Lawrence Block – Bir Dizi Ölü Adam

Yaşlı adam ayağa kalkarak kaşığını su bardağının alt kısmına vurduğu sırada saat dokuz civarında olmalıydı. Adamın çevresindeki konuşmalar dindi. Tam bir sessizlik olana kadar bekledi, sonra gözlerini odada dolaştırmak için uzun bir dakika daha bekledi. Vurduğu bardaktan küçük bir yudum su içti, bardağı önündeki masaya koydu ve avuç içleri masanın üzerinde olacak biçimde ellerini bardağın iki yanına yerleştirdi. One doğru eğilmiş zayıf vücudu, ince sivri burnu, geriye taranmış beyaz saçları, kalın gözlük camlarının kocaman gösterdiği soluk mavi gözleriyle dururken Lewis Hildebrand’ın aklında bir Viking gemisinin burnuna oyulmuş bir biçim olarak kaldı. Yıllar boyu ufku tarayan, millerce ötesini görebilen, büyük, idealize bir kuş. Yaşlı adam, “Baylar” dedi, “Dostlar.” Durup odadaki dört masayı tekrar gözleriyle taradı: “Kardeşlerim.” Söylediklerinin yankılanmasını bekledi, sonra ağır havayı hızlı bir gülümsemeyle yumuşattı. “Ama nasıl kardeş olabiliriz? Siz yirmi iki ile otuz üç yaşları arasındasmız, ben ise seksen beş yaşıma merdiven dayadım. Buradaki en büyüğünüzün büyükbabası olabilirim. Ama bu gece yıllara, yüzyıllara uzanan bir şeyin parçası olarak buraya katıldınız. Gerçekten de bu odadan kardeş olarak ayrılacağız.” Bir yudum su içmek için konuşmasına ara verdi mi? Varsayalım ki verdi. Sonra ceketinin cebine uzanarak bir kâğıt parçası çıkardı. “Size bir şey okuyacağım” dedi. “Uzun sürmez. Bir ad listesi. Otuz ad.” Boğazını temizledi, sonra çift odaklı gözlük camının alt kısmından listeyi okumak için başını yana eğdi. “Douglas Atwood” dedi. “Raymond Andrew White. Lyman Baldridge. John Peter Garrity. Paul Goldenberg. John Mercer…” Adları ben uydurdum. Listenin kaydı yok, Lewis Hildebrand dışında, yaşlı adamın okuduğu tek bir adı bile hatırlamıyor. Ona göre adları okunan kişilerin çoğu İngiliz ya da İskoçİrlandalı, birkaçı Yahudi, birkaçı İrlandalıydı, bir avuç kadarı Hollandalı ya da Alman olabilirdi. Adlar alfabetik sırayla okunmadı, belirgin bir okuma düzeni de yoktu. Hildebrand daha sonra yaşlı adamın adlan ölüm sırasına göre okuduğunu öğrenecekti. Okunan ilk ad -onu öyle adlandırmama rağmen Douglas Atwood değil-ölen ilk kişiydi. Yaşlı adamı dinlerken, adların odanın lambrili duvarlarında bir tabut kapağına atılan toprak parçaları gibi yankılanmasını duyarken, Lewis Hildebrand neredeyse gözyaşlarına boğulmak, üzere olduğunu hissetti. Ayaklarının altındaki toprak yarılmış, sonsuz bir boşluğa bakarmış gibi hissetti kendini. Son adın okunmasından sonra uzun bir sessizlik oldu. Ona zaman durmuş, hareketsizlik sonsuza dek uzayacakmış gibi geldi. Sessizliği yaşlı adam bozdu. Göğüs cebinden bir Zippo çakmak çıkardı, kapağını açarak çakmağı çaktı. Kâğıdın bir köşesini yaktı, kâğıt yanarken öteki ucundan tuttu. Alevler kâğıdın büyük kısmını yaktıktan sonra geri kalanları bir küllüğe koyarak kâğıt kül olana dek bekledi. “Bu adları bir daha hiç duymayacaksınız” dedi. “Onlar gittiler, ölüler nereye giderse oraya gittiler. İşleri bitti. Bizimki ise yeni başladı.” Zippo çakmak hâlâ elindeydi. Yaşlı adam çakmağı yukarı kaldırdı, yaktıktan sonra kapadı. “Bugün Mayıs’ın dördü” dedi, “1961 yılındayız. Size okuduğum otuz adamla ilk kez biraraya geldiğimizde Mayıs’ın üçüydü ve yıl 1899’du. İspanyol-Amerikan Savaşı on ay önce bitmişti. O zaman ben de yirmi üç yaşındaydım, yani en küçüğünüzden bir yaş daha büyük. Savaşa katılmamıştım ama odada katılmış olanlar vardı. Meksika’yla savaşta Zachary Taylor’la savaşmış biri de vardı. Doğru hatırlıyorsam yetmiş sekiz yaşındaydı. Odada oturup hiç duymadığım otuz adamın adlarını okumasını dinledim. Onun listeyi yakmasını izledim ama adam bir kibritle yaktı kâğıdı elbette. O günlerde Zippo çakmaklar yoktu. Bu beyefendi -size adını söyleyebilirim ama söylemeyeceğim, bu adı son kez birkaç dakika önce söyledim- bu beyefendi başka bir yaşlı adamın başka bir adlar listesini yaktığını gördüğü zaman yirmi ya da yirmi beş yaşındaydı. Peki, bu ne zamandı? Sanırım 1840’ların başı. O dönemde kibrit var mıydı? Sanmıyorum. Sanırım adam -ve istesem bile onun adını söyleyemem- listeyi ateşe attı. O toplantının ne tarihini, ne de nerede yapıldığını biliyorum. Demin de dediğim gibi ilk toplantım 1899 yılındaydı ve Union Meydanı’nda bulunan John Durlach’ın restoranının ikinci katındaki özel bir yemek odasında otuz bir kişiydik. Restoran uzun zaman önce yok oldu, içinde bulunduğu bina da öyle, binanın yerinde şimdi Klein’ın mağazası var. Durlach’ınki kapanınca her yıl başka bir restoranı denedikten sonra Ben Zeller’s restoranında karar kıldık. Yıllarca orada toplandık ama yirmi yıl önce restoran el değiştirince mutsuz olduk. Buraya, Cunningham’ın Yeri’ne geldik ve o zamandan beri de buradayız. Geçen yıl iki kişiydik. Bu yıl otuz bir olduk.” Peki, Allah’ın 1961 yılının 4 Mayıs’ında Matthew Scudder neredeydi? Cunningham’da olabilirdim. Yaşlı adam ve otuz yeni kardeşiyle birlikte özel yemek odalarından birinde değil ama barda, ana yemek salonunda ya da Vince Mahaffey’in sevdiği küçük, arka odalarından birindeki bir masada. Yirmi iki yaşında olurdum ve yirmi üçüncü doğumgünüme iki haftadan az zaman kalmış olurdu. İlk oyumu kullanmamın üzerinden altı ay geçmisti. (Oy verme yaşını daha on sekize indirmemişlerdi.) Kennedy’ye oy verdim. Cook, Illinois’deki mezartaşlarının üzerindeki isimlerin çoğu da aynı şeyi yaptı herhalde ve Kennedy burun farkıyla kazandı. Hâlâ bekârdım ama bir süre sonra evleneceğim ve ardından boşanacağım kızla tanışmıştım. Polis Akademisi’nden mezun olalı çok olmamıştı. Beni Brooklyn bölgesine atadılar ve ondan bir şeyler öğreneceğimi düşünerek Mahaffey’in ortağı yaptılar. Mahaffey bana çok şey öğretti, öğrenmemi çok istemedikleri bazı şeyler de öğretti. Koyu renk, elle ovulmuş tahtaları, kırmızı deri ve cilalı pirinçleri, sigara dumanı ve bardakların çoğundaki sert içkileriyle Cunningham’ın Yeri, Mahaffey’in hoşlanacağı türden bir yerdi. Menüde çeşitli biftek ve deniz ürünü vardı ama sanırım ne zaman oraya gitsem aynı yemeği yerdim -karides kokteyli, kalın bir dilim sığır filetosu ve ekşi kremayla fırında patates. Tatlı için cevizli ya da elmalı tart ve ayılmaya yetecek kadar ağır, bir fincan kahve. Başlangıç için buz gibi, kemikleri dondu’ ran bir martini ve yemekten sonra mideyi yatıştırmak için bir martini. Sonra zihni temizlemek için biraz viski. Mahaffey bana bir devriye maaşıyla nasıl iyi yemek yeneceğini öğretti. “Gökyüzünden bir dolar uçarak açılmış avcuna konarsa” dedi, “parmaklarını kapat ve Tanrı’ya dua et.” Üstümüze epeyce dolar yağıyor ve birlikte güzel yemekler yiyorduk. Konumu ters olmasaydı yemeklerimizin çoğunu Cunningham’da yerdik. Cunningham’ın Yeri Chelsea’de, Yedinci Cadde’yle Yirmi Üçüncü Sokak’ın köşesinde, biz ise Brooklyn’deki nehrin karşı yakasında, Peter Luger’den birkaç dakikalık uzaklıktaydık. Orada hemen aynı ortamda aynı yemeği yiyebilirdik. Hâlâ yiyebiliriz ama Cunningham yok oldu. Yetmişlerin başlarında son bifteklerini yaptılar. Biri binayı aldı ve yirmi iki katlı bir apartman yapmak için yıktı. Detektif olduktan birkaç yıl sonra, Cunningham’dan yaklaşık bir mil uzaklıktaki Greenwich Village’in Altıncı Bölgesi’ne atandım. O yıllarda ayda bir yılda iki kez oraya gittim sanırım. Ama kapandığı sırada altın rozetimi geri vermiş, Batı Elli Yedinci Sokak’ta küçük bir otel odasına taşınmıştım. Zamanımın çoğunu köşedeki Jimmy Armstrong’un salonunda geçiriyordum. Yemeklerimi orada yer, arkadaşlarımla orada buluşur, her zamanki arka masamda iş görüşmelerimi yapar ve sıkı içki içerdim. Bu nedenle 1918’de kurulan Cunningham’ın kapılarını kapayarak ışıklarını söndürdüğünü hiç farketmedim bile. Sanırım kapanmasından bir süre sonra biri bana söylemiş olmalı ve sanırım bu haber bir içki içme nedeni olmuş olmalı. O günlerde hemen her şey içki içme nedeni olurdu. Ama Cunninham’ın Yeri’ne ve Mayıs 1961’in ilk Perşembe’sine geri dönelim. Yaşlı adam – ama neden ona sürekli böyle diyoruz? Adı Homer Champney’di ve işin nasıl başladığını anlatıyordu. “Otuz bir kişilik bir kulübüz” dedi. “Size üyelik geçmişimin geçen yüzyılın son yılına kadar dayandığını ve ilk toplantımda konuşan adamın 1812 Savaşı’ndan sekiz yıl sonra doğduğunu anlatmıştım. Peki, onun ilk toplantısında kim konuşmuştu? Otuz bir kişilik grup ilk ne zaman toplanmış ve yalnızca bir kişi kalana dek her yıl toplanmayı kararlaştırmışlardı?

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir