Yaver Suphi – Enver Pasa’nin Son Gunleri

Enver, Talat ve Nazım Paşalar Nasıl Kaçtı? [1] 1918 yılı İkinciteşrin [Kasım] üçüncü günü akşamı. Kasvetli, fırtınalı, yağmurlu berbat bir hava. İnsanı kışın vaktinden evvel gelmiş olduğuna inandıran soğuk bir gün doğusu rüzgârı, iliklere işleyen ince bir yağmurla karışık etrafı allak bullak ediyor, her tarafı kasıp kavuruyor. İstanbul halkı, dört sene süren kanlı ve çetin bir harbin doğurduğu yoksulluğun pençesi altında sefil ve perişan erkenden evlerine sığınmış. Ortalık tamamıyla kararmadan sokaklar bomboş. Fırtınanın savruntuları karşısında şemsiyenin altına büzülerek iki büklüm ilerlemeye çalışan bir iki gölgeden başka caddelerde kimseler görülmüyor. Osmanlı İmparatorluğunun içinden mağlup çıktığı harp senelerinin mesuliyet yükünü omuzlarında taşıyan Talat Paşa [2] kabinesi yerini İzzet Paşa kabinesine [3] bırakarak çekilmiş. Eski vükela kurulacak bir âli divana hesap verme saatinin çalmasına intizaren konaklarında muhafaza altına alınmış bir haldeler. Bu meyanda Enver Paşa’nın Kuruçeşme’deki saray yavrusu yalısı da polis, jandarma ve kanun neferlerinden mürekkep bir kordon zinciri altında bulunuyordu. Enver Paşa’nın Kuruçeşme’deki sarayının etrafını on günden beri çeviren polisler ve askeri kanun neferleri vazifeye başladıkları ilk günler büyük bir vazifeseverlik göstermişlerdi. Lakin Paşa’nın yalıdan hemen hemen hiç çıkmadığını görünce yavaş yavaş işi gevşetmişler ve son günlerde vazifelerini baştan savma bir angarya şeklinde görmeye başlamışlardı. Onların fikrince Osmanlı Orduları Başkumandan Vekili Enver Paşa hareketinin hesabını vermekten çekinip kaçacak bir adam olamazdı. Hele yalıdaki akağaların [4] kendilerine çok iyi muamele etmeleri, kendilerini Paşalarını tarassuda[gözetim] memur bir düşman değil bilakis onu herhangi bir galeyana karşı koruyacak birer dost gözüyle bakmaları memurların şüphelerini gidermiş, teyakkuzlarını körletmişti. Fakat İkinciteşrinin üçüncü günü akşamı etraf kararınca memurlar da bir fevkaladelik göze çarpıyordu. Onlar gündüzlerini bol bol esnemek, gecelerini de bol uyumak suretiyle geçiriyorlardı.


Lakin o akşam hiçbiri yatmayı hatırına bile getirmemişti. Hiçbiri uyumuyor, herkes muayyen noktadaki vazifesi başında bulunuyordu. Acaba memurlar bir şeyden mi şüphelenmişlerdi? Hayır, mutad hilafına bu uykuya küskünlüğün sebebi pek basitti: O akşam Enver Paşa’nın haremi Naciye Sultan’ın [5] Kuruçeşme’deki sarayında ahenk vardı ve memurlar da sarayın pencerelerinden bol ışıkla beraber taşmakta olan ince sazın şakrak nağmelerini dinliyorlardı. Paşa Yavere Şu Emri Verdi: “Tam Gece Yarısı İstanbul’dan Gelecek Bir Motora Bineceksiniz.” Enver Paşa yalıda dostlarıyla konuşup görüşürken birdenbire yalı önünde bir otomobil durdu. İçeriye giren bir genç süratle yalının merdivenlerinden çıktı. Naciye Sultan sarayının sadık haremağalarından birinin kulağına fısıldayan genç iki dakika ayakta durmadan içeriden koşarak gelen ağanın arkasına düştü. Bu genç; Cemal Paşa’nın [6] maiyetindeki zabitlerden Seyfi Drahor’du. [7] Cemal Paşa’nın uzun zaman maiyetinde bulunarak itimadını kazanmış olan bu genç zabit, o gece Cemal Paşa’dan almış olduğu emirle Enver Paşa’yı görmeye gelmişti. Esasen Enver Paşa da Cemal Paşa’dan gelecek birisini bekliyordu. Bu sebepten, yalıdaki bütün davetliler neşe içinde vakitlerini geçirirken Enver Paşa ikide birde yalının rıhtımına çıkıyor ve karanlıklara gözünü dikerek sanki bir şey gözetliyordu. O gece Enver Paşa’ya dikkat ile bakanlar onun ne kadar asabi olduğunu ve ne derece heyecan içinde yaşadığını fark edebilirlerdi. Haremağası Paşa’nın kulağına, gelen genci ve kimden geldiğini söyleyince Paşa: – Çabuk küçük odaya al.dedi… Çabuk geliyorum. Haremağası Seyfi Drahor’u Paşa’nın emri üzerine derhal küçük odaya aldı.

Seyfi Bey henüz gösterilen kanepeye ilişmemişti ki kapı açıldı. İçeriye Enver Paşa girdi. Paşanın arkasında üniforması vardı. Pırıl pırıl yanan düğmeleri, nişanları ve nihayet kordonu bir an içinde gözleri alıyordu. – Hayrola. Evlat… Seyfi Bey yavaşça mırıldanmıştı: – Cemal Paşa emrinizi bekliyor. Paşa Hazretleri… Enver Paşa bu sözleri dinlerken karşısındaki delikanlıyı sanki tepeden tırnağa kadar süzüyordu. Ve emrini tatbik için vakit kaybetmek istemeyen insanlara mahsus bir tavırla Enver Paşa tereddütsüz söyledi: – Tam saat 12 de. dedi. Baltalimanı açıklarında bir sandal içinde İstanbul’dan gelecek bir motora intizar edeceksiniz. Motoru görür görmez bir ışıkla motora “dur!” işareti vereceksiniz. Motor istikametini doğruca size döndürecek. Oradan sizi alacaktır… Seyfi Bey, Enver Paşa’nın emirlerini baştanbaşa dikkat kesilmiş dinliyordu. Sanki bütün sözlerini harfleriyle ezberlemek istiyordu. Seyfi Bey Paşa’nın emrini bir kere daha tekrar ettikten sonra başka bir emri olup olmadığını sordu.

Güle güle… Seyfi Bey vazifesini yapmak için bekleyecek vakti yoktu. Süratle dışarı çıktı ve otomobile atlayarak yalının önünden ayrıldı. Kabine düştüğü günden beri vukua gelen hadiseleri en ufak teferruatına kadar bilen Seyfi Bey, bu karara hiç hayret etmedi. Çünkü Paşalar daha ilk günden memleketten uzaklaşmak istiyorlardı. [8] Fakat bunun şekli henüz tespit edilmemişti. Çünkü iki kumandan ilk günü kaçmaktan ziyade memleket dâhilinde saklanmağa taraftar idiler. Bunun için de şöyle bir plan yapılmıştı. Enver Paşa yanına Trablusgarp’tan getirmiş olduğu emirberini, Cemal Paşa da Seyfi Drahor Bey’i alacaklar ve Sapanca taraflarında saklanacaklardı. Emir Zabiti Nurettin Bey de Paşaları Sapanca’da gizlemek vazifesini üzerine almıştı. [9] Fakat bu karar tatbik edilememişti. Çünkü o günlerde sabah ve akşam gazetelerini dikkatle okuyan Paşalar her kelimeden, her satırdan, her havadisten mana çıkarıyorlar ve kendilerini alakadar edecek bir nokta olup olmadığını araştırıyorlardı. Bugünlerde idi. Bir akşam gazetesinde Bulgaristan başvekili “Radislavut”un kaçtığına dair bir yazı intişar etmişti. Cemal Paşa gazeteyi eline alıp bu havadisi okuyunca fevkalade heyecanlandı, asabiyetle telefona sarıldı ve Boyacıköyü’ndeki yalısından Enver Paşa’nın Kuruçeşme’deki sarayına telefon etti. – Enver… Akşam gazetesini okudun mu? Telefondaki cevap Cemal Paşa’nın yüzündeki çizgileri karıştırmıştı.

Bir taraftan başını sallıyor ve diğer taraftan da: – Yarın merkezi umumide görüşelim… diyordu. Filvaki ertesi gün, Cemal Paşa ile Enver Paşa merkezi umumide [10] buluşmuş ve fevkalade mühim meseleler görüşülmüştü. İyi Ama Parayı Nerede Bulacağız? Nitekim akşam geç vakit Boyacıköyü’ndeki yalıya dönen Cemal Paşa işini halletmiş bir insan gibi müsterih idi. O gece rahat olarak ilk defa güzelce yemek yedi ve rahatça uykusunu uyudu. Ertesi gün Cemal Paşa artık asabi değildi. Yalıda rahat rahat dolaşıyor ve misafirleri de kabul ediyordu. Bu misafirler arasında en ziyade nazarı dikkati celbeden Falih Rıfkı Bey [11] idi. Cemal Paşa o gün yalıya gelen Falih Rıfkı Beyle uzun uzadıya konuştuktan sonra dosyaları arasındaki evrakın tasfiyesine başlamasını söyledi. Falih Rıfkı Bey’e evrakın idari ve siyasi kısımlarını tefrik ettirdi. Bunlardan siyasi ve münhasıran kendini alakadar eden evrakı alıkoydu. Mütebakisini de tahsisat mesture hesaplarıyla[Örtülü ödenek] birlikte Bahriye Nezaretine teslim etti. Paşa’nın artık bütün pürüzlü gibi görünen işlerini tasfiye etmesi fevkalade bir karar verdiğine delalet ediyordu. Bu nasıl olabilirdi ve ne olabilirdi? Cemal Paşa, Enver Paşa ile olan son mülakatına kadar memleket haricine kaçmaya taraftar değildi. Fakat birdenbire bu fikrini değiştirmeye saik olan kuvvet ne idi? O günlerde Cemal Paşa’yı sık sık ziyaret eden gazetecilerden Refik Halit [12] , hatta Ali Kemal’den [13] başka bir de Alman vardı. Bu Bavyera eşrafından ve asilzadeganından ateşenaval olan zattı.

Cemal Paşa iktidar mevkiine geçtiği günden beri Fransız politikasına taraftardı. Her vesileyle bunu söylüyor ve Almanlardan ayrılmak fikrini takip ediyordu. Almanlar, Cemal Paşa’nın yanında uzun müddet kalmış ve Paşa’nın da hakikaten muhabbet ve iltifatını kazanmıştı. Bu zat Cemal Paşa’nın yanında bir müddet kalmış ve Paşa’nında hakikaten muhabbet ve iltifatını kazanmıştı. Enver Paşa memleketten uzaklaşmak fikrini mülayim bulduğu için Cemal Paşa’yı da aynı fikre imale etmek istiyordu. Lakin Cemal Paşa memlekette kalmakta ısrar ediyor ve yabancı memlekete gitmeyi manasız buluyordu. Fakat Alman ateşanavalının tesiriyle nihayet o da İstanbul’dan yabancı bir memlekete uzaklaşmaya karar vermişti. Fakat bugünlerde de şu hadise oldu. Halep Valisi Bedri [14] ve Azmi [15] Beyler memleketten çıkıp gitmeye teşebbüs etmişlerdi. Lakin İzzet Paşa kabinesi bu iki zatı vapurdan alarak harice kaçmalarına mani olmuştu. Cemal Paşa bunları duyunca harice kaçmanın müşkülatından bahsetmek istedi. Fakat Enver Paşa: – Merak etme, diyordu. Her şey tamam… – İyi ama… Parayı nerede bulacağız? Enver Paşa bu sual karşısında tereddüt etmeden: – Nuri’de [16] para vardır, dedi. Sarf eder, mütareke sonunda millete hesabını veririz. – Cemal Paşa artık bu kadar katiyetle verilen karardan dönemezdi.

O da bunu kabul ederek hazırlıklarını yapmaya başladı. Evvela para tedarik etmek istiyordu. Sapancalı Baki Bey [17] İstanbul’dan ayrılışından bir gün evvel Cemal Paşa’ya İkibin lira verdi. Cemal Paşa bundan sonra iki mektup yazdı. Bu mektuplardan birisi o zamanın Dâhiliye Nazırı olan Fethi [18] , diğeri de Bahriye Nazırı olan Rauf Bey’e [19] aitti. Paşa bu mektuplarda çocuklarını bu zatlara emanet bırakıyordu. Paşa bu mektupları yazdıktan sonra en çok itimat ettiği zabitlerden Seyfi Bey’e vermiş ve: – Hareketimden iki gün sonra bu mektupları Fethi ve Rauf Beylere götür. demişti. * * * İşte şimdi Enver Paşa’nın Seyfi Bey’e söylediği sözlerden Cemal Paşa’nın gece yarısı İstanbul’dan uzaklaşacağı anlaşılıyordu. Seyfi Bey kendi kendine: – Demek… dedi. Paşa’nın iki gündür yaptığı hazırlık boşuna değilmiş. Seyfi Bey, Cemal Paşa’nın Boyacıköyü’ndeki yalısına gelince hemen Paşa’ya Enver Paşa’nın sözlerini birer birer tekrar etti. Cemal Paşa bu sözleri dinlerken çok sakindi. Gözleri dalmış bir şeyler düşünür gibi idi. Teşekkür ederim Seyfi Bey… dedi ve içeriye ailesinin yanına gitti.

Alman Kumandanın Mahrem Emri Rıhtım üzerinde bir müddet dolaşan Enver Paşa yanındakilerle konuştu, gülüştü sonra içeriye girdi. Çok geçmeden sarayın rıhtım kapısı gıcırdayarak kapandı. Az sonra da saat tam onbiri çalıyordu. Şimdi artık, sarayda ses kesilmiş, el ayak çekilmişti. Büyük salonun lambaları söndürülmüş etraf derin bir sessizliğe gömülmüştü. Bütün gün ayakta durmaktan yorulmuş olan muhafızlar birbirinin yüzüne baktılar. Bundan sonra bu gecede yapılacak bir vazife kalmıyordu. İşte Paşalar yemişler, içmişler ve sonra rıhtımda gezinerek biraz hava almışlardı. Rüzgâr devam etmekle beraber yağmur da dinmişti. Ertesi gün İstanbul muhafızlığına verilecek gündelik rapor için bu mevzu kâfi gelmez mi idi? Birer birer oldukları yerde uyuklamaya başladılar. Tam bu sırada bütün ışıkları bir motorbot Beşiktaş önlerinde tam yolla Boğazı çıkıyordu. Alman deniz mülazımı “Eberhardt” motorbotun baş kamarası altındaki makine dairesinin ölgün ışığına elindeki zarfı yırtarak açtı. Alman mülazımı, “Von Bengendorf”un ancak Beşiktaş önlerine gelindiği zaman açılması şartıyla eline teslim etmiş olduğu bu zarftan çıkacak emri bir an evvel anlamak için sabırsızlanıyordu. Genç mülazım minimini makine dairesinde iki büklüm bir halde zarftan çıkan gizli emri şöyle okudu: “Derhal Enver Paşa’nın Kuruçeşme sarayına gidilecek. Rıhtıma yanaşılacak.

Motoru bekleyen dört kişi motorbota alınacak ve Kuzguncuk istikametinde son süratle seyredilecek. Yolda üst üste bir kırmızı ve bir yeşil fener taşıyan bir sefineye rast gelir gelmez yolcular bu işareti taşıyan sefineye teslim edileceklerdir. Hamiş: Motorbotta hiç bir ışık bulunmayacaktır. Bir kırmızı ve bir yeşil işareti verecek olan sefinei harbiye bir torpido muhbiridir. Okunduktan sonra bu emirname yakılacaktır.” Mülazım gözleri hayretten büyümüş bir halde bu satırları okuyup bitirdikten sonra kendi kendine mırıldanır gibi: Hım!. dedi, Her Bengendorf kaçakçılığa başlamış galiba! Ne esrarengiz ve acayip vazife bu… Ve dümen başında duran nefere yüksek sesle şu emri verdi: Başı Boğaza ver!… Deniz oldukça şiddetliydi. Dalgalar motordakileri fena halde sarsıyor, serpintiler her tarafı sırsıklam ediyordu. Havada hatırı sayılır derecede soğuktu. İki nefer deniz muşambaları içinde bile tir tir titriyorlardı. Mülazım Eberhardt cebinden benzinli bir çakmak çıkardı. Arkasını rüzgâra dönerek şapkasını siper aldı ve çakmağı çaktı. Bir saniye sonra süvarinin son emri de yerine getirilmiş bulunuyor, gizli emirname şimdi Boğazın fırtına ile kabaran simsiyah dalgaları arasında eriyen bir avuç kül oluyordu. Paşalar Motora Hemen Atladılar Enver Paşa’nın Kuruçeşme’deki sarayının etrafını kordon altına almış olan muhafızların zannettikleri gibi lambalar söner sönmez Paşalar döşeklerine çekilmiş değillerdi. Onlar şimdi el çantaları yanlarında nefeslerini kesmişler, en küçük bir gürültü yapmaktan bile sakınarak rıhtım kapısının arkasında heyecan ve helecan içinde bekliyorlardı.

Ara sıra rıhtım kapısını aralayarak karanlıkları araştırıyorlar, sonra kürklü paltolarına büzülerek asabi asabi dolaşıyorlardı. Mamafih bu intifa uzun sürmedi. Saat on biri çeyrek geçe denizin fırtına ve boralı karanlıkları içinde gittikçe yaklaşan ve yaklaştıkça da vuzuh peyda eden bir tekne belirdi. Gün doğrusu rüzgârının şahlandırdığı çırpıntılar arasında bir ceviz kabuğu gibi baş, kıç vuran, yalpa yapan bu tekne mülazım Eberhardt’ın emri altındaki motorbottu. Motorbot güzel bir manevra ile Talat, Enver Paşalarla Bedri ve Azmi Beyler kapıdan yıldırım süratiyle çıkıp motora atladılar. Sonra sarayın rıhtımına kuvvetli bir ısrarla çarpan dalga seslerine birkaç egzoz gürültüsüyle, suları şiddetle döven bir pervanenin sert fışırtısı karıştı. Paşalar artık Kuruçeşme sarayından kaçmışlar ve denize açılmışlardı… Kaçıyorlar Tutun!. Kuruçeşme etrafına denizden ve karadan çevirmiş olan muhafızlardan biri insiyaki bir Hareketle birdenbire kulak kabarttı. Ayak sesleri işitiyor gibi olmuştu. Gözlerini ovuşturarak saraya baktı, sonra gözlerini Rıhtıma çevirdi. Acaba rüya mı görüyordu? Rıhtım üzerinde bir kara hayalet seçer gibi Olmuştu. Derhal ayağa fırlayarak: Kaçıyorlar!… diye haykırdı. Bu ses şurada, burada uyuklayan memurları uyandırdı, hepsi koşa koşa rıhtımı boyladılar. Fakat görünürde ne bir canlı mahlûk, ne de o canlı mahlûkun geçtiğine delalet edecek bir iz vardı. Yalnız deniz, karanlıklar arasında hiddetle gürleyen bir deniz vardı.

Muhafız memurlar rıhtımdan bitkin bir halde uzaklaşırlarken Kuruçeşme Sarayının sokağa bakan büyük kapısı şiddetle kapandı ve çok kuvvetli bir motor sesi işitildi. Muhafızlar yeniden birbirine bakıştılar. Bu akşam Kuruçeşme Sarayına ne olmuştu böyle? Kaybedilecek vakit yoktu, hemen sokağa fırladılar ve en öndekiler sarı renkli bir otomobilin son süratle Arnavutköy istikametine doğru yollandığını gördüler. Harbiye nezareti maiyetine mahsus otomobillerden bir tanesi ne olur ne olmaz mülahazasıyla muhafızların emrine tahsis edilmişti. Derhal iki polis, üç kanun neferi bu otomobile atladılar ve sarı renkli otomobilin peşine düşerek onu takibe başladılar.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir