İlya Ehrenburg – Tröst

Yens Boot’un bebeklik yılları konusunda fazla bir bilgi edinmedik. Yalnız bir gün her nasılsa istakoz bıyığı yutmuştu, bu da onu deli gibi seven annesini çok üzdü. 1901 yılında bu yetenekli çocuğu Brüksel’deki kutsal Gudul Katedralinde görüyoruz. Elindeki günlük (buhur) kabını papaz efendiye uzatmakta, bir yandan da dantelalı cübbesinin beyazlığı ile Aziz Savaof’un hayranlığını kazanırken bir melek edasıyla “amin” demektedir. Fakat ilerleme tutkusu onun ruhbanlık mesleğinde kalmasına engel olmuştur. 28 Mart 1902’de mor bir piskopos cübbesi giymiş olarak onu vaaz kürsüsünde görmekteyiz. Ne var ki, hayli bol olan cübbenin içinde yalnız Yens Boot değil; çocukluk arkadaşı, ayakkabı boyacısı Jako ile yedi tane de serçe bulunmaktadır. Oyun arkadaşları iki günlük kabı ve bir tava yardımıyla öyle bir tempo tuttururlar ki, caz müziğini bulan kişinin ilk uygulamayı onlardan işittiği söylenebilir. Haşarı Yens Boot’u yaka-paça Aziz Fransis Çocuk Bakımevine götürdüler. Orada onu, pembe yanaklarını mıncıklayıp sarı saçlarını yolmak için can atan, bu arada Azize Tereza’ya yaşlı gözlerle dualar okuyan altı rahibe ile çocukcağızın günahkâr gövdesini şiş parmaklı elleriyle yoğurmaya hazırlanan rahip Benedikt beklemektedir. Rahip Benedikt öylesine büyük bir çaba gösterdi ki, Yens’in gövdeciği dörde, sekize, giderek on altıya katlanmaya başladı. Bu çabaların sonucunda biz onun 1904’te Paris’teki Medrano Kardeşler sirkinin gözbebeği olduğunu görüyoruz. Bu ayrıcalık, başı havalarda gezen çocuğun gözünü doyurmaya yetmemiş olmalıydı. Çünkü 16 Ekim 1906’da Medrano Kardeşler’den birini, talihsizliğe bakın ki, şişman olan Gaston’u ikiye katlamayı denedi. Ne yazık ki, bu girişimin, zavallı Gaston’un yemekte olduğu bifteğin göğsüne yapışmasından, bunun sonucunda da Yens’in sirkten kovulmasından başka bir yararı görülemedi.


İki gün sonra Yens, “Gambetta” adlı bir yolcu gemisine sığınıp aşçı yamağı göreviyle uzak ülkelere açılmak zorunda kaldı. On dört yaşına basmış bulunan Yens Boot, Amerika kıyılarını görünce hayli sevindi. Nasıl sevinmesin? İstakoz bıyığı yutmak, iyi yürekli Gaston’un gömleğini kirletmekten başka bir zevk tatmadığı Avrupa yaşamı biraz canını sıkmaya başlamıştı. Ama toy bir delikanlı için Amerika’da dikiş tutturmak kolay değildi. O nedenle tekrar Avrupa’ya dönerek, orada kaldığı üç yıl boyunca türlü türlü işlerle uğraştı: Ortaokula yazıldı, berber çıraklığı yaptı, bir Hint fakirinin yanında çalışarak kalabalık ortasında, yanan gazete yutma gösterilerine katıldı. 1910 yılının 3 Temmuzunda Kan’da bir plaj şemsiyesinin altına oturmuş olan Mis Jopl, Akdeniz’in verdiği esinle, kanatlı meleklerin döktükleri tüyler gibi hafif dalgaların resmini yapıyordu. O sırada şaşırtıcı bir şey oldu, dalgaların doğurduğu Andiomena örneği, sıcaktan kaçıp denizin serinliğine sığınan Yens Boot çıktı dalgalar arasından. Elimize geçen resimlere bakılırsa Yens Boot çok yakışıklı bir gençmiş. Öyle olduğu şundan belli ki, Mis Jopl onu hemen Seylan çayı içmeye çağırdı ve kendisine modellik etmesini istedi. Mis Jopl elli sekiz yaşındaydı. Modelinin tanrısal güzelliği fırçasının tual üzerinde rahat çalışmasına engel oluyordu. Ama ressamın tembelliği Yens’in iş becerme yeteneğine engel değildi. Mis Jopl ile bir yıl yaşadıktan sonra bu işi bıçak gibi kesip atmaya karar verdi: Mis Jopl’a içirdiği kimyasal bir bileşimle yetenekli ressamın yaşamına son vererek, Rivyera’da bir villaya, Yorkşir’de bir domuz sürüsüne ve “İngiliz Bankasına” yatırılmış yüklüce bir paraya kondu. Yens Boot o sırada Yorkşir’de değil, Nis’te, daha doğrusu Monte-Karlo’dan topu topu on sekiz kilometre uzakta bulunuyordu. Mis Jopl’un acısına yanıp tutuştuktan sonra biraz avunmak için buraya gelmişti.

Rivyera’daki villanın ederi olan göz kamaştırıcı parayı rulet masasında ileri sürerek; “On sekize koyuyorum!” diye haykırdı. “Top on birde” dedi krupye nazik bir sesle. Yorkşir’deki domuzların ederinin hepsini koydu Yens. “On sekiz!” diye bağırdı aynı inatçılıkla. Krupye çekine çekine; “Otuz dört,” dedi. Bu sefer Yens, franka çevirttiği, “İngiliz Bankası”ndaki bütün sterlinleri sürdü. “Gene on sekize koyuyorum!” Krupye alttan alan bir fısıltıyla; “Sıfır, efendim,” dedi. Yens Boot gazinodan ayrıldığında artık yoksul bir adamdı, ama mutluydu. Çünkü babası Monako prensinden kaptığı büyük oynama tutkusuna tamı tamına iki yüz yetmiş bin sterlin armağan etmişti ama karşılığında paha biçilmez bir deneyim kazanmıştı. Yens Boot kaybını hiç dert etmeksizin yeni bir mesleğe geçti: Bundan böyle kırk yaşını geçkin bayanlarla tango ve Boston dansları yapacaktı. Akşam saat 5 ile 7 arasında ipeklilere, kadifelere bürünmüş sarkık karınlara şaşmaz bir düzenle sımsıkı sarılıyordu. Her biri seksenle yüz kilo çeken bu sayın bayanlarla dans ederken Yens’in terin-suyun içine batması, tanrısal lanetin yerini bulduğunun bir kanıtıydı. Güzel dans bilen Yens arada bir genç kadınlarla da dans etmek istemiyor değildi, gelgelelim yakışıklı gencin bacaklarını sözleşmeyle kiralayan on bir geçkin bayanın kurduğu kulüp bunu ona yasaklamış bulunuyordu. Avrupa’nın yok oluşunu hızlandıran, uğursuz, felaket yağdırıcı 14 Ocak 1914 tarihine değin bu böyle sürüp gitti.

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

1 Yorum

Yorum Ekle
  1. whatttttt
    bu neee