Patricia Highsmith – Becerikli Bay Ripley

Alışılmışın dışındaki bir gerilim romanı kahramanının bir dizi serüveninin ilk kitabı. Tom arkasına baktı ve Yeşil Kafes’ten çıkıp peşine takılan adamı gördü. Biraz hızlandı. Adamın onun peşinde olduğuna kuşku yoktu. Tom beş dakika önce fark etmişti herifi. Bir masaya oturmuş, kesinlikle değilse bile, hemen hemen eminmiş gibi, dikkatle Tom’u gözlüyordu. Bakışları öyle emindi ki, Tom içkisini telaşla bitirip parayı ödemiş ve hemen çıkmıştı. Köşeye gelince caddenin iki ucuna baktı ve Fifth Avenue’nun karşı kaldırımına geçti. Raoul’un Yeri oracıktaydı. Olacakları göze alıp bir içki daha içmek için oraya girse miydi acaba? Kadere meydan okumak gibisinden bir davranışta bulunsa… Yoksa Park Avenue’ya geçip apartmanların karanlık girişlerinden birine saklanarak adamdan kurtulmanın yoluna mı bakmalıydı? Raoul’un Yeri’ne girdi. Barda gördüğü boş yere doğru yürürken otomatik olarak çevresine bakınarak içeride tanıdık birinin bulunup bulunmadığını araştırdı. Adını bir türlü aklında tutamadığı o kızıl saçlı adam, sarışın bir kızla masalardan birinde oturuyordu. Kızıl saçlı adam el salladı, Tom da gevşek bir hareketle elini havaya kaldırdı. Tabureye oturdu, meydan okurcasına, ancak açıkça görülebilen bir rahatlıkla, yüzünü kapıya döndü. Barmene, “Bir cin-tonik lütfen,” dedi.


Peşine taktıkları adam böyle biri olabilir miydi? Olabilir miydi, olamaz mıydı? Polise ya da detektife hiç benzemiyordu. İşadamına benziyordu daha çok. Ya da birinin babası olabilecek bir adama, iyi giyinmiş, iyi beslenmişti. Şakakları kırlaşıyordu. Kararsız bir havası vardı. Bu tür işlerde onun gibilerini mi kullanıyorlardı acaba? Belki de. Belki önce barda sohbet başlıyor, ardından, pat, omuza inen el, polis kimliğini çıkaran ikinci el. Tom Ripley sizi tutukluyorum! Kapıyı gözledi. Adam da gelmişti işte. Sağa sola bakındı, Tom’u gördü ve hemen gözlerini kaçırdı. Hasır şapkasını çıkarıp yarımay biçimindeki bar tezgâhına yerleşti. Tanrım, ne istiyordu acaba? Tom, sapık olmadığı kesin, diye düşündü ikinci kez. işkence altındaki beyni sözcüğü arayıp bulmuştu bu kez. Adamın polis olmayıp sapık olmasını yeğlerdi Tom. Sapığa, “Sağol ama hayır,” diyebilir, gülümseyerek yürüyüp gidebilirdi insan.

Oturduğu yerde geriye doğru kaydı ve olacaklara hazırlandı. Adamın barmene biraz sonra anlamına gelen bir harekette bulunduğunu, kendisine doğru yürüdüğünü gördü. Tamamdı işte! Gözlerini dikmiş, inme inmişcesine, kıpırtısızca bakıyordu gelene. On yıldan fazla veremezler diye düşündü. Belki de on beş yıl verirlerdi ama hapishanede ‘iyi hali’ görülürse… Adamın dudakları aralanırken bir an için korkunç bir pişmanlık duydu. “Özür dilerim, adınız Tom Ripley mi?” “Evet.” “Benim adım da Herbert Greenleaf. Richard Greenleaf’in babasıyım.” Yüzünde öyle bir ifade vardı ki tabancasını çekmiş olsaydı Tom bu kadar şaşırmazdı. Dostça bakıyordu, gülümseyerek, umutlu bakışlarla. “Siz Richard’ın arkadaşı değil misiniz?” Tom’un beyninde bir şey tık etti. Dickie Greenleaf. 1 Uzun boylu, sarışın bir oğlan. Epeyce parası vardı. Hatırlamıştı.

“Ah, evet. Dickie Greenleaf.” “En azından Charles ve Marta Schriever’ı tanıyorsunuz. Bana onlar söz ettiler sizden. Sizin belki… Iıı, bir masaya geçebilir miyiz acaba?” Tom uysal bir tavırla, “Elbette,” diyerek içkisini aldı. Adamın peşinden yürüyüp küçük salonun arkalarındaki boş masaya yaklaştı. Kurtuldum, diye düşünüyordu. Özgürüm! Kimsenin onu tutuklayacağı yoktu. Apayrı bir konuydu bu. Hırsızlıkla ya da adına ‘postayla hileli işler yürütmek’ denen suçla ilgisi yoktu. Her neyse, bambaşka bir şeydi. Richard’ın başı dertteydi belki de. Belki Bay Greenleaf ona akıl danışacak yahut yardım isteyecekti. Bay Greenleaf gibi bir babaya neler söylenmesi gerektiğini çok iyi bilirdi Tom. Bay Greenleaf, “Sizin Tom Ripley olduğunuza emin değildim,” diyordu.

“Bundan önce sizi bir tek kere görmüştüm sanıyorum. Bir gün Richard’la birlikte bizim eve gelmemiş miydiniz?” “Sanırım gelmiştim.” “Schriever’lar sizi tarif etmişlerdi. Hepimiz sizi bulmaya çalışıyorduk. Schriever’lar sizinle beni kendi evlerinde tanıştırmak istiyorlardı. Birisi onlara arada sırada Yeşil Kafes barına gittiğinizi söylemiş. Ben daha bu akşam başladım sizi aramaya. Onun için şanslı sayılırım herhalde.” Gülümsedi. “Geçen hafta size bir de mektup yazmıştım ama almadınız galiba.” “Almadım.” Marc mektuplarımı yeni adrese göndermiyor, diye düşündü Tom. Allah kahretsin. Belki Dottie teyzem de bir çek yollamıştır. “Bir hafta önce taşındım,” diye ekledi.

“Anlıyorum. Mektupta fazla açıklama yapmamıştım zaten. Yalnız sizi görmek, sizinle konuşmak istediğimi belirtmiştim. Schriever’lar sizin Richard’ı çok iyi tanıdığınızı söylediler.” “Richard’ı hatırlıyorum.” “Şimdi mektuplaşmıyor musunuz?” Düşkırıklığına uğramıştı sanki. “Hayır. Sanırım iki yıldır görüşmedik.” “O iki yıldır Avrupa’da zaten. Schriever’lar sizden övgüyle söz ettiler. Bir mektup yazarsanız Richard’ı etkileyebileceğinizi düşünüyorlar. Ben onun evine dönmesini istiyorum. Burada sorumlulukları var. Ama şu ara benim ya da annesinin söylediği hiçbir şeye kulak asmıyor.” Tom bir şey anlamamıştı.

“Schriever’lar tam olarak ne dediler?” “Dediklerine göre -korkarım biraz abartmışlar- siz Richard’ın yakın arkadaşıymışsınız. Mektuplaştığınızı düşünüyorlardı sanırım. Ben artık Richard’ın arkadaşlarından pek azını tanıyorum.” Hiç değilse bir içki ısmarlamak istermiş gibi, Tom’un bardağına baktı. Ne var ki Tom içkisinin pek azını içmişti. Dickie Greenleafle Schriever’ların evinde bir kokteyle gittiğini anımsıyordu. Belki Greenleaf’ler Schriever’ları ondan daha iyi tanıyorlardı ve olay öyle gelişmişti. O, Schriever’ları ömründe ya üç ya da dört kez görmüştü çünkü. Ve son kez bir araya geldiklerinde Charley Schriever’ın gelir vergisi beyannamesini doldurmuştu. Charley televizyonda yönetmendi ve çeşitli kaynaklardan, çeşitli yapımlardan aldığı paraların hesabının içinden çıkamamıştı. Vergisini hesaplayabildiği, Charley’nin bulduğu sayıdan daha düşük bir sayıda kaldığı ve bunu tümüyle yasalara uygun bir biçimde yapabildiği için Tom’un bir dâhi olduğuna karar vermişti. Belki de onun için Bay Greenleaf’e de salık vermişti onu. Beyanname doldurduğu gece Tom’a söyledikleri göz önüne alınırsa, onu Bay Greenleaf’e zeki, aklı başında, yardımsever ve son derece dürüst biri diye tanıtmış olduğu düşünülebilirdi. Nedir ki biraz yanılmıştı. Bay Greenleaf acınacak bir tavırla sordu: “Richard’ı etkileyebilecek başka birini tanıyor musunuz acaba?” Tom, Buddy Lankenau olabilir, diye düşündüyse de Buddy’nin başına böyle bir iş açmak istemedi.

“Korkarım tanımıyorum,” diyerek başını iki yana salladı. “Richard niye eve dönmüyor?” “Orada yaşamayı yeğliyormuş. Oysa şu ara annesi çok hasta. Her neyse, bunlar aile sorunları. Başınızı ağrıttığım için özür dilerim.” Elini, düzgünce taranmış, seyrek saçlarında gezdirdi. “Richard orada resim yaptığını söylüyor. Oysa ressam olacak yeteneği yok. Ama aklını verse çok iyi bir tekne tasarımcısı olabilir. Tekne çizimlerinde çok yetenekli.” Garson yaklaşınca başını kaldırıp baktı. “Skoç ve soda lütfen. Dewar’s olsun. Size bir içki söyleyebilir miyim?”

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir