Aziz Nesin – Adamı Zorla Deli Ederler

Dolaştığımız köylerde bişey dikkatimi çekti. Bu köylerde çok iri köpekler vardı, ama hepsi de kuyruksuzdu. Öğretmene, – Köylüler, “köpekler acar olsun” diye kulaklarını keser, tuzlar, biberler, yine o köpeğe yedirirler. Bunu biliyorum ama, kuyruklarının kesildiğini bilmiyordum, dedim. Öğretmen, – Belki de bunların cinsi böyledir, dedi. İlk gittiğimiz köyde, bizi evinde misafir eden ihtiyara, – Neden bu köpekler kuyruksuz, cinsi mi böyle? diye sordum. İhtiyar güldü. – Onun hikâyesi vardır, başınızı ağrıtmazsam anlatayım, diyerek anlatmaya başladı: – Nahiye müdürü haber yollamıştı: “Bu yıl sizin köyde otuz domuz vuracaksınız!” diye. Haber köye gelince, şaşırdık!. Köylüler bana, “Senin aklın eriktir, bu işlerden anlarsın, git de Nahiye Müdürüne anlat…” dediler. Gittim, “Bey, dedim, ben, ondört yıl askerlik ettim… Ne Yemen’i kaldı, ne Trablus’u, ne Çanakkale’si, ne de Kafkas’ı…” Nahiye Müdürü, – Çok söyleme!… dedi, yaptınsa memlekete borcunu ödedin, vazifeni yaptın, karşılık mı bekliyorsun? – Estağfurullah bey, dedim, demem o deme değil!… Sonra İstiklal Harbine gönüllü katıldım. Etrafıma delikanlıları topladım, çıktım dağa… Elime çarşaf kadar kâğıt verdiler: Cephe Kumandanı diye… Nahiye Müdürü, – Beni boş sözlerle meşgul ediyorsun, devletin işlerini oyalıyorsun, ne diyeceksen çabuk de! dedi. 7 Ben yine anlattım: – Çok şükür, zafer Allahtan, savaş kazanıldı. İşte böyle, kurşun, şarapnel, kılıç yarasından delik deşik köye döndüm.


Bitiirlü Nahiye Müdürü lafımı tamamlatmıyordu. – Yani, dedi, “hidemat-ı vataniye”den kendine maaş tahsis edilmesini mi istiyorsun? Görmüyor musun, bu fakir millet neler çekiyor? – Görmez olur muyum bey, dedim, daha geçen hafta tahsildar sarı öküzü haczetti. Dur ki, diyem… Çok şükür, devlet bana vereceğini verdi. Kırmızı kurdeleli madalyam var… Yaldızlı, mühürlü kâğıtlarım da var…. Ne ise, köye bir tarihte bir öğretmen gelmişti. Laf arasında ona başımdan geçenleri anlattım. O da uzun kış geceleri, beni konuşturur, bunları bir bir yazardı. Allah selamet versin, sonra başka yere gitti. Aradan zaman geçti. Bizim köyden şehire okumaya giden bir çocuk, bigün köye geldi. “Bak Çavuş Dayı, gazete seni yazıyor”, dedi. Meğer bizim öğretmen, benim hayatımı gazeteye satmış!. Diyeceğim, hayatım bundan başka para getirmedi. Onun parasını da ben almadım. Kimseden bişey istediğim yok. Hem devlet bana bir de üsteğmenlik beratı verdi.

Eskiden, büyük bayramlarda bizi başkente çağırıp, geçit törenine de sokarlardı. Şimdi ihtiyarladım, ayağımı uyduramıyorum. Yani bayramlarda subay urbası giyip, belime kılıç takıp dolaşabilirmişim. Bu ak sakalımla, o güzel elbise bana yakışır mı hiç? Hem biz, şalvar yaptıramıyoruz, subay urbası nereden dikineceğiz? Besbelli hatırımı almak istemişler, Allah razı olsun! Nahiye Müdürü, – Peki öyle ise, daha ne istiyorsun, seni paşa mı yapacaklardı?. Bak, ben bu kadar sene okudum, hâlâ yedek teğmenim!., dedi. – Bey, dedim, şimdiki halime bakma sen… Emrimde beşyüz atlı, bin de mavzerli piyade vardı. Önüme kâfiri kattım mı, çok kâfir paşalarına dünyayı dar ettim, pabucu ters giydirttim. Şunun şurasında kaç günlük ömrüm kaldı, ne o senin dediğin hidemat mı ne, ne ondan para istiyorum, ne de paşalık!. ADAMI ZORLA DELİ EDERLER 8 İT KUYRUĞU – Peki ne istiyorsun? – Beni sana köylü gönderdi. Emretmişsiniz, bu yıl bizim köyde otuz domuz vuracakmışız… Başınızı ağrıtmamın sebebi şu ki: bizim köyde benden başka domuzun yüzünü gören, bilen yok. Ben de Galiçya cephesinde gördüm. Öldüyse Allah rahmet eylesin, sağsa kulakları çınlasın, Etem Bey isminde bir teğmenimiz vardı. Bir bıyığı na senin gibi iki nahiye müdürünü assan, tartardı. Onunla bir gece keşfe gittiydik.

Nasıl olduysa bir kör kurşun, şu baldırıma saplandı. Besbelli, yolda imlemişim. Etem Bey, – Ne o Çavuş, yaralandın mı? diye sordu. – Yok bey, dedim… O zamanın insanları başkaydı. Keşif kolunun gerisinde kaldığımı görüne, koca teğmen beni sırtladı, taa Almanların seyyar hastane çadırına kadar getirdi. İşte ben domuzu, o Alman hastanesinde gördüm. Almanlar domuz besliyorlardı. Belki domuz eti verirler diye, hastanede etli yemek yemedim. Kusura kalma, başını ağrıttım; ihtiyarlar çok konuşuyor. Bizim köyde, benden başka domuzu bilen gören yok! Nahiye Müdürü kızdı, – Görün efendim, diye bağırdı. Fazla laf dinlemem, bu yıl sizin köyden otuz domuz isterim. Hem domuzu öğrenmiş olursunuz, hem de öldürürsünüz!. – Bey, dedim, bizim köyde domuz olmaz, etraf köylerde de yoktur. Biz yalnız domuzun lafını ederiz. Birine kızdık mı “Domuz!”, daha kızdık mı “Domuz oğlu domuz!” deriz, ama domuzun kendisini bilmeyiz.

Nahiye Müdürü büyük bir kâğıt tomarı çıkardı. – Siz ne cahil heriflersiniz, dedi. Devlet sizi, bu kadar düşünüyor da, bak neler hazırlıyor. Hepsi burada yazılı. Okuman var mı?. – Yok!. – Bir de üsteğmen olmuşsun! – Bey, dedim, kimseye zararı yok! – Dinle, dedi, bak bu kâğıtlarda ne yazıyor: Mısır tarlalarının ve mısır mahsulünün en büyük düşmanı domuzmuş! Mısır da 9 memleketin en büyük gelir kaynağıymış!. Köylünün fazla mısır mahsulü alması için… Anlıyor musun? Yani sizin iyiliğiniz için, domuzların öldürülmesi gerekliymiş!. Siz, Türkçe bilmez misiniz? Domuzlar öldürülecek!… – Anladım bey, dedim, elbette domuzun öldürülmesi gerek. Sen domuzu göster, biz de öldürelim. Ama biz mısır ekmeyiz… Babalarımızın babaları da ekmezlerdi. Babalarımızın babalarının babaları da ekmezlermiş!… – Ekin efendim, dedi, tembel tembel oturacağınıza mısır ekin! Mısırlara domuz gelsin, siz de domuzları vurun. Devletin emri de yerine gelsin!. – Başiistüne, ekmesine biz ekeriz, ama bey, bitmez ki… Bizim topraklarda mısır bitmez. Malum a, altı ay, bazı da sekiz ay kış olur, kar kalkmaz! – Heışeye bir bahane buluyorsunuz! diye, bağırdı.

Amerikan köylüsü kutuplarda buzun üstünde karanfil yetiştiriyor. Bir öğrenmişsiniz, olmaz… Artık canım burnuma gelmişti: – Size bu emri verenlere söyleyin, bu yıl kar yağdırmasınlar, biz de mısır ekelim, mısıra domuz gelsin, biz de vuralım. – Bana bak, dedi, resmi makama, vazife başında hakaret ediyorsun. Cezası iki yıldan başlar. – Estağfurullah beyim, biz kimiz, zatınıza hakaret edelim? Köyde domuz yok. – Bak, hâlâ söylüyor, sizin köyde domuz olmadığını sen mi daha iyi biliyorsun, yoksa bu emri verenler mi? Ha?. Söyle bakalım?. – Biz cahil insanlarız, nereden bilelim, ama köyde domuz yok!… dedim. – Bu emri verenler, dedi, haritalara bakıyorlar, kitapları karıştırıyorlar da sizin köyde domuz olduğunu öyle anlıyorlar. Belki domuz var da sizin haberiniz yok, görmüyorsunuz!. Mademki, var diyorlar, gözünüzü dört açın!. – Açalım bey ama, dedim, köyde domuz yok!. – Ne nankör heriflersiniz, ne kalın kafalısınız. Sizin iyiliğiniz, sizin adam olmanız için çalışıyoruz, onu da anlamıyorsunuz. Bu ADAMI ZORLA DELİ EDERLER 10 emri koskoca Tarım Bakanlığı vermiş.

Her vilayete göndermiş. Valilere demiş ki, bu yıl vilayetinizden şu kadar domuz isteriz… Eee koskoca vali domuz avına çıkacak değil a… O da kaymakama, bu yıl ilçenizde şu kadar domuzu öldüreceksiniz diye yazmış. O da nahiye müdürlerine yazmış, ben de size yazdım. Ne geri kafalı heriflersiniz. Her köye eşit olarak böldüm işte, sizin köye otuz domuz düştü… – Müdür Bey, dedim, cahil olmaya cahiliz, geri kafalı olmaya geri kafalıyız, lâkin köyde domuz yok! Müdür, – Sizin köyde domuz olmadığını Tarım Bakanı bilmiyor, dedi, Avrupada yıllarca tarım okullarında okuyan uzmanlar bilmiyor, müsteşar bilmiyor, vali bilmiyor, kaymakam bilmiyor, ziraat memurları bilmiyor, ben de bilmiyorum da, siz biliyorsunuz ha! Görüyor musun, bu cahillik ne fena şey?… Bak bu hareketin ucu nereye varıyor? Önce hakaretin ucu bana dokunuyor benden kaymakama, kaymakamdan valiye… Gördün mü ucu kime dokunuyor? – Estağfurullah Bey, dedim. – Estağfurullahı mestağfurullahı yok, diye yerinden kalktı, oturdu… Devlet sizden domuzları bedava istemiyor, vurduğunuz domuzların kuyruklarını bana getireceksiniz. Ben sizin elinize kâğıt vereceğim… Kâğıtları Ziraat Müdürüne tasdik ettireceksiniz. Sonra bankaya gidip, her domuz kuyruğu için onikibuçuk kuruş alacaksınız, daha ne istiyorsunuz?. Size iyilik de yaramıyor! Anlıyor musunuz, memleketin her tarafında domuzlarla mücadele var. Söyle bakalım, buğdayın kilosu kaça? – Banka sekiz kuruştan alıyor. – Gördün mü?. Bir domuz kuyruğu, biıbuçuk kilo buğday eder. Ben sizin yerinizde olsam, tarlalarda çoluk çocuk uğraşıp duracağıma, devlete domuz kuyruğu satarım. Haydi, marş! Fazla laf istemiyorum. Emir emirdir.

Siz vurmazsanız, candarmayı köye gönderir, hepinize vurmasını öğretirim!. – Allah ömürler versin, dedim, çıktım. Köye gittim; Müdürün dediklerini bir bir anlattım. Köyden biri, İT KUYRUĞU 11 – Domuz besleyelim, üretelim. Sonra kuyruklarım kesip müdüre verelim! dedi. Köylüler, – Mundar hayvanı köye sokmayız! diye direttiler. Akıllı biri vardı. Onun askerlik ettiği yerde çok domuz varmış. Bana, – Çavuş Ağa, dediler, sen bir zahmet oraya kadar var. Oradan otuz domuz kuyruğu al da gel!. Dedikleri yer trenle iki günlük yoldu. Arkadaşlara, – Madem öyle, dedim, bir domuz kuyruğunu onikibuçuk kuruşa alıyorlar. Gitmişken bari çok alırız da, satarız, hiç olmazsa yol masrafını çıkarırız. Karar verdik, bankadan borç aldık. İki çuval alıp çıktım, yola… Uzatmayalım, dedikleri yere vardım.

Orada domuz çok… ama, dünyada benden başka açıkgöz yok mu? Meğer, benim gibi herkes oraya domuz kuyruğu almaya gelmiş, pazar yerine dağlar gibi domuz kuyruğu yığılmış! Alan alana… – Tanesi yirmibeş! – Biz bu mereti devlete onikibuçuk kuruşa satacağız; hani bunun yol parası?!. Ver aşağı, tut yukarı, üç aşağı beşyukarı, onbeşerden ikiyüz kuyruk aldım. Handa adamlara gösterdim. – Koca herif, dediler, sen hiç domuz kuyruğu görmedin mi? – Neye, nesi var? – Bunlar domuz kuyruğu değil, it kuyruğu! ADAMI ZORLA DELİ EDERLER Meğer madrabaz, it kuyruğunu kesmiş, zeytinyağına sokmuş, domuz kuyruğu diye bana yutturmuş!. – Şimdi ne yapacağız?… dedim. – Hiç, dediler, sen bunları al götür, uçlarını biraz daha kes, küçült, biraz da sen yağla, Ziraat Müdürüne götür, anlamaz zati… Havalar sıcak, yol uzun, başladı mı kuyruk kokmaya, kurtlanmaya… Trende herkes, – Nedir bu koku!., diye söylenir. Köye gelince 12 – Çavuş Ağa, dediler, şimdi de karga mücadelesi varmış. Nahiye Müdürü ikiyüz karga başı istiyor. – Kargadan çok ne var, vurun götürün: onbeş gün sonra çekirge mücadelesi başlar, dua edin de çekirge başı istemesin!. Öbür köylerden bizde domuz kuyruğu olduğunu duymuşlar, köy ziyaret yeri oldu… Tanesi yarım kayme… Otuz kuyruğu da Nahiye Müdürüne götürdük. Müdür, – Bak, dedi, nasıl kuyruk varmış köyünüzde. Hem şu kuyruklara bak, iri iri… Kimbilir nasıl domuzdu bunlar?.

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir