Adorno Walter – Benjamin Üzerine

Hitler’in cellatlarından kaçarken hayatına son veren düşünürün adı, erken dönem çalışmalarının belli çevrelere açık olma özelliğine ve geç dönem çalışmalarının parçalar halinde olmasına rağmen, o zamandan bu yana geçen on beş yıl içinde saygınlık kazandı. Bir insandan ve yapıttan büyülenmek, bu insana doğru manyetik bir çekim ya da nefret dolu bir karşı koyuştan başka bir şeye olanak vermiyordu. Sözlerinin bakışları nereye çevrilirse, orası, adeta radyoaktiviteye maruz kalmış gibi değişime uğruyordu. Sürekli yeni görüşler üretme yeteneğini -ki bunu eleştirel yoldan, kabul edilen düzeni aşmaktan ziyade, bu düzenin onun üzerinde hükmü yokmuşçasına konuya kendi içsel düzenlemesiyle yaklaşarak yapıyordu- açıklamaya “özgün” kavramı dahi yetmezdi. Bitip tükenmeyen yeni fikirlerinin hiçbiri sıradan değildi. Çağdaş resmi felsefenin sadece biçimsel olarak tartıştığı tüm özgün deneyimleri bizzat yaşayan özne, aynı zamanda bu deneyimlerde hiç payı yokmuş gibi görünüyordu; tıpkı öznenin tavrında ve aynı zamanda anlık-kesin ifade sanatında alışılagelmiş anlamda kendiliğindenlik ve coşku unsurunun tamamen eksik olması gibi. Gerçeği üreten ya da düşünerek gerçeğe varan değil, bilgi edinmenin en iyi yolu lO Walter Benjamin Üzerine olarak, gerçek üzerine düşünen ve gerçeğin, düşünceleri üzerinde tortusunu bıraktığı bir insan izlenimi yaratıyordu. Geleneksel ölçülerle felsefe yapmak onun işi değildi. Kendi buldukIarına katkısı, canlı ya da “organik” bir şeyler değildi. “Yaratıcı” benzetmesiyle uzaktan yakından alakası yoktu. Düşüncesinin öznelliği daralarak, özgül bir farklılığa dönüşmüştü. Zihninin isteksizlik unsuru, bunun biricikliği, geleneksel felsefi yöntemler açısından tesadüfi, geçici ve tamamen hükümsüz sayılabilecek bu reddedişteki öznellik, onda zorunluluk olarak ortaya çıkıyordu. “Bilginin içinde en bireysel olan, en genel alandır” türncesi adeta onun için yazılmıştır. Toplumsal bilinçle müspet bilimler bilincinin birbirine kökten farklılık gösterdiği bu çağda her tür fiziksel benzetmeye yoğun bir şüpheyle yaklaşılmasaydı şayet, Benjamin’de entelektüel atom parçalanmasının yarattığı enerjiden söz edilebilirdi gerçekten. Onun azmi, çözülemeyecek şeyleri çözüyordu; tam da burada, kuru gerçeğin ördüğü duvarın tüm tözsel aldatmaca olanı zorla engellediği yerde özü yakalıyordu.


Alışılagelmiş şekilde ifade edilecek olursa, özeli genelin örttüğü ya da genelin sadece özelden soyutlandığı bir mantıktan kurtu.lmak, onu harekete geçiren şeydi. Benjamin, ne özün otomatik bir işlemle damıhimaya razı olduğu, ne de özün şüpheyle karşılandığı yerde kavramak istiyordu özü: Onu, anlarnca birbirlerine uzak olan öğelerin oluşturduğu yapıdan, bir yönteme bağlı olarak bulup çıkarmak istiyordu. Rebus*, Benjamin’in felsefesinin modeli haline gelmiştir. Ancak Benjamin’in felsefesinin zarif karşı konulmazlığı, felsefesinin kasıtlı hamlığıyla başa baş gider. Karşı konulmaz oluşu, ne Benjamin’in kendisine hiç yabancı olmayan büyülü etkiden kaynaklanmaktadır, ne de öznenin söz konusu durumlarda çaresiz sonu olan “nesnellikten”. Karşı konulmazlığı daha çok, normal şartlarda aklın kendi bölünmüşlüğünden ötürü sanata terk ettiği, ama teoriye dönüştürüldüğünde hayal olmak- • Rebus: Bir tür resimli bilmece; resim ve işaretierin birlikte kullanıldığı bir bilmecc türüdür. Çözüm bir sözcük ya da tümeL-dir. Örneğin bir “bardak” resmi verilir ve resmin yanına O;ç) yazılır. Bu durumda sözcüğün 1. harfi “b” yerine “f:,”, çözüm ise “çardak” sözcüğüdür. (c.n.l Walrer Beniamin’in Porrresi ı ı tan çıkıp benzersiz bir değere, mutluluk vaadine yönelişinden kaynaklanıyordu. Benjamin’in söylediklerinde ve yazdıklarında düşünce, sanki masal ve çocuk kitaplarının vaatlerini -kaba bir olgunlukla reddetmek yerine- olduğu gibi alıyor ve böylece bu vaatlerin gerçekleşmesi anlaşılır oluyordu.

Benjamin’in felsefi topografyasında vazgeçiş temelden reddedilir. Onunla ilgili bilgi edinen herkes, tıpkı kilitli kapıların çatlaklarından noel ağacının ışığını gören bir çocuk gibi hissederdi kendini. Ama bu ışık aynı zamanda aklın ışığı olarak, gerçeğin güçsüz aksini değil, bizzat kendisini vaat ediyordu. Benjamin’in düşünce sistemi yoktan yaratmak değil, var olandan kucak dolusu armağan vermekti; uyum ve nefsi idamenin, duyular ve aklın birleştiği hazza dair yasakladığı her şeyi telafi etmek istiyordu. Proust üzerine bir makalesinde mutluluk isterneyi bu ülküdaşı yazarın güdüsü olarak göstermişti1 • Burada Alman dilinin en mükemmel iki çevirisine -A l’omlıre des jeımes filles en fleurs ve Le a>te de Gııermmıtes’in çevirileri- borçlu olduğumuz bir tutkunun kaynaklarını görmek yanlış olmayacaktır. Ancak nasıl ki mutluluk isteği Proust’ta Rec/ıerche du temps perdıt’da ölümle biten “hayal kırıklığı romanı”nın yoğun ağırlığı altında en dip noktasına ulaştıysa, Benjamin’de de esirgenen mutluluktan vazgeçmemek, felsefe tarihinin aslında -bulutsuz günlerin ütopyasında olduğu gibi- çok az değindiği bir materne mal olmuştu. Benjamin’in Kafka’ya olan yakınlığı Proust’a olan yakınlığından daha az değildir. Yazmaya razı olsaydı şayet, bizim için değilse bile sonsuz umut olduğu, metafizik kitabının sloganı olabilirdi. Teorik olarak en gelişmiş eseri olan Barok Kitabı’nın merkezinde, son gizli kurtuluş alegorisi olarak matemin oluşturulması da boşuna değildir. Anlamların uçurumuna yuvarIanan öznellik, “mucizenin resmi kefili olur, çünkü bu ilahi olayı o haber verir”2. Benjamin her döneminde öznenin yok oluşunu ve insanın kurtarılmasını birlikte düşünür. Bu, Benjamin’in mikrokozmik figürlerinin izinden gittiği makrokozmik eğriyi tanımlar. Çünkü Benjamin’in felsefesindeki farklılık, felsefesinin netleşme şeklidir. Nasıl ki Benjamin’in düşünce biçimi, sürekli yeni yaklaşımlarla sınıflandırılmış olan felsefenin dışına çıkmaya 12 Walrer Benjamin Üzerine çalışır, onun için tüm umutların ilkörneği de şeylerin ve insanların ismidir ve Benjamin’in bilinci, bu ismi yeniden şekillendirmeye çalışmaktadır. Benjamin burada, idealizm ve bilgi kuramma kafa tutan, düşünsel kalıplarından çok “şeylerin kendisi”ni arayan, fenomenolojide ve onu takiben varlıkbilimsel akımlarda kurallara uygun biçimde ifade bulan genel eğilimin içinde görünür.

Ancak düşünürler arasındaki belirleyici farklılıklar nasıl nüanslarda gizliyse ve en uzlaşmaz olanlar birbirine benzer olsalar dahi farklı merkezlerden çıkmışsa, Benjamin’in somut olanın bugün kabul gören ideolojisiyle ilişkisi de öyledir. Benjamin, zaten karmaşık hale gelmiş kavramın maskesi olan bu ideolojinin iç yüzünü görmüştür ve tarihsel diyalektiğin malzemesinin çıktığı varoluşçu-varlıkbilimsel tarih kavramını damıtılmış bir öz olarak görüp yine aynı şekilde reddetmiştir. Benjamin, Nietzsche’nin olgunluk dönemine ait olan, gerçeğin zamandan bağımsız genel olanla birebir örtüşmediği, aksine sadece tarihsel olanın mutlak olanı belirlediği yönündeki eleştirel görüşünü belki de hiç tanımadan kendi yönteminin esası olarak görüp onun izinden gitti. Bu düşüncenin şeması henüz tamamlanmamış başyapıtıyla ilgili bir notta, “sonsuz olan her durumda, bir düşünceden çok bir elbisenin kırmalı süsüdür”3 sözleriyle ifade edilir. Ama burada belirtmek istediği asla, Simmel’in biçim ve yaşama dair sade metafiziğini Der Henkef’de, Der Sclıaııspieler’de ya da Venedik’te gösterdiği gibi, kavramları renkli tarihsel nesneler üzerinden açıklamak değildir. Aksine kültür konformizminin esaretinden kurtulmak için gösterdiği ümitsiz çaba, fikirler için vazgeçilebilir örnekler olarak kalmayan, ama emsalsiz oluşlarıyla fikirleri bizzat tarih olarak tesis eden tarihteki belli oluşumlar içindir. Bu durum Benjamin’i deneme yazarı olarak ünlendirdi. Bugün dahi yetenekli bir “literatör” -kendisini antika bir koketlikle böyle tanımlayabilirdi- olarak ün sahibidir. Benjamin’in felsefenin yıpranmış konularına ve jargonuna -kendisi bu jargona “pezevenk d ili” demeyi alışkanlık haline getirmişti- yüz çevirmesindeki gerçek niyetinden ötürü, deneme yazarı klişesinin tamamen yanlış anlama olduğu rahatlıkla söylenebi- Walrı:r Benjam in’in Portresi 1 3 lir. Ancak düşünsel oluşumların etkisi konusunda yanlış anlamaları mazeret göstermek çok işe yaramaz. Böyle bir mazeret, -yazar bu konuda ne planlamış olursa olsun- içeriğin kendi tarihsel kaderinden, hatta yazarın bu konuda ne düşündüğünden bağımsız olarak varolmasını şart koşar; böyle bir şeyi prensipte, hele de Benjamin gibi çok katmanlı ve kırılgan bir yazarda şart koşmak mümkün değil. Yanlış anlamalar, iletişimsiz olanın iletişim aracıdır. Olduğu gibi kalmaya devam eden -Benjamin’in sandık odasına kaldırdığı- o kavramlar mumyasını aramaktansa, Paris Pasajları hakkında bir makale yazmanın, “varolanın varlığı” konusundaki düşüncelerden daha fazla felsefe içerdiği yönündeki meydan okuma, Benjamin’in yapıtlarının anlamını daha iyi gösterir. Benjamin bu arada edebiyatçı ve düşünür arasına çekilen seti kabul etmeyerek, gözle görülen zorunluluklardan kendi anlaşılır erdemini yarattı. Üniversiteler onu reddetti -ki onlar için utanç vericidir bu-; oysa tıpkı Kafka’nın gönlünde sigartacılığın yatması gibi, Benjamin’in içindeki antika ruh da buna benzer ironik bir biçimde akademik olana ilgi duyuyordu.

Üstün zekalı olduğu yönündeki hain suçlama yaşamı boyunca peşini bırakmadı: Aklın emrinde olan ve aklın yabancılaştırdığı insanın çektiği acılar, sanki -sadece luzlı yaşanan ikili ilişkilerin dengesini bozduğu için- Benjamin’e verilmiş metafiziksel bir ölüm fermanıymış gibi, varoluşçu, çıkarcı bir kodaman4 ona “şeytanın çarptığı” diye hakaret etmişti. Oysa Benjamin sözlere karşı şiddet uygulamaktan kaçınırdı; safsatacılıkla uzaktan yakından ilgisi yoktu. Bakışları hiçbir polemik niyeti olmadan, iradedışı olarak, alışılagelmiş dünyayı, dünyanın sürekli ışık kaynağı olan güneşin tutulmasında gösterdiği için nefret uyandırıyordu aslında. Ama bunun yanında doğasının hiçbir şeyle kıyaslanamaz oluşu, hiçbir taktiğin bunu değiştirememesi, Cumhuriyet’in dehalarıyla oyun oynama yeteneği olmayışı, kendi ayaklarının üzerinde durarak ve destek almadan denemeci yazar olarak hayatını kazanmasını sağlıyordu. Bu, Benjamin’in sağgörüsünün canlılığını artırıyordu. Sessizce, kıs kıs gülerek, felsefe dinazarlarının dev iddialarının kofluğunu gösterıneyi öğrenmişti. Benjamin’in tüm söyledikleri merkeze aynı uzaklıktadır. Literarisclıe Welt ve Frankfurter Ze- 14 Walrer Benjamin Üzerine itımg’da yayınlanan makaleleri, onun inatla takip ettiği amaçlarını, kitapları ve Zeitsclırift für Sozialforsclıımg’daki kapsamlı yazılarından daha az ortaya koymaz. Benjamin işte bu nedenle, gerçeklerden hiç ödün vermeden, Tek Yö11* adlı kitabında yer alan, “tüm canalıcı vuruşlar sol elle yapılıyor”5 özdeyişinin peşinden gitmiştir. Yapmacık debi oyunlar, henüz ortaya çıkacak başyapıtın etütleri gibidir, ki Benjamin bu tarza aynı zamanda tamamen şüpheyle yaklaşır.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir