V. C. Andrews – Yıldızlar Geçidi 4 – Honey

Büyülü bir gece bir anda paramparça oldu… CUMA akşamı, Chandler beni sinemaya götürmek için geldi. Koyu renk gözlerini ortaya çıkartan siyah renkli balıkçı yaka bir kazak giymişti. Çok seksi göründüğünü düşündüğüm için olmalı, hemen arabaya atlayıp yanına oturdum. Bundan daha mutlu olduğum bir zamanı hatırlayamıyordum. Gitmeye hazırlandığımız sırada büyükbabam, Chandler’in arabasının farlarının aydınlattığı yerde beliriverdi. Kır saçları ateşin içindeymiş gibi parıl parıl parlıyordu ve gözlerini dikmiş bize bakıyordu. Chandler ani bir fren yaptı. Soluk soluğa kalmıştım. Büyükbabam sağ elini kaldırınca, elinde Kutsal Kitap’ı tuttuğunu fark ettim. Sanki korku filmlerinde, kurbanın vampire doğru tuttuğu gibi tutuyordu onu. Bir adım geri gitti ve karanlıkta gözden kayboldu. V. C. ANDREWS Chandler şaşkın bir ifadeyle bana dönerek, “Ne demek oluyor tüm bunlar?” diye sordu. “Lütfen gidelim,” dedim, gözyaşlarımı silerken.


Chandler gözlerini dikmiş bana bakıyordu. “Gidelim, Chandler, lütfen.” GİRİŞ ON YEDİ yaşımın ilk baharında, ailem hakkında korkunç bir gerçeği öğrendim. Kanım donmuştu sanki, İncil’de Lut’un karısına olduğu gibi. Annem ve babam ailemizin derinliklerinde gizli tutulan bu karanlık gerçekleri öğrenmemi istememişlerdi ve bunları sonsuza kadar gizlemeye çalışmışlardı. Bir gün babam, “Doğduğumuz zaman üzerimize kaldıramayacağımız kadar bazı ağır yükler biner, bize miras kalan yükler. Bunları senden başka hiç kimse taşıyamaz. Seni çok seven, üzerine titreyen biri bile, Honey. “Bazen, sevdiğin ve korumak istediğin kişinin bazı karanlık gerçekleri öğrenmesini istememen, sana en doğru çözüm gibi görünür,” dedi. “Neden baba?” diye sordum. V. C. ANDREWS Gülümsedi. “Sevdiklerimiz için mükemmel olmak ve öyle görünmek isteriz de ondan,” diye yanıt verdi. Mükemmel insan, yaşamında kötülük yapmamış ve kinden arınmış biri demekti, insanı utandıracak hiçbir şey yapmamış olmaktı.

Bunu biliyordum. Daha sonra bunun neden imkânsız olduğunu da öğrenecektim. 1 ASLA ELVEDA DEME LİSEDEKİ son yılımın ilkbaharında Peter Amcam, uçağının bir dağa çarparak parçalanması sonucu öldü. Tanıklar uçağın sesinin bir anda kesildiğini söylediler. Öldüğünde sadece otuz beş yaşındaydı ve benim ilk erkek arkadaşımdı. Uçağı ile beni en az bir düzine kere uçurmuştu. O, havada akrobatik hareketler yaparken ben de arkasındaki yolcu koltuğunda oturur ve avazım çıktığı kadar çığlık atardım. Tıpkı, Colum-bus’un birkaç kilometre batısındaki Taş Kale Lu-naparkı’ndaki insanların bir gondoidayken ya da kamikazedeyken attığı korku ile karışık kahkahalar gibi. Peter Amcam beni oraya da birkaç kere götürmüştü. O, babamın küçük erkek kardeşiydi, aralarındaki beş yıl, kişiliklerini kıyaslamaya gelince büyük uçurumlar yaratıyordu. Babam, Büyükbabam For- V. C. ANDREWS man kadar ciddi ve dinine bağlı bir insandı. İkisi de mısır tarlalarında sürekli çalışırlardı, özellikle büyükbabamın beş yüz dönümlük mısır tarlasında. Bir de inekler ve tavuklar vardı.

Onlar daha çok, bizim süt ve yumurta tüketimimiz içindi. Geri kalanını büyükbabam kasabadaki bazı market sahiplerine satardı. Büyükbabam tarlanın kendisine ait olduğunu hiç kimsenin unutmasına izin vermezdi, özellikle de ahırın yanında küçük bir odada yaşayan amcam Simon’ın. Simon Amca’mın inekleri sağmak, yemleyip samanlamak ve onların bakımını yapmak gibi günlük işleri vardı. O, büyükbabamın ikinci karısından olan çocuğuydu. Tess, kocası Clayton’ı bir traktör kazasında kaybetmişti. Kamyon yolda devrilmiş ve bir traktör römorkunu ezmişti. Tabi içindeki adam da. Bu Clayton’du ve Clayton o sıralar, büyükbabam için çalışıyormuş. Simon, büyükbabam Tess ile evlendiği sırada doğmuştu. Fakat ona hiçbir zaman ailedenmiş gibi davranmadı. Bütün gün nefes aldırmaksızın çalıştırıyordu, ona köyün delisiymiş gibi davranıyordu. Annem, babam, Peter Amcam ve üvey amcam Simon’la birlikte bütün aile, büyükbabamın masasında akşam yemeği yediğimiz günler çok nadirdi. Ama yine de nadir yaşanan bu zamanlarda herkesin yüzünden farklılıklar kolayca okunabiliyordu. Annemin uzun biçimli vücudu bol elbiselerinden bile olsa kendini belli ediyordu.

Makyaj yap- HONEY mazdı, hayatı boyunca hiçbir zaman güzellik salonuna gitmemişti. Dolgun, koyu kahverengi saçlarını her zaman topuz yapardı. Önemli günlerde, saçına Fransız düğümü yapması için ona yardım ederdim. Annem burada doğmamıştı. Genç bir kızken Ethel Teyzesi ile birlikte Rusya’dan gelmiş. Et-hel, yapılan bir evlilikten dolayı büyükbabamın akrabası oluyordu. Simon ailemizdeki erkeklerin en irisiydi. Babası da çok iri bir adammış, neredeyse iki metre boyundaydı ve yüz elli kiloya yakındı. Simon çok fazla gelişmiş, hatta büyükbabama göre vücudu beyninden hızlı gelişmiş. Yaşıtlarına göre çok uzun boyluydu, sırık gibi. Hantal bir görüntüsü vardı, ama bedeni amelelik işlerine uygundu. Ben küçük bir kızken onun omuzlarında gezer, saçlarını atın yelelerini tutar gibi tutardım. Simon okulda hiç başarılı olamamış. Büyükbabam, öğretmenlerinin, onun yaşıtlarına göre geri olduğunu söylediklerini sık sık tekrarlardı. Bunun doğru olduğuna hiçbir zaman inanmadım.

Bana göre o, sınıfta otururken dışarıda rüzgârda uçmaya çalışan bir kuşa ya da güçlükle ilerlemeye çabalayan bir böceğe dalıyordu. Büyükbabam onun inek ahırının yanındaki barakaya taşınmasını istediğinde ve okuldan ayrılmaya zorladığında on üç yaşındaymış. Simon’ın tarla işlerinden başka ilgilendiği tek konu elleriyle yetiştirdiği çiçekleriydi. Büyükbabam, onun sihirli bir yeV. C. ANDREWS şil parmağı olduğunu itiraf ediyordu. Toprağa ne ekerse karşılığını görüyor ve çok güzel çiçekler yetiştiriyordu. Bu mis kokulu güzel çiçeklerden en çok anneme ve bana verirdi. Onları odalarımıza ya da evin çeşitli yerlerindeki vazolara koyardık. Bu kadar hantal ve kaba görünüşlü birinden böyle nazik davranışlar görmek annemi ve beni her zaman şaşırtırdı. Herkes Simon’ın yanında ufak gözükürdü, ama Peter Amca’mın ne kadar ince olduğu Simon’la yan yana geldiklerinde daha bir belli olurdu. O da, babam ve Simon gibi çok yemek yerdi, ama her zaman hoplayıp zıplar, etrafındakilere şakalar yapar, dans eder, şarkılar söylerdi. Vücudu şişmanlatan yiyecekleri, sandalını batmaktan kurtarmak için içindeki eşyaları fırlatan bir kürekçi gibi yok ederdi. Uzun sarı saçları vardı ve dudaklarında her zaman, büyük mısır tarlamızı aydınlatabilecek kadar büyük ve parlak bir gülümsemeyle dolaşırdı. Karşılaştığı herkese samimi davranırdı.

Büyükbaba hariç. Çünkü o bir tebessümün ya da kahkahanın, şeytanı bizden uzak tutan o ruhani duvarda bir çatlak oluşturacağını düşünürdü. Akşam yemeklerinde bazen eğlenmek için Simon Amca’ma da bizimle yemek yeme izni verildiği zaman Peter Amca, nazik parmakları ile Simon Amca’ya güreş yapmak için meydan okurdu. Simon Amca, onun harcadığı enerjiye gülerdi. Bir keresinde, ellerini Simon Amca’nın ellerinin üzeri- HONEY ne koydu ve tüm bedeniyle yüklenerek onu diğer tarafa fırlatmaya çalıştı. Simon Amca olduğu yerde dev bir kaya parçası gibi duruyordu ve bir fil kendisini yere yıkmaya çalışan küçük bir fareye nasıl bakarsa öyle bakıyordu ona. Annem ve babam da gülüyordu, ama büyükbabam çok sinirlendi. Bu aptalca davranışları onun yemek masasında yapmamalarını söyleyerek onları azarladı. Bu tıpkı bana, babama hatta anneme bir şeyi yapmamız konusunda ya da uymamız gereken kurallar konusunda emir vermesi kadar katı ve sevimsizdi. Her zaman büyükbabamın, Peter Amca’ma söz geçiremediğini düşünmüşümdür. Eğer büyükbabamın içinde birazcık insaf varsa, tümünü Peter Amca’ma gösteriyordu. Resimlerinden, Peter Am-ca’mın büyükbabamdan çok annesine benzediği anlaşılıyordu. Belki de ona her baktığında karısını görüyordu. Onun ve babamın annesi, Tess’in kardeşiydi. Büyükbabam onunla, Tess’in göğüs kanserinden ölmesinden bir yıl sonra evlenmişti.

Üçü arasında anne şefkatine en çok ihtiyacı olan çocuk, Simon’dı, ama evlendiklerinden sekiz yıl sonra Jennie de ölmüştü. Anlatılanlardan büyükannem Jennie’nin çok iyi, şefkatli ve nazik bir kadın olduğunu biliyordum. Simon’a kendi çocuğu gibi davranırmış. Simon’ın inek ahırının yanına atılması, büyükannemin ölümünden kısa bir süre önce olmuş. Peter Amca’ V. C. ANDREWS mın söylediğine göre, Jennie bunu hiçbir zaman istememiş. Onun bir kalp krizinden ölmesinin sebebi, büyükbabamın sert kişiliği ve etrafına verdiği üzüntülerdi, onlara göre. Bütün gün yaptığı rutin temizlik ve yemek işlerine rağmen tarlada da büyükbabamın yanında çalışmaya gayret edermiş. Büyükbabam dinine bağlı, tüm işlerini buna göre yapan, konuşacağı insanları bile buna göre seçen, ailesine karşı tüm tavırlarını buna bağlayan biriydi. Başına kötü şeyler gelen insanların bunları kendilerinin yarattığını düşünürdü. Onun inandığı Tanrı, insanları dünyada ödüllendirir ya da dünyada cezalandırırdı. Hepimizin iyi insan olarak bildiği birinin başına bir şey gelirse, bu onun kalbinde kötülüklerin yattığı anlamına gelirdi ya da daha önce kötülükler yaptığı anlamına gelirdi. Tanrı her şeyi görürdü. Bu düşünceye öyle şiddetle bağlıydı ki, bana da her zaman Tann’nın beni izlediğini söylerdi.

Söylediğine göre, Tann’nın kitabında yazan emirlerin asla dışına çıkmamalıydım. Büyükbaba Forman cenazelerde hiç ağlamazdı. Peter Amca’mın ölüm haberi geldiği zaman, başını öne eğdi ve her gün yaptığı gibi yine tarlada çalışmaya gitti. Annemi ise avutmak mümkün değildi. Bana göre annem, Peter Amca’mı babamı sevdiği kadar seviyordu, ben de onu babamı sevdiğim kadar çok severdim. Ağladık ve birbirimize sarıldık. Babam-sa üzüldüğünü kimseye belli etmemek için tek ba- HONEY şına dışarı çıktı. Simon Amca vahşi bir hayvan gibi inleyip durdu ahırın yanındaki odasında. Duvarlara çarpan metal aletlerin seslerini duyabiliyorduk. Sonra da dışarı çıkıp yedi yıl önce elleriyle ektiği fidanları, ancak bir devin yapabileceği bir kuvvetle yerlerinden söktü. “Deli!” dedi büyükbabam, yaptıklarını gördüğü zaman, “Tanrı onu bu yaptıkları yüzünden cezalandıracak!” O gece, verandanın merdivenlerinde oturdum ve gökyüzündeki yıldızları seyrettim. Akşam yemeğinde ne bir şey yiyebildim, ne de tek bir kelime konuştum. Büyükbabamın, yemekleri ziyan etmenin günah olduğunu söylemesi ve bizi de bu yüzden yemek için zorlamasıyla lokmalarımı çiğnemeden yutmaya çalıştım, Tanrı’ya hiçbir şey için şükretmek istemiyordum. Yemek masasını kuran ve kaldıran annem oldu. Büyükbabamın olmadığı zamanlarda bir anda gözyaşlarına boğuluyordu.

Hepimiz aynı durumdaydık. Kendini tutamayıp, onun yanında ağladığında ise, büyükbabam onu okkalı bir tokat ile cezalandırarak, “Bu Tann’nın isteği. Yemek masasında mızmızlanıp durma!” dedi. Bir karşılık verecek mi, diye babama baktım, hiçbir şey söylemeden kederini içine attı. Babam sessiz bir adamdı. Peter Amca gibi, büyükbabama karşı gelmeye cesaret edemezdi. Her zaman büyükbabamın gölgesinde yaşamaya mahkûmdu, o. Büyükbaba Forman, yetmişli yaşlarının başında ol- V. C. ANDREWS masına rağmen hâlâ güçlü kuvvetli bir adamdı. Görüntüsü yaşını belli etmiyordu, her zaman omuzları dik yürürdü. Bana yüzüme yakın bir yumruğu hatırlatırdı. Sıkı ve güçlü, kalın enseli, geniş omuzlu, uzun ve adaleli kollan ve yaşlılıktan ibaret ufak bir göbeği vardı. Her zaman dışarıda çalıştığı için teni koyu renkti. Tıraş bıçaklarını boş yere harcamayı istemediği için iki üç günde bir tıraş olurdu.

Babam biçimli bir burnu olan, koyu renk tenli, derin gözleri ve biçimli dudakları olan bir adamdı, ama babamın ince bir yapısı ve orantılı omuzlan vardı. Bunlar ona ailesinden mirastı. Resimlerden Büyükanne Jennie’ye baktığım zaman onun da en iyi yanlarını almış olduğunu görebiliyordum. Sakin görüntüsüne ve işine bağlılığına karşın, hiçbir zaman büyükbabam gibi düşünemezdi. “Hayat devam etmeli,” dedi büyükbabam annemi azarlarken. “Bu Tanrı’nın bir lütfü ve biz arkamızı dönemeyiz.” Sadece nispet yapmak için bize vaaz verir, çok yemek yer, bizim de aynısını yapmamızı beklerdi. Ondan uzak olduğum zamanlar kendimi iyi hissederdim. Onuncu yaş günümde, Peter Amcam bana bir keman hediye etmişti. Bu çok pahalı bir hediyeydi. Büyükbabam günlerce, “Bu kadar para israf edilir mi?” diye konuşmuştu. Ama ben okulda HONEY keman dersleri aldım ve bundan ne kadar zevk aldığımı her fırsatta söyledim. “Bu bizim ihtiyacımız olan şey/’ derdi Peter Amcam. “Biraz dinlendirici müzik. Honey bunu bizim için yapabilecek tek kişi.

” Benim özel derslerimi de hep o ödedi. Öğretmenim, Clarence Wengrow benim doğuştan yetenekli olduğumu ve bu yeteneğimi geliştirmem gerektiğini sık sık söylerdi. Bir sanat okuluna gitmemi tavsiye etmişti. Yemek masasında müzikten konuştuğumuz zaman, büyükbabam sinirlenir ve masaya öyle sıkı bir yumruk atardı ki, tabaklar bir kalkıp bir inerdi. Peter Amcam ise, müziği sevmesi için onu ikna etmeye çalışırdı. Ama o, kurallara öyle sıkı sıkıya ve bağnazca tutkundu ki, hepimizin kalbini şeytani düşüncelerle doldururdu. Ailedeki herkesi dua etmekten ve çok çalışmaktan nefret ettirmişti. Büyükbabam sonsuza kadar vaaz verebilirdi. Babam başı önünde, bir acıya dayanmaya çalışır gibi gözlen neredeyse kapalı dinlerdi onu. Annem çoğu zaman büyükbabama aldırmazdı. Peter Amca ise her zaman dudaklarında yumuşak bir gülümseme ile dinlerdi onu, çünkü babasını antika ve komik bulurdu. Öldüğü gece, onun gülümsemesi gözlerimin önünden gitmedi bir türlü. Kahkahası ve adımı söylemesi her an kulaklarımda çınladı durdu. Bana sataşmaya bayılırdı. Annem bana bu ismi, açık V.

C. ANDREWS kahverengi tenim, saçlarım ve gözlerimden dolayı vermişti. Daha sonra büyükbabamın bunu da uygun bulmadığını ve tepkisini hemen ortaya koyduğunu öğrenmiştim. Ama annem, bu sözlerin önüne duygusal kocaman bir duvar örmüş, tehditleri ve emirleri görmezden gelmiş. “Balımız var. Şekerimiz var. Ama benim en sevdiğim şeker baldır,” diye şarkı söylerdi bana. Güler, kollarını omuzlarıma dolar ve saçlarımı öperdi, dünya üzerindeki tek bal kavanozunun dibini yalıyormuş gibi davranırdı. Onun gibi hayat dolu biri nasıl bir anda yok olup gidebilirdi? Tanrı bunun olmasına nasıl izin vermişti? Büyükbaba Forman bu konuda haklı olabilir miydi? Bunu kabul edemezdim. Peter Am-ca’mın hayatı boyunca en ufak kötü bir davranışta bulunduğunu düşünemezdim. Kalbinde gizli bir kötülük olamazdı. Bu bir yanlışlıktı. Tanrı yanlış kişiyi almıştı. Böyle düşünülürse, büyükbabamın gazap dolu bir hortumun içinde oradan oraya savrulması gerekirdi. “Aziz Tanrım,” diye dua ettim, “Sen yanlışlıkları düzeltebilirsin, bu yanlışlığı da düzelt.

Bizi bir gün önceye gönder ve-bugünü yaşanmamış say,” diye yalvardım. Sonra kemanımı elime aidim ve çalmaya başladım. Müzik gecenin içinde ahenkle dalgalanıyordu. Normalden daha sıcak bir bahar akşamıydı. Yazın geldiğini haber veren bu sıcak gece, bize huzur veriyordu. HONEY Bu sırada Simon Amca’nın kulübesinin yanında büyük bir gölge gördüm, sonra o gölgenin Simon Amca’ya ait olduğunu anladım. Keman çalmayı bıraktım ve hemen onun yanına gittim. Yerde Hintli bir konsey üyesi gibi oturuyordu, bacakları ile yeni dikilmiş bir çiçeği sarmıştı. Kokusunu alabiliyordum. “Bu ne Simon Amca?” diye sordum. “Peter için,” diye cevap verdi. “O bunları çok severdi.” “Bu çok güzel, Simon Amca,” dedim. Başını salladı ve çiçeğin kenarındaki toprakları büyük bir güçle, ama aynı zamanda büyük bir şefkatle ve nezaketle bastırdı. Çiçeklerini çocukları gibi görür ve onlara çok nazik davranırdı.

“Kemanını çal,” dedi bana. “Çiçekler de müzik dinlemeyi severler.” Çiçekleriyle çoğu zaman konuştuğuna da tanık olmuştum. Büyükbabanı bunun aptalların yaptığı delice bir davranış olduğunu düşünürdü. O Simon Amca değildi, sadece bir deliydi. Gülümsedim, yanına oturdum ve çalmaya başladım. Peter Amca her zaman benim müziğimin bir parçasi olacak, sanırım. Gülümsemesini her zaman göreceğim. Ben müzikle uğraştıkça o da yaşayacak. Sonsuza kadar müzikle iç içe olabilirdim. V. C. ANDREWS Ve o da hiçbir zaman elveda demeyecekti. Belki de, bu, Tanrı’nın üzgün olduğunu belirtme şekliydi. 2 SIMON AMCA İKİ farklı hikâyesi ve yüzyıl kadar yaşı olan, etrafı veranda ile çevrili ve on beş odalı olan tipik bir çiftlik evinde yaşıyoruz.

Ohio’ daki bütün çiftlik evleri, ailelerin büyüyebileceği ve ihtiyaçlarının artabileceği düşünülerek yapılmıştır. Yer döşemeleri sert tahtadandır. Bazı odaların döşemeleri hissedilir biçimde yüzeyi pütürlü tahtalardan yapılır. Büyükbabam eşyaların tamamen kullanılmaz hale gelene kadar kullanılmaları gerektiğine inanırdı. Bir eşyayı zevk için değiştirmek ya da eşyaları farklı renge boyamak boşa para harcamak ve günahkârlıktı. Mal mülk konusundaki bu özveriyi aile sakinlerinden de beklerdi. Evde sanat diye nitelendirilebilecek eşyaların tümü basit ve ucuzdu. Evin duvarlarında asılı duran aile tablolarındaki kişiler bile mutsuzdu ve suratlarında gülümsemeden eser yoktu. Babam bu- V. C. ANDREWS nu bana bir keresinde ailenin fotoğraflarda gülümsemeye inanmadıklarını söyleyerek açıklamıştı. Resimlerde gülümsemek ciddiyetsizlik olurmuş ve bu da onları komik gösterirmiş. Büyükbaba Forman’ın bir tane bile gülümseyen resmi yoktu. Hemoroit olmuşlar gibi görünüyorlardı. Bunu babama söylediğimde kocaman bir kahkaha atarak karşılık verdi ve bunu asla büyükbabamın yanında söylememem konusunda beni uyardı.

Duvarlarımızı süsleyen eşyalar, kuru çimlerin içine yerleştirilmiş kuru çiçekler, bazı basit doğa manzarası yağlıboyalar ve büyükbabamın annesi ve kardeşleri yani artık bizimle yaşamayan insanlar tarafından yapılmış dantel işlemelerdi. Evdeki tüm aletler, buzdolabı da dahil en az yirmi yıllıktı. Her şeyin tamire ihtiyacı vardı ve tamir etmek, yerine yenisini koymaktan daha pahalıya gelecekti. Büyükbabam becerikli bir adamdı ve elinden makine tamiri de gelirdi. “Başkasına bağımlı olmamak bir insanın yapması gereken en önemli şeydir ve doğru yaşamanın kuralıdır,” derdi. “İnsanlarla uzlaşmanın yolu onları memnun etmektir.” Annem evde yaptığı işlerden utanmıyordu. Evi her zaman çok temiz ve düzenli tutardı, utandığı tek şey evdeki eşyaların eski olmasıydı. Bu yüzden eve birilerini davet etmek istemezdi. Annemin ya da babamın arkadaşlarını eve akşam yemeği için HONEY davet ettiklerini hiç hatırlamıyorum, evimizde bir ev partisi bile olmadı daha önce. Müzik öğretmenim Bay Wengrow’a, akşam yemeğine kalması için ısrar etmiştik bir kere. Annemin güzel yemeklerinden keyif almıştı, ama uzmanlık alanı hakkında olumsuz konuşmalar yapan büyükbabamla oturmaktan hiç hoşlanmamıştı. Büyükbabam öğretmenime müzikle uğraşmanın gereksiz ve boş işlere kapılmak olduğunu, zaman harcamaktan başka hiçbir şeye yaramadığını söylemişti. Öğretmenim, “Müzik kalbi ve aklı okşar, ruhlarımıza dokunur, elbette eğer seviyorsanız,” diye küçük bir öğüt verdi nazikçe. Söylediklerinin bir kişiyi ikna etmek için en uygun laflar olduğunu düşündüm.

Gelen cevap ise sade ve sertti: “Zırva, kesinlikle zırva!” Büyükbabamın değer verdiği tüm varlığı; tarla-sındakiler, ahırlar, kümesler, otlaklar ve araç gereçler her zaman parlayacak derecede temiz tutulurdu. Kir, pas, toz, yağ, bulaşıcı hastalık gibi şeyler buradan uzak tutulurdu. Sorumluluk alabilecek kadar büyüdüğüm ve evdeki rutin işlerimi bitirdiğim zaman bana iş verilmeye başlandı. Annemle evin tüm işlerini üstlenmiştik, ama büyükbabam benim tarlada da çalışmamı istiyordu. Saman balyalarını dizmek, çiçek dikilmesine yardımcı olmak, hasat zamanı ürünleri toplamak, araç gereci temizlemek, yumurta toplamak, tavukları beslemek ve kümesi temizlemek. İşler çok, yoğun ve ağır oldu- V. C. ANDREWS ğu zaman Simon Amca işi çabuk bitirmem için bana yardım ederdi. Beni her zaman.izlediği ve kolladığı hissine kapılırdım hep. Bu zor sorumlulukların sonucu diğer çocuklarla birlikte okul sonrası etkinliklere hiçbir zaman katılamazdım. Annem bu konuda yakındığında, büyükbabamın keman derslerimin acısını bundan çıkardığını anlayabiliyordum. Peter Amca’ya bu yüzden her zaman teşekkür borçluyum. Hiçbir zaman babamın yapamadığı kadar, büyükbabamın karşısında durmuş ve onunla benim için tartışmıştı. Ama babamın, babasını her zaman gururlandıran bir çocuk olduğunu düşünmedim.

Yaşım ilerledikçe, babamın, Büyükbaba Forman ile olan ilişkisini daha da çok irdelemeye başladım. Kutsal Kitap’ta büyüklere saygı emrinden daha fazla bir şeyler olduğunu düşünmeye başladım. Bir aile sırrı, büyükbabam ona, anneme ya da bana ne yapsa babamın gözleri öfke ile dolar, ama olanlara hiç karşı çıkmazdı. Büyükbabam bizlerden birine bağırdığı zaman yalnızca başını öne eğer ve susardı. Büyükbabamın sesini yükseltmesi dilinden çok gözlerinden anlaşılırdı ve babam hiçbir direnme, karşı çıkma ya da yakınma göstermeden beklerdi. İşine giderken içindeki mutsuzluğu büyükbabamı memnun edecek şekilde belli ettiği için kendisine kızdığını anlardım. Böyle zamanlarda onun bu suskunluğu, aydınlık gökyüzümüzü karartır, pen- HONEY ceremizdeki kara gölgelerin her zaman orada kalmasını sağlar ve bizi fısıltı şeklinde konuşmak zorunda bırakırdı. Akşamları, rutin işlerimi ve ev ödevlerimi bitirdikten sonra keman çalardım. Odamın pencereleri ahıra bakan cephedeydi, çoğunlukla Simon Am-ca’nın oradan beni izlediğini ve müziğimi dinlediğini görürdüm. Bir televizyonu ya da radyosu yoktu. Simon Amca için televizyon, benim kasabaya sinemaya gitmemdi. Annem onu da davet ederdi, ama o geldiği zaman temkinli adımlarla önce büyükbabamın yanına giderdi. Büyükbabam onu, sabaha yetiştirmesi gereken işler hakkında azarlardı. Bazen onu dışarı çıkartırdı, ama annem buna karşı gelince Simon Amca eve girer piposunu tüttür-meye devam ederdi. Babam, Simon Amca ile sohbet etmeyi severdi, konu sadece tarla, ürünler ve Simon Amca’nın çiçekleri olsa bile.

Hayvanlar ve kuşların göç etmeleri hakkında da konuşurlardı. Babam, Simon Amca’nın Peter Amca’ya ne kadar bağlı olduğunu biliyordu. Peter Amca’nın ölümünden sonra babam, onunla daha fazla vakit geçirmeye çalışıyordu. _ Simon Amca’nın bizimle yemek yemesine izin verilmiyordu, ona yemeğini götüren bendim. Annem onun bizimle yemek yemesi için ısrar ederdi, ama büyükbabam onun kötü koktuğunu ve yemek yerken rahatsız olduğunu söylerdi.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir