Reşat Nuri Güntekin – Kan Davası

Bozova ilinde otuz yıldan beri görülmemiş bir kış hüküm sürmektedir. Yollar kapanmış, dereler donmuş, ova köyleri karlar altında kaybolmuştur. Havanın en azıp kudurduğu gecelerden birinde Toygar ilçesinin viran bir evi önünde bir katır duruyor; üstünden çok uzun boylu, — Doktor hasta… — Haber veii… Göreceğim… Uzaktan geldim. Yabancı, cevap beklemeden içeriye giriyor; karanlığın içinde, taşlık gibi yerde ilerlemeğe başlıyor. Köylü, onu göğüslemek istiyor, fakat vücuduna el dokundurmağa cesaret edemeyerek adım adım geriliyor. Öfke ile karışık bir korku içinde bağırıyor : ¦— Hemşehri, lâf anlaman mı sen? El evine girilir mi sorgusuz, sualsiz? Hasta derim, çok hasta… İçeride birkaç basamaklı bir sundurmanın üstünde birdenbire bir kapı açılıyor, dışarıya vuran aydınlıkta_Jn-ce vücutlu bir adam görünüyor. Arkasında Tsölsüz” bir gömlek vardır. Sol eli dirseğine kadar sarılıdır. Işık ar-6 KAN DAVASI kadan geldiği için yüzü seçilmiyor. Fakat sert bir el hareketiyle alnından tepesine doğru savurduğu uzun saçlarının uçlarındaki parıltı titreşmelerden çok genç bir insan olduğu görülmektedir. Şiddetli bir hastalık krizi geçirmekte olduğunu gösteren ihtilâçlı hareketlerle merdivene doğru yürüyor ve bağırıyor : — Bırak Ahmet… İnanmıyor mu? Gelsin gözleriyle görsün… Yabancı, bunu farketmemiş gibidir. Arkasındaki yamçıyı çıkarıyor, üstündeki karları sert bir hareketle silkeledikten sonra, hâlâ kendisine yaklaşmağa cesaret edemiyen köylünün kollarına fırlatıyor ve merdivene yürüyor. Duvara asılı büyük bir petrol lambasıyle aydınlanan basık tavanlı bir oda… Açık bir yük kapısından yerlere dökülmüş ve kaldırılmamış kırık dökük eşyalar… Bir iskemle üstünde ağzı açık kalmış bir bavuldan taşan darmadağın çamaşırlar… Üzerinde ağızları açık kalmış ilâç şişeleri, pamuk parçaları, kırık bir enjeksiyon ile bir küçük masa; kenarında devrilip kaldırılmamış bir başka şişe ki içindeki pıhtılaşmış bir kırmızı ilâç ağır ağır döşeme tahtasına damlıyor… Sonra, bir portatif asker karyolası üstünde, çarşafının bir kenarı yere düşmüş ve kaldırılmamış bir sefil yatak… İki adam, karşı karşıya duruyorlar. Doktorun çehresi lambanın ışığı içindedir. Yaşı yirmi sekiz, otuz var.


Belki de daha fazla. Fakat sarışın yüzündeki birkaç günlük bir sakalın, ayva tüyünden farksız gölgesiyle, ateşin şiddetinden dalga dalga sararıp kızaran yanaklarının taze renkleriyle ve bedbahtlığının bütün hıncını tesadüfün bu   saatte karşısına çıkardığı adamdan çıkarmak istiyora benzeyen haliyle çok daha genç, âdeta bir mektep çocuğu gibi görünmektedir. O kadar ki, kinin çirkin maskesi bile yüzünün güzelliğini bozmuyor. Bu odada görülen perişanlığın, kendi tarafından kâfi derecede konuşmuş olduğunu anlatmak ister gibi meydan okuyucu bir jestle: — Şimdi konuşmak sırası sizde… Siz kimsiniz? diye alay ediyor. Yabancının çehresi gölge içindedir. Taştan oyulmuş gibi sert ve keskin profilinde, kaşından çenesine kadar inen derin bir yara izinden başka bir şey farkedileme-mektedir. ‘ Gördüklerinin hiç biri kendisini ilgilendirmiyormuş gibi sakin bir sesle : ‘— Ömer diye bir adam, diyor, bir dağ köyü öğretmeni… Adını belki işitmişsinizdir. Yukarı Sazan diye bir köy… Uzun zamandan beri bir salgın var orada… Köylüler, çocuk, büyük, sürü sürü ölüyorlar… Hükümet doktorundan yardım aramağa geldim. Doktor, acı acı gülüyor : — Kimden arkadaş? Benden mi? Bendense sana haber vereyim ki, doktorun kendisi ölmek üzeredir… Bir parça anlıyacaksanız… Doktorca söylüyorum: Ben, birkaç gün içinde ölmeğe mahkûmum… Yüzde yüz ölüm, arkadaş… Ve gözleri kinle dolu, çenesinde korkunç bir titreme ile devam ediyor: — Dağın salgınını konuşmağa devam edelim mi? Ömer, bunların hiç birini anlamamış gibi garip, esrarlı bir sükûnetle : — Olabilir, diyor, fakat bugün sağsınız… Ayakta-KAN DAVASI KAN DAVASI siniz… Konuşabiliyorsunuz… O halde konuşacağız elbette… Vazife ölmeden biter mi? — Benim için artık vazife kalmadı. Ben, o yüzden ölüyorum arkadaş… Bir hastaya ameliyat yaparken mikrop aldım. Tek ümit, zehir vücuduma yürümeden Vilâyete yetişmekte idi, bir meslektaşa müdahale yaptırmaktaydı… Eliyle ağzı açık bavulu gösteriyor: — Fakat kış bastırdı… Yollar kapandı… Ben, bu memleketin en parlak bir operatörü olabilirdim)… Vazife diye her şeyini bırak; bu uğursuz yerlere gel… Bir ideal uğruna bütün bir hayatı rüzgâra savur… Birdenbire çocuk gibi ağlamağa başlıyor. Ömer’in sükûneti yine bozulmamıştır. Aynı ağır ses soruyor: — Bir ideal içinse, pişman olmak niçin? Ağlamak niçin? Duygusuzluğun bu derecesi karşısında doktorun göz yaşları birdenbire durmuştur: — Siz, insan değil misiniz? Ömer’de esrarlı bir gülümseme beliriyor. Uzaktaki bir şeyi görmeğe çalışır gibi ağır ağır başını kaldırarak hafif bir hüzünle mırıldanıyor: —< Kolay mı onu olmak? Onu olmak kolay mı? Bunu âdeta kendisi için söylemiş gibidir. Sonra, yine eski halini alıyor: — Fakat yine de gayret etmeli… Yapılacak bir şey kaldıkça kendini ümitsizliğe bırakmamalı… Eğilerek doktorun yere düşmüş bir havlusunu alıyor, silkeliyor, kapının yanındaki bir çiviye asıyor.

Hastada biraz evvelki öfke ve heyecanın yerini şimdi derin bir ümitsizlik almıştır. Dudakları titreyerek, dişleri birbirine çarparak: u — Benim için ölümü beklemekten başka çare kalmış mıdır? diyor. Ömer’in yüzü karanlıktan kurtulmuştur. Yüzünde o esrarlı gülümseme ve bir küçük çocuk telâşıyle eğlenir gibi: — Kalmıştır, kalmıştır, diyor ve bir an durduktan sonra devam ediyor: — Bizim mekteplerde, duvara asılmış bir yazı vardır… Arasıra, çocuklarla beraber kendim de önünde dururum. Kısacası şu: «Her ümidi kaybetmiş olabilirsin… Bütün dünya seni terketmiş, sana düşman kesilmiş olabilir. O şartlar içinde dahi vazifen ümitsizliğe düşmemektir. Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki kandadır.» Güzel söz! Büyük bir insanın sözü… Ümit kesmemek lâ- ,zım küçük doktor… Doktor, bir şey söylemeden yarasını çözmeğe başlıyor : — Bakın, gözünüzle görüni… Tek bir zayıf ümit bir operatörün, vakit geçirmeden müdahale etmesinde. Ömer, ağır ağır eğilerek yaraya bakıyor ve soruyor : — Siz operatör değil misiniz? — Söylemedim mi? Evet. — O halde ne bekliyorsunuz? Doktor, bir delinin karşısında bulunduğuna inanacak gibidir : — Ameliyat isteyen el benim kendi elim… — Evet, fakat sol eliniz… Doktorun sağlam elini eline alıyor; hafifçe okşuyor ve gülümsüyor: — O halde bu güzel ve marifetli el hasta arkadaşını kurtarmak için neyi bekler? Doktor, ürkerek geri çekiliyor: >— Nasıl, sağ elimle sol elimi mi kesip biçeceğim?

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir