Yaşar Kemal – Kanın Sesi

Zero Hatun mağaranın söbe, karanlık, yarım kavak boyu uzunluğundaki kapısının önünde, kırmızı kayalığın ucunda, kalabalığın ortasında durmuş kucağındaki tortop olmuş kaskab çocuğu ne yapacağını bilemiyor, sağa sola, ileriye, dümdüz ovanın bittiği Gavur dağına bakıyor, oraya dikilmiş, öyle durup duruyordu. Kalabalık da hiç kıpırdamıyor, gözlerini anasının kucağmdaki çocuğa dikmişler bekleşiyorlardı. Anasının kucağındaki Mustafa gözlerini bir daha açtı, mağaranın kapısındaki kalabalığa baktı, sonra da kapadı. Gecenin ortasında, karanlığın içinde köyün \istüne çökmüş kırlangıçların sesleri kayalıklarda yankılanır, geceyi, dağları saHarken çocuk köyün ortasında köpeğiyle yan yana durmuş, büzülmüş, bekliyordu. Karanlık gittikçe koyulaşıyor, göz gözü görmez, dağlar kırlangıç sesleri uğultusundan bir inip bir kalkarken çocuğun gözlerinin önünde bir top kıvılcım patladı, Tırtıl Hüseyin Ustanın demirci ocağında patlayan kıvılcımlar gibi. Kıvılcımlar yandı söndü, yandı söndü, Mustafa kendisini kale boynunda, mağaranın üst başında buldu. Ayakları onu alıp mağaranın içine çekiyor, çocuksa oraya gitmemek için direniyordu. Ama ne kadar direnirse dirensin, ayaklarını bir türlü yenemiyordu. Mağara ağzını açmış soluklanıyor, bütün yöredekileri, kuş, kedi, ejderha, çıngıraklıyılan, ortalıkta ne varsa içine çekiyordu. Mağaranın tam önünde de bir top kıvılcım patlamış, Memetle uzakta durup orada bu top top patlayan kıvılcımları korkularından iki kat olarak seyretmişler, mağara bir solukta yalım 7 toplanın içine çekince de gözlerini kapatarak yere kapanmışlardı. Ateşböcekleri gene, kaleden aşağıya, sağdan soldan mağaranın önüne sağılıyor, mağara da yeri sarsarak soluklanıyor, karanlıkta harmanlayarak yağmur gibi kaleden aşağılara sağılan kıvılcımları bir çekişte kaynaştırarak içine alıyordu. Kıvılcımların arkasından Mustafa gitmek istemiyor, ayağını kayaya dayamış direniyor, mağara da durmadan soluklanıyor, onu içine çekiyordu. Onu bir yangın, bir yalım içine almış götürüyor, kelleleri koparılmış kedi yavruları miyavlayarak sağdan soldan kanlar saçarak kalenin burçlarından mağaranın ağzındaki kayaların üstüne dökülüyor, oralarda zıplıyor, oynaşıyordu kesik başlarmdan kanlar saçarak.


Yukardan kedi yavruları yağıyor, Salmanın kanlar saçan hançeri kalenin yöresinde uçarak dolaşıyor, orada da Salmanın kesik başı, kesip köye gönderdiği Çobanbaşının kesik başıyla birlikte bir gözüküyor, bir yitiyordu. Kırlangıç seslerinin yerini kedi miyavlamaları aldı. Mağaranın önünde bir top ateşböceği kıvılcımı patladı. Mağara korkunç bir fırtına estirerek, yamaçtaki taşlan yuvarlayarak ateşböceklerini içine çekti. Arkasından da Mustafayı aldı götürdü. Mustafa mağaraya girince mağaranm tavanma sıvanmış binlerce yarasanın soluğunu sırtında duydu. Mağaranın en dibine, kuytusuna gitti, oraya büzüldü, bir topak oldu, titrernesi durdu, dondu, kaskatı kesilirken biraz ilersinde turuncu, uzun, saçaklı kuyruğunu savurarak uçan ak kuşu gördü, ak kuş bir anda bütün ışığını salarak mağarayı baştan ayağa aydınlattı, ortalığı gündüz gibi etti. Mustafanın aklından geçti, ak kuş, beni buradan kurtar, diyecekti, ağzı açılmadı. Çocuğunu mağaranın dibinden almış, kaskatı çocuktan bir can belirtisi bekliyordu. Çocuğun gözlerini açıp kapadığını görmemişti. Kaskatı, hem de buz kesilmiş çocuğun koltuğunun altı sıcacıktı, demek ki oğlu yaşıyordu. Elini çocuğun yüreğinin üstüne koydu, çocuğun yüreği de kütür kütür atıyordu. Zero Hatun sevincinden deliye döndü. Daha mağaranın ağzında olduğu yerde durup duruyor, arada birde de dönüyor mağaraya bakıyordu. Mustafanın şu yeryüzünde en çok korktuğu yerin burası olduğunu anımsıyordu. Çocuk aşağıdaki yoldan geçerken, bu, kalenin düz kayalığına açılmış, dik yokuşun üstündeki ka- ranlık ağızlı mağaranın önüne gelince, tek başınaysa alıyor yabnyor, soluğu uzak tarlalarda kan ter içinde alıyor, bir daha da yönünü kaleye dönmüyordu. Tek başına değilse, mağarayı geçinceye kadar gözlerini kapatıyor, yanında bir kimse varsa titreyerek onun eline sanlıyordu.

Köyde Mustafanın, bir gün bu mağaraya yaklaşırken, kayanın üstünde başı koparılmış beş kedi yavrusu gördüğünü, korkusundan dilinin tutulup hasta yat­ . bğını, bir daha da, ne pahasına olursa olsun oralardan geçmediğini herkes biliyordu. Bir de Zero, Salmanın Mustafayı bu mağaranın önüne getirip çocuğu korkudan çıldırttığını, o günden sonra da çoqığun ona can düşmanı kesildiğini de sezinlemiş, daha sonraları.da Mustafa Salmanın ona yaptıklarını ya ağzından kaçırmış, ya da ateşliyken sayıklamıştı. Çocuk ortadan yitince bütün köy, Allah onlardan razı olsun, atlı, yaya, gece demeden, gündüz demeden kaç gün yollan belleri dağ taş aramışlar, bir türlü bulamamış, Mustafayı, babasını öldüren Salmanın kaçırarak kellesini kestiğine inanmışlar, sabahlara kadar kuşlar gibi çığnşan Zero Hatunla birlikte Mustafanın üstüne ağıtlar yakmaya başlamışlardı. Her an da, gözleri gedikte, Salmanın, Çobanbaşının kellesini eline verdiği gibi, Mustafanın da kellesini elinde saliaya saliaya getirecek, getirdiği kelleyi Zero Hatunun yanmış konağının avlu kapısına asacak Cemşidi bekliyorlardı. Mustafadan herkes umudunu kesmişken Kuşoğlan Memet, “Zero Hatun teyze, Zero Hatun teyze,” diye koşarak gelmiş, Mustafanın yerini ona söylemişti. Zero Hatunsa, bu dünyada çocuğunun en çok korktuğu, korkusundan deli divaneye döndüğü yer olan mağaraya giremeyeceğini bildiği halde, gene de bir umut, diye oraya koşmuş, çocuğunu mağaranın dibinde bir topak görmüş, onun ölüsünü bile bulduğuna sevinmişti. Üstelik şimdi çocuğu soluk alıyordu. Zero Hatun kalabalığın önünde, dizlerini karnma yapıştırarak yusyuvarlak bir top olmuş, kaskatı kesilmiş oğlu kucağında dalmış gitmiş, yüzü de her an ışıyarak bekliyordu. Yanına Topal Abbas Usta gelinceye kadar da bekledi. Abbas Usta, “Ne durdun da kaldın orada Zero Hatun,” diyerek onun koluna dokundu. Zero, Ustanın sesini duyunca kendine geldi. Ab9 bas Usta eğildi, anasının kucağındaki çocuğa baktı, saçlarını okşadı, nabzını tuttu, çocuğun yüreğinin sağlıklı işlediğini anlayınca da ağzı kulaklarına vararak, posbıyıklarıyla güldü. Zero Hatun onun gülümsediğini görünce yüreğine su serpildi,.

gülümsedi. Onun gülümsediğini gören kalabalıkta da bir sevinç dalgalanması oldu. Abbas Usta, “Demedim mi, demedim mi, Mustafaya bir şey olmaz,” dedi, gülmesini sürdürdü. “Dedin kurban olduğum Ustam.” Mustafa anasının, Topal Hacı Abbas Ustanın sıcak, sevinçli, öfkesiz seslerini duyunca kendine gelmeye başladı. Bedeni yavaş yavaş çözülüyor, yüreğinden bütün bedenine ağır ağır yükselerek bir sevinç yayılıyordu. Önde Topal Abbas Usta, onun arkasında Zero Hatun, onun ardından ka kalabalık yürüdüler, kale boynuna varıdarken Abbas Usta Mustafayı Zeronun kucağmdan aldı. Onun güçlü kollarında çocuk daha rahattı. Ve Abbas Ustanın onu kucağına alması, onu sevincinden deli etti, neredeyse kuş olup Ustanın kucağmdan uçup gidecekti. Gözlerini açtı, başını sağa sola, arkaya önce çevirerek yöreyi, yandan yönden, arkadan ilerleyen kalabalığı gözden geçirdi. Sevinci gittikçe kabanyor, içinden, Abbas Ustanın kucağından yere atlayaraktan kalabalığın önüne geçip, elleri belinde, durmadan bir sevinç kasırgası gibi gülrnek geçiyordu. Abbas Ustanın kucağında kale boynuna geldiklerinde az ilerde küçük kuşunu gördü. Kuş bugün lekesiz, apak bir dona girmiş, bir ışık bulutu içinde ipiltiye boğulmuş, gergin kanadarıyla uçuyordu. Topal Abbas Usta Mustafanın ağırlığı altında terlemiş, topallığı da artmıştı. Mustafanın bumuna tuzlu bir ter kokusu geldi.

Ter kokusundan sonra kalabalığın ayakları altında ezilen kekiklerden de acı bir koku yükseldi. Mustafa tam bu sırada da Kuş Memetle göz göze geldi. Memet ona göz kırptı. Çocuğun göz kırprnasım kuş da gördü. O da ışık bulutu içinden bir an sıyrılarak tam Mustafanın önüne, burnunun ucuna geldi kanat çırparak göz kırptı. Mustafa da bunların arkasından hem Memede, hem de küçük ak kuşa dilini çıkararak, göz kırparak karşılık verdi. Kuş, yukarda vıardaşarak, sanki yukarda vıcırdaşan bir kuş değil de yüz kuşmuş gibi sesini çoğaltarak, lO bnatlannı Mustafa sevinçle titreştirerek şakıdı. Artık bu kadar sevince dayanamazdı, Abbas Ustamn kucağından atladığı gibi soluğu Memedin yanında aldı. O, önde, Memet arkada, üstlerinde de bir ışık yumağı içinde ipiltilere boğulmuş ak kuş kale boynundan ırınağa aşağı koşmaya başladılar, kalabalık arkalamıdan bakakaldı. Cinler almışlar da çocuğu, bu mağaraya atmışlar. Öldür­ -memişler öksüzü, öldermemişler fıkarayı. Cinlerin padişahı da onun elinden almış Mustafayı… Elinden almış Salmamn. Salman onun kellesini kemeye can atıyormuş. Onu kaçırmış gece yansı Salman, söyle bakalım Mustafa, demiş, ben babamı öldürdüm, sana ne ulan, Zero Anam benden ne istiyor, beni öldürmek için ne demeye bütün varımızı yoğumuzu elin yalancı, beş para etmez adamlarına pay etti. Benim de senin kelleni keserekten, şol Adana, şol koca Maraş, şol Antakya bedestenlerinin kapısına, alanlarının ortasına asınam iktiza etmez mi? Ve hem de aleme ibret için.

Mustafa konuşmaz. Konuşacak ne kalmış ki, Salmanın elinde hışhışı hançer, İsmail Ağanın yüreğinin başına soktuğu, daha şorul şorul kanayan, o gün bugündür. Salmamn hançerinden boşanan kan durmuyorrtmş. Amanın iller, kulunuz kurbanınız olayım bir hançer de durmadan yıl on iki ay hiç kanar mıyriuş! Bu hançer kamyor. Babasımn kam hançere geçmiş. Hava Ana düşünde görmüş İsmail Ağayı öldükten sonra, şu dağın üstüne kızıl kanlar yağmur örneği hışımlayarak yağmış, arkasından da kanlı hançerler, ağızlarında ışıltılar yere sağılmışlar. Salman Mustafayı saçlarından yakalamış, çenesini yukarıya kaldırmış hançeri basacakken cin padişahımn kızı salkım saçak bir kuş donunda gelmiş vıcırdaşarak üstlerinde dönmeye başlamış. Öyle bir kıyamet koparmış ki yukarda, Salmanın eli ayağı çözülmüş, hançer elinden kaymış yere çakılmış dimdik ve hem de kanamaya başlamış. Ve hem de Salman Mustafanın boynuna sarılmış, kanlı yaşlar dökmüş. Ben babamı öldürdüm, babamın biricik yadigarmı nasıl öldürürüm, Allah benim gözümü kör etmiş. Ağan Salmanı bağışla Mustafam, demiş. Ben bize çok kötülük ettim. İşte gül gibi babamızı öldürdüm de ikimizi de öksüz, yuvamızı da ıssız koydum, demiş. Çok zarılamış. Yere çakılı hançerden, bir pınar gibi ll şakır şakır kan kaynıyormuş.

Mustafa onun boynuna sanlacakken, yukardan, yüzlerce kuş inmiş, her birisinin kanadının uzunluğu iki dam boyuymuş. Salman inen azınan kuşları görünce kaçacak delik aramış. Korkusundan yere yapışmış, “Beni bu kuşların elinden kurtar kardaşım Mustafa,” diye yalvarmış. Kuşlar Mustafayı kanatlarının üstüne almışlar, cin padişahının buyruğuyla getirmişler çocuğu, dünyada, onun en çok korktuğu bir mağaranm içine atmışlar. “Cin padişahı Mustafayı denemek istemiş.” “Neredeymiş o cin padişahı?” “Akçadenizin öte yanında.” “Tuzlayım da kokmayın e mi?” “Cin padişahının kızı da Mustafaya sevda bağlamış. Kuş donuna girerekten her gün Mustafanın yanına gelirmiş.” “Sonra da silkinip … ” “Bir güzel, dünya güzeli kız olurmuş.” “Bunu nereden duydun sen, nereden?” “Nerden duyacak, Aşık divane Veliden … ” “Ne varmış yani, Aş divane Veli bilmez mi?” “0 cinler, periler padişahının, hem de Şahmeranın saraylarını bilir.” “Şahmeranm sarayı Yılankalede, işte şurada, burnumuzun ucunda.” “Aşık Veli onun mekanını bilmez mi?” “Mustafa Şahmeranın çocuğunu Yılankelenin orada bir kartalın elinden almış, Çobanbaşımn kesik başıyla oynarken.” “Şahmeran da dile benden ne dilersen, dile benden, demiş.” “Mustafadır düşünmüş.” “Hiç de düşünmemiş.

” “Senden dileğim, eeeey, yılanların padişahı, senden dileğim, beni babamı öldüren Salmanın elinden kurtar, demiş.” “Babamı öldüren hançer daha onun elinde … ” Şahmeranın kızıdır, bir kuş donuna girmiş . Mustafa geldi, nar ağacının üst başında durdu, kayaların arasında boyu kadar büyümüş, çiçeğe durmuş, baştan ayağa maviye kesmiş sütleğenin dibinde bir şeyler arandı. Karşıdan 12 Salman, elinde uzun çift ağızlı yalbırdak hançer, koşarak geldi. İsmail Ağa kayanın üstüne oturmuş gülerek, o hep gülerdi, yanındakilerle konuşuyordu, eli yalbırdak hançerli Salman İsmail Ağanın karşısında durdu, ona bir şeyler söyledi, çok sertti, yüzü, elleri, tüm bedeni bir yay gibi gerilmişti. İsmail Ağanın gülüşü yüzünde dondu kaldı, Salman yayından boşanırcasına fırladı, karşısına Dal Emine çıktı, onun koluna yapıştı. Salman kolunu bir silkeledi, Dal Emine ta aşağıya savruldu, vardı nar ağacının yanma düştü, bir daha da yerinden kalkamadı. Emineyi fırlatmasıyla, şaşkın kalakalmış İsmail Ağanın tam yüreğinin üstüne elindeki hançeri saplaması bir oldu. Hançeri üst üste, tam üç kere garç garç soktu çekti, çekti soktu. Fışkıran kan kayalığın arasına göllendi, kaynadı, köpürdü. Kayalar, toprak Ağanın köpüren kanını yuttu. İsmail Ağa eli göğsüne yapışmış kayaların üstünden, sırtım dönmüş kaçan Salmanın arkasına düştü, onu kaktüs ağılının ucuna kadar kovaladı, oraya boylu boyunca sırtüstü serildi, eli daha göğsünü sıkı sıkıya tutuyor, yüzü de capcanlı, hançeri yemeden önceki gibi gülüyordu. Bu anda da kurşunlar cıvıladı, Emine yerinden kalktı koştu, İsmail Ağamn üstüne atıldı, ağlayarak onu kucakladı. Sefer Salmanın ardına düştü. Dağda sabaha kadar kurşunlar öttü.

Sonra sabahleyin kan ter içinde önde Sefer, arkada çangal bıyıklı Hasan Hüseyin konağa geldiler. Avlu kapısında durdular, hep birden kapının üstündeki kabartma yıldıza baktılar. Yıldızı ceviz ağacından Abbas Usta günlerce uğraşarak yontmuştu. Yıldız, kimi vakitler gökteki yıldızlar gibi şavkıyordu. Onlar yıldıza bakadarken Salman arkalarında duruyordu, görmediler. “Bak Memet, işte tam buradaydı. Şurada, sütleğenin çukurunda.” “Buradaydı,” dedi Memet. “Kan da fışkırmıyor,” “Fışkırmıyor,” dedi Memet. İki çocuk, nar ağacından kale boynuna kadar merdiven merdiven yükselen kayalığın her kovuğunu, yanğını, deliğini aradılar, aradılar, aradıklannı bir türlü bulamadılar. Öfkeden cinleri tepelerine üşüştü, ses çıkarmadılar. Yönlerini aşağıya, ovaya dik13 tiler, ova, Anavarza kayalıklan ince bir duman albnda kalmışh, dumanın ardından arada sırada bir cam, bir çelik panlhsı pariayıp sönüyordu. Ellerini bellerine vererek içlerine kapandılar. Kuş daldan dalda öfkeyle uçup gelerek burunlannın ucunda kanar çırpıncadır ki kendilerine geldiler, hemencecik de yeniden, çok eskiden değerli bir şeyi yitirmiş gibi kayalarm arasında aranmaya başladılar. Kale boynundan gelen kalabalık yanlanndan geçerek, onlara bir şey söylemeden köye indiler, onlar, kalabalığın farkında bile olmadılar.

Durmadan aranıyorlar, her sütleğenin dibine uzun uzun bakıyorlardı. Sonunda umudu kestiler, sallanarak, yorgun ırmağın kıyısına indiler, çakıllarm üstüne oturdular. Oturur oturmaz da hemen ayağa fırladılar. Aşağıdan, suyun kıyısından kapkara giyinmiş, yağız bir ata binmiş bir atlının önünden hoplayarak zıplayarak, perçemi alnına dökülmüş, gözleri fal taşı gibi açılmış, sapsan bir kesik baş geliyordu. Bir süre kesik başı beklediler, atlı onlara bir kurşun ahım yaklaşınca yukanya, Angıt kayasına doğru aldılar yahrdılar, soluk soluğa oraya geldiler ya, tam kurtulduk derken atlı önlerinde bitiverdi. Köye yüz geri ettiler, ilk evlere geldiklerinde atlı gene karşılarmdaydı. Sağa döndüler, sola döndüler atlı hep karşılarmdaydı. Kesik başsa ortalarda gözükmüyordu.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir