Reşat Nuri Güntekin – Son Sığınak

Çocukken benim uykudan uyamşlarım komedya gibi bir şeydi. Mecbur dadımız, nafile yere oramı, buramı dürtüşledikten sonra karyolama girerek arkama yerleşir, kollarını koltuk altlarımdan geçirip vücudumu yarı yarıya yataktan kaldırır, çetrefil Çerkez Türkçesiyle: «Yine mektebe geç kalacağımı, ceza göreceğimi» anlatmağa başlardı. Gerçekten uykum ağır olduğundan mı; yoksa yatağın sıcağından onun göğsünün sıcağına geçiş beni büsbütün gevşettiği için mi, tekrar gözlerimi kapıyarak kendimden geçerdim. Nihayet, yanımızdaki odasında şarkı söyliyerek tıraş olan Selim ağabeyim, ara kapıdan girer: «Sus Allah aşkına dadı, zaten sesin ninni söyler gibi senin… Çocuğu daha çok uyutuyorsun!» diye bağırır, komodinin üstündeki sürahiden avucuna doldurduğu suyu azar azar yüzüme serperdi. … O gün de ikinci mevki bir kompartımanın kapısı yanındaki köşemde uyurken böyle bir su serpintisiyle yerimden sıçradım. Fakat bana bu oyunu yapan artık Selim ağabeyim değildi. Kapının ağzında, başucumda soğuktan kırmızı bir battaniyeye sarılmış bir kadın duruyordu. Elinde bir su kupası vardı. Yaptığı kazadan telâşlanarak: —ı Aman, beyefendiciğim, affedin, diye gülmeğe başladı, kabahat bende değil, çocuğunuzda… Deminden beri susuzluktan camı yalıyordu biçare… Benim termosumda bir parça su kalnrş-tı, ikram edeyim dedim, eliyle çarptığı gibi… (Daha kuvvetli gülerek) Kısmet sizinmiş!… Uyurken yakalanmak beni daima bir suçüstünde yakalanmış gibi rahatsız eder. Derbeder hayatımda eski lükslerimden bir o, kalmıştır. Ben de gülerek ve toparlanmağa çalışarak: — Ziyanı yok, efendim, dedim ve teşekkür ettim. 6 SON SIĞINAK Dört günden beri bir posta treniyle Diyarbakır’dan geliyordum. Yolun Fevzipaşa’ya kadar olan kısmında yıllardır görülmemiş kar fırtınaları yüzünden uzun gecikmeler4 olmuştu. Oradan Toroslara kadar hava az çok yumuşuyordu. Fakat Pozantı’da tünelin ağzından çıkınca evvelkinden daha şiddetli bir fırtına ile karşılaşıyorduk.


Hiç dinmiyen bir tipi… Camlar, buzla örtülüyor, sigara dumanlariyle büsbütün ağırlaşmış bir hava içinde nerelerden geçtiğimizi, nerelerde durduğumuzu artık far-ketmiyorduk. Tren, başını almış, rastgele bir yerlere gidiyor, rampalarda, küçük istasyonlarda saatlerce duruyordu. Nihayet adım bile sormak içimden gelmiyen bir küçük kasaba istasyonunda büsbütün durup kalmıştık. Yolculuğa idmanım eskidir. Aynı yolu bir kere de çok eskiden kırk kişilik bir asker vagonu içinde Kanal seferine giderken geçtiğimi hatırladım. Benim gibi birkaç İstanbul çocuğu, başka şey için değil de pisliğe dayanamadığımız için ağlaştık. Sonra, onlardan sağ kalmış bir tanesiyle Mısır’daki (Zekazâk) kampında îngüiz’îerin bizi on beş gün kapadıkları bir nevi kuyu içinde bunu birbirimize anlattığımız hiç hatırımdan çıkmaz. Yaşımın artık o yaş olmamasına rağmen bu kara saplanmış posta trenindeki köşemi de yine bir lüks gibi görmek lâzımdır. Benim için bu yolculuğun asıl zorluğu biraz da hasta olan dört yaşındaki küçük arkadaşımdan ileri geliyordu. Nihayet, tipinin bir parça mola vererek etrafımızdaki ovanın büyük bir sessizlik içine düştüğü bu istasyonda ikimiz de uyuyakalmıştık. Bu uykunun epeyce uzamış olduğu, havadaki karanlıktan anlaşılıyordu. Kompartımandaki yol arkadaşlarımdan —san yorganına sarılıp uyumuş— lâpçmlı bir ihtiyardan başka kimse kalmamıştı. Bu, kantocu kızla kaçan torununu aramağa çıkmış bir adamcağızdı. Uykusunda hep onunla uğraşıyor, uyanırken rüyasını birdenbire hakikatten ayırdedemiyerek: «Sen adam olmıya-cak mısın?» diye çıkışıyordu. Kadınla hemen hemen yalnızdık.

Uyurken yakalanmak beni SON SIĞINAK T bir suçüstünde yakalanmak gibi rahatsız eder, demiştim. Gerçekten hakir ve gülünç görünmekte benim için artık çekinileceik. bir şey kalmıyormuş gibi çehremin uykuda alabileceği çirkin ve aptal şekillerden ürkerim. tik gençliğimde bir ara gönlümden geçirmiş olduğum bir kız için de: «Onunla evlenirsem mutlaka ayrı odalarda yatmalıyız; uyurken yüzümü göstermemeliyim!» diye kararlar verdiğimi hatırlanın. Yukarıda dediğim gibi bugün eski hayatımdan kalmış tek lüksüm budur. Battaniyeli kadının kapıdan ayrılmağa pek niyeti yok görünüyordu: — Suyu verince ne kadar korktu, dedi. Sonra çocuğa sordu: — Neye sesin çıkmıyor senin? — Her zaman öyledir. Ürkek ve sessiz bir çocuktur, efendim… — Sizin mi? Kısa bir duraklamadan sonra: — Evet, dedim, dört, beş günden beri… Öyle çıngıraklı bir kahkaha kopardı ki, öksürüğü tuttu. Neye güldüğünü anlatmakta acelesi varmış gibi, öksürüğün durmasını beklemiyor, tıkana tıkana: — Aman beyefendi, ne tesadüf, diyordu, öyle bir tane de bende var, iki haftadan beri… Ne mutlu bize… Emeksiz, masrafsız birer çocuk sahibi olduk. Belki ileride birbiriyle evlendiririz de dünür oluruz sizinle… Benimki kız… Bayılırsınız görseniz… Göreceksiniz ya!. Dört gündür sade kompartımandakilerle değil, öteki vagori-lardaki yolcularla da içli dışlı olmuştuk. Fakat onu ilk defa görüyordum. Yakın istasyonların birinden binmiş olacaktı. Halinden delişmen, çalçene, erkeğe alışık bir kadın olduğu anlaşılıyordu. Yeni Anadolu barlarından birinde artist obuası da akla gelebilirdi.

Kısa, dolgun bir vücudu vardı. Battaniyenin kenarlarını tutan elleri, konuşurken, çocuk elleri gibi durmadan oynuyordu, ikide bir başından ve vücudundan hayan battaniyeyi 8 SON- SIĞIN-AK düzeltirken, bir İspanyol şaliyle oynar gibi, becerikli, zarif jestler yapıyordu. Işık, arkasından geldiği için yüzünü pek iyi seçe-miyordum. Yalnız, konuşurken çenesinin alt kısmına doğru biraz sivrilip uzayan tostoparlak ve boyasız bir yüz… — Müsaade eder misiniz, bir parça ilişeyim, dedi ve cevabımı beklemeden karşıma oturdu., Sonra, bana çok ciddî bir sır tevdi eder gibi başını yaklaştırıp sesini alçaltarak: — Biliyor musunuz, Beyefendi, şu sakal, bıyık çok korkunç şey, dedi, yirmi dört saatten berj sakal seyretmekten içim dondu. Allah razı olsun (Gazi) den… Ne iyi etmiş onları zorla tıraş ettirdiğine… «Elin sakalından sana ne?» diyeceksiniz… Fakat olmuyor ki… Gülmeden kendimi alamadım. Çocuklara susuzluktan pencere camlarını yalattıran dört günlük sefalet, treni bir karnaval alayına çevirmişti. Erkeğinde, kadınında soğuğa karşı iplerle belden bağlanmış battaniyeler, yorganlar, hattâ çuvallar, başlarda türlü türlü bezlerden çeşit çeşit kavuklar ve daha başka türlü maskaralıklar… Bunlar arasında yalnız erkeklerin uzamış tıraşlarına takılmak garip bir görüştü; fakat doğru idi. Trende benden başka sakalsız erkek kalmamış olduğunu o zaman farkediyorum. Benimkisi bir nevi deliliktir: Zekazik kampındaki kuyu dibi arkadaşımla beraber idama götürülmeyi beklediğimiz sıralarda bile küftü bir jilet bıçağıyle sakalımı kazımayı ihmal etmemişindir. Battaniyeli kadının sözlerinde benim burada da becermekten geri durmadığım bir marifete gizli bir kompleman vardı. Konuşkan bir insan olmamakhğıma rağmen ben de ona bir kompleman yapmaktan geri durmadım: — Dün akşamdan beri arasıra dışarıdan çok güzel bir şarkı sesi kulağıma geliyor,

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir