Reşat Nuri Güntekin – Tanrı Misafiri

Mangal başında, akşam kahvesini içerlerken sokak kapısı akı sıkı çalınmağa başladı. Hacı Ali Efendi, keyifli bir surette gülümsedi: — Bu, bizim kiracının çalışı… Para getirmiş olacak. Dedi. Kaynanası dudaklarını büktü. Kiracının, ayın yirmisinden evvel para getirdiğini rüyada görse, hayra yormazdi. Müzeyyen, cumbanın kafesine abanm Elif abla, evin aşçısıydı. Kulağı ağır işittiği için, kapının çalındığını daima yukarıdan haber vermek lâzım gelirdi. Kapıda, uzun bir münakaşa oldu. Gelen, galiba ne istediğini Elif ablaya anlatamıyordu. Hacı Ali Efendi, terliklerini giyerek, merdiven başına çıktı: ; — Kim o Elif abla? Ne oluyor? Bir saattir kapıda çene çalıyorsun. Diye seslendi. Elif: — Softa gibi bir adam… Hacı Hafız mı diyor, ne diyor an-lıyamıyorum. Diye cevap verdi. Hacı Efendi: — Sus bağırma… Allah müstahakkmı versin. Herif işitecek… Diyerek aşağı indi… Gelen adam, yumuk yüzlü, şaşı gözlü, ince seyrek sakallı, kuru paytak bir softa idi.


Arkasında sarı bir îâta, omuznnda bir heybe vardı. — Hayrola molla; kimi arıyorsun?. Hoca, cevap vermedi. Sade mahcup bir tavırla Hacı Ali Efendinin elini alıp iki kere öptü, başına koydu: Lioî-na 3u. IİV- — Molla, sen kimsin? Ben, seni tanımadım… Hoca, mahcubane sırıtarak: —. Evlâd-ı mâneviniz, mahdumunuz makamında Hafız 11-yas dâileri… Hacı Ali Efendi, başını kaşıyor, böyle bir mânevi oğlu olduğunu bir türlü hatırlamıyordu. Hoca, mahcubiyetinden parmaklarını ısırarak anlatmağa çalışıyordu: — Hani, Muğlada, hacı hafız Yunus dâiniz vardı… Hani, geçen yıl, merhum olmuştu!. —. Muğlalı hacı hafızı hatırlıyorum… Mübarek bir adamdı. Amma öleli, hemen hemen, beş altı sen* var… Belki de daha ziyade… — Hani belki de öyledir… Geçmiş gün, aklımda kalmaz ki… Hani dâileri, şöyle takriben, dedim, binaenalâzâlik, efendim, benim, velinimetimdir. Hacı Ali Efendi, kalın kaşlarını kaldırarak: — Ben, bu kaziyeden bir şey anlamadım hafız! Hacı hafız merhum olmuş diye ben, niçin senin babalığın oluyorum ? — Hani, fakir onun mahdumu hafız llyasım da… Ali Efendinin çehresi, birdenbire açıldı; sevinçle: — Hâ; şu cihetten… Oğlum îlyas, diye, merhum daima bahsederdi… îlyas Efendisensin ha!. Memnun oldum. Ey gel bakalım, içeri gir hafız… Hafız îlyas, kapının dışında lâpçınlarını çıkardı, heybesini, şemsiyesini kapının arkasına bıraktı. Ev sahibinin arkasndan,!-‘ korka korka yandaki misafir odasına girdi. Hacı Ali Efendi, merdivenin alt başından yüksek sesle mangal, kahve, tütün emrederken, Hafız efendi de, ayna ve konsollara, duvarda asılı yazı levhalariyle kart postallara, uçurtma kâğıdından tırtıllar ve oymalarla süslenmiş raflara, guguklu saatlere hayran hayran bakıyor, bu ihtişam ve ziynetten korkmuş gibi, kendini gizliyecek bir köşe arıyordu.

Hacı Alinin ısrarlarına rağmen, sarı dokuma örtülü sedire çıkmağa cesaret edemedi. Kapının dibindeki bir şilteye diz üstü oturarak: — Elbayâü minel’ îman,. Hani, biz medresede okumuş adamlarız. Dedi. Hacı Ali Efendi, iki giro, evvel, belediye meclisinde, müderrisler aleyhinde söylenen gözleri hatırladı. Aleyhtarlar, azanın en ileri gelenleri, en acar ve çenebazları oldukları için, orada cevap bulup verememişti. Yumruğunu pencereye doğru uzatarak: — Teres herifler, dedeniz yaşında adamlara karşı, bacak bacak üstüne atıp ötmesini bilirsiniz. Geliri de, gözlerinizle görün… Medresede okumuş adamın terbiyesi bakalım hanginizde var?… Diye söylendi. * * * Hacı Ali Efendi, Bursanın eski ve büyük bir ailesine mensuptu. Çocukluğunda, babasının evi hükümet konağı gibi işlerdi. Her Ramazan, eve sekiz, on cer hocası misafir olur, mutfakta, geceli gündüzlü, çifte kazanlar kaynardı. Hacı Ali Efendi, hacı Hafızı, o vakitten tanırdı. Konakta, pek ehemmiyetli bir mevkii vardı. Her sene, Ramazandan evvel gelir, Kurban Bayramından sonra memleketine dönerdi. Babası öldükten sonra, konak dağılmıştı.

Maamafih, günler yine iyi günlerdi. Az bir para ile sultan gibi geçinilirdi. Onun için, Hacı Ali Efendi, bu eski baba dostuna, yine kapısını açık tutmuştu. Haci Hafız, mübarek bir adamdı. Kuvvetli bir nefesi vardı. Hattâ, Bursada, kerametine bile inananlar çoktu. On sene evvel kötürüm olduğu için, Muğladan çıkamamış, altı, yedi sene evvel de vefat etmişti. îşte, bu hafız îlyas, onun hiç dilinden, düşürmediği kıymetli oğlu idi. Gelenin, kim olduğunu öğrenen kayınvalde Kudsiye hanım da yeldirmesini giyip aşağıya inmişti. Hafız, kadını görünce, büsbütün utandı… Yumuk yüzü renkten renge giriyor, sorulan, suallere, Tahiyyatta oturur gibi, elleri dizinde, gözleri önünde, başını oynatmadan: — Hani sanki… Söz temsili… Ala kaderilistitaa… Min taraf illâh!… Gibi kelimelerle dolu anlaşılmaz cevaplar veriyordu, Kudsiye hanım, damadının kulağına eğilerek: — Vallahi, bu haya, bizim şimdiki kızlarda yok… ‘Ben doğrusu pardon dedim. Diyordu… Kudsiye hanınım istediği şey, Hacı Hafızın, ölmeden evvel, nefesini, oğluna verip vermediği idi. Bunu merakla sordu: n, .nı jesm bir meöttü iadı; ğdaş salk-tümü haya Hani , kenIfendilazırlık naz ol-ıkşama îyordu. î sesivHafız, başiyle tasdik etti: — Hani, rahmetli hacı peder, merhum olmazdan üç gün evvel mi, bir ay evvel mi ne?

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

2 Yorum

Yorum Ekle
  1. Düzen iğrenç

  2. Kitabı beğendim hem de şimdiye kafar ikinci kes e okuyoeum