Wally Handry, «Bu işi beğenmiyorum,» diye fikrini açıklayarak geğirdi. Sonra bunun tadını almak ister gibi diliyle dudaklarını yalayıp konuşmasını sürdürdü. «Bence bu iş, on gündür ortada kalmış bir leş gibi kokuyor. Çıplak göğsünün üstüne bir bardak yerleştirmiş, yataklardan birine serilmiş yatan adam, Kongo’nun sıcağında buram buram terliyordu. Bruce Curry başını kaldırmadan traş takımını dizmeye devam etti. «Böyle düşünmem, ne yazık ki, gitmemiz gerektiği gerçeğini değiştiremiyor.» «Onlara bu işi kendilerine saklamalarını söylemeliydin. Onlara burada… Elizabethville’de kalacağımızı anlatmalıydın. Neden bunu söylemedin ha?» Hendry bardağını alıp içindekini bir yudumda içti. Buruce, «Çünkü bana tartışmam için para vermiyorlar,» derken lavabonun üstündeki sinek pisliği içinde kalmış aynada kayıtsızlıkla kendini süzüyordu. Aynadan ona bakan güneşten iyice esmerleşmiş adamın simsiyah saçları iyice kısa kesilmişti. Bu yumuşak saç, uzatıldığı zaman kıvrılmaya hevesli ve çabuk karışan türdendi. Siyah kaşların kuyrukları biraz yukarıya doğru kalkıktı. Yeşil gözlerini sık siyah kirpikler çerçeveliyordu. Adamın ağzı kolaylıkla gülebileceği gibi, çabucak somurtacağını da belirtiyordu. Bruce Curry kendi burnuna karşı o eski hoşgörüyle karışık sevgiyi de duymuyordu artık. Hafifçe kemerli burun yüzünü güzel olmaktan kurtarıyor ve ona kibar bir korsan havası veriyordu. Wally Hendry yattığı yerden «Tanrım!» diye homurdandı. «Bu pis zenci ordusundan da bana gına geldi artık. Savaşmaya bir itirazım yok Ama bir avuç Tanrının belası göçmene dadılık yapmak için, ormanın yüzlerce mil derinliğine girmek hiç de hoşuma gitmiyor.» Bruce dalgın dalgın, «Cehennem hayatı bu,» diye mırıldandı. Sonra yüzünü sabunlamaya koyuldu. Sabun köpüğü yanık teninde bembeyaz kalmıştı. Sanki yeni yağlanmış gibi büyük bir sağlıkla parlayan derisinin altındaki omuz ve göğüs kasları, adam kımıldadıkça kabarıp iniyordu. Vücudu çok iyi durumdaydı. Yıllardır bu kadar sağlıklı olmamıştı ama bu da tıpkı yüzü gibi ona pek bir zevk vermiyordu. Wally Hendry boş bardağını, yatağın kenarına oturmuş olan adamın eline tutuşturdu. «Bana bir içki daha getir, Andre.» Andre adındaki Belçikalı kalkarak itaatle masaya doğru yürüdü. Wally, «Bu seferkine daha fazla viski ve daha az bira koy,» diye emretti. Sonra tekrar Bruce’a doğru dönüp yine geyirdi. «İşte bu iş konusunda böyle düşünüyorum.» Andre bardağa viski koyup üstüne bira ilave ederken, Wally de kalın dokuma kılıfında duran tabancasını iterek iki bacağının arasından sarkıttı. Sonra, «Ne zaman gidiyoruz?» diye sordu. «Yarın sabah erkenden bir lokomotifle beş vagon yükleme deposunun orada olacak. Gereken şeyleri hemen yükleyip mümkün olduğu kadar kısa sürede buradan ayrılacağız. «Bruce traş olmaya başladı. Ustrasını şakaklarından çenesine doğru kaydırdıkça, düzgün yanık teni ortaya çıkıyordu. Wally Hendry söylendi. «Üç ay süreyle bir avuç sıska pis Gurkha’yla döğüştükten sonra, biraz neşemi bulacağımı umuyordum. Bunca zaman güzel bir yavruyla bile gönül eğlendiremedim… Şimdi ateş keşten iki gün sonra bizi yine yolluyorlar.» Yanaklarını traş edebilmek için yüzünü buruşturan Bruce, «C’est la guerre,» diye mırıldandı. Wally kuşkulanarak sordu. «Bu da ne demek oluyor?» Bruce, «Savaş böyledir,» diye açıkladı. «İngilizce konuş, ahbap.» Wally Hendry altı aydan daha uzun süreden beri Belçika Kongosu’nda olmasına karşın, eni bırak. Giderim.» «İstediğim bu.» ‘Wally onu bırakınca Andre «ayağa kalkıp bileğini ovmaya başladı. «Kadın temiz ve genç olmalı. Duyuyor musun?» «Evet, Wally. Bir kadın bulacağım.» Bruce, kapıya giden Andre’nin yüzünü gördü. Ezilen bir bilek bu kadar acı veremezdi. Bruce, «Ne ömür yaratıklar,» diye düşündü.. «Ben de onlardan biri sayılırım ama, yine de onlardan ayrıyım. Ben bir seyirciyim ve bu durum da beni kötü bir oyun görmüşüm gibi etkiliyor.» Andre kapıdan çıktı. Wally coşkunlukla, «Bir içki daha içer misin, ahbap?» diye sordu. «Hatta sana bir içki hazırlıyabilirim.» «Teşekkürler.» Bruce öteki botu giydi. Sonra walIy’nin getirdiği içkiyi tattı. Pek sertti. Viskinin kekremsiliği biranın tatlılığıyla uyuşmuyordu ama yine de içti. Wally, «Sen ve ben,» dedi. «Kurnaz oian bizleriz. Biz mecbur kaldığımız için değil, istedi ğimiz için içeriz. Biz, istediğimiz gibi yaşarız. Başkalarının düşündüğü şekilde yaşamayız, Seninle pek çok ortak yanımız var, Bruce. Seninle dost olabiliriz. Yani birbirimize çok benzediğimiz için…» İçki etkisini gösterdiği için dili biraz peltekleşmeye başlamıştı. «Tabii, arkadaşız… Seni en yakın dostlarımdan biri sayarım, Wally.» Bruce ciddi konuşmuştu; alay ettiği hiç belli değildi. Wally içtenlikle, «Şaka etmiyorsun ya?» d i ye sordu. «Bu işe ne dersin ha? Tanrım, benden hiç hoşlanmadığını düşündüm hep. Böyle şeyler hiç bilinmiyor.» Viski yüzünden birden duygulanarak hayretle başını salladı. «Bu ger çek mi? Benden hoşlanıyorsun. Evet, biz dost olabiliriz. Ne dersin, Bruce? Her erkeğin bir dosta ihtiyacı vardır. Her erkek kendini destekleyecek, biirni ister.» Bruce mırıldandı. «Tabii, biz dostuz. Buna ne dersin ha?» Wally, büyük duygusallıkla, «Tamam, ahbap,» diye kabul etti. Bruce, «Bir şey hissetmiyorum,» diye düşünüyordu. «Ne tiksinti, ne açıma ne de başka bir şey. İnsan ancak bu şekilde güvende olabilir. Artık hiç kimse seni hayal kırıklığına uğratamaz, kimse seni tiksindiremez, kimse seni incitemez, kimse bir daha seni mahvedemez.» Andre kadını odaya soktuğunda, ikisi de başlarını kaldırıp baktılar. Kadının seksi sayılacak yassı bir yüzü vardı. Kehribar teniyle kıpkırmızıya boyadığı dudakları büyük tezat meydana getiriyordu. Yüksek topuklu ayakkabılar ve dizlerini açıkta bırakan belden büzgülü pembe bir elbise giymişti. Wally, «Aferin Andre,» derken kadının vücudüne bakıyordu. «Buraya gel, kızım.» Wally elini, uzatınca, kadın hiç duraksamadan ona yaklaşarak profesyonellere özgü şekilde gülümsediWally onu yatağa, yanına çekti. Andre hâlâ kapının yanında duruyordu. Bruce kalkarak komuflajlı savaş ceketini giydik Tabancasının kayışını taktı ve silahı çevirip bacak üstüne yerleştirdi. Kadına, kadehinden içki içirmekte olan Wally, «Gidiyor musun?» diye sordu. «Evet.» Bruce kenarları aşağıya sarken şapkasını da kafasına geçirdi. Bunun yanındaki kırmızı, yeşil, beyaz renkli Katanga işareti Bruce’a yapma bir neşe verir gibi oldu. «Biraz daha kal… Haydi Bruce.» Bruce tüfeğini de aldı. «Mike beni bekliyor.» «Ona boş ver. Biraz kal da eğlenelim.» «Hayır, teşekkürler.» Bruce kapıya gitti. «Hey, Bruce şuna bak.» Wally, kadını sırt üstü yatağa devirip yalandan çırpınmasını önlemek için bir koluyla göğsüne bastırdı, öbür eliyle de eteğini beline kadar sıyırdı. «Şuna iyice bir bak ve bana hâlâ gitmek isteyip istemediğini söyle!» Kadın eteğinin altına bir şey giymemişti ve vücûdunun alt kısmını traş etmiş olduğu için heryanı ortadaydı. Wally güldü. «Haydi gel, Bruce. Önce sen. Dostun olmadığımı söyleyemezsin.» Bruce, bacaklarını çapraz getirip WalIy’e karşı koymaya çalışan kadına baktı. Bir yandan da kıkır kıkır gülüyordu, kadın. Bruce, «Mike’la sokağa çıkma yasağı saatinden önce döneceğiz,» dedi., «Bu kadının o vakte kadar odadan gitmiş olmasını istiyorum » Kadına bakarken hiç bir arzu duymadığını düşünüyordu. Bütün bunlar bitmişti. Kapıyı açtı. Wally haykırdı. «Curry! Sen de Tanrının belası bir delisin. Oysa seni erkek sanmıştım. Tanrım, sen de ötekiler gibi berbatsın. Erkek bebek Andre, alkolik Haig. Ya senin nen var ahbap? Sen de kadınlardan rahatsız oluyorsun değil mi? Sen de delinin birisin!» Bruce kapıyı kapatarak tek başına koridorda durdu. Bu kafa tutma, zırhındaki delikten içine işlemişti. Bu acıyı unutmak için kendisini zorladı.’ Kararlılıkla. «Her şey bitti artık,» diye dü şündü. «Artık bana azap veremez.» O anda odada bıraktığı kadını değil, kendi karısını anımsamıştı. «Kaltak,» diye fısıldadı, ama hemen sonra da adeta suçlulukla ekledi«Ondan nefret etmiyorum, Ne nefret, ne de istek duyuyorum.» 2 11. Grand Leopold Otelinin antresi kalabalıktı. Jandarmalar silahlarını gösterişle taşıyor, duvarlara veya bara dayanarak yüksek sesle konuşuyorlardı. Yanlarında tenleri siyahtan açık kahveye kadar değişen kadınlar vardı. Bazıları daha şimdiden sarhoş olmuştu. Birkaç Belçikalı hâlâ şaşkın ve inanmaz gözlerle çevrelerine bakıyorlardı. Kadınlardan biri kucağındaki çocuğu sallarken ağlıyordu. Öteki beyaz erkekler sivil giyinmişlerdi; her an hazır, dikkatli halleri, çevreyi inceleyen gözleri onların serüvenci olduğunu açıklıyordu. Onlar da iş kılığı giymiş Afrikalılarla hafif sesle konuşmaktaydılar. Bir masaya yerleşmiş olan gömlekleri terden yapışmış gazeteciler, akbabaların sabrıyla bekliyor ve seyrediyorlardı. Herkes de sıcaktan terliyordu. Güney Afrikalı iki kiralık uçak pilotu karşı taraftan Bruce el salladılar. «Merhaba, Bruce. Bir içkiye ne dersin?» «Dave, Carl. Şimdi çok acelem var. Belki bu gece.» Carl Engelbrecht dudak büktü. «Bu gün öğleden sonra uçacağız. Haftaya döneceğiz.» Bruce, «Öyleyse o zaman buluşuruz,» diye cevap verdi. Ön kapıdan geçerek Avenue du Kasai’ye çıktı. Kaldırımda dururken beyaz badanalı binalar, ışığı yüzüne çarptılar. Bu korkunç sıcak dolayısıyla yüzünü buruşturan Bruce, savaş üniformasının altında vücudunun tekrar terlediğini hissetti. Ceketinin üst cebinden güneş gözlüğünü alıp takarak Mike Haig’in beklediği üç tonluk Chevrolet kamyona doğru gitti. «Ben süreyim, Mike.» «Peki.» iMike yana kayınca, Bruce direksiyona geçti ve kamyonu Avenue du Kasai’nin kuzeyine doğru sürdü. «Olanlar için özür dilerim, Bruce.» «Ziyanı yok.» «Böyle öfkelenmemeliydim.» Bruce cevap vermedi. İki yanda terk edilmiş binalara bakıyordu. Çoğu soyulmuş, atılan havan toplarıyla delik deşik olmuştu. Yan sokakların köşelerinde çoktan ölmüş böcekleri andıran kömür gibi yanmış arabalar duruyordu. «Beni öfkelendirmesine izin vermemeliydim ama gerçek insanı fena sarsıyor.» Bruce ses çıkarmamasına karşın gaz pedalına daha da şiddetle bastı. Kamyon hızlandı. «Duymak istemiyorum,» diye düşünüyordu. «Ben günah çıkarıcın değilim. Dinlemek istemiyorum.» Avenue l’Etoile’e dönerek hayvanat bahçesine doğru gitti.
Wilbur Smith – Maceracilar
PDF Kitap İndir |