Fred Saberhagen – Kılıçların Üçüncü Kitabı

Bitmek bilmeyen rüzgârın, uçsuz bucaksız karı yüksek gri kayaların üzerinde sürüklediği, bulutlu gökyüzünün insanlardan uzak bölgesinin yukarılarında Tanrılar ve Tanrıçalar toplanıyordu. Şafak öncesinin griliğinde, uzun bedenleri sisli rüzgârın ve griliğin içinden bir duman gibi beliriyor, ardından bedenlenip belirginleşiyordu. Rüzgâr ya da hava şartlarından rahatsızlık duymaksızın, çığlık atan rüzgârın uluyuşunun önünde giysileri uçuşurken dünyanın çatısında dikiliyorlardı ve beklerlerken sayıları giderek artmaktaydı. Gökyüzünde çizgiler bırakan gelen kudretli varlıklar orada, durmaksızın çoğalıyorlardı. Ayakta duran bedenlerin en kısası insandan uzundu, ama en kısasından en uzununa kadar hepsi şüphe götürmez bir şekilde insan bedeni suretindeydiler. Topluluk üyelerinin büyük bölümünün büründüğü giysiler, taçlarından mücevherlere ve kar beyazı kürklere varan dek insani bir zerafetin çok daha fazlasını gözler önüne seriyordu; birkaçının giyim kuşamı, insan standartlarına göre neredeyse sıradandı; bir o kadarınınki de tuhaf. Geleneklere dayalı, dile getirilmemiş bir anlaşmaya uyarak, güçlü bir eşitliğin sembolü olan kabataslak bir çember oluşturup bekliyorlardı. Bu durum, sadece hiçbirinin konumlarının ve gururlarının diğerlerinden daha az olmadığını gösteren, karşılıklı yürütülen bir eşitlikti. İri kafasının üstüne defne yapraklarından yapılmış bir çelenk yerleştiren kır sakallı Zeus, sanki her şeye rağmen çemberin merkezini işgal etmeye niyetlenmişçesine heybetli bir şekilde öne doğru yürüdüğünde etrafında bir anda mırıldanmalar başladı. Giderek daha da yükselen mırıltılar, kaşları çatılmış Kır Sakallı’nın öne doğru yaptığı hareketi, onu kısa süre içinde büyük çemberdeki eski yerine döndürecek önemsiz dairesel bir yürüyüşe dönüştürene kadar da sakinleşmedi. Orada durdu. Ve sadece orada durduğunda mırıldanma tamamıyla kesildi. Ve geçen her anla beraber huzursuz havanın içinde yeni bir Tanrı ya da Tanrıça’nın sureti beden bulmayı sürdürüyordu. Daha şimdiden iki düzineden fazla uzun boylu beden çemberin etrafındaki yerlerini almıştı. Herbiri bir diğerine şüpheyle bakıyor, ihtiyatlı baş sallamalar ve işaretlerle selâmlaşıyorlardı.


Esen rüzgârın arasından yanlarındakilerle hafifçe fısıldaştılar, dikkat ve titizlikle seçilmiş cümlelerle birbirlerine çeşitli uyanlarda bulundular ve çemberin uzak tarafında olanları ya da hâlâ gelmeyenleri çekiştirerek mırıldandılar. Toplananların sayısı çoğaldıkça aralarındaki farklılıkların çokluğu açıkça görülüyordu. Esmer ya da sarışın, yaşlı ya da genç görünüşlüydüler. Yakışıklı -Tanrılar kadar- ya da güzel -Tanrıçalar kadar- ya da sadece belirli Tanrı ve Tanrıçaların olabileceği kadar çirkindiler. Zeus, sanki hepsine hitap etmeye niyetlenmişçesine iki kez daha ağzını açtı. İki kez daha ileriye doğru yürüyüp çemberin merkezine yönelmiş toplantıyı yönetmenin sınırına gelmiş gibiydi. Böyle yaptığı her an, böyle bir teşebbüse tahammül edilmeyeceğini haber veren o uyarı dolu mırıldanmalar, dondurucu havanın içinden, rüzgârın sert sesini bastırarak yükselmişti. Zeus, ara sıra ayağını yere vurarak ve kaşları çatıp bakarak sabırsızlığını ifade ederek çemberin üzerindeki yerinde sessizce bekledi.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

2 Yorum

Yorum Ekle
  1. Kayıp Kılıçlar serisini de siteye yüklebilir misiniz?

  2. Çok sağolun 1. ve 2. kitabı 5. sınıfta fen öğretmenim vermişti, 3. kitabı bulmak çok güzel hissettirdi.