Halil Erdoğan Cengiz – Enver Paşa’nın Anıları (1881-1908)

23 Temmuz 1908’den yani İkinci Meşrûtiyetin, Hürriyetin ilânından bu yana, yakın târihimizin en çok sözü edilen, en çok tartışılan ve ileride dahi bu özelliğini koruyacak olan kişilerinden biri de Enver Paşa’dır. Sunduğumuz metin, kişiliği ve faâliyetleri, özellikle OsmanlI ^İmparatorluğunun Almanya ve bağlaşıkları tarafında Birinci Dünyâ Savaşı’na katılmasındaki rolü, etkisi sebebiyle dâimâ hatırlanacak olan Enver Paşa’nm doğumundan 1908 yılına kadar yaşantısını kapsayan anılarından meydana gelmektedir. Bu anılar bizzat Enver Paşa tarafından bir deftere yazılmıştır ve bu yazıldığı ilk hâliyle, öylece kalmıştır. Defter hâlen aileden, torunu Osman Mayatepek’in elindedir. İyi korunmuş durumdadır. Zamânm doğal etkisinin dışında, bir tahribâta uğramamıştır. Enver Paşa -o zamanki durumuyla Enver Bey- anılarını, kendi döneminin en çok kullanılan gündelik yazısıyla, rık*a ile yazmıştır. Bu yazı, Şevket Süreyya Aydemir’in birkaç kez 9 vurguladığı şekilde “inci gibi” bir yazı sayılamaz. Özensizdir. Ancak, güçlüklerle karşılaşılmasma rağmen, okunamayacak durumda da değildir. Okunamayan yerler pek azdır. Bunlar da mürekkep lekelerinin sayfa arkasına geçmesinden, sâbit kalemle yazılmış kısımların zamanla silikleşmesinden; yer yer, yapılan silinti, düzeltme ve eklemelerin iç içe girmesinden, doğal olarak da bâzı yerlerde acele yazılmış el yazısının okunma güçlüğünden ileri gelmektedir. Bu tür güçlüklerle karşılaşılan yerler, dipnotlarla belirtilmeye çalışılmış; böyle- / ce, güvenilir bir metnin ortaya konulmasına özen gösterilmiştir. Anılar, müsvette hâlindedir. Çizilmiş, düzeltilmiş yerler fazlasıyla mevcuttur.


Birçok sayfada kişi ve yer adları boş bırakılmıştır. Son derece dolu, hareketli, mâcerâlı hayâtı Paşa’ya bunları “tebyiz” ve “itmâm etmek” fırsatını vermemiştir. Hemen vurgulanması gerekir ki Paşa’nın karaladığı, düzelttiği yerler önceden yazılanlara karşıt, eski bilgileri değiştirici özellikler taşımamaktadır. Bunlar, daha iyi anlatmak, ifâdeyi düzeltmek, daha düzgün cümle kurmak; açıklık getirmek gibi amaçlarla çoğunun yazılış anında yapıldığı izlenimi edinilen düzeltmelerdir. Enver Paşa’mn çizdiği, çıkardığı yerler arasında dikkatimizi çeken sâdece üç husûs olmuştur. Bunlar da, olaylarla doğrudan ilişkili bulunmayan, daha çok kendisini ilgilendiren konulardır. Birincisi, Hürriyetin ilânından ve Selânik’e gelip parlak bir şekilde karşılandıktan sonra, araba ile giderken, Cemâl Beyin (Paşa’nın) kendisine söylediği: “Sen şimdi Napolyon gibi oldan” cümlesi ve kendisinin bu konudaki: “Halbuki vazîfe-i askeriyye nokta-i nazarından onun kâ’bına varamayan bir hareket” yollu mütâlâasıdır. İkincisi, Düvel-i Mu’azzama (Büyük Devletler) konsolosluklarına gönderilen bildirilerle ilgili olarak; imzâların bâzılarının ve zarf üzerle10 rinin Canboladzâde İsmâil Efendi’nin evinde kendisi tarafından yazıldığım belirten cümledir (Not: 98 ve 57). Üçüncüsü, annesi Ayşe Hanım’m: “Başladığı işi bitirmeden dönerse sütünü helâl etmeyeceği” yolundaki uyarısının, Nâzım Bey kanalıyla ulaştırılması muhtemel bir tekliften kaynaklandığını, sonradan öğrendiğini belirten açıklamasıdır. Paşa’nın, bunların ilk ikisini, övünüyor görünmemek; üçüncüsünü ise, eniştesini bir kez daha gündeme getirmemek için çıkardığı düşünülebilecektir. Bu vesile ile hatırlatalım ki, Enver Paşa anılarında, övünmemeye son derece dikkat etmiş görünmektedir. Başarılarına değindiği yerlerin hemen hepsinde özellikle çetelerle olan çatışmalarını anlattığı yerlerde, duygularını açıklamaktan, hangi güç şartlar altında çarpıştığını ayrıntılarıyla belirtmekten özenle kaçınmıştır. Bâzan beş saat, bâzan on üç saat süren ezici, yorucu bir yürüyüşten sonra, dinlenemeden çatışmaya girdiğini, tâkiplerin kimi zaman bütün gece, kimi zaman on bir saat sürdüğünü, karlar altında donma tehlikesi atlattığını, hattâ sağ uyluğundan yaralandığını dile getirdiği cümleler bile sanki kasa, net, bir askerî raporun cümleleri gibidir. Bunlarda, ayrıntılara yer yoktur. Tıpkı: Görev yerine getirilmiş, düşman yokedilmiştir; ya da şöyle olmuştur, kaybımız yoktur ya da şu kadardır, kabilinden satırlardan ibârettir.

Kendi yaralanışını bile şu sâde cümlelerle anlatır: “Müsademede bir kişi mecruh oldu; bu müsademede yalnız ben sağ kaynağımdan yaralandım. Bir ayda tedavi olabildim”. Kâzım Karabekir Paşa’nın tanıklığı olmasa (Not: 22), onun, Bulgar çetecilerinden sekiz adım mesâfede, en ön safta sabahlama pahasına eşkıyâyı yok ettiğini, yazdıklarına bakarak, anlayabilmeye imkân yoktur. Enver Paşa, bizzat kumanda ettiği müfrezelerle birlikte, muhtelif çetelerle tam elli 11 uyanık bulunmayı gerektiren bir süreç olarak düşünülmeli* dir kanaatındayız. Tâkipler kısa bir zaman işi değildir: Kimi zaman günlerdir, kimi zaman haftalardır ve bâzan da bir aydır. Enver Paşa’nın bir ay süren bir tâkipten döner dönmez hemen bir başka göreve yollandığını yazdıklarından öğreniyoruz. Enver Paşa, 1912 yılı Haziranında, Trablusgarb’da bulundukları kamp Italyanlarca top ateşi altına alınınca, top mermileriyle ilk karşılaşan Arap askerlerine cesâret vermek için mermilerin düştüğü yere gittiğini, küçük bir şarapnel parçasının kalçasına doğru geldiğini, fakat bu parçanın saatine asılı madalyona çarpması sebebiyle yaralanmadığını; olayın, kalçaya madalyonun izinin çıkmasından ibâret kaldığını ve bundan sonra, düşen mermilere rağmen, bütün hattı ikinci kez baştan başa geçtiğini, oradan gönderdiği bir mektubunda yazmıştır. Sunulan anılarda buna benzer tehlikeli bir olayın anlatılması yoktur. Fakat, Paşa’nın Makedonya’­ daki çete savaşlarındaki tutumuna ışık tutan şöyle bir cümle vardır: “. çetelere tesadüf de, der-hâl firarlarını men’ içün sâdece bir ihatadan (kuşatmadan) sonra, yaklaşılacak noktayı bizzât keşfederek kısaca hücum etmek çâresine tevessül etmişdim”. Gerek Kâzım Karabekir Paşa’nm tanıklığından, gerek bu cümleden anlıyoruz ki Enver Paşa, çarpışmalarda dâimâ ön safta ve erleriyle omuz omuzadır. Çete savaşlarındaki haklı ününü de bu şekilde, on kez ölümden dönerek kazanmıştır. Enver Paşa, bu özelliğini ömrü boyunca yitirmemiştir. Trablusgarb’da mermilerin düştüğü yerlerde dolaşır. Örgüt faaliyetlerinde gönüllü fedâîlik görevini üstlendiği de bilinmektedir.

Sonradan general olan o sıradaki yâveri Kâzım Orbay’ın beyânıyla sâbittir ki başkomutan olmasına rağmen Sarıkamış muhârebesinde alay, tabur hattını geçerek ateş sâhâsı içine dek girmiştir. Ömrünün son savaşında da 14 makineli tüfeklere karşı at üstünde, elde kılıç saldıran yirmi beş kadar savaşçının en önündedir. Orada, Rus kurşunlarıyla vurulmuş, öylece şehit olmuştur. Enver Paşa’nın örgütle ilgili faâliyetleri hakkında yazdıklarında da, çetelerle olan çatışmalarını anlattığı sâde üslûp göze çarpmaktadır. Bu konuda anlatılanlarda dahi çarpıcı, heyecanlandırıcı- bir husûs görünmemektedir. Sanki Enver Paşa köylerde, kentlerde bir turist gibi dolaşmakta; pâdişâha baş kaldırmaktan korkmayan, çekinmeyen ve Cemiyete katılmak için kuyruğa girip teklif bekleyen subayları, kentlileri, köylüleri zahmetsizce örgütlemekte; her şey kendiliğinden olmuş bitmiş de, o bunlara sâhip çıkıvermiş gibi bir izlenim bile belirebilmektedir. Gösterişsiz cümleler arasında; Paşa’nm kılık değiştirmesi, gizlenmesi, ihtiyatlı davranması; eskiden, 10-15 atlı ile birlikte geçilmesi bile tehlikeli sayılan yerlerden hiç bir önlem alamadan geçmek zorunda kalması gibi husûslar âdetâ inandırıcılık kazanamamaktadır. Paşa’nın dağa çıkmak üzere Selânikli terk ettiği andaki duygularını dile getiren: “Artık Selânik’U âilemi, istikbâl-i maddimi terk ederek sâdece ahâlîden bir fert gibi, hükümetin bütün kuvvetine karşı alenen, müsellahan (silâhlı olarak) Vlân-ı isyân ediyordum. Fakat evvelâ Allâh’a ve Peygambere, sonra da Cem’iyyetimizin (Terakki ve İttihâd’m) teşkilâtına, hükümetin zulmünden bîzâr (bıkmış) olan millete i’timâd-ı tâmmım (tam güvenim) olduğundan istikbâl-i vatanı gaayet parlak görüyor, bunun içün benim maddeten kararan istikbâlimin zulmetine (karanlığına) ehemmiyyet vermiyordum. Şehrin kapusmda kolcuların gözüne ilişmeden çıkdık. Vardar Kapusu’nda henüz açılmış olan kahvelerin önünden geçerken artık Selânik’e de vedâ9 ediyordum. Nişânlarımı sökerken hissettiğim ufak bir te’essür büsbütün zâil olmuşdu. 15 Vaakı’a artık eski tahayyülâtım gibi memlekete hadim iyi bir asker olamayacakdım. Çünki bu andan Vtibâren hiç idim. Dağda ise kim bilir hangi kurşunla vurularak âsî diye cesedim bir köşeye atılacakdı” diyen cümleleri de aynı durumdadır.

Hattâ mutlu sona erişilmesinden, Hürriyetin, Meşrûtiyetin ilânından sonra; önemli bir başarısı olmadığı hâlde, geniş halk kitlelerinin bir kahraman görmek istemeleri üzerine, onları tatmin etmek için, yakışıklı, ahlâklı, başarılı, örnek bir kurmay binbaşı olan Enver Beyin, Reşneli Niyâzî Beyin yanı sıra “İşte kahramanınız” denilerek, Cemiyet (Tal’ât Bey/Paşa) tarafından kitlelerin önüne itilip itilivermediği sorusu dâhi akıldan geçmektedir. Bu aldatıcı izlenim Enver Paşa’mn mütevazi üslûbundan kaynaklanmaktadır. Yanıltıcıdır. Çünki sâdece Enver Paşa’- nın burada yazdıklarından değil, gerek Karabekir Paşa, gerek Kâzım Nâmı (Duru) gibi faâliyetlerin içindeki güvenilir kalemlerin açıklamalarından da anlaşıldığına göre; Manastırda, Enver Paşa’dan önce örgütlenmeye gidilememiştir. Bursalı Tâhir Beyin, Enver Paşa’ya vâki açıklamasına nazaran da, dört beş yıl önce başlatılan bir çalışma çarçabuk ortaya çıkmıştır. Bu yüzden Enver Paşa, sıfırdan işe başlamış, kısa sürede asker ve sivil kesimde örgütlenmeyi başarmış, hattâ geniş köylü kitlelerini dahi örgütleyerek silâhlı baş kaldırmaya hazır duruma getirmeye başlamıştır. Örgütün ağırlığının subay kesiminde olmasına ve halkın orduya olan – güvenine rağmen, bunlar kolay işler değildir. Bu arada hatırlanmalıdır ki Meşrûtiyetin ilânından önce dağa çıkan en büyük silâhlı güç olan Niyâzî Efendi Çetesi veya Resne Çetesi’nin başındaki Kolağası Resneli Ahmed Niyâzî Bey de Enver Paşa zamânında örgüte alınmıştır. Haşan Tosun Beyin örgütle olan ilişkisini de Enver Paşa başlatmış16 tır: Bu yüzden: “Cemiyet 2. ve 3. Orduların içinde hızla yayıldı. MANASTIR, Bursalı Tâhir, Bnb. Süleyman Askeri, Bnb. Vehip, Teğmen Atıf gibilerinin önderliğinde önemli bir merkez oldu veya “Manastırda Niyâzî Bey arı gibi çalışıyordu” şeklindeki, Enver Paşa’yı ve onunla birlikte Kâzım Karabekir Paşa’yı Manastırdaki örgütlenmenin dışında bırakan değerlendirmeler gerçeklerin belirtilmesinde yetersiz kalmaktadır. Ş.

S. Aydemirin de: ‘Kâzım Nâmî Bey’in hâtıralarında Manastırda Hürriyet Cemiyetinin bir şubesini kurmaya Selanik merkezince Binbaşı Enver Bey’in memur edildiğine işaret eder. Oradaki şubeyi Enver Bey’in kurmuş olması mümkündür. Çünkü 1908 ihtilâlinden önce Manastırda OSMANLI TERAKKİ VE İTTİHAT CEMİYETİ Vilâyet Heyet-i Merkeziyesi olarak çalışan ve bu nâmla beyânnâmeler neşreden, ciddî faaliyetlerde bulunan bir teşekkül mevcuttu. Bu teşekkülün, hürriyetin ilânından önce merkez kadrosunu şu zâtlar teşkil ediyorlardı” (Ş.S.A. Age, C: 1, S: 285) diyerek, Enver Paşa’nın adı geçmeyen bir yönetim kurulunu belirtmek sûretiyle ihtimâlli bir dil kullanması da bâzı şüphelere yol açabilmektedir. Oysaki Enver Paşa’nm o târihlerde Manastırdaki yönetim kadrosunda bulunmaması doğaldır. Çünkü Cemiyetin en üst düzeydeki yöneticileri arasına girmiş ve Manastır kadrosundan çekilmiştir. Sunulan anılarda durumu aydınlatıcı yeterli bilgi vardır. Bu husûs üzerinde önemle durmamızın sebebi Manastırdaki örgütlenmenin, son adıyla OsmanlI İttihâd ve Terakki, önceki adlarıyla Osmanlı Hürriyet veya Osmanlı Terakki ve Ittihad Cem’iyyeti’nin büyük gücünü oluşturmasıdır. Şâyet Manastırdaki örgütlenme olmasaydı, Hürriyet ve Meşrûtiyetin Temmuz/1908’de ilân edilip edilemeyeceği, düşünülmesi gereken bir konudur. Şüphesiz, Manastır’daki örgütlenmede, pek çok kişinin gayret ve katkısı vardır. Ancak buradaki potansiyeli harekete geçirenin En17 ver Paşa ve onunla birlikte Kâzım Karabekir Paşa olduğu, bu iki şahsın birbirini doğrulayan anılarından anlaşılmaktadır.

Enver Paşa, sunulan anılarında ve bunların kapsadığı dönemde; cesâretiyle, örgütçülüğüyle, ahlâkıyla, askerliğiyle sivrilmiş genç, gelecek vaad eden, yakışıklı bir binbaşı kimliğiyle karşımıza çıkmaktadır. Kendisine yöneltilen eleştiriler ve suçlamalar yaşantısının bu evresiyle ilişkili değildir. Bu anılar onun, ucuz olmayan bir bedel karşılığında, hakkıyla yükseliş yollarını açmaya başladığını ortaya koymaktadır. Ne var ki, bu anıların içinde; normal terfilerle, derece derece ilerleyişlerle değil, yüksek sıçramalarla 1908’i izleyen yıllarda, özellikle yarbaylıktan tümgeneralliğe kadar çıktığı 1912- 1915 yıllarında gerçekleşen olağan dışı yükselişinin sonucunda eriştiği ülkenin kaderine hükmetme düzeyine, yeterli deneyim, bilgi ve kültür birikimine sâhip olarak gereği gibi hazırlandığını gösterir bilgiler yer almamaktadır. Paşa’nın yararlandığı kaynaklar; cesâreti, gözlemleri, Cemiyet’in değerlendirmeleri hâriç, meçhûldür. Özellikle, anılarda kitap adı yoktur. Sözü edilen neşriyat, sâdece Cemiyet görüşleriyle ilgili birkaç dergidir. Enver Paşa’nm dışa, dünyâya açılan tek penceresi ise; Almanya’ya bakan Neue Freie Presse’den ibâret gibidir. Enver Paşa’ya Trablusgarb’da, hastalanan ceylan yavrusu için göz yaşı döktüren duygusallığı burada da vardır. Tal’at Paşa’mn, Dr. Nâzım Bey’in yüzlerine bakar bakmaz olumlu izlenimler edinir. Halkın sevgi gösterileri gözlerini yaşartır. Fakat, takdir ederken daha rahat olmasına mukabil, yergilerinde, genel olarak, ölçülüdür. Müşkiller karşısında da dâimâ öz güvenini korumuş görünmektedir.

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir