İlya Ehrenburg – Dipten Gelen Dalga I

Bakın açık konuşuyorum, artık birbirimizi tanıyoruz, ama Mary İsviçre’de bir Fransız şairi bulduğunu yazdığında tam anlamıyla apışıp kalmıştım. İki hafta bir şeycikler geçmedi boğazımdan. Gücenmeyin ama, bütün şairler avaredir. Bir Fransız güzel bir fikirden para yapamaz, bir Fransız hatta paradan bile para yapamaz. Fransız yalnızca kadından para yapabilir. Benim için Mary ideal bir kadındır, biliyorum, bir Hollywood yıldızı değildir, ama onu tanımak gerek, altın gibi bir kalbi vardır… Gücenmeyin lütfen ama altmış altı yaşındayım ben, insanları dikkatle gözlemişimdir, tanırım onları, siz miras peşindesiniz. Akıllı bir insansınız, ama bu yaptığınız aptallık; biz güneyliler ölmekte pek acele etmeyiz. Hem kimin kimi mezara daha önce yollayacağı da pek belli olmaz. Bakın, açık konuşuyorum, kaybetmiş sayılmazsınız, hatta kazandınız bile… Miras kuyruktur, sizse akıllı bir insansınız, başsınız siz. Bugün sevgili Fransa’nıza “Transoc”un direktörü olarak dönebilirsiniz. Senatör Low damadının omuzuna dostça vurdu, bu sırada kolu masadaki kadehe çarptı ve devirdi. Gülümseyerek içkinin döküldüğü yere tuz serpmeye başladı. Açık portakal renkli leke Nivelle’e karısını anımsattı: “Missisipi’nin sarı gülü”… İyi ki burada yoktu. Bu düşünce bir an için Nivelle’i sevindirdi. Dinlenip eğlenebilir, Proserpine’in kaçırılışı üzerine heyecanlanarak şiir yazdığı o geceleri yeniden yaşayabilirdi.


Ama hemen kayınpederi, “Transoc”, on güne kadar Mary’nin geleceği ve birlikte Paris’e gidecekleri aklına geldi. Tiksinç tüm bunlar! Benim başkaları için yaratılmış olduğumu, benim şiirlerimi Paul Valery’nin övdüğünü hiç kimse anlamak istemiyor. Bu sarışın Amerikalı benimle eğleniyor. Onun için şair demek, belalı demek. Ve ben bu herife, “Sus be yabani!” diye bağıramıyorum. Şaşılacak şey, neden saçları ağarmamış acaba? Tıpkı kızı… Onun gibi sapsarı… Gözleri de yeni doğmuş çocuk gözleri… Canı sıkılıyordur herhalde. Ama yok canım, “Transoc”u, senatosu, yüksek politikası var onun. Dehşetli canı sıkılıyordu Nivelle’in. Ağzını ayıra ayıra esnemek, ya da peçetesini fırlatıp kalkmak istiyordu. Ama kendini tuttu, sıkıntıyla önündeki üzüm salkımından birkaç tane aldı. Low ise gülümsüyor ve durmadan “gücenmeyin lütfen, ama…” diye yineleyip duruyordu. Sonra yeniden Nivelle’in omuzuna vurarak konuşmasını sürdürdü: — Bakın açık konuşuyorum, ilkin Mary hesabına korkmuştum. Bu Fransız da o Fransızlardan, diye düşünmüştüm. Ama siz çok dürüst çıktınız. Üç ya da dört yıl… Oldukça hatırı sayılır bir stajdır bu, özellikle de şiir yazan bir insan için.

Nivelle içinde bir keder, kin, tiksinti dalgasının kabarıp büyüdüğünü duydu. Üç yıldır bu tür konuşmalara dayanmak… İşte bu gerçekten bir stajdı. Perdelerden sızan güneş ışınları senatörün sert saçlarını aydınlatıyordu. Low olgun bir şeftaliyi avucunda birkaç kez döndürdükten sonra ısırdı: Üstü başı şeftali suyu içinde kalmıştı. Nivelle daha fazla dayanamadı, beyaz, zayıf yüzünde, sanki içerlerde bir yerlerden geliyormuş gibi bir buruşma belirdi. — Gene karaciğerin mi? diye sordu Low içten bir ilgiyle. Nivelle suçüstü yakalanmış gibi utandı: — Çok sıcak… — İyidir sıcak olması, tüm pislikler ortaya çıkar böylece. İnsan şöyle adamakıllı bir terledi miydi, Tanrı önünde olsun, insanlar önünde olsun temiz demektir artık. Hem alışmalısınız artık bu sıcaklara. Üç yıldır buralardasınız. Üç mü, yoksa dört oldu mu? Nivelle peçeteyle alnını sildi, kapkara oluvermişti peçete. Bardağındaki buzlu suyu bir dikişte içip bitirdi ve sonunda gücünü toplamış olarak. — Üç, dedi. Savaş bittiğinde gelmiştik buraya. Senatör bir kahkaha attı.

— Kim dedi size savaşın bittiğini? Aslında sizin Fransızlar için savaş hiç başlamamıştı bile… Binbaşı Smiddle bana Fransızların bizim tanklara öküzün trene baktığı gibi baktıklarını söylemişti. Lütfen gücenmeyin, evet, bir Napolyon’unuz vardı, bunu ben de biliyorum. Ama o eskidendi. Oysa siz şimdi şairleştiniz, şair oldunuz. Savaş bitmedi, savaş daha yeni başlıyor. Biliyorum, Kızıllar çetin cevizdir. Fatalisttir onlar. Bir Rus için hayatın değeri yoktur. Bir rastlantıdır hayat. Şüphesiz çok kalabalıklar, sayıları çok kabarık. Ama biz gene de kazanacağız. Dört yıldır buradasınız –ya da üç yıldır, bir şey fark etmez–, artık anlamış olmanız gerekir ki, biz Amerikalılar başladığımız bir işi sonuna dek götürürüz. Yavaş başlarız, bu doğru, enine boyuna düşünür, ölçüp biçeriz, bu da doğru, ama sonra… belli bir sistem içinde, zincirleme olarak öyle bir gidiş gideriz ki… Şu Kızılların işini bitirdiğimizde sizin şampanyalardan bir şişe daha içeceğim… Sizinle birlikte tabi. Nivelle kendine geliyordu nazik, hafiften şüpheci, salt New York’un birtakım züppelerine değil, ama senatörün dost ve yakınlarına da değer veren bir kişi olup çıkmıştı. Hafifçe gülümseyerek: — Ve siz eminsiniz Ruslarda bomba bulunmadığına, dedi.

Low bu sözden alınmıştı. — Ne bombası? Lütfen gücenmeyin, ama bu işler Mary için şiir yazmaya benzemez. Dün nedense bana “United”la kolay rekabet edilemeyeceğini kanıtlamaya çalışıp durmuştunuz. Sanki ben bu iş üzerinden para kazanmak istiyormuşum gibi… Para yapmak için bende pamuk var azizim, pamuk… Ama “Transoc” benim görevimdir, boynumda bir borçtur Tanrı için, Amerika içindir “Transoc”. Ben Fransız değilim, şair de değilim, ideallerim var benim; dini, aileyi, kültürü kurtarmak gerek. Albay Roberts alçakgönüllü, sözü dinlenebilir, gerçekten tutarlı bir insandır. “Transoc”a büyük önem veriyor o. Şöyle bir gözünüzün önüne getirsenize: Ne çok işiniz olacak Paris’te! Sizin gibi bir insan kıyıda köşede kalmamalı. Devlet Bakanlığı’ndan birkaç aptalı da gagalamışsınız! Göğsüm kabardı, övünç duydum. Siz benim için Fransız değilsiniz artık. Açık konuşuyorum, siz benim için tam bir Amerikalısınız. Önemli olan, demirperdeye süzülüp orada yayılabilmektir. Prag’a Bill Coster’i gönderebiliriz. Bu bir oyun değil. Moskova’ya gelince… Roberts sizi uygun buluyor.

Bir Fransız her yere kolayca girebilir. Bir adam bulun, ama beyni Kızıl değil, pembe olsun; ve şu güzel, yeşil kâğıtçıklar var ya, onlardan da eline bolca tutuşturuverin, gerisi kolay… Sosyalistler böyle garnitürlerden hoşlanırlar. Roberts orada çok şey yapılabileceğini söylüyor… Nivelle kaşlarını gülünç bir biçimde kaldırdı: — Öteden beri Pentagon’dakilerin akıl yeteneklerinden kuşkulanır dururdum; ama Albay Roberts’in böylesine saf olabileceğini hiç düşünmemiştim doğrusu. Bir Fransız sosyalistini hiçbir zaman işe yarar, iyi bir casus yapamazsınız. Parayı havaya savurmaktan başka bir şey değildir bu. — Ne casusu? Roberts bilgi toplamaya gereksinim duyarsa ne size, ne bana başvurur; bu iş için kendi özel adamları vardır onun. Roberts’in salt haberalma işiyle uğraştığını sanmakla yanılıyorsunuz. Çok önemli kimselerle görüşür o. Kısa süre önce Başkan’ın yanındaydı. Askeri işler beni hiç mi hiç ilgilendirmez, en az güncel olan işlerdir onlar. Sahi, siz Rusların gerçekten savaşmak istediklerini düşünüyor musunuz? — Hayır, düşünmüyorum. Elbette savaşacaklardır, ama şimdi değil, on-on beş yıl sonra, iyice hazır oldukları zaman. Bu baylar hep kazanılacak hiç kaybedilmeyecek bir piyangonun düşü içindeler. Sizin şu Roberts’iniz “Savaş! Savaş!” diye yırtınıp duruyor, can atıyor savaşmaya. Oysa dün, siz de savaşmanın uygun olacağını söylemiştiniz bana.

— Anımsamıyorum. Eğer söylemişsem, heyecanlandığımdan, kendimi kaptırdığımdan söylemişimdir. Altmış altı yaşındayım, ama hala heyecanlanıyor, canlabaşla veriyorum kendimi işe. Roberts’e gelince… Hep tartışırız biz onunla. Akıllı adamdır, barışın savaştan daha kazançlı, daha yararlı olduğunu bilir, ama askerdir ve bütün askerler savaşmak isterler. Çok açık, anlaşılır bir durumdur bu: Savaş olmadığı zaman askerler aptal gibi olurlar. Roberts kesinkes Kızılların harekete geçeceklerine, dolayısıyla onlardan önce davranmak gerektiğine inanıyor. O idealisttir, düşleri, gerçeklerin yerine kor. Bense sağduyuyla hareket eder, öyle yargılarım olayları. Savaşsız da bitirilebilir Kızılların işi. Eğer bir adam size engel oluyorsa, doğal olarak, ortadan kaldırırsınız onu. Ama şu var: Öldürmek her zaman uygun olmayabilir, bazen yıkmak, yıkıma uğratmak daha çok işe yarar. Smiths’in raporunu okudum. Savaş onları iyice yıpratmış. Heriflerin tepelerinde şahin gibi durmalıyız.

Hani benim Berry’nin dişi bıldırcınlara yaptığı gibi. Varsın silahlansın herifler, varsın pantolonsuz gezsinler. Açık konuşuyorum… Hatta, hani derler ya, “Boğa yılanı gibi bilge olmalı” diye… İşte öyle olmalı. Nivelle artık dinlemiyordu; kendisine söz yönelten kişiyi, bir alıcıyı devreden çıkarır gibi aradan çıkarmayı, konuşma sırasında onunla kendisi arasındaki bağlantıyı koparmayı öğreneli çok olmuştu; sesini kesiyor, kafasını çok uzaklara ait, şimdiyle bağlantısız sesler dolduruyordu. Böyle anlarda Paris’teki odasında oturmuş, şiir yazmakta olduğunu düşlerdi. Bu ikinci dünya –bu düş dünyası– onun sığınağıydı: Karısından, geveze, kendini beğenmiş kayınpederinden, Amerika’dan… kurtuluşu, sığınağına gizlenmekte bulurdu. Ne bu nemli, boğucu sıcaklara, ne insanların tepelerinde asılı gibi oluşan gökdelenlere ve ne de kazanmak, batmak gibi ticaret işlerine alışamamıştı. Bu ülkede her şey büyük, kocaman, rahatsız ediciydi, fırtınalarından çocuk gibi korkuyordu insan, yağmurları, sinemalarda görülen tufanlar gibiydi. Çalışma odasının penceresi altında biten otlar, sanki kutsal kitaptan çıkarılıp konmuşlardı oraya, insanın elini dağlıyorlardı. Uzun süre önce –Amerika’ya gelişinden hemen sonraydı– bir yangın görmüştü. Büyük bir otel yanıyordu. On yedinci katın pencerelerinden birinde bir kadın çırpınıyordu. Sonra aşağıya atmıştı kadın kendini. Sık sık gözünün önüne geliyordu bu sahne, nedense kadının Fransız olduğunu düşünüyor, uykusu arasında kadın ona ya ağlayan Persèphone’yi, ya da çok eski yıllara ait müzeleri anımsatıyordu. Büyük bir şair olabilirdi oysa.

Her şey ters gitmişti. Nedense Almanların soyluluklarına inanmış ve nedense şu sarışın budala kadına bağlanmıştı. Şimdi gene ateşin içine girecekti. Bu onun yaşamı değildi; bir yangındı bu… Yükseklerde bir yangın… Merdiven yoktu inip kaçmak için ve aşağıya atlamak korkunçtu, tüyler ürperticiydi… Paris’te bir kurşunla işini bitirebilir, ya da Cenevre gölüne kendini atıp boğulabilirdi… Ve çok da iyi olurdu bu…

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir