Yaşar Kemal – Tek Kanatlı Kuş

Trenden yorgun indiler. Gidecekleri kasaba çok mu uzaktaydı? Soracak bir kimseyi arandı bu ıssız istasyonda. Bavullarını, yataklarını, kapkacağı, sandıkları, masaları, sandalyalan istasyon yapısının önündeki yaşlı bir ceviz ağacının altına yığmışlardı. Hanım bir düz taşın üstüne sekilenmiş örgüsünü örmeğe başlamıştı bile. Huyuydu, ya fırsat bulunca hemen uyur ya da örgüsünü örerdi. Kedisi bir tahta sandığın içinde, dizlerinin dibindeydi. Üç gün trenin ikinci mevkisinde kediyi yedirmiş içirmiş, kampartımanda her bir hacetini gördürmüştü. Zor olmuştu, üç gün küçücük bir kampartımanın içinde tıkış tıkış. Altı kişi, bir de kedi. Bir tuhaf insanlar şu Anadolu insanları. Tuhaf tuhaf, çok tuhaf. Uyumadan önce bir iyice burunlarını kanştınyorlar, sümkürüyorlar kocaman bir mendile, sonra ayakkabılarını çıkarıp ayaklarını altlarına alıyorlar, başlarını arkaya dayayıp gözlerini kapayıp uyuyuveriyorlar. Başlarını dayar dayamaz hep birden başlıyorlar horlamaya. Onlar horlamaya başlar 9 başlamaz da kedi başlıyor miyavlamaya… Amanın ne miyavlama, düşman başına. Kulakları sağır eden.


Ayak kokusu, türlü türlü, pencereyi açsan açamazsın soğuk. Bir de kedi çişini etmez mi sandığın içine. Onun da çişinin kokusu karışmaz mı ekşi ekşi ayak kokularına. Dayanabilirsen dayan. Melek Hamının üç günde üç yıllık ömrü tükendi. Melek Hamının böylesi bir trende ilk yolculuğu değil ki. O kendini bildi bileli böyle trenlerde, ayak kokuları içinde. Ama bu sefer fazla geldi, çok geldi. İşte bu kedi yüzünden. Ah, aaah, ah, bu kedi olmayaydı, bunun yerine başka bir kedi olaydı. Melek Hanım tren bozkırdan geçerken, tren bozkırdan geçerken ayışığı da vardı, işte o zaman vagonun penceresini açıverir bu ciyak ciyak miyavlayan kediyi aşağı atıverirdi. Bunu, bu boneuğu atamazdı. Neden atamazdı, kim olsa atamaz a canım, kim atabilir bu kediyi bozkırın çölüne, ayışığının ortasına, kimsecikler atamaz. Neden atamaz, çünküleyin canım, bu kedinin bir gözü sarı, bir gözü mavidir. Mavidir a canım.

Kabul günlerinde Kaymakamın Hanımı kucağına alır, bir bulut yığını, bir apak pamuk yığını gibi, okşar, sever sever a canım. Posta Müdürü Remzi Tavdemir birisini arıyordu bu ıssızlıkta. Bir insanı, bir köylüyü, bir demiryolu işlO çisini, istasyon şefini… Hiç kimsecikler yoktu ortalıkta. Az önce, tren kalkmadan önce, bir tek kendileri inmişlerdi ama trenden, burada kırmızı şapkalı birisini görmemiş miydi. Şefin odasına, istasyonun bekleme yerine, az ilerdeki kapısı açık eve girdi çıktı, kimsecikler yoktu orda. “Melek,” dedi, Melek Hanım hiç telaşsız, yorgun, başını kaldırdı, tombul yüzü kırışmıştı biraz daha. “Melek, hiç kimsecikler yok bu istasyonda. Bomboş. Yoldan bir gelip geçen de yok. Kasaba uzakta mı acaba? Buraya uzak mı?” Melek Hanım: “Ne bileyim ben,” dedi sertçe. “Ben ne bileyim.” Başını indirdi. Remzi Bey yorulmuştu. Dizleri sızlıyordu. İçinde bir karamsarlık vardı, elini ayağını kesen.

Korkuya, umutsuzluğa benzer. Her atanınada böyle olurdu. Bunca yıl bu kadar kasaba, bu kadar bucak dolaşmış bir türlü alışamamıştı. Nasıl alışsın, her yer başka başka, her yerin her insanı başka başka. Remzi Bey tanımadığı insandan, tanımadığı yerden korkardı. Kim bilir, bir insanın iyilik mi kötülük mü, dostluk mu düşmanlık mı düşündüğünü şöyle yüzüne bakınca, kim bilir? Tanışmadan, konuşup görüşmeden bir ll insan korkuludur, başka bir şeydir. Yani herhangi bir şeydir. Konuşup görüşüncedir ki işte o zaman insan insan olur. Hanımın epeyce uzağına çimento setin üstüne oturdu. Oturur oturmaz Melek Hanım bağırdı. “Kalk oradan, altından soğuk alacaksın. Soğuk alıp başıma bela olacaksın.” Hemen kalktı, karşıya, yolun öteki yanına salkım söğütlerin altına geçti. Oradaki bir kütüğün üstüne sekilendi. Tanışmadan görüşmeden bir insan bir ıssız ada gibidir.

Tehlikelerle doludur. Yok, işte kimse yok. Şu kasahaya nereden gidilir, neyle gidilir, kaç saat çeker? Soracak bir insan, bir sinek de yok. Melek de kuduruyor. Kudurur ya, bitti kadın bitti. Bir de kedi. Şu kediye de yiyecek verilmedi dün akşamdan beri, Melek Hanım da unuttu. Varsın unutsun, iyi, iyi ya. Kasahaya varınca, evimizde veririz. Yeni evden de korkardı. İnsan öyle vırt zırt, ha deyince eve alışamıyor ki… Trende uyurdu da, başını tahtaya dayayıp, mışıl mışıl, yeni bir evde öldürallah uyuyamazdı. Bir haftada, bazan da bir ayda ancak alışırdı. Ölümdü, ölümdü onun için bu atanmalar. Ömürleri yollarda tükenmişti. Bitli, sirkeli, pireli uyuz demiryollarında … İşte böyle istasyon kapılarında … Melek Hanım daha güzeldi … Ürktü, başını kaldırdı uzun uzun, örgüsüne 12 dalmış gitmiş Melek Hanıma baktı, ne güzeldir Melek diye içinden geçirdi.

Aaah, ne güzeldir Melek. Gün kuşluk oldu, acıktı da. Oturdukça bedeni gittikçe ağırlaşıyor, acısı çoğalıyordu. Birden pencereden, içerde başını eğmiş bir şeylerle uğraşan İstasyon Şefini gördü. Coşkuyla, ağrılarını unutup ayağa fırladı. Dizleri bir iyice acıdı. Dizlerine çöke çöke asfalt yolu geçti. Şefi görünce bayağı sevinmişti, istasyona yaklaştıkça içine korkuya, endişeye, ürküntüye, umutsuzluğa benzer bir karamsarlık çöküyordu. Kapıyı vurdu, elleri titriyordu. Sert, bıçak gibi bir sesle Şef: “Giiiir,” dedi. “Gel bakalım.” Şef açık bir Laz ağzıyla konuşuyordu. “De bakalım.” “Efendim ben Posta Müdürü Remzi Tavdemir. Bu sabah trenden … ” “De bakalım sen nerelisin?” “İstanbulluyum.

” “İyi.” “İndim. Hanım orada bekliyor işte.” “Ha, orada bekliyor mu, ha, beklesin.” “Yokuşlu kasabasına atand,_m, Zaten emekliliğime de az kaldı.” 13 “Ha, iyi, ha otur şuradan torunum. Yer senden daha güçlü değil mi?” Remzi Bey, korkusunu, ürküntüyü unutup, içi aydınlanaraktan, eskiyip kararmış masanın ucundaki sarı boyalı tahta koltuğa çöktü. Şefin arkasındaki duvarda kaşlarını iyice çatmış, alt yanı yırtılıp saçaklanmış, sapsarı bir Atatürk resmi yan yatmış duruyordu. “Ha, ona mı bakıyorsun?” Remzi Bey gülümsedi. “Bak bak, iyi adamdır ya, fazla canı sıkılmış. Bak bak, iyi gelir sana.” Bir şeyler yazdı çizdi. Telefonu kaldırdı birkaç kere gene yerine koydu, başını kaldırdı, kaşlarını çattı, sert düşüneeli bir hal aldı: “Sen Yokuşluya mı gideceksin?” “Yokuşluya. Adını bağışla.” “Ha, adım Sadrettin.

Adım Sadrettin ya, sen Yokuşluya gitme. Gidemezsin, gidemeyeceksin.” “Neden?”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir