Roland Barthes – Bir Aşk Söyleminden Parçalar

Her şey şu ilkeden yola çıktı: aşığı basit bir belirgisel özneye indirgememeliydi, sesinde güncel-dışı, yani uzlaşılmaz olanı duyurmalıydı daha çok. Örneklerden vazgeçip yalnızca bir ilk dilin (üstdil yok) eylemine dayanan, “dramatik” bir yöntemin seçilmesi de bundan ileri geliyor. Böylece aşk söyleminin betimlemesinin yerine öykünüşünü yerleştirdik; sonra da bu söyleme, karşımıza bir çözümleme değil, bir sözcelem çıkaracak biçimde, temel kişisini, ben’i geri verdik. Bir bakıma, bir portredir önerdiğimiz; ama bu portre ruhbilimsel değil yapısaldır; sözün bir yerini sunar okumamıza: ötekinin (sevilen nesnenin), konuşmayan ötekinin karşısında, kendi kendine, aşıkça konuşan birinin yerini. 1. Betiler Dis-cursus\ kökeninde, şuraya buraya koşma edimidir, gidişgelişler, “girişimler”, “entrikalar” söz konusudur. Gerçekten de aşık kendi kafasında durmamacasına koşar, yeni girişimlerde bulunur, kendi kendine karşı entrikalar çevirir. Söylemi ancak önemsiz mi önemsiz, rastlantısal mı rastlantısal durumlara göre aklına esen dil soluklarıyla vardır. Bu söylem kırıntılarına beti2 denilebilir. Sözcük sözbilimsel anlamıyla değil, daha çok “jimnastik” ya da “koreografık” anlamda anlaşılmalıdır; kısacası eski Yunanlılar’ın anladığı anlamda şema, “çizge” değildir; dururken izlenen değil, çok daha canlı bir biçimde, edim içinde yakalanan bedenin devinisidir: atletlerin, söylevcilerin, heykellerin bedeni: gergin bedende kımıltısızlaştırılabilen şey. Betileriyle didişen aşık için de böyle: biraz çılgınca bir sporda çırpınır, atlet gibi harcar gücünü; söylevci gibi tümceler sıralar; bir rolde yakalanır, dondurulur, bir heykel gibi. Beti, iş başında aşıktır. Betiler, gerçekleşen söylemde, okunmuş, işitilmiş, duyulmuş bir şey tanıyabilmemize göre ayrılır. Beti çizgiyle çevrilebilir (bir gösterge gibi) ve anımsanabilir (bir imge ya da bir masal gibi). Bir beti ancak biri: “Nasıl da doğru! Bu dil sahnesini tanıyorum!” diyebiliyorsa geçerlidir.


Dilbilimciler, sanatlarının kimi işlemlerinde bulanık bir şeyden, dil duygusundan yararlanırlar; betileri kurmak için de şu rehberden ne daha fazlası gerekir, ne daha eksiği: aşk duygusu. Gerçekte, metnin dağılımının şurada zengin, burada yoksul olmasının önemi yoktur; ölü zamanlar vardır, nice betiler hemen tükeniverir; kimileri, bütün aşk söyleminin tözleri olduklarından özlerin enderliğini —yoksulluğunu— gösterir; arzudan, imgeselden ve açılmalardan örülmüş bütün bir aşk söylemi olduğuna göre, Bitkinlik, imge, Aşk Mektubu konusunda ne söylenebilir? Ama bu söylemi gerçekleştiren ve oluntularını ayıran kişi bundan bir kitap çıkarılacağını bilmez; iyi bir ekinsel özne olarak söylediğini yinelememesi, kendi kendisiyle çelişkiye düşmemesi, bütünü parça gibi görmemesi gerektiğini de bilmez; yalnızca belirli bir anda kafasından geçen şeyin sanki bir izgenin damgasıyla damgalandığını bilir (eskiden “courtois”3 aşk izgesi, ya da Gönül Haritası olabilirdi bu). Bu izgeyi herkes kendi öyküsüne göre doldurabilir; ister cılız olsun, ister olmasın, betinin orada bulunması, yerinin (gözünün) ayrılması gerekir. Sanki betisi bir yer (topos) olan bir aşk Yerseli4 varmış gibi. Bir Yersel’in başlıca özelliği biraz boş olmasıdır: bir Yersel konumu gereği yarı izgelenmiş, yarı izdüşümseldir (ya da izgelenmiş olduğu için izdüşümseldir). Burada bekleyiş, kaygı, anı konusunda söylediklerimiz alçakgönüllü bir “ek”ten başka bir şey değildir, alıp ekleyeceğini eklesin, çıkaracağını çıkarsın, sonra da başkalarına geçirsin diye sunulmuştur okura: betinin çevresinde, oyuncular yüzüğü birbirlerine geçirir, kimi zaman, son bir ayraçla, yüzük başkasına geçirilmeden bir saniye daha tutulur. (Kitap, ülküsel olarak, bir kooperatif olabilirdi: “Birleşmiş Okurlara —Aşıklara”) Her betinin başında okunan onun tanımı değil, sunumu5. Argumentum: “sergileme, öykü, özet, küçük dram, uydurulmuş öykü”; şunu da ben ekliyorum: uzaklaştırım, Brecht işi pankart. Bu sunum aşık öznenin olduğu şeye göndermez (bu öznenin dışında hiç kimse yoktur, aşk üzerine söylem yoktur), söylediği şeye gönderir. “Kaygı” diye bir beti varsa, özne bazı bazı (sözcüğün “klinik” anlamına aldırmadan) “içim sıkılıyor!” diye haykırdığı içindir. Callas bir yerlerde “Angoscia!” der. Beti bir bakıma bir opera şarkısıdır; bu şarkının ilk sözcüğü içinde tanındığı, yeniden anımsandığı ve işlendiği gibi (“Bu düşü yaşamak, istiyorum”, “Ağlayın, gözlerim”, “Lucevan le stelle”, “Piangerâ la mia sorte”6), beti de kendisini karanlıkta söyleyen bir dil kıvamından yola çıkar (bir tür ayet başlığı, nakarat, ağıt). Yalnız sözcüklerin kullanımı vardır, tümcelerin kullanımı yoktur derler; ama her betinin dibinde bir tümce yatar, çoğu zaman bilinmeyen (bilinçdışı mı?), ama aşık öznenin anlamlama düzeninde kullammı olan bir tümce. Bu ana tümce (burada yalnızca varsayılan tümce) eksiksiz bir tümce değildir, bitmiş bir bildiri değildir. Etkin özü söylediği değil, eklemlediğidir; yalnızca bir “sözdizimsel hava”, bir “kurma biçimi”dir.

Örneğin, özne sevilen nesneyi bir randevuya bekliyorsa, bir tümce havası döner durur kafasında: “Doğrusu ya, hiç de hoş değil…”’, “pekâlâ bana bir…”-, “oysa çok iyi bilir ki…” Pekâlâ ne? neyi bilir? Önemi yoktur, “Bekleyiş” betisi şimdiden oluşmuştur. Bu tümceler havada kaldıkları için birer beti kalıbıdır: duygulanımı söyler, sonra dururlar, işlevlerini yerine getirmişlerdir. Sözcükler hiçbir zaman deli değildir (sapkındır fazla fazla), deli olan sözdizimdir: özne yerini tümce düzleminde aramaz mı —onu bulamaz— ya da dilin zorunlu olarak benimsettiği yanlış bir yer bulmaz mı? Betinin dibinde, “sözsel sann”dan birşeyler vardır (Freud, Lacan): çoğu zaman sözdizimsel bölümüyle sınırlanan budanmış tümce (“Sen gerçekte böyle…”, “Eğer sen bunu gene…”). Böylelikle betinin coşkusu doğar: en yumuşağı bile bağrında gerilimli bir bekleyişin ürpertisini taşır: Neptün’ün kızgın quos ego’sunu7 işitirim onda.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir