Reşat Nuri Güntekin – Sönmüş Yıldızlar

Perihan’dan Hüseyin Kenan’a Kenan Beyefendi, Bu mektubu ni derdimi söylemeğe cesaret edemeyeceğim… Biz, çok eski zamandan beri birbirimizi tanıyoruz, Kenan Bey… Sizi ilk gördüğüm gün hâlâ aklımdadır. O vakit Yeşilköy’deki köşkümüzde oturuyorduk. On iki, on üç yaşlarında vardım. Lalam beni her gün trenle İstanbul’a, mektebe indiriyordu. Köyümüzde oturan ne kadar mektep kızı varsa hep bir vagona dolardık. O kadar güler, o kadar şaka ve yaramazlık ederdik ki, yanlışlıkla vagonumuza düşen yabancı yolcular, ilk istasyonda kendilerini dışarıya atarlardı. Bir sabah, bu mektepliler vagonunun bir köşesinde gayet sarışın, mahcup tavırlı, narin bir çocuk gördüm. Ürkmüş bir kedi yavrusu gibi köşesine büzülüyor, bu deli, afacan kız çocuklarına bakmağa cesaret Misafir salonunda sizinle karşı karşıya geldiğim zaman ne kadar şaşırdığımı hatırlarsınız. Aman ya Rabbi! Bu kadar ince ve derin şeyler söyleyen sanatkâr, o kısa pantolonlu, sarışın çocuk muydu? Gözlerime inanamı-yordum. Siz de benim hayretime gülmeğe başlamıştınız. Artık eskisi gibi mahcup ve çekingen değildiniz. Tavırlarınıza emniyet, sözlerinize tatlı ve serbest bir neşe gelmişti. Çok değişmiştiniz Kenan Bey… Yalnız o eski masum saffetiniz hâlâ baki idi. O günden sonra sizinle iki samimî dost olduk. Haliniz, bana öyle emniyet veriyordu ki, hayatımın en gizli gamlarını ve acılarını size söylemekten çekinmiyordum.


Yazılarınızı daha büyük bir dikkatle takibe başlamıştım. Fakat onlarda bir zamandan beri garip bir değişme farkediyordum. Mahzun, tatlı hayalperestliğinizi yavaş yavaş kaybediyor; hırçın, acı bir muharrir oluyordunuz. Artık mukaddesata dil uzatmağa, güzel şeylerle eğlenmeğe başlamıştınız. Artık hayat ile çarpışmaktan çekinmiyor, kaleminizi zalim bir kamçı gibi kullanıyor; zavallı insanları hakaretlere, istihzalara boğuyordunuz. Daha sonra neşeli, alaycı bir muharrir oldunuz. Herkes, sizi takdir ediyordu. Fakat, ya Rabbi, ben, sizin eski hüzünlerinizi ne kadar tercih ediyordum. Maatteessüf, bu kadarla da kalmadınız Kenan Bey… Bir zaman geldi ki, o hakaretleri, istihzaları bile çok gördünüz. Zavallı insanların gözünüzde eğlenilmeğe, hırpalanmağa bile, değer bir kıymeti kalmamıştı. Niçin böyle oldu Kenan Bey? Niçin şiirsiz, bedbin, bedbaht, müstehzi, gaddar bir hikayeci oldunuz? Niçin semanızdaki yıldızlar birer birer dökülüp söndüler? Bunu bana söylemeğe mecbursunuz; çünkü onlar, benim gamlı günlerimin, karanlık gecelerimin en derin tesellisiydi. Temiz, ince, yüksek ruhlu Hüseyin Kenan’ı öldüren bu müstehzi, gaddar adama karşı içimde sönmez bir kin var. g SÖNMÜŞ YILDIZLAR Hakikati bana söylemeğe borçlusunuz; çünkü bana fenalık ettiniz, beni tesellilerimden mahrum ettiniz. Perihan Hüseyin Kenan’dan Perihan Hanıma Hanımefendi, Size istediğinizden daha samimî bir cevap veriyorum. Beni acı şeyler söylemeğe mecbur ettiğiniz için pişman olacaksınız.

Bu, muhakkak. Fakat ne yapalım, kendiniz istediniz. Mektubunuzda çok doğru sözler var Perihan Hanımefendi. Ben, hakikaten şiirsiz, merhametsiz, zalim, müstehzi bir adam oldum. Sebebini size söyleyeyim.’. Maamaf ih, ben de doğrudan doğruya maksada girmeğe cesaret edemeyeceğim. Ben de sizin gibi eski günlere, hatta daha iyisi sizi ilk gördüğüm güne döneceğim. Ben, görünüşte vahşi ve mânâsız bir çocuktum. Fakat yaşıma nispetle derin ve nazik bir ruhum vardı. Küçük başım, yüksek dağların dumanı gibi ağır bir rüya, küçük gönlüm yüksek dağların rüzgârı gibi boğucu emeller içinde bunalırdı. – gün, sizinle arkadaş olmak bende umulmaz bir macera tesiri yapmıştı. Solgun, ince yüzünüz, parlak siyah gözleriniz bir daha hayalimden gitmedi. Sizi daima görmek istiyordum. Fakat yanınızda bulunduğum vakit bir türlü yüzünüze bakmağa cesaret edemiyordum.

Saatlerce yolunuzu bekliyordum. Sonra sizi uzaktan görünce kaçmağa başlıyordum. Bunları söylediğimi tabiî bir saygısızlık addetmezsiniz Perihan Hanımefendi… Çünkü çocukluğa ait şeyler… Seneler geçti. Artık sizi kaybetmiş, hatta unutmuştum. Hayata atıldığım ilk senelerde çok mesut oldum. Her taraftan talih ve muvaffakiyet, bana gülümsüyordu. İçimdeki yaşamak zevkini, güzel şeyler sevgisini söylemekten başka bir şey yapmadığım halde edebiyat âleminde mühimce bir mevki kazanmıştım. Tıpkı sizin gibi bana diyorlardı ki: «Sende çok nazik ve temiz bir ruh var Kenan… însan, tıpkı yıldızlı yaz gecelerine bakmış gibi oluyor; insan, seni okurken hayatı seviyor, her şeyi temiz, yüksek, güzel görüyor…» Fakat yine sizin tâbiriniz üzere: «Bu yıldızlarla dolu mavi yaz gecesi» için bir vakitsiz hazan, melûl bir yıldız dökümü mevsimi başlıyordu. Artık hayatın ve insanların içyüzünü görecek bir yaşa gelmiştim. İçimdeki yıldızlar, birer birer sönüyor, dökülüyordu. Evvelâ, mukaddesatımın, itikatlarımın en hazin ve sefilâne ölümlerle öldüğünü gördüm. Onları kurtarmak için o kadar uğraştım, o kadar çırpmdım, olmadı. Dinî tesellilerimi kaybettikten sonra, insaniyet, memleket, buhranlı bir inkılâp geçiriyordu. Vatanperver dudaklardan yüreklere ok gibi işleyen ulvi, ateşli sözler dökülüyordu. Çok geçmeden bu güzel, yanık sözlerin de hazin bir yalandan, âdi bir komedyadan başka bir şey olmadığını gördüm.

O ulvi emeller para, mevki tahakküm hırsından başka bir şey değilmiş… Meyus gözlerimi ilim ve sanat adamlarına çevirdim. İlim ve sanatın muhteşem vakaları belki ruhuma muhtaç olduğu sükûnu verebilirdi. Fakat onun da yaldızlı bir hayal olduğunu anlamakta gecikmedim. Bu adamlann elinde ilim ve sanat da sefil bir âlet hükmüne girmişti. Bu defa arkadaşlarımdan, sevdiklerimden bir teselli umdum. Onlar, benim saffetimle eğlendiler, hayalperestliğime güldüler. Şimdi benim yüzüme karşı en tatlı ümit sözleri söyleyen dudakların bir dakika sonra arkadamdan beni çekiştirdiklerini duydum. Artık, gözlerim açılmıştı Perihan Hanımefendi… Nereye baksam yalan ve riyadan, zulüm ve ahlâksızlıktan başka bir şey görmüyordum.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir