Wilbur Smith – Seytan Cigligi

Balığın geç çıktığı o mevsimlerden biriydi. Teknemi ve tayfamı zorluyor, her gün biraz daha kuzeye gidiyor, her gece karanlık bastıktan sonra Büyük Limana dönüyordum. Mozambik akıntısının şarap moru dalgalarından irilerine rastladığımızda Kasımın altısı .olmuştu. Artık, balık olsun da ne olursa olsun, diyecek hale gelmiştim. Bu kere bir tek müşterim vardı: New Yorklu bir reklâmcı olan Chuck McGeorge. Her yıl kılıç balığı yakalamak için altı bin mil yol aşıp St. Mary adasına gelirdi. Kısa boylu, tepesi devekuşu yumurtası kadar çıplak, kulaklarının ardında kır saçları olan, kırışık maymun suratlı bir adamdı. Ama büyük balık yakalamak için gerekli olan güçlü bacaklara sahipti. Sonunda balığı gördüğümüzde, hayvan bir insan kolundan uzun olan yüzgeçlerini ve onu köpek balığı ya da yunustan ayıran pala biçimli sırt eğimini göstererek suyun yüzeyinde yüzüyordu. Angelo da balığı benimle aynı anda görmüş, çingene saçlarını esmer yanaklarına savurup parlak tropik güneşinde bembeyaz dişlerini göstererek bağırmaya başlamıştı. Balık dalgalar arasında ağır, kara ve kocaman bir kütüğü andırıyordu. Dönüp avlanma yerime baktım. Chubby, Chuck’ı büyük avlanma koltuğuna o-turtmuş, sıkıca bağlıyor, eline eldivenleri geçirmesine yardım ediyordu.


Tam o anda başını kaldırıp kendisine baktığımı gördü. Chubby bizi saran heyecana tam karşıt bir davranışla kaşlarını çatıp denize okkalı bir tükürük savurdu. Chubby iri yarı bir insandır, en az benim kadar boylu olmasına karşın, benden daha güçlü kuvvetlidir. Aynı zamanda bizim işin en inatçı kötümserlerinden biridir. «Çekingen balık,» diye mırıldanarak bir daha tükürdü suya. Yüzüne bakıp sırıttım. «Aldırma sen ona, Chuck,» diye seslendim. «Harry seni onun yanına götürecek.» «Bin dolar bahse girerim ki, bunu yapamayacaksın,» dedi Chuck. Güneşten parıldayan suyun yansıması karşısında yüzünü buruşturmuştu, ama gözleri heyecandan parıl parıldı. «Kabul!» diyerek ödemekte güçlük çekeceğim bahse girip tüm dikkatimi balığa verdim. Chubby haklıydı kuşkusuz. Benden sonra dünyanın en iyi kılıç balığı avcısıydı. Balık büyüktü, çekingen ve ürkekti. Beş kere yem atmış, tüm kurnazlık ve ustalığımı ortaya sermiştim.

Ama balık her seferinde, ben Wave Dancer’i burnuna doğru çevirmeye çalıştıkça kaçmıştı elimizden. Bu kez yunusu attım. Yemi oltaya ben sarmıştım, suda canlı gibi duruyordu. Kılıç balığının yemi kabul ettiği anı kestirmekte güçlük çekmedim. Suyun hemen altında karnının parıltısını gördüm, döndüğü anda. «İzle!» diye bağırdı Angelo. «Dönüyor!» Sabah saat onda Chuck’ı balığın ardına düşürüp yakından savaşa başladım. Suya salınacak fazladan — 8 — olta ipi, kamışı tutan adama fazladan yük demekti. Benim görevim dişlerini sıkıp kalın camyününden olta sopasına asılmaktan daha çok ustalık istiyordu. Chuck’ın avlanma koltuğunda rahatça oturup, o güçlü bacaklarıyla küpeşteye sağlamca basarak balığı kontrol etmesine kadar, tekneyi hayvanın ilk çılgın fırlamaları karşısında, belirli bir doğrultuda tutmak zorundaydım. Öğleden birkaç dakika önce balık yenilmişti. Şimdi yüzeydeydi artık. Chuck her seferinde oltayı biraz daha çekerek daraltacağı daireleri çizmeye başladı. Angelo’nun sesi birden tüm dikkatimi dağıttı. «Hey, Harry! Konuğumuz var.

» «Ne dedin, Angelo?» «Akıntı yönünden Büyük Johnny geliyor.» Eliyle gösterdi. «Kan kokusunu almış olmalı.» Başımı kaldırınca köpek balığını gördüm. Kan kokusu hayvanı doğruca üzerimize çekiyordu. «Angelo, köprüye gel!» Dümeni kendisine bıraktım. «Harry, o orospu çocuğunun balığımı yemesine izin verirsen, bin dolar yerine hava alırsın.» Chuck avlanma koltuğundan terler içinde seslenirken aşağı kamaraya daldım. Diz çökerek motor kapağını tutan sürgüyü çekip kapağı kaldırdım. Sonra yüzüstü yere yatıp kolumu uzattım ve aşağıda çengelinde asılı olan karabinamı aldım. Güverteye dönerken silâhı kontrol edip otomatik düğmesine çevirdim. «Angelo, tekneyi Johnny’nin yanına çevir bakalım.» — 9 — Wave Dancer’in küpeştesine yaslanıp tekne üzerinden geçerken balığa baktım. Gerçekten çekiç balığı denilen türdendi. Burnundan kuyruğunun ucuna kadar en az dört metre vardı, suyun içinde bronz renginde görünüyordu.

Köpek balığının başının biçimini bozan fırlak gözlerinin arasına nişanlayıp tetiğe bastım. FN gürledi, boş kovanlar havaya sıçradı, sular fışkırdı. Köpek balığı, kurşunlar başına isabet edince birden titredi. Ters döndü ve batmaya başladı. «Teşekkürler, Harry,» diye koltukta oturan Chuck seslendi. «Bu da ücrete dahil,» diyerek adama sırıtıp Angelo’dan dümeni aldım. Saat bire on kala Chuck balığı zıpkınlanmaya hazır duruma getirdi. Kuyruğu hafifçe suyu döven kılıç balığı şimdi teknenin yanındaydı, uzun ağzı açılıp kapanıyordu. Donuk tek gözü olgun bir elma kadar iriydi, uzun gövdesi binlerce gümüş, altın ve mor pullarla parıldıyordu. «Dikkatli ol, Chubby!» diye bağırdım, balığı Chubby’nin elinde çelik zıpkınla hazır beklediği yana doğru sopayla iterken. Chubby ben Londra’nın kenar mahallelerinde bir sokak çocuğuyken kendisinin kılıç balıklarını zıpkınlamakta olduğunu belirten dondurucu bir bakışla baktı bana. «Dalgayı bekle,» diye uyardım yine, biraz daha kızdırmak için. Chubby’nin dudakları öfkeyle kıvrıldı. Dalga, balığı yanımıza kadar yükseltti, geniş göğsü gümüş gibi parlıyordu. «Haydi!» diye bağırdım.

Chubby çeliği sapladı. Kan kıpkırmızı bir leke gibi yayılırken balık ölüm acı- — 10 — sıyla çırpınmaya başladı. Az sonra yüzlerce litre deniz suyu altında kalmıştık. Balığı limanda bir vincin ucuna astım. Liman müdürü Benjamin balığın 405 kilo olduğunu gösteren belgeyi imzaladı. Parlak floresan renkler şimdi is karasına dönüşmüş olduğu halde, kılıcının ucundan kuyruğuna kadar tam beş metre boyuyla yine de gösterişli bir avdı. Çıplak ayaklı çocuklar, «Bay Harry Amirallik Limanına balık astı,» diye sokaklarda koşuşmaya başlayınca, adalılar işlerini bırakıp limanı bayram yerine çevirmek için hemen bir neden bulmuşlardı. Yamaçtaki Hükümet Sarayı’na kadar haber ula şınca Başkanlığın Land Rover’i de kaputunun üstündeki küçük gri bayrağını dalgalandırarak yola çıktı. Kalabalığı yarıp geçti ve büyük adamı iskeleye indirdi. Godfrey Biddle bağımsızlıktan önce St. Mary adasının tek avukatıydı. Adada doğmuş ve İngiltere’ de öğrenimini yapmıştı. «Bay Harry, ne şahane bir balık böyle!» diye sevinçle bağırdı. Bu boyda bir balık St. Mary’nin yeni yeni kalkınan turizm hamlesini hızlandıracağı için gelip elimi sıktı.

Dünyanın bu bölgesindeki Devlet Başkanları arasında epey önde gelirdi doğrusu. «Teşekkür ederim, Sayın Başkanım.» Başındaki siyah melon şapkayla bile ancak koltukaltıma kadar geliyordu boyu. Siyah takım elbise, siyah ayakkabı giymişti. Derisi parlatılmış kömür rengindeydi. Ancak kulaklarının üstünde insanı şaşırtan bir tutam beyaz saç vardı. «Tebrike lâyıksınız,» Başkan Biddle sevinçten yerinde duramıyordu. Bu mevsim konuk çağırdığı geceler Saray’da yemek yiyeceğimi anlamıştım. Adada — 11 — doğmuş olmama karşın, Başkanın beni kabul etmesi için bir iki yıl geçmesi gerekmiş doğrusu. Çocuklarından biriydim ve bu durumun taşıdığı bütün özel ayrıcalıklara sahiptim. Fred Coker de cenaze arabasıyla gelmişti, ama bu kez fotoğraf makinesini getirmişti. O üç ayaklı sehpasını kurup antika makinesini hazırlamak için kara örtünün altına girince biz de görkemli balığın çevresinde yerimizi aldık. Chuck elinde olta olduğu halde ortamızdaydı, bizler de futbol takımı gibi kollarımızı kavuşturmuş yanında duruyorduk. Angelo ile ben sırıtmaktaydık, Chubby ise kaşlarını çatmış, asık yüzle bakıyordu kameraya. Resim yeni reklâm broşürümde çok iyi duracaktı: Usta kaptan ve sadık tayfası.

Kaptanın kasketinin altından saçları, gömleğinin açık göğsünden de kılları fırlamıştı. Gelecek mevsim epey iş yapardım böylesine bir broşürle. Balığın ananas ihraç depolarının soğuk hava bölümüne gönderilmesini sağladım. İlk soğuk hava depoiu gemiyle Londra’daki Rowland Wards firmasına gönderip içini doldurtacaktım. Ondan sonra Angelo ile Chubby’yi Doncer’in güvertesini yıkamaları için gönderdim. Daha sonra limanın karşısındaki Shell deposundan tekneye yakıt alacaklar ve demir atacakları yere götüreceklerdi. Chuck ile eski Ford kamyonetime binerken Chubby yanımıza yaklaşıp ağzının ucuyla bir şeyler fısıldadı. «Harry, kılıç balığı ikramiyemi…» Ne diyeceğini çok iyi biliyordum, her seferinde aynı rolü oynardık. «Bayan Chubby bilmeyecek, tamam mı?» diye sözünü tamamladım. «Evet öyle,» diye acıklı bir sesle devam edip kirli kasketini başının arkasına itti. * * — 12 — Ertesi sabah Chuck’ı saat dokuz uçağına bindirdikten sonra, Ford’umun klaksonunu ananas bahçelerinde çalışan adalı kızlara çala çala döndüm havaalanından. Kızlar geniş kenarlı hasır şapkalarının altından kulaklarına yayılan gülümsemelerle bana bakıp el sallıyorlardı. Coker Seyahat Acentesinde Chuck’ın Amerikan. Express seyahat çeklerini Fred Coker’le sıkı bir pazarlık edip paraya çevirdim. Coker öğleden sonra bir cenazesi olduğu için tören giysileri olan karalan giymişti.

Fotoğraf makinesini ve sehpasını bir yana bırakmış, hemen cenaze kaldırıcısı oluvermişti. Coker Cenaze Evi, seyahat acentesinin arkasında olup arka sokağa açılan bir kapısı vardı. Fred cenaze arabasını havaalanından turist almak için kullanırken arabanın yanındaki cenaze evi tabelâsını de ğiştirir, tabut koyduğu yere de koltuklarını yerleştirirdi. Ben bütün müşterilerimi onun aracılığıyla getirtirdim, o da seyahat çeklerinden yüzde on alırdı. Sigorta acentesi de olduğundan, hesap görmeden önce Dancer’in yıllık primini titizlikle keserdi ödediği paradan. Verdiği parayı ben de dikkatle sayıp öyle cebime yerleştirdim. Fred görünüş bakımından bir öğretmene benzerse de, vücudunda yeteri kadar adalı kanı olduğundan, kitapta yazılı bütün numaraların dı şında, yazılmamış olanların da pek çoğunu iyi bilirdi. Ben paramı sayarken hiç alınmadan sabırla bekledi, sonra burundan takma altın gözlüğünü gözüne yerleştirirken bir baba sevecenliğiyle, «Yarın yeni bir müşteri grubunun geleceğini unutma, Bay Harry,» dedi. «Merak etmeyin. Bay Coker, tayfam tam zamanında hazır olacaktır.» — 13 — «Ama daha şimdiden Lord Nelson’dalar.» Fred adada olup bitenleri iyi bilirdi. «Bay Coker, benim kiralık bir teknem var, içki aleyhtarı bir defnek İşletmiyorum. Hiç merak etmeyin, daha kimse sarhoşluk sonrası başağrısından ölmedi.» Drake Sokağında Edvvard’ın mağazasında bir kah raman gibi karşılandım.

Eddy Ana tezgâhının ardından çıkıp havalı yastık gibi sıcak göğsüne bastırdı beni. «Bay Harry, dün limana astığınız balığı gidip gördüm.» Sonra beni kolları arasından bırakmadan tezgâhtar kızlarından birine seslendi. «Shirley, Bay Harry’ye buz gibi bîr bira getir, tamam mı?» Para tomarımı çıkardım. Güzel adalı kızlar parayı görünce kuşlar gibi şakımaya başladılar. Eddy Ana da gözlerini yuvarlayarak beni daha sıkıca bastırdı göğsüne. «Sana borcum ne kadar. Bayan Eddy?» Hazirandan Kasıma kadar olan mevsimde balık olmadığı için o aylar boyunca Eddy Ana bakardı bana. Biramı yudumlayarak tezgâha yaslanıp istediklerimi saymaya başladım. Bir yandan da malları merdivene çıkıp indiren mini etekli kızların bacaklarını seyrediyordum. Arka cebinde yeşil para tomarını hissetmek çok keyifli bir şeydi doğrusu. Oradan çıkıp Shell istasyonuna gittim. İstasyon sahibi beni kapıda karşıladı. «Sabahtan beri seni bekliyorum, Harry. Müdürlükten faturan için kıyameti kopardılar.

» «Beklemen sona erdi dostum.» Wace Dancer, en güzel kadınlar gibi pahalı bir metresti. Arabama döndüğümde cebimdeki tomar epey incelmişti. — 14 — Lord Nelson’un bira bahçesinde bekliyorlardı beni. Ada artık İngiliz dominyonu olmamasına ve altı yıllık bağımsızlığına karşın, yine de Krallık Donanmasıyla bağlarından gurur duyardı. İki yüz yıl süreyle burası donanmanın bir üssü olmuştu. Çoktan toprak olmuş sanatçıların yaptığı resimler barın duvarlarını kaplıyordu: Amirallik Limanında demir atmış kocaman gemiler, Ümit Burnu ve Atlantiğe açılmadan önce buradan kumanya alan savaş ve ticaret gemileri… St. Mary adası tarihteki yerini unutmamıştı, kendisine uğrayan dev gemileri ve amiralleri de. Lord Nelson eski görkemliliğinin taklidiydi, ama yine de ben burasının bu düşkün halini Hilton’un limanın üstündeki tepeye kurduğu o cam ve beton kuleye yeğ tutardım. Chubby ile karısı Pazar giysileri içinde uzak kö şedeki sırada yan/ana oturuyorlardı. İkisini birbirlerinden ayırmanın tek yolu da buydu: Chubby’nin üstünde düğünü için aldığı yelekli takım elbise, karısında da yılların yeşile dönüştürdüğü kara yünlü uzun bir elbise, ayaklarında da düğmeli uzun kara çizmeler vardı. Giyinmelerinin dışında kapkara yüzleri birbirinin eşiydi. Bir şey daha vardı: Chubby yeni traş olmuştu,, karısının ise hafif bir bıyığı bulunuyordu. «İyi günler. Bayan Chubby, nasılsınız?» «İyiyim, teşekkür ederim, Bay Harry» «Bir şey içer miydiniz acaba?» «Küçük bir portakallı cin.

Bay Harry, bir de küçük: bira.» Kadın tatlı likörü içerken avucuna Chubby’nin parasını saydım. O da dudaklarını sessizce oynatarak benimle birlikte sayıyordu parayı. Chubby’nin endişey- — 15 — le bizi seyrettiğini görünce, bunca yıldır kılıç balığı ikramiyesini karısından nasıl saklayabildiğim merak ettim doğrusu. Bayan Chubby birasını bitirince köpüğü bıyıklarına daha da belirginleştirmişti. «Eh, ben gideyim artık. Bay Harry.» Kalkıp bir kalyon gibi uzaklaştı yanımızdan. Kadının Froblsher Sokağından çıkmasını bekleyip Chubby’ye masanın altından parasını uzattım, birlikte bara gittik. Angelo’nun iki yanında birer ve kucağında da bir kız vardı. Kara ipekli gömleği beline kadar açılmış, parıl parıl göğüs kasları ortadaydı. Blucinin darlı ğı cinsiyeti konusunda kuşkuya yer bırakmıyordu, çizmeleri de yeni parlatılmıştı. Saçını yağlamış ve genç Presley stilinde arkaya taramıştı. Bir lamba gibi pa-rıldıyordu odanın ucunda. Parasını ödediğimde kızların her birinin göğsüne birer banknot sıkıştırdı.

«Eleanor, sen git Harry’nin kucağına ,otur. Ama dikkat et, el değmemiş oğlandır, ona göre… tamam mı?» Gürültülü bir kahkaha patlatıp Chubby’ye döndü. «Hey, Chubby ne sırıtıyorsun be adam? Deli misin?» Chubby’nin asık yüzü daha da asıldı, kırışıklar giderek derinleşerek buldog köpeğine benzedi. «Hey, barmen, bizim Chubby’ye bir içki. Belki o zaman sırıtmayı bırakır da adama benzer.» Öğleden sonra saat dörtte Angelo kızları kovalamış, masanın üstündeki kadehine bakıp duruyordu. Kadehin yanında ustura gibi bilediği yem bıçağı tavandaki ışıkların altında kötü kötü parlamaktaydı. Angelo alkolün verdiği melankoliye kapılmış kendi kendine söyleniyor, iki dakikada bir başparmagıyla bıçağın keskinliğini kontrol edip çatık kaşlarla çevresine bakıyordu. Ona aldıran bile yoktu. — -I6 — Chubby ise öteki yanımda .oturmuş kurbağa gibi sırıtmaktaydı. İnsanı şaşırtacak derecede beyaz dişleri ve pembe plastik dişetleri ortadaydı. Kalın, kaslı kolunu boynuma atıp, «Sen iyi bir çocuksun, Harry,» dedi. «Sana şimdiye kadar söylemediğim bir şey söyleyeceğim.» Her para aldığında tekrarlanan bildirisini yapmak için toparlandı, başını salladı.

«Seni severim, Harry. Seni kardeşimden çok sleverim.» Kirli kasketini kaldırıp parlak kahverengi başını okşadım. «Sen de benim en sevdiğim sarışınsın.» Beni şöyle bir koluyla itip bir an yüzüme baktı, sonra aslan gürlemesini andıran bir kahkaha patlattı. Bulaşıcı bir hastalık gibiydi kahkahası. Fred Çeker gelip yanımıza oturduğunda hâlâ gülüyorduk. Çöker gözlüğünü burnunun üstüne sıkıştırıp, «Bay Harry, Londra’dan özel ulak bir mektup geldi,» dedi. «Müşterin çarter seferini iptal etmiş.» Gülmem birden kesildi. «Felâket!» Mevsim ortasında müşterisiz geçen iki hafta yıkardı beni, avans olarak da yalnızca iki yüz dolar almıştım. «Bay Coker, bana bir müşteri bulmalısın.» Chuck’ tan aldığım paradan yalnızca üç yüz dolar kalmıştı cebimde. «Bana bir müşteri,» diye tekrarladım. Angelo bı çağı kaptığı gibi masanın ortasına sapladı.

Kimse ona aldırmayınca yine kaşlarını çatarak çevresine bakındı. «Denerim, ama mevsim epey ilerledi,» dedi Fred Coker. «Kabul edemediğimiz müşterilere telgraf çek.» «Telgraf paralarını kim ödeyecek?» — 1 7 — «Bok canına olsun, ben öderim!» Bunun üzerine kalkıp gitti. Dışarda cenaze arabasının hareket etti ğini duydum. «Üzülme be Harry.» dedi Chubby. «Ben seni yine de severim.» Angelo birden uyuyakaldı yanıbaşımda. Öne doğru devrildi, başı küt diye masaya vurdu. Dökülen içkinin içinde boğulmasın diye kafasını bir yana ittim, bıçağı kınına soktum, çevresinde dolanan kızdan korumak için para tomarını cebime attım. Chubby birer içki daha ısmarlayıp şarkıya başladı, ben de arkama yaslanıp ne olacağını kara kara düşündüm. Bir kez daha param suyunu çekmek üzereydi. Tanrım, paradan ya da paranın yokluğundan nasıl da nefret ederimi Bu, iki hafta Dancer’ie benim olü mevsimde yaşamamız ve iyi niyetlerimizi bozmamamız demekti. Ama artık bunu yapamayacağımızı biliyordum.

Yine gece işlerine başlamak zorunda kalacaktım. Yerin dibine kadar yolu vardı be, eğer yapmamız gerekecekse hiç olmazsa hemen başlasaydım bari. Harry’nin işe hazır olduğu haberini uçuracaktım. Kararı bir kere verdikten sonra, sinirlerin o zevk verici gerilmesini hissettim hemen. İki haftalık bu süre boşa geçirilmiş zaman olmayabilirdi. Aynı şarkıyı söyleyip söyemediğimize aldırmadan Chubby’ye katıldım. Yasa kuvvetini harekete geçiren bu müzik şöleni oldu sanırım. St. Mary adasında yasa gücü, bir müfettişle dört memurdur ki, ada için yeter de artar bile. «Rüşt yaşından önce fuhuş» ve biraz da eş pataklama dışında, adada cezayı gerektirecek bir suç işlenmez zaten. — 18 — Müfettiş Peter Daly sarı bıyıklı, dümdüz yanakları İngiliz renkleriyle bezeli, soluk mavi gözleri lağım faresi gibi birbirine bitişik, genç bir adamdı. İngiliz sömürge polisinin üniformasını giyerdi, gümüş armalı, parlak deri siperli kasket, yürüdükçe koladan ha^- şır haşır öten haki pantolon, cilâlı deri kemer. Yine cilalı deriden bir de copu vardı. St. Mary’nin yeşil ve sarı renkleri omzunda bulunmasaydı İmparatorlu ğun gururu gibi bir duruşu olabilirdi, ama İmparatorluk gibi üniformayı giyenler de epey ufalanmışlardı.

Masanın başında durup copunu avucuna vurarak, «Fletcher, umarım bu gece başımız belâya girmez,» dedi. Müfettiş Daly ile yıldızımız hiç barışmamıştı. Zorbaları sevmem, yeterli aylığı olup da bunu rüşvetle arttıran memurları da . Alnımın teriyle kazandığım çok paramı almıştı geçmişte. Hiç bağışlanmayacak günahıydı bu. Sarı bıyığının altındaki ağzı sertleşti, rengi kızardı. «Bay Fletcher,» diye istemeye istemeye tekrarladı. Chubby ile geçmişte birkaç kere büyük balık yakaladığımızda çocukça hareketlere başvurduğumuz doğrudur, ama yine de bu Müfettiş Daly’ye öyle konuşma hakkını vermezdi. Ne de olsa üç yıllık kontratla adada bulunan biriydi ve Başkanın ağzından duyduğum kadarıyla kontratı da yenilenmeyecekti. «Müfettiş bey, bulunduğum yerin kamuya açık bir yer olduğuna, benim ve arkadaşlarımın bir suç işlemediğimize inanmakta haklı mıyım?» «Evet.» «Kamuya ait bir yerde müstehcen olmayan ne şeli bir şarkı söylemenin bir suç olmadığını düşünmekte de haklı mıyım?» _ 1 9 _ «Evet, öyle, ama…» «Öyleyse yıkıl git başımızdan,» dedim şakacı bir sesle. Adam bir an duraksadı, Chubby ile bana baktı. İkimizle başetmesi biraz güçtü, hele gözlerimizde o şeytanca parıltı varken. Yanında polislerinin olmasını istediği yüzünden okunuyordu. «Sizi gözümden uzak tutmayacağım,» dedi.

Onurunu bir dilencinin paçavraları gibi toparlayıp çekildi yanımızdan. «Chubby, bir melek gibi sesin var,» dedim. «Harry, sana bir içki ısmarlayacağım.» Fred Çöker de tam zamanında yetişmişti. Midemi kaldıran bir içki içti; bira ile limon suyu. Ama neyse ki, getirdiği haberler bulantımı hemen kesti. «Mister Harry, size bir iş buldum.» «Sizi seviyorum, Bay Coker.» «Ben de,» diye Chubby atıldı. Ama ben tâ içimde bir düş kırıklığı hissettim. Yine gece işine başlamak zevkli olacaktı. «Ne zaman geliyorlar?» diye sordum. «Geldiler bile… gittiğimde büromda beni beklerlerken buldum.» «Dalga geçme!» «Müşterinin yolculuğunu iptal ettiğini biliyorlardı. Adınla aradılar seni.

Mektupla aynı uçakta gelmiş olmalılar.»

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir