Orhan Kemal – Çamaşırcının Kızı Küçücük

“Pişti”de çaylar gene onda kalınca, Allahlı kitaplı bir gamato salladı kahvenin rutubetli alacakaranlığına. O sıra oracıkta çay bardaklarını yıkayan kahveci ocaktan ok gibi fırlayıp “Gamatoyu hangi ineğin Altındiş’le ötekiler gülerek bakıyorlardı. Olsa belki verirlerdi ama onlarda da yoktu. Sonra, ne diye sallamıştı Allah kitaplı küfür? Bilmiyor muydu Hasan Ağabey’in şakası olmadığını? Kahveden çıktılar. Mahalleye lacivert bir akşam inmişti. Köşe başlarındaki ampullerin pırıl pırıl kıpırdandığı serin bir akşam. Parkın arkasındaki sinemanın alabildiğine açık pikabının sesi bu serin, bu yalınayaklı mahalle çocuklarının kovboyculuk oynadığı, japone kollu kızların sinema önlerinde tur attıkları lacivert geceye parazitli parazitli yayılıyordu. Sigara için elini cebine attı, yoktu. O da yoktu Allah belasını versin. Ama düzeltecekti bu mangır işlerini. Yarın kulübe gidecek “Yüzlüğü veriyor musunuz?” diyecekti. Vermediler mi. Ateşspor’la anlaşıp elliliği alacak, bir hafta on gün, idareli giderse bir ay mangırlı dolaşacaktı. “Bi cigara versenize!” Hangisi olduğunu anlamadan uzatılan sigarayı aldı, Altındiş’in çaktığı kibritten yaktı. Bir şey değil, fena küfretmiş, fena tartaklamıştı.


İçeri girdi çıktıysa, vurdu vurulduysa ona neydi? Aklından geçenleri biliyormuş gibi Altındiş: “Boş ver…” dedi. Duru mavi gözleriyle ayıldı: “Büyük diye ses çıkarmıyorum, vuruyor bir de.” “Yarın mangırı kimden iyi edeceksin? Ayten’den mi?” Sahi, bunu hiç düşünmemişti. Ateşspor’un elliliğine fit olmaktansa asılırdı Ayten’e. Borçlarını öder, beklerdi kulübünün yüzlüğünü. Zehir gibi sol haftı. Evvelki hafta Ateşspor’la yaptıkları maçta karşısındaki sağ açığa adım attırmış mıydı? Herifi esaslı bir dizle çürüğe çıkarmıştı da umumi kaptan “Yaşa Erol!” dememiş miydi? Kendini Ayten’lerin çürük tahta perdesi önünde buldu. Avlu kapısı açıktı, girdi. Ayten’in Tahmis’teki tuzculardan birinde çuval dikiciliği yapan, kalın bacakları parmak parmak varisli teyzesi maltız başına çömelmiş, cızırdayıp duran tencereyi karıştırıyordu. Sertçe sordu: “Nerde Ayten?” “Bilmem. Sinemaya diye çıktıydı. Elindeki kaşığın burnuyla maltızın yanındaki teneke kutudan bir parça Vita yağı alıp cızırdıyan tencereye koydu. Yeni yağ acı acı çıtırdadı. “Ne yapacaksın?” “Lazımdı.” “Annen ne yapıyor? Nasıl oldu böbreklerinin ağrısı?” Elindeki sigaranın külünü sinirli sinirli çırptı: “Ne bileyim yahu.

Demek sinemaya diye çıktı?” “Sinemaya mı, parka mı, tur mu atıyorlar, bilemem.” Hâlâ cızırdayan tencereyi geride bırakıp avludan çıktı. Kızı bulsa iyi olacaktı. Sinemaya gittiğine göre mangır tutuyordu herhalde. Mangır tutuyorsa. Çok değil, bir beşlik, ya da bir onluk… Hasan Ağabey’in borcunu temizler, üst yanıyla da kulübünden istediği yüzlüğün verilmesini beklerdi. Altındiş’le ötekiler yazlık sinemanın iri ampulü altında afişlere bakıyorlardı. Film değişmişti. Boktan bir aşk filmi. Onlarsa vur kırlı kovboy filmlerine bayılırlardı. Erol’u görünce haber verdiler: “Seninki demin şu yana gidiyordu!” “Ayten mi? Kim vardı yanında?” “Kart bir karı.” “Kart bir karı mı? Ne yana gittiler?” “Parka doğru.” Hızla uzaklaştı. İkindiüstü park bekçisinin kırmızı lastik hortumla suladığı parktan lacivert geceye yayılan pikap, bol yıldızlı göğün altında serinlemeye çalışan insanlara neşe veriyordu. Fırının üstündeki harap pembe evin tam köşesinde yanan sokak lambasının ölgün sarı ışığı içinde kloş etekli kızlar, siyah eşarplı orta yaşlılar, sigaralarının ateşleri kırmızı kırmızı yanıp sönen, arada boğuk boğuk öksüren ağır uslu bir kalabalık.

Erol sevgilisini boşuna aradı. Elindeki izmariti bir fiskeyle fırlatmadan önce yenisini yakmak isterdi ama… 2 Kırpışan yıldızların altında deniz uslu uslu yatıyordu. Kıyıya çekilmiş sandallar, tuzlu ıslak balıkçı ağlarıyla yaş halatların arasında, nemli kuma yanyana oturmuşlardı. Yeni bir sigarayı tükenen izmaritinden tazeleyen kart karının çatlak sesiyle deminden beri anlattıklarına hak vermekle beraber, Erol’un nikahlı karısı olmaya da can atıyordu. Dünkü adamın sert kıllarla kaplı yüzü yanaklarını çok acıtmıştı sonra. Acıtmıştı ama, bol da para vermişti. Her gün gitse, her gün bol para sızdıracağını biliyordu. Arada Erol olmasa… O gece, kış içinde karların savrulduğu gece Erol’la sabahladıkları ahırda Erol “Merak etme. Annemi gönderir istetirim. Nasıl olsa benim değil misin?” demişti. İnanıyordu Erol’a. Annesini gönderirdi, mutlaka gönderir, istetir, evlenirdi. Evlenseler ne iyi olurdu! Teyzesi çalışıyordu, Erol’un annesi de çalışıyordu. Tahtakale’de, Erol’la kendisi de çalışsalar, hep bir arada otursalar, çocukları olsa… İçini çekişini mimleyen kart karı: “Yoksa birine mi vurgunsun?” dedi. Ayten yıldız ışığında mavi mavi gülüverdi.

“Boş ver. Gençsin, güzelsin, bir erkeğe kul olunacak devir mi? Et on liraya bulunmuyor, fasulye, pirinç, ayakkabı, elbise ona keza. Hem ne çıkar birini sevmekten? Sevgilin gene sevgili. Ruhu bile duymaz. Açık bir yol. Ha bir araba geçmiş, ha da bin araba. Benim elimde senin gibi neler var. kuruyemişçi sana abayı yakmış da onun için geliyorum. Yoksa…” Kumları hışıldatan ayak sesleri duyunca sustu. Yanyana iki insan karaltısı önlerinden sigara içerek geçti. “… yoksa adımımı atmam vallahi. Bu zamanda ne ana, ne baba, ne de sevgili. Deminki kocakarı annen mi?” “Teyzem.” “Annen yok mu?” “Ne annem, ne babam.” “Demek teyzen? Annen bile değil.

Senin yerinde olsam, kuruyemişçiyi kaz yolar gibi yolarım. Herifte para tonla. Görmedin mi o gün kasasını? Aptallığı bırak da yemeye bak. Deli gençlik, insanı türlü havalara çevirir. Bu gençlik, bu güzellik geçicidir. Zamanında ben de senin gibiydim. Peşimden koşanlarım nah, böyleydi, kum gibi ama ben…” “Sen de birini mi severdin?” “Senin gibi, aklım tepemden bir karış yukardaydı. Sonum işte. Allaha çok şükür, o işlere tövbekâr oldum, vasıtalık yapıyorum. Başka geçimim yok ki…” Sigarasından duman aldı. “Önüme düştüler, sağdan vurdum, soldan vurdum, avuç avuç götürdüm yazının itine. Değil böyle senin gibi, çiçek gibi gezdirirdim deyusun oğlunu. Harçlığı da caba.” “Sonra?” “Sonra, benden alır götürür sevdiği postala yedirirmiş!” Ayten’in içinden kıskançlığın sızısı geçti: “Benimkinin benden başka sevgilisi yok!” “Ben de öyle sanırdım…” “Vallahi yok, bil ahi yok.” “Bugün yoktur, olmayabilir ama…” “E…?” “Bir gün olabilir.

” “Hele olsun…” “Ne yaparsın?” Kendimi öldürürüm!” diyecekti, demedi. Uzaklara, taa uzaklara kaldırdı bakışlarını. Kayığının burnuna takılı karpit lambasiyle bir balıkçı kayığı geçiyordu süzülerek. “Hiçbir şey yapamazsın. Deli deli ağlarsın bir iki, o kadar. Ondan sonra alışırsın. Yarın öğleden sonra, üçe doğru, unutma!” Ayten eliyle saçlarını düzeltti. Adamın kıllı yüzü yanaklarını acıtıyorsa da bol para veriyordu. Erol’un bundan haberi yoktu henüz. Duysa, sağlama temizlerdi. Temizlemese bile ağzını burnunu kırar, basar gider, dünyada göz yummazdı. Hangi erkek göz yumabilirdi ki? Yumamazdı ama, Erol’la beş parasız yaptıklarını, boyuna yaptıklarını yüzü kıllı adamla pek pek iki sefer yapmışlardı da neyi eksilmişti? Şu karının dediği gibi, gerçekten de yoldu, ha bir araba geçmiş, ha bin. Üstelik bol para da veriyordu adam. “Sevgilinin ruhu bile duymaz. Teyzene parayı verince ne dedi?” “Hiiç.

Sevindi.” “Nerden aldın demedi mi?” “Teyzeme para olsun da…” “Tabii. Akıllı kadın da ondan.” Kalktılar. Semt sineması başlamış olacaktı. Yerli bir aşk filminin sevda üzerine boktan konuşmaları bu İstanbul kenar mahallesinin koyu lacivert gecesine kaba kaba yayılıyordu. Parkın kapısında tam ayrılacaklardı, Erol: “Nerdesin lan?” Karşılık verirken geriledi: “Pakize Abla’yla deniz kenarında oturuyorduk.” Elini kart karıya uzattı: “Bana müsaade Pakize Abla.” “Güle güle yavrum.” Hızla ayrıldılar. Ayten, Erol’un elini tuttu. Onu az önce kart karıyla yan yana oturdukları tuzlu balık ağlarıyla ıslak halatların oraya çekti. Uzaklardaki balıkçı kayığı karpit lambasıyla dönüyordu. “Kimdi o karı?” Ayten yanına oturdu, dirseğiyle delikanlının baldırına dayandı: “Hiç. Bir tanıdık.

” “Seninle ne alışverişi var?”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir