Şeker Sokağı – Kahire Üçlemesi 3 – Necip Mahfuz

Mangalın etrafına toplanmış ellerini ısıtıyorlardı: Emine’ninkiler incecik ve kuru, Ayşe’ninkiler kaskatı, Hanafi Kadın’ınkiler ise kaplumbağa kabuğu gibiydi. Bembeyaz ve çok güzel olanlar Naime’ninkilerdi. Ocak ayının ayazı renkli yaygıları, duvar diplerine yerleştirilmiş divan ve sedirleriyle eski halini koruyan oturma odasının kuytu köşelerinde biriken suları donduracak kadar şiddetliydi. Tavandan sarkan büyük yağ lambasının yerini elektrik ampulü almıştı. Aile reisinin kalp sağlığı artık merdiven çıkmasına elvermiyordu. Günlük yaşamını kolaylaştırmak üzere evin üst katı olduğu gibi alt kata taşınmış; geleneksel kahve saati, eskiden olduğu gibi, ilk kattaki bu oturma odasında yapılmaya başlanmıştı. Ailenin reisiyle birlikte diğer fertleri de değişmişti. Emine bedenen kurumuş, saçları beyazlaşmıştı. Altmışların-daydı artık ama çok daha yaşlı görünüyordu. Öte yandan Ayşe’deki çöküntü ve bozulma, annesiyle kıyaslanamazdı bile. Saçları hala altın sarısı, gözleri hala masmaviydi ama ne acıdır ki, yanakları çökmüş, gözleri çukura kaçmış, bakışları hayatiyetini kaybetmiş, yüzü solmuştu. Bu hastalıklı görüntüsüyle otuz dört yaşında genç bir kadın olduğunu söylemek zordu. Yıllar Hanafi Kadın’ı da etkilemişti, ancak ondaki değişiklik daha az belirgindi. Hâlâ şişman, hâlâ etli butluydu ama vücudundaki yağ rezervi, bir kabuk ya da yaşam tortusu gibi, artık boynuna ve ağzının etrafına da yığılmış; ailenin yıllar boyunca sessizce paylaştığı acısı bakışlarına yansımıştı. Naime, mezarlıkta büyüyen bir gül gibi diğerlerinden ayrışmaktaydı.


On altısında çok güzel bir genç kız olup çıkmıştı. Başım bir hale gibi saran altın saçları ve yüzünü süsleyen mavi gözleriyle bir zamanlar annesinin, Ayşe’nin olduğu kadar güzel, hatta ondan da çekici ama bir gölge kadar ruhsuzdu. Yumuşacık, hülyalı bakışlarında öyle bir safiyet ve masumiyet vardı ki, sanki bu dünyadan değildi. Ondan bir an bile ayrılmak istemiyor gibi sokulmuştu annesine. Hanafi Kadın mangala tuttuğu ellerini ovuşturarak, “İnşaat bu hafta bitecekmiş… bir buçuk yıldır sürüyor” dedi. “Meşrubatçı Bayumi Amca’nın inşaatı” dedi Naime alaycı bir sesle. Ayşe bakışlarını mangaldan alıp Hanafi Kadm’a dikti ama bir şey söylemedi. Meşrubatçı Bayumi Amca’nm merhum Muhammed Rıdvan Bey’in evini yıkıp yerine dört katlı bir bina yaptırdığı malumdu. Bu proje, nerede ve nasıl olduğunu kimsenin bilmediği Meryem’e, Meryem’in Yasin’den ayrılmasına, Meryem’in annesine ve Meryem’in annesinin meşrubatçı Bayumi ile evliliğine dair anılan dep-reştirmişti. Bayumi miras yoluyla önce evin yan hissesine sahip olmuş, diğer yansını da merhum kansmın kızı Meryem’den satın almıştı. O zamanlar hayat dertsiz, tasasızdı ve yaşamaya değerdi. Hanafi Kadın sürdürdü: “En güzel yeri Bayumi Amca’nın meşrubat, dondurma ve tatlılannın satılacağı yeni dükkân Hanımım. Her yerde aynalar, ampuller var ve gece gündüz çalan bir radyo. Berber Haşan, fasulyeci Derviş, sütçü el Fuli ile kuruyemişçi Sari’ye üzülüyorum. Eski arkadaşlarının apartmanını, kendi kınk dökük dükkânlanndan seyretmek durumunda kalacaklar.

” Emine şalına iyice sannıp, “Allahın lütfü işte, şükürler olsun…” dedi. “Bina bizim çatıyı bloke ediyor” dedi Naime kollan annesinin boynunda. “Orada birileri oturmaya başlayınca çatıya çıkamaz olacağız.” Emine güzel torununun bu sözlerine en azından Ayşe’nin hatm için kayıtsız kalamazdı. “Aldırma. Kim taşınırsa taşınsın, sen bildiğin gibi yap” deyip, sözlerinin etkisini görmek için Ayşe’ye baktı. Kızı için o kadar endişeleniyordu ki, ondan korkar olmuştu. Neyse ki, Ayşe, kendi odasıyla babasının odası arasındaki şifoniyerin üstünde duran aynada yüzünü incelemekle meşguldü. Anlamını yitirmiş de olsa, bu huyundan hiç vazgeçmemiş; ama yüzünün giderek solmasını zamanla umursamaz olmuştu. İç sesi, “Nerede o eski Ayşe?” diyecek olsa kayıtsız kalır, “Pekiyi, nerede oğulları Muhammed ile Osman ve kocası Halil?” diye sorardı. Emine kızına bakarken yine hüzünlenmiş; Hanafi Kadın bunu hemen hissetmişti. Ailenin üzüntüsü onun da üzüntüsüydü. Naime yerinden kalktı. Biri yemek odası, diğeri hole açılan iki kapının arasındaki radyoya yaklaşıp, “Plak saati Anne” diyerek açtı. Ayşe yaktığı sigaradan derin bir nefes çekti.

Emine mangalın üzerine ince bir bulut halinde yayılan sigara dumanına baktı. Radyodaki ses, “O eski güzel günlerin dostlukları, geri gelmelerini ne çok isterdim” diye bir şarkı söylüyordu. Naime kalın şalına iyice sarınıp tekrar yerine oturdu. Annesi gibi, o da şarkı söylemeyi çok seviyordu. Şarkıyı ezberleyip kendi güzel sesiyle söyleyebilmek için dikkatle dinlemekteydi. Genç kızın duygusal yaşamına hükmeden dini inançları müziğe ilgisini etkilememişti. İbadetini aksatmaz, on yaşından beri her Ramazan oruç tutardı. Sık sık ruhlar âleminin sırlarına dair düşüncelere dalar; anneannesinin el Hüseyin Camii’ni ziyaret önerilerini büyük bir zevkle hemen kabul ederdi. Bununla birlikte, şarkı söylemekten hiç vazgeçmez; odasında veya banyoda, ne zaman yalnız kalsa şarkı söylerdi. Naime, Ayşe’nin karanlık ufkunda parlayan yegâne umuttu. Dolayısıyla, ailesinden geriye kalan bu tek çocuğunun yaptığı her şey makbulüydü. Kızının dindarlığı kadar sesiyle de gurur duyar; kendisine fazlasıyla düşkün olmasından yakınmadığı gibi, bunu teşvik eder ve bu konuda kimseye laf ettirmezdi. Zaten, en ufak eleştiriye tahammülü yoktu. Evden hiç çıkmıyor, bütün gün kahve ve sigara içmekten başka bir şey yapmıyordu. Annesi -sırf kızını oyalamak için- ev işlerine yardım etmesini isteyecek olsa sinirlenip, “Uğraşma benimle” der; yorulur korkusuyla Naime’ye de iş yaptırmadığı gibi, parmağını kıpırdatmasına izin vermezdi.

Naime yorulmasın diye onun yerine namaz bile kılabilirdi. Emine, bu konuda kızını sık sık paylardı. Naime’nin neredeyse evlenecek yaşa geldiğini ve ev işlerini öğrenmesi gerektiğini söylerdi ama Ayşe kızar, “Görmüyor musun, zaten ruh gibi. İş yapacak hali mi var onun? O benim tek umudum” derdi. Emine’nin kalbi kırılır ama ses etmezdi çünkü paramparça umutların kızının varlığında adeta somutlaştığını görür; hayatiyetini kaybetmiş gibi duran o mutsuz yüzü onu perişan ederdi. Kendisine ne kadar sert ve kaba davranırsa davransın, kızını üzmemek için her şeye tahammül eder, şefkatini eksik etmezdi. Ayşe sigara içerken radyodaki ses, “Eski güzel günlerin dostlukları…” diye şarkı söylemeyi sürdürüyordu. Kendini bildi bileli şarkı söylemeye bayılırdı. Acı ve umutsuzluk bu sevgiyi yok edememiş, hatta daha da artırmıştı çünkü şarkı sözlerinin çoğu hüzünlü ve melankolikti. O eski güzel günlerin dostluklarını hiçbir şey geri getiremezdi elbet. Onun o mutlu evi neredeydi şimdi? Neredeydi o iyi kocası? Oğullan Osman ve Muhammed neredeydiler? Onu geçmişten kopanp alan sadece sekiz yıl mıydı? Bazen geçmişin sadece bir hayal olup olmadığından kuşku duyuyordu. Emine, bu şarkılan nadiren severdi. Onun için radyonun tek cazip yanı haberler ve Kuran okumalanydı. Şarkı-lann hüzünlü sözleri onu tedirgin ediyor; bunlann kızının üstündeki muhtemel etkilerinden korkuyordu. Bir defasında, “Sana da cenazelerde yakılan ağıtlar gibi gelmiyor mu?” diye sormuştu Hanafi Kadın’a.

Ayşe hiç aklından çıkmıyordu. Kendi tansiyon sorununu bile unutmuştu Emine. İç huzurunu, sadece el Hüseyin Camii ve diğer azizlerin türbelerine yaptığı ziyaretlerde buluyordu. Kocası sağ olsun, artık özgürdü ve bu kutsal mekânlara ihtiyaç duyduğu her an gidebiliyordu. Ne ki, eski Emine değildi artık. Çektiği acılar ve sağlık sorunlan onu çok değiştirmişti. O olağanüstü sabrından, hamaratlığından, ev idaresindeki titizliği ve çalışkanlığından yıllar içinde çok şey kaybetmişti. Kocası Ahmet ve oğlu Kemal’e hizmet hariç, ev işleri artık umurunda bile değildi. Mutfakla kileri Hanafi Kadın’a devretmiş, gözetim ve denetimle yetinir olmuştu ki, bu görevinde bile ihmalkâr davranabiliyordu. Evin bir ferdi haline gelmiş olan yardımcısı Hanafi Kadın’a itimadı tamdı. Hanafi Kadın ömrü boyunca ona arkadaşlık etmiş, iyi ve kötü günlerini paylaşmak suretiyle ailenin bir parçası olup neşeyi de, acıyı da onlarla birlikte yaşamıştı. Şarkıya dalıp uzun süre hiç konuşmadılar. Derken, Naime, “Bugün yolda arkadaşım Selma ile karşılaştım. İlkokula birlikte gitmiştik. Önümüzdeki yıl bakalorya sınavına girecekmiş” dedi.

“Büyükbaban izin verseydi sen de okur, Selma’yı bile geçerdin. Ama razı olmadı” diye cevap verdi Ayşe kızgın bir sesle. Ayşe’nin kızgınlığı Emine’nin gözünden kaçmadı. “Büyükbabasının belirli bir görüşü var ve bu görüşünü değiştirmeye niyetli değil. Yorgunluğa gelemeyen bu kırılgan sevgilinin çok çalışması gerekeceğini bile bile okula devam etmesini ister miydin?” diye sordu. Naime, “Keşke eğitimimi tamamlasaydım. Artık bütün kızlar okula gidiyor” dedi esefle. “Okula gidiyorlarsa talipleri çıkmadığı içindir. Ama senin gibi bir güzel…” dedi Hanafi Kadın okumayı önemsemeyen bir tavırla.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir