamaz. Ancak; yasaların unuttuklarını hatırlatmakta, fayda görüyorum 🙂 Konu özellikle de benle ilgiliyse 🙂 Bir insanın sağlıklı olması, yorgun olmaması anlamına gelmez.Yada oluşum halinde bir diz hastalığının olmadığı anlamına gelmez.Bu örnekler daha da çoğaltılabilir. Sadede gelelim: Ben her gün, işteki yorgunluğumu yada hastalık belirtilerimi göz önünde bulundurmadan; yerimi yaşlı, hamile, sakat ve gazilere verirsem ne olur ? Bir süre sonra, onlardan farkım kalmaz 🙂 Peki nasıl bir çare bulacağız ? Otobüslerde yorgunluk ölçer ve revir bulunmadığına göre 🙂 otobüs halkını, durumuma nasıl inandıracağım ? Pek mümkün gözükmüyor. Şikayet söz konusu olduğunda da kabahatler kanununa göre ceza yiyeceğim kesin. Bir haksızlık olduğu da kesin.Yer versem ben, vermesem yaşlı kişi aynı sıkıntıyı çekecek. Toplumların zararına olan bir kanun, nasıl olur da hala yürürlükte kalır ? Her gün bunun ceremesi birileri tarafından çekilirken.

Az masrafla çok para elde ettiğinden, kazananın devlet olduğu düşünülebilir.Ancak; vatandaşların çektiği sıkıntıdan devleti sorumlu tutacağı ve devlete olan bağlılığının azalacağı düşünüldüğünde, en çok zarar görenin devlet olacağı ortaya çıkar. Devletlerin; bunları düşünme kapasitesine sahip vatandaşlar yetiştirmediği göz önüne alınırsa, bu durum bertaraf edilebilir mi? Tabi ki hayır. O zaman da; düşünme kapasitesine sahip olmayan bireylerden oluşan bir devletin, ne kadar güçlenebileceği akıllarda soru işareti bırakır. Cevap kesin ve nettir. Bu şartlarda; diğer devletlerin oyuncağı olan, güçsüz bir devlet ortaya çıkmak zorundadır. Tabi bu arada, hem ayakta durandan hem de oturandan aynı paranın alınması adaletsizliğini de unutmayalım. Ayakta seyahat edenin, ne suç işlediği meçhuldür 🙂 Devlet ayakta duranla, oturandan farklı ücret alsa adaleti sağlayabilir miyiz ? Herkes aynı zamanda hasta olmayacağına, bütün yaşlı vb kişilerin aynı otobüse binmeyeceğine göre, adil bir davranış sergilemiş olabilir miyiz ? Tabi ki hayır.Çünkü, otobüse binmenin mantığıyla ters düşeriz.İnsanlar paraları olmadığı için otobüse binerler. ( Yalnızlıktan kurtulma, araştırma yapmak gibi sebeplerle kalabalıklara karışma ihtiyacı duyan yada fortçuluk yani cinsel tacizde bulunmak isteyen 🙂 çok küçük bir kesim dışında. ) Yaşlılardan ve hamilelerden dahi ayakta durmayı isteyenlerin çıkacağı açıktır.Bu da onların çektikleri cefayı arttırmaktan ve toplumsal ayrışmayı, fakirler arasına kadar yaymaktan başka bir işe yaramaz. Peki tüm bunların suçlusu kim ? Suçlu olarak karşımıza sistem çıkar.Kanunlar, yani onların uygulanmasına karar veren, tüm halk suçludur.

Somut olarak suçlanamayacak olan herkes. Yani hiç kimse. Sistem; yaşlı, sakat, hamile ve gazilere yer verme mantığının getirdiği ayrıcalığa sahip olmama rağmen, ( yorgunluğumdan yada diz sakatlığımdan dolayı ) beni suçlu durumuna düşürdü. Tüm bu can sıkıcı durumlardan kurtulmak ve suçsuz insanları suçlu durumuna düşürmemek için; yapılacak olan son derece basit bir uygulama vardır. Otobüslerin ayakta yolcu almaması. Devletler; insan onuruna paradan daha çok önem vermeyi seçerlerse, bu gerçekleşebilir. Suçsuz insanlar, suçlu muamelesi görmez. Ayrıca, otobüse bir yaşlı vb. bindiğinde; yerini ona verme korkusunu yaşayanların 🙂 yaşlılara vb. karşı olumsuz bir koşullanma içine girmesi engellenmiş olur. Aynı parayı ödeyen insanların, aynı hizmeti alabilme hakkı yok sayılmaz. İnsanların, kanunlara ve dolayısıyla devletlere olan bağlılığı artar.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir