“Fena bir Baskın değil” dedi. “Doğru dürüst bir de Ateş yoktur sanırım.” İtalikleri duymamıştım. Bunlar sesli vurgulama değil, kitap adlarıydı ya da daha doğrusu kitap adlarının kısaltılmışı. Ateş’in ‘A’sı ve ‘Baskın’ın B’ siydi söz konusu kitaplar ve sonuncusunun bir nüshasını tezgâhın üstüne bırakmıştı ki, bunun bana bir ipucu vermesi gerekirdi. Ama vermedi ve italikleri de duymadım. Olan yalnızca, kaba sesli irikıyım bir adamın bana Hırsız dediğini sanmamdı ve bunun da beni epey rahatsız ettiğini söyleyebilirim. Çünkü, her ne kadar ortalığa yayılmasını önlemeye çalışırsam da, ben bir hırsızım. Aynı zamanda bir kitapçıyım ve o gün de o kimliğimle Barnegat Kitabevi’nin tezgâhı ardındaki taburemde oturmaktaydım. Doğrusunu söylemek gerekirse kitap satıcılığı lehine hırsızlıktan hemen hemen vazgeçmiştim ve bir yabancının meskenine girmeyeli neredeyse bir yıl olmuştu. Ancak son zamanlarda o on iki basamaklı programları uygulayan dürüst insanların herhalde tökezleme diyecekleri şeyin eşiğinde olduğumu hissediyordum. aha az bağışlayıcı kişiler buna herhalde önceden tasarlanmış suç derlerdi. Her ne ad verirseniz verin, konu üzerinde biraz hassastım. İçim birden buz kesti, sonra bakışlarım kitaba takıldı. “Ha” dedim. “Sue Grafton.” “Evet. Sizde Ateş’in ‘A’sı var mı?” “Sanmıyorum. Kitap kulübü yayınlarından çıkan bir tane, vardı ama…” “Ben kitap kulübü yayınlarıyla ilgilenmiyorum.” “Öyle mi? Eğer ilgilenseydiniz bile size satamazdım.. Elde mevcudu kalmadı. Biri gelip aldı.” “Kitap kulübü yayınlarını neden alırlar ki?” “Eh, harfleri cep kitaplarından biraz daha büyüktür” “Eee?” “Okuması daha kolaydır” Adamın yüzündeki ifade, kitapları yalnızca okumak için satın alanlar hakkında ne düşündüğünü açıkça anlatıyordu. Otuz beş kırk yaşlanndaydı, tıraşlıydı, üzerinde takım elbise ve kravat vardı. Dudakları dolgun ve sarkıktı ve eğer çenesinin ortaya çıkmasını istiyorsa bir iki kilo vermesi gerekiyordu. “Kaç para?” diye sordu. Kitabın iç sayfasına kurşunkalemle yazılmış fiyata baktım. “Seksen dolar Vergisiyle…” -vergi cetveline bakış- “seksen altı dolar altmış sent.” “Bir çek vereyim.” “Peki.” “Ya da nakit seksen dolar veririm ve vergiyi unutabiliriz.” Bu kimi zaman olan bir şeydir. Doğrusunu söylemek gerekirse raflarımda yüzde on indirimle satmayacağım kitabım yok değildir. Ama adama çek alacağımı söyledim ve çeki de Barnegat Kitabevi’ne kesmesini rica ettim, işi bitince çeke baletim ve imzasını okudum. Borden Stoppelgard yazmıştı ve çekin üstünde aynı ad ve bir Doğu Otuzyedinci Sokak adresi basılıydı. İmzaya baktım, adama baktım. “Kimlik rica edeyim” dedim. Nedenini sormayın ama. Adamda ya da çekinde bir falso olduğunu sanmıyordum. Çalıntı çek yazanlar vergiden kurtulmak için size nakit ödemeyi teklif etmezler Adamdan yalnızca hoşlanmamıştım ve güçlük çıkarıyordum işte. Bana bunu belirten bir bakışla baktı, sonra cüzdanından kredi kartını ve sürücü ehliyetini çıkardı. İmzasının doğru olduğunu saptadım, Amex kart numarasını çekin altına yazdım, sonra da ehliyetteki resmine baktım. Biraz daha az çeneli olmak üzere oydu. Sonra adına baktım: Stoppelgard, Borden. Ve jeton düştü sonunda. “Borden Stoppelgard” dedim. “Evet.” “Hearthstone Emlakçilik Şirketi’nin sahibi.” Adamın yüz ifadesi birden maskelendi. Aslında yüzü zaten açık değildi ama şimdi bir kaleye dönüşmüştü ve çevresine bir hendek kazmakla meşguldü. “Siz benim mal sahibimsiniz” dedim. “Bu binayı yakınlarda satın aldınız.” “Pek çok binam vardır” dedi. “Bina alıp satarım.” “Bunu aldınız ve şimdi de kiramı artırmak istiyorsunuz.” “Komik denecek kadar düşük bir kira ödediğinizi biliyor olmalısınız.” “Ayda sekiz yüz yetmiş beş dolar” dedim. “Kontrat yılbaşında sona eriyor ve siz ayda on bin beş yüz dolar istiyorsunuz.” “Bu da size fazla geliyor sanırım.” “Fazla mı? Onu da nereden çıkardınız?” “Sizi temin ederim ki…” “Stratosfer dışı diyebilirsiniz” dedim. “… piyasa rayiçleri içindedir” “Benim bildiğim tek şey bunun mümkün olamayacağı. Bir yılda ödediğim paradan fazlasını bir ayda ödememi istiyorsunuz. Bu bin iki yüz kattan fazla eder sanırım. On bin beş yüz dolar benim bir aylık kazancımdan fazladır.” Omuzlarını silkti. “O zaman çıkacaksınız.” “Çıkmak istemiyorum” dedim. “Bu dükkânı severim. Burayı emekliliğini geçirmek için Florida’ya giden Bay Litzauer’den devraldım ve ben emekliye ayrılana kadar burada aynı işe devam etmek istiyorum…” “O zaman erken emekliliği düşünmeniz gerekecek.” Adamın yüzüne baktım. “Bakın” dedi. Kirayı sizi çıkarmaya kararlı olduğum için artırıyor değilim. İnanın bana, kişisel bir şey değil bu. Siz dükkânı devralmadan önce bile kira çok düşüktü. Aptalın biri dostunuz Litzauer’le otuz yıllık bir kontrat yapmış ve kontrat hükümleri bir enflasyon ekonomisinin ticari emlak gerçeklerine hiç de uygun değildi. Sizi çıkardıktan sonra bu rafları falan söküp burasını bir Tayland restoranına ya da Koreli bir manava kiralayacağım. Ve böyle bir yer için kaç para kira alacağım biliyor musunuz? On bin beş yüzü unutun. Ayda on beş bin dolar ve bu parayı seve seve verecekler” “Ben ne yapacağım peki?” “O benim sorunum değil. Brooklyn ya da Queens’de bu kadar metrekareyi uygun bir kirayla bulabileceğiniz yerler vardır” “Kitap almak için oraya kim gider?” “Buraya kim geliyor ki? Siz geçmişte kalmışsınız, dostum. Dördüncü Cadde’nin bütün dünyada kitapçılar sokağı olarak tanındığı günlerde yaşıyorsunuz hâlâ. Düzinelerce dükkâna ne oldu şimdi? Ticaret konulan değişti.. Cep kitapları elden düşme kitap piyasasını baltaladı. Elden düşme kitap mağazaları geçmişe gömüldü, sahipleri ya öldüler ya da işten çekildiler Kalan birkaç kişi de sizin gibi uzun vadeli kontrattan yararlananlar ya da kurnazlık edip yıllar önce bulundukları yeri satın alanlar Can çekişen bir mesleğiniz var; Bay Rhodenbarr Bakın, güzel bir Eylül öğleden sonrasını yaşıyoruz ve dükkânınızdaki tek müşteri benim. Bunun mesleğiniz açısından anlamı nedir?” “Herhalde kivi satmam gerekir” dedim. “Ya da susam soslu soğuk makarna.” “Bu işi kârlı bir hale dönüştürebilirsiniz” dedi. “Bu süprüntünün yüzde doksan beşini atın ve pahalı koleksiyoncu kitaplan üzerinde yoğunlaşın. Böylece işgal ettiğiniz alanın yüzde onu size yeter. Hatta sokaktan uzaklaşıp üst katta bir bürodan ya da hatta evinizden işinizi idare edebilirsiniz. Ama size işinizi nasıl yöneteceğinizi söylemek istemem.” “İşi bırakmamı söylediniz bile.” “Sonu olmayan bir işte sizi desteklemem mi gerekiyor? Ben bu işe keyif için girmedim.” “Ama” dedim. “Ama ne?” “Ama siz sanat hamisiniz” dedim. “Geçen hafta adınızı Times’da gördüm. New York Halk Kütüphanesi’ne yardım için bir müzayedeye bir tablo bağışlamışsınız.” “Muhasebecim tavsiye etti” dedi. “Bana vergiden tasarrufumun tabloyu satmakla elde edeceğim paradan fazla olacağını anlattı.” “Yine de edebiyat alanına ilginiz var Bunun gibi kitapçılar kültürel varlıklardır ve bir bakıma kütüphaneler kadar önemlidir Bunu takdir etmiyor olamazsınız. Bir koleksiyoncu olarak…” “Yatırımcı.” Baskın’nın ‘B’si’ni gösterdim. “Bu bir yatırım mı?” “Elbette, hem de çok esaslı bir yatırım. Kadın polisiye yazarları günümüzde çok revaçta. Ateş’in ‘A’sı on yıl önce falan yayınlandığında on beş dolardan azdı. Şu anda temiz bir kopyanın ne getirdiğini biliyor musunuz?” “Ezberden söyleyemem,” “Sekiz yüz elli dolara yakın. Bu yüzden ben de Grafton alıyorum, Nancy Packard ve Linda Barnes alıyorum. Murder Ink Yayınevi’nde kadın polisiye yazarlarının ilk çıkan kitapları için sürekli bir siparişim var Hangisinin önem kazanacağı önceden bilinemez, o nedenle hepsini topluyorum. Çoğu fazla bir değer kazanmayacak ama böylece birkaç yılda değeri yirmi dolardan bin dolara fırlayacak bir kitabı da kaçırmamış oluyorum.” “Demek yalnızca yatırım olarak ilgileniyorsunuz kitaplarla.” “Kesinlikle. Bu saçmasapan şeyleri okuduğumu sanmıyorsunuz herhalde.” Kredi kartını ve sürücü ehliyetini tezgâhın üzerinde adama doğru iteledim. Çekini alıp yırttım, sonra bir daha yırttım. “Çık dışarı” dedim. “Neyin var senin?” “Benim bir şeyim yok” dedim. “Ben okumaktan zevk alan insanlara kitap satarım. Bu belki geçmişte takılıp kalmış olmak, biliyorum ama benim işim bu. Ayrıca sevdikleri yazarların nadir bulunan eserlerini toplamaktan zevk alan insanlara kitap satarım. Ara sıra şöminenin iki yanına gösterişli kitap yerleştirmek isteyen bir iki kişiye de yardımcı olduğum görülmüştür. Hatta bana insanın yaşlılığında rahat etmesinin biraz garip yolu olarak görünse de, yatırımı düşünen bazı müşterilerim de olmuş olabilir Ama aldığı şeyden böyle açıkçasına nefret eden bir müşterim olmamıştı şimdiye kadar ve öyle müşteriler istediğimi de sanmıyorum. Kiramı ödeyemeyebilirim, Bay Stoppelgard, ama dükkân benim olduğu sürece kimin çekini alacağıma ben karar veririm.” “Size nakit vereyim.” “Sizin nakdinizi de istemiyorum.” Kitaba uzandım ama elimi iterek çekti. “Hayır! Onu ben buldum ve istiyorum. Bana satmak zorundasınız.” “Yok canım!” “Elbette! Gerekirse sizi mahkemeye veririm. Ama buna gerek kalmayacak, değil mi?” Cüzdanından bir yüz dolarlık çıkararak tezgâha attı. “Üstü kalsın. Kitabı alıyorum, Eğer beni önlemeye kalkışırsanız sizi tecavüzle suçlarım.” “Tamam tamam” dedim. “Bir kitap için boğuşacak değilim. Bir dakika durun da paranın üstünü vereyim.” “Kalsın dedim ya. Üstünü ne yapayım? Şu anda yüz dolara beş yüz dolarlık bir kitap aldım. Aptal herif, malını fiyatlandırmayı bile bilmiyorsun daha. Kirayı ödeyememene hiç şaşmamak gerek.” 2 Carolyn’e, “Oscar Wilde’a göre, sinik, her şeyin fiyatını bilen ama hiçbir şeyin değerini bilmeyen insanmış” dedim. “Bu tanım Borden Stoppelgard’a tamı tamamına uyuyor. Kitapları okumuyor ama değerlerini biliyor. Polisiye kitap satan bir iki kitapçıya telefon ettim, namussuz herif doğru söylemiş. İyi durumda bir Ateş’in ‘A’sı bin dolara yakın para getiriyormuş. Benim Baskı’nın ‘B’si de beş yüz dolar edermiş.” “Bende ikisi de var.” “Sahi mi?” “Cep kitabı olarak.” “Cep kitabı olarak tanesi bir dolar eder” “Hiç önemi yok, Bern. Satmaya niyet etmiyordum ki. ilk çıkan kitapların cep kitabı kopyaları vardır bende. Okul müdürüyle rahibenin fotoğraflarını çekip şantaj yapan fotoğrafçıdan başlayarak Sue Grafton’un ciltlilerini alıyorum. Adını unuttum.” “Sunta’nın F’si.” “Tamam, o işte. Sanırım ciltli olarak aldığım ilk kitabı o oldu. Yoksa seks terapisti hakkında olan mıydı?” “Nokta’nın G’si.” “Esaslı kitaptı. Onun ciltlisinin olduğunu biliyorum. F’de var sanırım ama onları yatırım için almadım. Cep kitabının çıkması için bir yıl beklemek istemedim. Sence lezbiyen mi, Bern?” “Sue Grafton mu? Sanmıyorum. Evli değil mi?” Carolyn sabırsızlıkla başını salladı. “Sue Grafton lezbiyen olamaz. Onun normal olduğundan eminim. Sana geçen baharda Foul Play’de bir imza gününde gördüğümü söylememiş miydim? Kocası da oradaydı. Iriyarı, adaleli bir adam, bir Pontiac’ı bile kaldırabilecek bir hali vardı. Hayır, kadın kesinlikle normaldir” “Ben de öyle tahmin ediyorum.” “Lezbiyen izlenimi edinmedim. Yüzde yüz heteroseksüel, benim görüşüm bu.” içini çekti. “Ne büyük bir kayıp ama.” “Eh, eğer normalse…” “Kesinlikle, Bern.” “O zaman kimin lezbiyenliğini merak ediyordun?” “Kinsey’i.” “Kinsey?”
Lawrence Block – Polisiye Roman Okuyan Hırsız
PDF Kitap İndir |