Necip Mahfuz – Cebelavi Sokağının Çocukları

Burada anlattığım, sokağımızın hikayesi, daha doğrusu hikayeleridir. Ben sadece son zamanlarda, yani benim zamanımda yaşanan olaylara tanık oldum, ama onları da hikaye anlatma geleneğimiz tarzında anlattım. Sokağımızda yaşayan herkes, kahvehanelerde duyduğu veya nesilden nesile aktarılan bu hikayeleri anlatır; burada yazdıklarım sadece bu kaynaklara dayalıdır. Ne zaman sosyal bir etkinlik için bir araya gelinse, hikayeler anlatılır. Birilerinin morali bozuksa, dertliyse veya bir nedenle aşağılanmışsa, sokağımızın yukarısında, çöle açılan ucunda bulunan konağı işaret ederek, kederli bir ifadeyle, “Orası büyükbabamıza ait, bizler onun çocuklarıyız, onun mallarında hakkımız var. Neden açız peki? Bunu hak etmek için ne yaptık?” der. Sonra da sokağımızın ileri gelenlerinden Edhem ile Cebel’ in, Rıfat ile Kasım’ın hikayelerini anlatır, hayatlarını aktarır. Ama büyükbabamız gerçekten bir muammadır! İnsanların hayal bile edemeyeceği kadar uzun yaşadı ve o uzun hayatı deyimlere kaynak oldu. Evinde yıllarca etrafındakilere kayıtsız kalıp oturdu, kendini oraya kapattığından bu yana kimse onu görmedi. Yaşlılığı ve yalnızlığı ile ilgili hayret verici hikayeler anlatılır, ama hayal gücü ve dedikodunun da bunlarda rolü olabilir. Her neyse, onun adı Cebelavi’ydi ve sokağımız adını ondan aldı. O, bu sokaktaki her şeyin, herkesin ve etrafındaki çölde bulunanların sahibi. Bir defasında bir adamın onun hakkında şöyle dediğini duydum: “O bizim sokağımızı yarattı ve bu sokaktan dünyanın en önemli yeri olan Mısır doğdu. Burası bomboş, ıssız bir yerken burada yaşadı; kudreti ve hükümdarın nezdindeki konumu sayesinde buranın efendisi oldu. Onun gibi biri bir daha dünyaya gelmez.


Sert bir adamdı; vahşi hayvanlar bile onun adını duyunca korkardı.” Başka birisinin de şöyle dediğini duy- 6 dum: “Gerçekten asil bir adamdı. Başka önderlere benzemezdi. Haraç toplamazdı, kibirli değildi, mütevazı insanlara iyi davranırdı.” Daha sonraları bazı insanlar ondan söz ederken, makamına ve saygınlığına uygun olmayan bir şekilde konuşmaya başladı -insanlar nasıldır, bilirsiniz. Onu konu alan konuşmalar bana hep büyüleyici gelirdi, hiçbir zaman sıkılmazdım. O konuşmaların etkisinde kalıp kaç defa onu görebilme umuduyla yüksek konağının etrafında dolanmışımdır, ama boşuna! Kaç defa muazzam dış kapısının önünde durup kapının üzerinde bulunan doldurulmuş timsaha bakakalmışımdır. Kaç defa Mukattam Çölü’nde, yüksek duvarlarından pek de uzak olmayan bir noktada oturup evi çevreleyen dut, firavun inciri ağaçlarının ve palmiyelerin tepesinden ve hiçbir hayat belirtisi göstermeyen kapalı pencerelerden başka bir şey görememişimdir. Bizi hiçbir zaman görmeyen ve hiçbir zaman göremediğimiz bir büyükbabamız olması hüzün verici değil midir? Bizler pislik içinde yaşarken, onun kendini o konağa kapatması tuhaf değil midir? Bizi bu noktaya getirenin ne olduğunu merak ediyorsanız, işte size hikayelerimiz; Edhem, Cebel, Rıfat ve Kasım hakkında her şeyi öğreneceksiniz -ama bunların hiçbiri sizi rahatlatmayacak, avutmayacak. Büyükbabamız kendini evine kapadığından beri onu kimsenin görmediğini söylemiştim. Bu durum kimseyi pek rahatsız etmiyordu, zira halkın önem verdiği tek şey, büyükbabamızın bütün mülklerini kapsayan vakfı ve herkesin dilinde olan On Şart’ıydı. Doğumumdan önce başlayan bu ihtilaf bu şekilde ortaya çıkmıştı ve şiddeti nesilden nesile artıp günümüze -hatta geleceğe- ulaşmıştı. Dolayısıyla sokağımızdaki insanları birbirine bağlayan yakın aile ilişkilerinden söz ettiğim zaman alay konusu olmasını istemiyorum. Biz büyük bir aileydik, hala da öyleyiz ve hiçbir yabancı aramıza karışamamıştır. Sokağımızda yaşayan kadın, erkek, herkes birbirini tanır; ancak hiçbir sokakta bizimkinde görülen türden korkunç kavgalar görülmemiştir, hiç kimse bizim kadar saflara bölünmemiştir, zira burada birkaç doğru dürüst adam varsa bile, elleri sopalı, kavgaya hazır adamların sayısı onun on katıdır.

Hatta buranın sakinleri güvenlikleri için haraç ödemeye, itaat 7 etmeye ve boyun eğmeye alışıktır; yaptıkları veya söyledikleri en ufak bir şey için, hatta yanlış bir şey düşündükleri için sert bir şekilde cezalandırılırlardı. İşin tuhafı, civardaki başka sokaklarda, Atufta, Kafr el-Zaghari, el-Darasa veya el-Hüseyniye sokaklarında yaşayan insanlar, sokağımıza ait mülklerden ve güçlü kuvvetli erkeklerimizden dolayı bizi kıskanırlar. Mülkün ve koruma altındaki bir sokağın zenginlik ve yenilmez koruyucular anlamına geldiğine inanırlar. Bu doğrudur, ama bilmedikleri şey, zulüm altında ezildiğimiz, sefalet içinde, sineklerin ve bitlerin arasında yaşadığımız, kırıntılarla yetindiğimiz ve yarı çıplak bir halde dolaştığımızdır. Koruyucularımızın çevremizde ve tepemizde kasıla kasıla yürüdüklerini görüyorlar ve hayran kalıyorlar; bizim de tek avuntumuz, konağa bakıp, hüzünle ve acıyla şöyle demek: “Buraların efendisi Cebelavi orada işte. O bizim büyükbabamız ve biz onun torunlarıyız.” Ben, sokağımızın son zamanlarına tanık oldum ve sokağımızın itaatkar bir oğlu olan Arifin buraya gelişi ile meydana gelen olayları yaşadım. Sokağımızın hikayelerinden bazılarını kaydetme imkanını yakalamam, Arifin arkadaşlarından biri sayesinde olmuştur. Bir gün bana şöyle dedi: “Sen, yazmasını bilen az sayıdaki insandan birisin, neden sokağımızın hikayelerini yazmıyorsun? Bu hikayeler hiçbir zaman doğru sırasıyla anlatılmadı, anlatılsa bile, anlatıcılarının kaprislerine ve önyargılarına maruz kaldı; bu hikayeleri dikkatli bir şekilde, toplu olarak yazsan harika bir şey olur, o zaman herkes bu hikayelerden yararlanabilir. Ben de sana bilmediklerin konusunda yardımcı olurum, gizli bilgiler veririm.” Bu tavsiyeye uydum, çünkü hem bana çok iyi bir fikir gibi göründü hem de bu tavsiyede bulunan kişiyi çok severim. Sokağımızda yazı yazma üzerine bir kariyer sahibi olan ilk kişi benim, bu çok aşağılanmama ve alay konusu olmama neden olsa da. Benim işim, ezilenlerin, muhtaç insanların dileklerini ve şikayetlerini yazmaktı. Her ne kadar bir sürü çaresiz insanın bana ihtiyacı varsa da, ben de sokağımızın dilencilerinden çok daha varlıklı değilim; ama o kadar çok insanın sırlarına ve üzüntülerine ortak oluyorum ki kederli ve kalbi kırık bir adam haline geldim. 8 Ancak burada kendimi veya kendi dertlerimi yazmayacağım, bunlar sokağımızın dertlerinin yanında hiç kalır -tuhaf hikayeleriyle tuhaf sokağımızın! Bütün bunlar nasıl oldu? Ardında neler yatıyordu? Peki, mahallemizin çocukları kimlerdi?

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir