Azad Ziya Eren – Özenle Unutulmuş Parçalar

BİR DAL ZEYTİN, BİR DAL PEYGAMBER KEMİGİ, BİR DAL OGUL. Omurgama omurganı dövdürüyorum kırmızı. Firavun faresinin aşkı, yağmur kuşunun çölü büyüyor orada. Ayrık otlarına yenilmiş bahçenin ağrısı Her yaprağında ayrı zonkluyor çocukluğun. Yıkım kilerleri Kartaca’nın. Babilonya’nın eksik sayfaları. Esrarı yorgun Piramitlerin. Taş harçları maşeri Surların. Kıyı çakılları gibi ufalıyor Tarih onuncu gözünde köprünün. Omurgama omurganı dövdürüyorum kırmızı. Firavun faresinin aşkı, yağmur kuşunun çölü ölüyor Gerçeklik yanılsamanın kanında ve kınında uyuyor anne … İlk harfine düşen yeryüzü olmak istedim. Gece salınımlı bir sarmaşıkla dolanmak Ölüm fırtınasında boynuna, ayaklarına. İlla saçlarına geçmiş çiçekleriyle kaplı.


Dövülmüş bir yeşillik gibi ömrün derisinden Yaşananlardan soyunmak nasıldır anne? Telaşla sordum ağır cevapla. Hangi yoldan gidilir gözün hafızasını yıkayacak 10 O büyülü gölağzına? Zümrüt mağaranda okşanmış başımla kalayım. Senelerin hükmü geçmeyecek mazrufuyla sütünün Yorulmadan şakıdı ormanda ardıçkuşu. Yorulmadan göl, Yorulmadan söğüt, Yorulmadan gece. Orada rüzgarın ilk iskeletinde Aşka ve özgürlüğe açılmış Bir dağyolu uzadı kırmızı sarhoş bi r şişede. Ellerin omurgamda uzadı anne. Ellerinde ağyar damarlar. Bir dal zeytin, bir dal peygamber kemiği uzadı … İlk harfine düşen yeryüzü olmak istedim. Ne çok sevilirse kuşkusuz Boş sokaklarından geçmek harflerinin. Öyle sevilmeli gitmek de Dönmek gibi apansız üstünden yeryüzünün. Kartaca uzakta. Çok derinlerde Babilonya Yüzyıllar böylelikle büyüdü. Ellerim omurganda öyle büyüdü anne. Ellerimde yetim damarlar. Bir dal zeytin, bir dal peygamber kemiği, bir dal oğul… 11 ATEŞKANAT Yığınlarca kemik tıkırdıyor günlerdir, sırtüstü oluyor sedirlikte her şey, sağlıkla bakan tek irisi yok kazıcıların, kara kaplı bir kav tutuşuyor oyuk içlerinde, od’u ebedi bir elin kıskacından harlanıyor telaşla, iskeletini gevşetiyor pencerem, fundalıkta kanatsız tüyler döneliyor ve ben çıkardığım tası tutuyorum yığınına otların, mezar gibi soğuyor mermer kırıklarına uzanmış her doğram, ateşkanatlı akşam yelpazeleri takınıyorlar ve beklentili bir kayık duruyor tedirgin eteklerinde, ölümcül noktürnün kalıntıları tüm bunlar, yokken, tekken, ücrayken görünen, kazdıkça derinleşen görüntüde … KAN AKÇESİ Yalnızlaşmış ruhunu, bahar teriyle nemledi, taze suyunu emen toprağın ağzıyla istedi yüksek sesle akçesini kan, biliyorum o yıkıntının gölgesinde harlanan gözlerin andıyla serpildi aşkı deniz hikayesiyle büyümüş çay balığının, yolda yarı alınışıyla karanlık avluya, güneşin sırtına da göz istendi, biraz şarap artık biraz şarap, ben gibi içmezin dudağına çalmaya kızıl telli lir, ve çağırmaya çan sesleri unutulmuş, unutulmuş korusundan belleği… 12 ÜSTDERİ Ne söylendiyse eritti şömine, en çok devletin başağı dik başlıydı ilk çağdan, “there’s only one world” baudrillard “but we live in different world”, çıngırakların kı rıtmasıyla, tren gibi şimdi batıya katlanır ritimli kayalarıyla dünya, ardından bir incibalığı sıçrar dizlerimin altından göle, boynumda hissederim, üstderiye ait elbisemden başka neyim var . ? İNCE DÖKÜŞLÜ SU VE AYAKTAKIMI Ben ki yalnızca sevmek isterdim Sizi, kırları, yaz akşamlarını. Bir kadın eli gibi geçsin İsterdim saçlarımdan rüzgar Kemal Burkay Armayel ve Garmayel’e … İyiliği ölüler’in mezarbaşına Altın ibrikle ince döküşlü su Eğilim yeşertmez ayaktakımı istilasında … 16 Sen Bence Taş Ben Sence Irmak Korosu Bir dudağın eğninde bırakılır en güzel yaz’lar Ve aşkları orada zırhsız bir kalp gibi eninde Kırılmış kaburgaları teker teker sonsuzlukla yaralar … Çatlakların bağında büyüyen Vazgeçmeyen tırmanmaktan verilmiş olanı Hırsın tepelerinde bulutları buluşturan Zeus dudaklarını gazap şaraplarıyla esritip Uzun saçlarıyla Abeona’nın yokluğunda Çocukları sarhoş namlularla şarapnelleyen Ares soylu milletlerin dalgaları aşağısında Aşkla aynı ayinde göle iyilik çalan ben Kımıldayan bir çekirgeyle içimde topraksızlığın oğluydum Duvarlar yoktu Sarmaşıkların kaplayan siyahlığı Ve kopmamış bir yerden Eklemsiz bir çift bacakla Defalarca gördüm aynı yerinden geçilmiş yolların kargılarını Sivilin elinde paslanan kavrama yerinin Aynı yalnızlık zamanlarının Kahyalarınca eksiksiz ovulduğunu Ve Concordia’nın ısrarlı dudaklarındaki Ölü barış tohumlarıyla aklandığını… Her şey kendiliğini verecek sana Hermes’ten kalıntı bir kesede yüzyıllarca bekleyen Ve yıldızların başkalaşmış hallerinden olduklarını Söyleyerek avutacak kayalaşmış temizliğini Ve pahalı sözcüklerin bedelini Bütün testilerini senin ormanına gömerek ödetecek Bunun bitmez bir siyahlık olduğunu Yeşil parçalı silsilesinde öğrendik gecenin ve ormanın Ve bir kovuğun dünyadan kıymetliliğini Yıllarla susarak inimizde hazin yaşadık.

Sen bence taş ben sence ırmak Aynı tahta çerçeveden çıkınca yuvarlanarak İki kanş derinde dönecek dünyanın hünerleri Ve ağaçların izlediği gecelerde Bir dudağın defalarca kaygan çakıllara döndüğü Yüzünü göreceğiz çıplak yosunlarla 18 Candöküşsüz Melekler Korosu Alfa ve Omega’nın senin olduğunu söyleyen ses Kırılmış ve yitmiş olana muktedir anahtarı boynuna asacak Bir dudağı ötekinden keskin hançerin kavramında yazan Birinci ve son sözün mecrasında uzayan dişilikle Ateş alevinin ölülere boşaltıldığı günleri gösterecek Sağ başparmağı bronz başını sarımlayan ruhunun Gökteki havrasında meleklerin yürüdüğü Ve candöküşsüz birkaçının hak ettiği beyaz yollarda Güzel elbiselerini giyinecek kan Ve takacaktı kollarına soylarının güzellerini… Her mührünün dibindeki dünyalardan geçtik senin Her zarfının tadındaki zehrin kıvamına Tahtının oymalarına hülyalı kanatlarla değdik Ve gazabın senden aşkın bizden büyüklüğünü gördük Bahçelerin çorak karaların sarı tozlarıyla zenginleşsin Yalnızlığın bin soykırım daha yetmesin sana ey üretici Tüketmek bize lanetin kalsın verdiklerini … Dibinde sükfü olmayan mühre ömür biçen terzi Kartalın pençelerine veri r çelik zırhlı makasını Ve ejderin gücünü cenge çağıran ruh leopara verildi 19 Sözlüksüz Sakatlık Müsebbipleri Bidevlet Korosu Şehirde horoz sesleri İbiği bükülmüş yakın zaman piyadeleri Allahtan kalma vasiyet külleri Sabahın dördünde parçalanmış yastığı özgürlüğün Her uyanış dağdaki kayasını özleyen kartal tüyleriyle Doldurulmuş medeniyet boşalır bez kafesinden Penceresine yeryüzünün çatılmış silahlar altında Düşürülmüş gövdesini bir yerde bir ağacın Her yerde her ormanın kinine dönüştürür luna Gergin tellerden kesik yol dudakları Ve çalık kalplerin büyüsüyle dönelen tenlerde susmak ister 20 Babilin fahişesi ayak izlerimizden yürüyor Yedinci mührün gizini döküyor müzmin cüce Sanki albatrosun binlerce km bulaşmış kanatlarına Dökülüyor mukaddes yanılsamanın harfleri Ağzımızda susturulmuş kanaryaların safran cesedi Çocuk gün-ahı laneti Çağ kafesleri Göklerin asitli perdesi Bereket piçleyen hançerler Varın Yoğun Melez kanı Soluğu Aiolos’un yeryüzü duvarlarında Ana içduvarına tutunan oğul Beden amberlerinin şemsiyesine sığınan Mayası toprakta yaprak gibi eninde sararacak Olan ilahi yokluk Yalnızlığın buhranlı çalgısı Geçilmemiş okyanusun camgöbeği konumu Karanın mızrak uçlu çakılları Topyekun kötülük Topyekun iyilik Eş ateşin ve suyun karnında Sızlayan ve şenlenen oyuklardaki canlı küreler Gördü ve sisledi geleceği ısıtan gerçeği 21 Zümrüt Bakışlı Irmak Sırtları Korosu Kurtarıcı burada Kurtarıcı yok Tükenmez bir şarkının basamaklarında Doğduğundan ölüyor insan Öldüğünden doğduğu yere döküyor kanını İlk ağlamayı başlatacak ağacın köküne Sonsuz yası dağıtacak ormana fısıldıyor Bir taşın açtığı kapıda beliren Hülyalı ak bir kuş Acı yalnızlığın sularında Karnıyla yararak dolanıyor çaresizliği Coğrafyaları yok Düşmanları yok Doğuşları batışları yok Doğuları batılan çok bir dünyaya bırakan Çılgın bir yaşam inancının levhalarında Yeryüzünün kepazelikleriyle Savaşıyoruz Siyah giysiler Çatlamış nar ve kafatasındaki ölümcülün sabrıyla Rüzgarın nefreti çözdüğü Zümrüt bakışlı ırmak sırtları İyiliksever geçitler Diliyoruz 22 Görünmez iksirli tanrıdan Ay’da İnanmaktan kendimize hangi haki yamaçlardan aşırdık bizi Hangi teflerin güneşli ve fırsatçı çemberi uyuttu İçimizden uzak kolların karanlığında belleğimizi İnce Boyunlu Kalın Örüklü Ruhlar Korosu Bitirilmeli Ölümsüz kadehteki öldürücü zehrin etkisi Kıyımların artığı, Kanlı gagası yırtıcı arzuların Düşürülmeli, Sancaktar elinden sancak gibi başından Oyukların tozlu tarihi verilmedikçe giyotine Yüzülmedikçe exlibrisleri barbar stenoların Dudağı yumuşatılmış katipler gibi yaşayacağız Lacivert bir rotanın dalgalı sırtında Unutma kafeslerine kapatılmış dağkedileri gibi Bırakıldığı kıyıdan içine kaçan, Ormanın ham içine çıplak Lanetli ruhlar gibi parlak bir ışıkla sıvanmış Ve gölgesini kalınlaştıran Bir münzevinin etinde kör Kepazelerin ışıttığı gecenin gölgesinde esir

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir