Hâkan Nesser – Karambol

Karambol, hayatı dümdüz hatta sıkıcı olan bir adamın, istemeden bir gencin ölümüne yol açtığı andan itibaren, yavaş yavaş içine yuvarlandığı bir karabasanın hikâyesi. Bir hata diğerini doğurur ve sıradan hayat bir korku filmine dönüşür. Romanın kahramanlarının diline dolanmış olan şu bilardo kuramı doğru olabilir mi? Her birimiz, düzgün, yeşil bir çuha üzerinde yuvarlanan toplardan biri miyiz gerçekten? Gidilecek yönü ve hızı, ne olacağımızı ve nerede duracağımızı, hangi topa çarpıp hangi yöne savrulacağımızı bilmiyoruz, başımıza gelenleri rastlantı sanıyoruz, ama aslında her şey çok önceden belirlenmiş olabilir mi? Az sonra ölecek olan delikanlı gülerek geri çekildi. Gömleğinin üzerinde kalmış birkaç cips kırıntısını silkeleyip ayağa kalktı. “Artık gitmek zorundayım,” dedi, “mecburum. Son otobüs beş dakikaya kadar kalkıyor.” “Evet,” dedi yanındaki kız, “gitmen gerek, evet. Burada gecelemene izin veremem. Annem bu akşam geç vakte kadar çalışıyor, ama bir iki saate kadar eve gelir. Ne der sonra?” “Yazık,” diye yanıtladı delikanlı ve kaim kazağını başından geçirip aşağı çekti. “Burada kalsaydım ne güzel olacaktı. Şey… Yapamaz mıydık? Şey yani…” Gerisini getirmeyerek duraksadı. Kız güldü ve onun ellerini avuçlarının içine alarak uzun süre tuttu. Aslında oğlanın kastettiğinin o anlama gelmediğini biliyordu. Sadece öyleymiş gibi göstermeye çalışıyordu.


Böyle bir şeye asla cesaret edemeyeceğini düşündü. Bu gibi durumlarda el sıkışmayla yetinemez miydiler? Kısacık bir an ona oyun oynama isteğiyle, ‘evet kalabilirsin’ demeyi geçirdi aklından. Sadece tepkisini görmek için. Dürüst mü davranacaktı, yoksa maskesi mi düşecekti? Onu bir an için de olsa, kendisiyle aynı yatakta çırılçıplak yatmaya razı olduğuna inandırmak… Hoş bir şaka olurdu bu kuşkusuz. Onu birçok yönden tanımasını da sağlardı, ama hemen caydı. Kafasından sildi bu düşünceleri çünkü dürüst bir davranış değildi sonuç olarak. Bu kadar bencil ve hesaplı olamazdı. Ondan öylesine hoşlanıyordu ki… Hatta onu inanılmaz derecede sevdiğini bile söyleyebilirdi. Konuya içtenlikle baktığında, er geç, nasıl olsa o noktaya varacaklarını görüyordu. Çırılçıplak bedenleriyle aynı yorganın altında birlikte yatma noktasına yani… Evet, aynen böyle hissediyordu son haftalarda, gerçekleri göz ardı etmek için hiçbir neden yoktu. Bir ilk olacaksa… O ilk, bu çocuk olacaktı. Ama bu gece değil. ‘Bir başka sefere… ‘ diye düşündü ve onun gitmesine ses çıkarmadı. Yumuşak, kaygan sentetik zeminden kaynaklanan statik elektriği boşaltmak için elleriyle saçlarını sıvazladı. ‘Sizi gidi erkek goriller, siz sadece tek bir şeyi düşünürsünüz,’ diye geçirdi aklından.

“Pekâlâ,” dedi delikanlı, yüzüne hüzünlü bir düş kırıklığı ifadesi vermeye çalışarak. Antreye çıktı. Kız da ardından bluzunu düzelterek onu izledi. “Annen geldiğinde çıt çıkarmaz, uyur gibi yapardın. Burada kalabilirdim o zaman, sonra yarın sabah erkenden, o uyanmadan usulca çıkar giderdim…” diye son bir girişimde bulundu oğlan. “Başka bir zaman yaparız bunu,” dedi kız, “gelecek ay annem geceleri çalışacak, o zaman belki… “ Boyun eğer gibi başını salladı oğlan, potinlerini giyerken bir yandan da eldivenleriyle boyun atkısını arıyordu. “Hay aksi, Fransızca kitabımı içeride unuttum. Sen alabilir misin?” Kız kitabı aldı geldi. Oğlan uzun kabanının son düğmesini ilikledikten sonra birbirlerine sarıldılar. Kaim giysilerin altından onu hissetti kız, sonra oğlan biraz daha yaslandı. Beklemediği, şaşırtıcı bir baş dönmesiyle bilinç dışına kayar gibi oldu, harika bir duyguydu bu. Düşüşün nasıl olacağına aldırmadan kendini boşluğa bırakıvermek gibi bir şeydi sanki. Akılla duygu, beyinle kalp arasındaki bağlantıyı daha iyi kavradı kız ve bunun ne denli cılız bir şey olduğunu anladı birden. Tıpkı çok kısa bir süre önce mutfaktaki yemek masasında oturmuş konuşurlarken, annesinin vurguladığı gibiydi. “Akıl… “ demişti annesi ne söylediğini bilen, görmüş geçirmiş biri olarak; “Her şey olup bittikten sonra içine sümküreceğin bir mendil gibidir.

Pek güven olmaz yani.” Zaten kendisi de aynen bu dediklerine uygun davranmıştı. Üç erkekle düşüp kalkmış, hiçbirini elde tutmaya değer bulmamıştı kendince, kızının babasını bile. Dudaklarım sımsıkı kapattı kız ve oğlanı itip kendinden uzaklaştırdı. Oğlan biraz incinmişti, ama yine de güldü. “Seni seviyorum Wim,” dedi kız, “gerçekten. Ama artık gitmen gerek, yoksa otobüsü kaçıracaksın.” “Ben de seni seviyorum, senin saçlarını… “ “Saçlarımı mı?” “Saçların çok güzel. Şöyle küçücük bir canlı olsam onların arasında yaşamak isterdim.” “Yok artık,” diye güldü kız. “Başımda bit olduğunu mu söylemek istiyorsun?”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir