Sibel Özbudun, Gülfem Uysal – 50 Soruda Antropoloji

“50 Soruda” dizisinin 12. kitabı olan 50 Soruda Antropoloji, antropolojiyi, fiziksel-biyolojik ve sosyal-kültürel boyutlarını kapsayan bir tamlıkla ele alıyor. Antropoloji üzerine genel bilgi edinmek isteyen okurlarını doyuracağını düşündüğümüz kitap, ileri okumaları hedefleyen okurları için de sağlam bir temel oluşturmaya yarayacaktır. Elinizde bir örneğini tutmakta olduğunuz “50 Soruda” dizisi, bilimin ve felsefenin temel kuramlarım ve alanlarını konu edinen, Türkiyeli bilim insanlarının kaleme aldığı popüler bilim kitaplarından oluşuyor. Bu kitaplar, bilimin, anlaşılmaz, karmaşık, hayattan kopuk, soğuk, kuru ve teknolojiye indirgenmiş bir bilgi yığını olmadığını; tam tersine, evreni, doğayı, toplumu ve insanı anlamak için doğru anahtarlar sunan; bilme, öğrenme coşkusu uyandıran; en güvenilir bilgi kaynağı olduğunu ve sağlam bir düşünme yöntemi kazandırdığını gösterebilmeyi hedefliyorlar. Bir aydınlanma hizmeti olarak tasarladığımız “50 Soruda” dizisinde yayımlanmış kitapların listesine, elinizdeki kitabın arka kapak içinden ulaşabilirsiniz. Herkese bilim! N alân M ahsereci 2. Baskıya Önsöz 50 Soruda Antropoloji’nin ilk baskısı, Şubat 2012’de yapılmıştı. Bu baskı, Kasım 2012’de, İstanbul Kitap Fuarı sırasında tükendi… Ve yayıncımız, yılı çıkmadan, yeni baskı için çaldı kapımızı. Ne yalan söyleyeyim; Türkiye gibi okuma alışkanlığının bir hayli “gevşek” olduğu bir ülkede, büyük reklam kampanyalarına konu olmayan, hele ki bilimsel -dahası, antropoloji gibi Türkiyeli okurun ilgi ufkunun oldukça uzağında bir konuda kaleme alınmış- telif bir çalışmanın bir yıldan kısa bir süre içinde baskısı tükenecek kadar ilgi görmesi, yaptığımız işe bağlılığımızı arttıran bir motivasyon oldu bizim için. Öyle anlaşılıyor ki antropoloji, bu ülkenin genç okurlarının ilgi alanının giderek merkezine yerleşiyor -bunu görmek sevindirici. Öncelikle, kişisel deneyimlerimiz açısından sevindirici: Bu kitabın yazarlarından biri, 1970’li yılların sonlarında öğrenimini gördüğü “antropoloji”nin “ne” olduğunu çevresindekilere (bunlara aynı üniversitede okuyan arkadaşları da dahildi) anlatmakta çektiği güçlüğü dünmüş gibi anımsar hâlâ… Aslına bakarsanız, bu ülkede antropolojiye karşı yakın geçmişe dek süregelen kayıtsızlığın rastlantısal olduğu kanısında değilim. Cumhuriyet rejiminin tahkimat yıllarına denk düşen 1920’lerin sonlan ile 30’lu yıllarda disiplin -özellikle de fizik antropoloji, “resmi” olarak, “en yüksek” katlarda itibar görmekteydi. Öyle ki, daha 1925’te Türkiye’de bir “Antropoloji Tetkikat Merkezi” kurulmuş, Genç Cumhuriyet, yurtdışına burslu olarak gönderdiği öğrenciler arasına antropoloji öğrenimi görmek isteyenleri de dahil etmekten kaçınmamıştı… Evet, antropoloji Genç Cumhuriyetin “ulusoluşturucu” paradigmasıdır. Ancak günümüz antropologlarınca anlaşıldığı üzere insan çeşitliliğini bir zenginlik kaynağı olarak gören, meşru sayan ve “bu haliyle” inceleyen bir disiplindense, 1930’ların Türk(iye) antropolojisi, “tefrik edici”, ve “ulus”u “biricikleştirici” bir disiplin olarak kurgulanmıştı.


Ve Erken Cumhuriyet antropologları -arkeologlar ve tarihçilerle birlikte- çabalarını “Türk ırkı”nın “ezelden-ebede uzanan” varlığını ve “uygarlık kurucu misyonu”nu kanıtlamada yoğunlaştırmışlardır. 2. Dünya Savaşı öncesi, Cumhuriyet rejiminin oldukça yakın ilişkiler kurduğu Üçüncü Reich’tan yayılan “ırkçı” doktrinlere kolayca eklemlenebilecek bir söylem… Öyle gözüküyor ki kişinin “Türk ırkı”ndan olduğunu kanıtlamak üzere kafatasını ölçme “fantezisi” kimi ırkçımilliyetçi çevrelerde hâlâ gözde bir “hobi”.1*’ Ucu ırkçılığa açık bir milliyetçiliğe böylesine angaje oluşun, Nazi Almanyası’nın savaş sonrasında çökmesiyle birlikte, bu ülkede antropolojinin de marjinalize olmasına yol açtığını söyleyebiliriz. Bir bakıma, sömürgeciliğin tasfiyesinin ardından “lebensraum”\m\ı yitiren Batı (özellikle de Britanya) antropolojisinin girdiği açmazın bir benzerini yaşamıştır Türkiye antropolojisi. Ne ki, Türkiye’de antropolojinin, Batı Avrupa antropolojisinde 1960’lı yılların sonlarında girilen özeleştiri sü­ recinden geçtiği pek söylenemez. Örneğin Talal Asad’ın editörlüğünü üstlendiği Arıthropology and the Colonial Encounter (*} (1973) tarzı bir özeleştiri girişimi için, antropoloji konusundaki bilgi birikimi oldukça tartışmalı genç bir siyasetbilimci/tarihçinin, Nazan Maksudyan’ın Türklüğü Ölçmek’ini(**) (2005) beklemek gerekecekti. Bu yapıtın antropoloji çevrelerinde, örneğin Asad’ın derlemesinin Batı antropolojisinde yarattığı etkiyle karşılaştırılabilir bir etkiye yol açtığını söylemek de zor… Yine de, Türkiye antropolojisinin, 1930’lu yıllarında saplandığı açmazlardan ders almış olarak yeniden su yüzüne çıkmakta olduğunu gösteren emareleri görmezden gelemeyiz. Üniversitelerde birbiri ardı sıra açılan lisans programları; ülkenin dört bir yanında, cezaevlerinden futbol maçlarına, dengbejlerden konar-göçerlere, Kürtlerden Romanlara, kentsel dönüşümden HES karşıtı köylü mücadelelerine, faili meçhullerden çocuk işçilere, güncel sorunları kendine mesele edinip çalışmalarını yürüten genç araştırmacıların varlığı, bu durumun sevindirici kanıtı… Üstelik bu kez bu topraklarda yeşermekte olan antropoloji, önceli gibi iktidar söyleminin geçerliliğini kanıtlamaya kendini adamış bir disiplin olarak biçimlenmiyor. Daha çok madunların, ezilenlerin, dışlanmışların yanında yer alıp, onlara ses vermeyi görev edinen bir anlayış hâkim, bu yeni yeşeren ortamda. Bu, insanı şevklendiren bir gelişme… Bu ülkede kültürel çeşitliliğin ve farklı yaşam tarzları/dünya görüşlerinin tehdit değil de zenginlik kaynağı sayılacağı bir ortamın biçimlenişinde, yeni antropolog/sosyal bilimci kuşaklarının yapacağı katkının düşüncesi, bizleri heyecanlandırıyor… * * it Antropoloji, hiç kuşku yok ki 50 soruda tüketilebilecek bir konu değil. Zaten bu sorular -ve yanıtları- da bir “Giriş” mahiyetinde hazırlandı. Dahası, vurgulamak gerek, yanıtlar da soruları hiçbir şekilde tüketmiyor. Tersine, okurların ve konuya ilgili duyanların çoğaltmasına, derinleştirmesine açık, yeni kapıları aralıyorlar yalnızca. 50 Som da Antropoloji’nin ilk baskısının kısa sürede tükenmesine yol açan ilgi, okurun bu görevi üstlendiğini gösteriyor.

Başta bu ortak çalışmadan ilgisini esirgemeyen okurlar olmak üzere, antropoloji başlığını diziye dahil eden Bilim ve Gelecek Kitaplığı’na ve kitabın yayına hazırlanmasında, okurlarıyla buluşmasında emeği geçen herkese, sevgili meslektaşım Dr. Gülfem Uysal ile birlikte teşekkürü borç biliyoruz.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir