Süleyman Uludağ – Ibn Arabi

Ailesi- Çevresi – İlk Yılları- Gençliği İslâm âleminde daha çok İbn-i Arabî, İbnu’l- Arabî, Muhiddin Arabî, Muhiddin İbn Arabî ve Şeyhü’l-Ekber şeklinde tanınan İbn Arabî yazdığı eserlerde adını şöyle kaydeder: Muhiddin Ebu Abdullah Muhammed b. Ali b. Muhammed b. el-Arabî, el-Hâtımî et-Tâî, el-Endülüsî, (Bazı kaynaklarda (Meselâ Kütûbî, III, 435) künyesinin Ebubekir şeklinde verilmesi yanlıştır.) 7 Ağustos 1165’te (H.27 Ramazan 560’da) İspanya’nın Mürsiye (Murcia) şehrinde doğan1 ibn Arabî köklü, soylu ve saygın bir aileden gelmektedir, isminin sonunda yer alan el-Hâtimî et-Tâî, onun cömertliği ve hayırseverliğiyle ün kazanmış olan Tay kabilesine mensub Adî b. Hâtim et-Taî’nin kardeşi Abdullah b. Hâtîm et-Tâî’nin soyundan geldiğini göstermektedir. Bu kabilenin Arab olması sebebiyle İbn Arabî ve ataları “Arabî” (Arab) diye tanınmışlardı2 . Dindar bir kişi olan babası Ali b. Mu- (1) ibn Arabî’nin 560 senesi Ramazan’ın 17’sinde doğduğu kabul edilirken son araştırmalarda bulunan bir belgeye dayanılarak bu tarih on günlük bir farkla 27 Ramazan olarak tesbit edilmiştir. Ateş, A. İ.A. VIII, 533.


(2) İbn Arabi’nin ismi ve unvanı etrafında bir takım tartışmalar mevcuttur. Bu ismi bazıları İbnu’l-Arabî bazıları İbn Arabî şeklinde yazar. Bu konuda Makkarî şöyle der: İbnu’l-Arabî’den (Ö. 543/1148) ayırd etmek için doğu İslâm aleminde kendisine İbn Arabî dendi. Fakat o batı İslâm aleminde İbnu’1-Arabî diye tanınmaktadır, bk. Nefhu’t-Tîb, Beyrut, 1968, II, 175. 3 hammed hem hükümdarın hem de ünlü filozof İbn Rüşd’ün dostu idi. Annesi ise ermiş hanımların bile manevî derecesine imrendikleri dindar bir kimse idi. Dindar bir kişi olan amcası Abdullah b. Muhammed seksen yaşından sonra tasavvuf yoluna girmişti. Bu zatın oğlu Ali b. Abdullah Tunus’un sûfilerinden idi. İbn Arabî’nin dayılarından Yahya İbn Yağân Tlemsan Meliki idi. Ebu Abdullah et-Tunusî isimli şeyhin tesiriyle hükümdarlığı bırakmış, hayatının son dönemlerinde dünyadan el etek çekmiş, kendini ibadete vermişti. Diğer dayısı Ebu Müslim Havlâni, o dönemin âbidlerinden idi.

İbn Arabî bunları eserlerinde çeşitli vesileler ile kutub diye anar3 . Görülüyor ki, İbn Arabî toplumda önemli bir yeri bulunan, itibarlı, tanınmış, aynı zamanda dindar, özellikle zühd ve tasavvufa yakın ve yatkın bir aileden gel- — İbn Arabî en çok dostları ve hayranları ile hasımları ve düşmanları bulunan bir bilgindir. Dostları onu yüceltmek için kendisini Muhyi’d-Din, (dini ihya eden), Şeyh-i Ekber (ulu bilgin), İbn Eflatun (Eflatun’un evladı) gibi unvanlarla anarlar. Hasımları ise Mâhi’d-Din (dini mahv eden). Şeyh-i Ekfer (koca kâfir) ve zındık (dinsiz) şeklinde anarlar. Yine bunların kanaatine göre İbn Arabî İslâm’a aykırı bir öğreti ortaya attığından Hz. Peygamber’in rakibi sayılır. Onun için İbn- Arabî’nin izleyicilerini: “Muhammed Arabî (Arab Muhammed, yani Hz. Peygamber) şöyle dedi ama Muhiddin Arabî (Arab Muhiddin, yani İbn Arabi) de şöyle demiştir” demiş olmakla itham ederler. (3) İbn Arabî, el-Futuhâtu’l-Mekkiyye. Kahire, 1282-II, 20, I, 207, 248. 4 mektedir. Onun zamanında Endülüs’te tarikatlar bulunmadığından oradaki bir kişi ancak İbn Arabî ve ailesi kadar tasavvufa yakın, hatta onun içinde olabilirdi. Tarikata mensup olmaması İbn Arabî’nin tasavvufî hayatı yaşıyarak tanımasına engel olmamıştı. Tersine bu durum onun görüş ufkunun geniş olmasına da yardımcı olmuştu.

711 (Hicri 92) senesinde müslümanlar tarafından feth edilen Endülüs, esas itibariyle kuzeybatı Afrika’da kurulmakla beraber Endülüs’ü de egemenlikleri altına alan Murabıtların (M. 1056/1147 arası), sonra Muvahhidlerin (1130/1269 arası) etki alanına girdi. Murabıtlar tasavvufa dayanarak bir çeşit tarikat devleti kurmuşlardı, İslâm anlayışlarının batıl ve hurafelere dayandığını ileri sürüp, onları ortadan kaldıran Muvahhidlerin İslâm anlayışı da Gazalî’nin din ve tevhid anlayışına dayanıyordu. Muvahhidler döneminde zaman zaman ilme ve fikre değer veren, bilginleri ve düşünürleri koruyan değerli hükümdarlar iş başına geliyordu. İbn Tufeyl (ö. 1186) ve İbn Rüşd (ö. 1198) gibi ünlü filozoflar böyle bir zamanda ve ortamda yetişmişlerdi. İbn Arabî Endülüs’te iken Ebu Ya’kub Yusuf (1163-1184 yılları arası) ve Ebu Yusuf Mansur (l 184-1199 yılları arası) gibi hükümdarlar Muvahhid devletinin başında bulunuyordu. İbn Arabî En- – 5 – dülüs’ün güneydoğusunda bir şehir olan Mürsiye’de doğduğu sırada Muhammed b. Sâ’d b. Merdeniş, Doğu Endülüs’ün Valisi idi. 4 İbn Arabî sekiz yaşına kadar doğduğu yer olan Mürsiye’de yaşadı, ilk eğitimini ve dinî bilgileri burada ailesinin gözetiminde almaya başladı. Sekiz yaşına giren İbn Arabî, ailesiyle birlikte Mürsiye’den ayrılarak Endülüs’ün diğer bir şehri olan İşbiliye’ye (Sevilla) geldi. Burada tahsiline devam eden İbn Arabî, İbnu’l-Erisî isminde bir tacirin oğluyla tanıştı. Tasavvufî hayatla ilgilenen bu gençle arkadaş oldu(5).

Delikanlılık çağına geldiği zaman babasıyla Kurtuba’ya giderek babasının dostu olan İbn Rüşd (ö. 1198) ile tanıştı. Onun sorduğu felsefî sorulara tasavvufî cevaplar verdi. Yine bu yıllarda Salih Adevî’nin öğrencilerinden Ebu Ali Hasan Şekkaz isimli bir şeyhle tanıştı, İbn Assâd ve Ahmed Harîrî isimli sûfî meşreb iki kardeşle arkadaş oldu. O bu sırada edebiyat ve avcılıkla da meşgul olmuş, daha sonra bu şekilde geçirdiği yılları câhiliye zamanı olarak zikr etmiştir. (Fütuhat, IV, 700) 1185 (H. 580) senesi İbn Arabî’nin düzenli ve sürekli bir biçimde tasavvufa gir- (4) M. Asin Palasios İbn Merdenlş’in Muvahhidler’den bağımsız bir hükümdar olduğunu söyler. Bk. İbn Arabî, Hayâtuhu ve Mezhebuhû, Kahire, 1965, s. 5. (5) İbn Arabî, Fütuhât, III, 377. 6 diği yıl oldu. Daha evvel de mutasavvıflarla dost olan ve onların sohbet meclislerine devam edip tasavvufî hayatı yakından tanıyan İbn Arabî’nin yirmi yaşında iken sûfiyane bir hayat yaşama yönünde tercihini yaptığı görülmektedir. O, bu konuda: “Bu sene Allah’ın el-Bedî (yaratıcı) ismi sayesinde keşif yoluyla ilk akıl, (Akl-ı evvel) makamına erdim” diyor(6) .

Hayat boyu üçyüzden fazla âlim ve şeyhle görüşüp kendilerinden faydalanan İbn Arabî’nin tasavvuf yoluna girmesini muhtemelen Ebu’lAbbas Ahmed el-Ureynî sağlamıştı. Batı Endülüs’teki Ulya kasabasında oturuyordu. Kulluk konusunda derin bilgilere sahip olmakla beraber kasaba halkının yadırgadığı bazı fikirleri yüzünden oradan kovulunca İşbiliye’ye gelmiş ve burada genç İbn Arabî’yi etkilemişti. İbn Arabî onun meclisinde tevbe ederek fiilen tasavvuf yoluna girmişti(7) . İbn Arabî gençlik yıllarında bir yandan tasavvufî hayatı teorik ve pratik yönleriyle tanımaya, bu hayat tarzını yaşayanların aralarında bulunarak öğrenmeye, hatta bizzat tasavvufî yaşayarak manevî tecrübe yoluyla anlamaya çalışmış, diğer yandan aynı yıllarda fıkıh, hadis, tefsir, kıraat gibi dinî ilimleri, edebiyatı öğrenmiş, kelâm ve felsefe hakkında da en azından genel bir (6) İbn Arabî, Fütuhât, II. 471. (7) İbn Arabî, Fütuhât, III. 579. 7 bilgi sahibi olmuştu. Yine o aynı yıllarda çeşitli hükümdarların ve devlet adamlarının kâtip olarak hizmetinde de bulunmuştu(8) . İbn Arabî, Davud-i Zahirî tarafından kurulan ve Endülüslü İbn Hazm tarafından geliştirilen zahiri mezhebine bağlanmıştı. Bunun için ibadette zâhiri, itikadda (tasavvufta) bâtını idi” denilmişti. Ameldeki mezhebi zahirî olan ve kıyası reddeden İbn Arabî’nin itikaddaki mezhebi ne Eş’arilikti ne de Maturidilik. Bu hususta o, selef akidini benimsemiş ve bu çerçevede ehl-i sünnet ve’1-cemaat mezhebine sâdık kalmıştı. (8) Makkarî, Nefhu’t-Tîb, II, 163.

İbn Arabi hayatı hakkında çeşitli eserlerinde bizzat kendisi bilgi vermiştir. Ancak bu bilgiler dağınıktır. Bu bilgileri toplayıp onun hayatını ve faaliyetlerini kesin bir biçimde takib etmek mümkün değildir. Fakat yine de bu eserlerdeki bilgilere dayanarak onun hayatını ana hatlarıyla anlatmak, hatta manevî ve ruhî hayatını ayrıntılarıyla belirlemek mümkün olmaktadır. İbn Arabî aşağıdaki eserlerinde çeşitli vesilelerle hayatı, faaliyetleri, manevî tecrübesi, çevresi ve zamanı hakkında bilgi vermiştir. a) Rûhu’l-Kudüs fi Muhasebeti’n-Nefs. Dımaşk, 1964, Madrid, 1933, b)El-Futuhâtu’1-Mekkiyye, Kahire, 1282. 1293. c)Zehâiru’l-A’lâk, Beyrut, 1312, d)Fusûsu’l-Hikem, Kahire, 1946, e) Muhaderâtu’l-Ebrâr, Kahire, 1282. f) Mevakiu’n-Nûcûm, Kahire. 1325, g)Divan, Bulak, 1271. h) et-Tedbirâtu’1-İlahiyye, Leiden, 1919. İbn Arabi hakkında Batı’da yapılan en son ve kapsamlı araştırma Michel Chodkiewiez İle kızı Claude Addas’a aittir. Addas’ın yazdığı Ou La Quete du Saufre Reuge (Paris, 1989) adlı eser ingilizce’ye de çevrilmiştir: The Read Sufur (Kıbrit-ı Ahmer). Oxford, 1993.

8 İbn Arabî ilk evliliğini Benû Abdûn kabilesinden Meryem ile yaptı, İbn Arabî’nin ifadesine göre bu hanım manevî tecrübe sahibi dindar ve faziletli bir ermiş idi. Tasuvvufî bir makamdan bahs edip o makamdakilerin halini anlatırken İbn Arabî: “Bu makamı kazanmış bir şahsı eşim Meryem bana anlattı; ifadesinden onun da bu makama yabancı olmadığını anladım”, diyor(9) . Bize anlattığına göre, rüyada gördüğü bir şahıs, kendisine tasavvuf yoluna girmesini tavsiye eder. O ise bu yolu bilmediğini söyleyince o şahıs, “Bu yola şu beş şeyle girilir: “Tevekkül, yâkîn, sabır, azimet, doğruluk” demiş, sonra bunu İbn Arabîye anlatmış, o da bunu tasdik etmişti (10). Belki eşinin bu ve benzeri halleri, belki de yakalandığı bir hastalık İbn Arabî’yi tasavvufa yöneltmişti. Bir kere hummaya yakalanmış ve kendinden geçmişti. Asık suratlı bir takım kimselerin gelip kendisine işkence yapmaya kalkıştıklarını, güzel kokulu ve yakışıldı bir zatın gelip onlara engel olduğunu hayal etmeye başlamış, İbn Arabî ona kim olduğunu sormuş, o da ben Yâsin Sûresi’yim, seni korumaya geldim, demiş. Kendine gelince babasının göz yaşı dökerek yâsîn okuduğunu görmüştü(11) . (9) İbn Arabî. Futuhât, III, 311. (10) İbn Arabî, Futuhât, I, 363. (11) İbn Arabî, Futuhât, IV. 648. 9 İbn Arabî’nin tasavvufa intisab etmesinde bunun da etkisi olmuştu. İbn Arabî küçük yaştan itibaren bazı âyetleri, sûreleri, mucerred manaları ve bilgileri bazen rüyada, bazen uyku ile uyanıklık arasında, bazen de uyanık iken somut varlıklar ve maddî nesneler olarak görmüş, bu kabiliyeti yaşı ilerledikçe gelişmiş, büyük ölçüde eserlerine de yansımış, düşünce ve inanç dünyasını şekillendirmişti.

İbn Arabî kendisini zühde ve ibadete vermiş, inzivaya çekilip zikir ve tefekkürle meşgul olmuş, ilahî hakikatin ancak keşf ve ilham yoluyla bilinebileceğine kanaat getirmiş, hatta bilgilerini bu yoldan aldığını ileri sürmüştü. Genç yaşta bu türlü şeyler söylediği halk arasında yayılmış, bu sözler filozof İbn Rüşd’ün kulağına da varınca merak etmiş, onunla görüştürmesini babasından rica etmişti. İbn Arabî ile İbn Rüşd arasında geçen son derece rumuzlu ve kinayeli konuşma el-Futuhat’da şöyle anlatılır: “Bir gün Kurtuba’da, bura kâdısı İbn Rüşd’ün huzuruna girdim, inziva halinde iken Allah’tan kalbime ilhamlar geldiğini duymuş, buna taaccub etmiş, benimle görüşmeyi arzulamış. Kadının dostu olan babam buluşmamazı sağlamak için bir bahane bulup beni ona gönderdi. Ben o zaman henüz bıyıklan çıkmamış tüysüz bir oğlan idim. Yanına girince İbn Rüşd ayağa 10 kalkıp bana sevgi ve saygı gösterdi, boynuma sarıldı ve: “Evet mi?” dedi. Ben hemen: “Evet” dedim. Onu anladığımı düşünerek benimle görüşmesine daha da sevindi. Fakat bendeki hangi şeyin onu sevindirdiğini sezdim ve hemen: “Hayır” dedim. Bunun üzerine canı sıkıldı rengi değişti, yanındaki şey (kendi kanaati ve inancı) hususunda tereddüde düştü ve sordu: “Keşf ve ilahî feyz hususunu nasıl buldun? Bu, aklın bize verdiğinin (ve öğrettiğinin) aynısı mı?” Dedim ki: “Evet! Hayır! Evet ile hayır arasında ruhlar maddelerinden, boyunlar (ve başlar) da bedenlerinden uçar”. Bunun üzerine benzi sarardı, titremeye başladı, şaşıp kaldı. Çünkü neye işaret ettiğimi anlamıştı(12), İbn Arabî İbn Rüşd’le vâkiada (hayalde) ikinci bir görüşme daha yaptığını, akıl ve fikir yoluyla gerçeği arayan bu filozofun ulaştığı sonuçlan kendisine anlatıp bunların doğru mu yanlış mı olduklarını sorduğunu, kendi zamanında inzivaya cahil olarak girip âlim olarak çıkan (benim gibi) birisi bulunduğu için Allah’a şükür ettiğini anlatır. İbn Rüşd’ün Kurtuba’da kılınan cenaze namazında hazır bulunduğunu kaydeder.

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir