China Mieville – Demir Konsey

Bir adam koşuyor. İnce ağaç kabuğu ve yaprak duvarlardan, Kötüorman’m amaçsızca bekleyen bölmelerinden geçerek. Etrafı ağaçlarla sarılı. Ormanın bu denli derinlerinde ilkel sesler duyuluyor. Ağaçların tepeleri sallanıyor. Adamın yükü ağır ve göremediği güneş onu iyice terletmiş. Bir patikayı izlemeye çalışıyor. Tam karanlık basmadan yerine vardı. Loş, kirpi-adam patikaları, onu etrafı köklerle ve taşlı toprakla çevrili çukur bir alana çıkardı. Burada ağaçlar bitiyordu. Toprak ezilmişti, üzeri yanık ve kan izleriyle kaplıydı. Adam torbasını açtı, battaniyesiyle beraber birkaç kitap ve giysi çıkarıp yere yaydı. İyice sarılmış ve ağır bir şeyi çamurun içine ve kırkayakların arasına bıraktı. Kötüorman soğuktu. Adam bir ateş yaktı.


Dibinde oturduğu ateş onu aydınlatıyordu ama yine de sanki bir şey çıkacakmış gibi gözlerini karanlığa dikti. Bir şeyler yaklaştı. Bir gece kuşunun hırıltılı ötüşü ya da görünmeyen bir avcının soluğu ve hışırtısı gibi sesler gelip duruyordu. Adam pür dikkat bekliyordu. Tabancası ve tüfeği vardı ve bunlardan biri hep elindeydi. Ateşin ışığında saatler geçirdi. Zaman zaman dayanamayıp uyuyakaldı. Her seferinde sudan yeni çıkmış gibi soluk soluğa uyandı. Bitkin durumdaydı. Yüzünden üzüntü ve öfke akıyordu. “Gelip seni bulacağım,” dedi. Şafak vaktini fark etmedi, sadece zamanın değiştiğini anlayabiliyordu. Artık hava aydınlanıyordu. Yerinden kalktı, vücudu çer çöpten yapılmış gibiydi, sanki gecenin nemli soğuğunu depolamıştı. Kuru et yerken bir yandan ormanın hışırtılarını dinledi ve çöküntü alanda volta attı.

Sonunda sesler duyduğunda kenara yaslandı ve ağaç gövdelerinin arasından baktı. Çürümüş yaprak ve çer çöple kaplı patikada ona doğru gelmekte olan üç kişi gördü. Tüfeğini kaldırdı, gözlerini gelenlere dikti. Işık hüzmeleri genişledikçe onları daha iyi görebildi ve silahını indirdi. “Buradayım,” diye seslendi. Adamlar afallayıp etrafa bakınmaya başladılar. Toprak bir yükseltinin üzerinden elini uzattı. Bir kadın ve iki erkekti gelenler ve giysileri Kötüorman için kendisininkilerden daha uygunsuzdu. Önünde durup gülümsediler. “Cutter.” Onu sıkıca tutup çektiler. “Metrelerce öteden sizi duydum. Ya iziendiyseniz? Başka kim geliyor?” Bilmiyorlardı. “Mesajını aldık,” dedi daha ufak tefek olan adam. Hızlı hızlı konuşuyor ve etrafına bakınıyordu.

“Gidip baktım. Tartışmaya başladık. Diğerleri, biliyorsun işte, kalmamız gerektiğini söylüyordu. Ne dediklerini biliyorsun.” “Evet, Drey. Benim deli olduğumu söylediler.” “Senin değil.” Ona bakmadılar. Kadın oturdu, eteği rüzgârla şişiyordu. Endişe içindeydi, hızlı hızlı soluyor, bir yandan da tırnaklarını yiyordu. “Teşekkürler. Geldiğiniz için.” Başlarını kabul ya da Cutter’m bu minnettarlığına değmez anlamında salladılar: Söylediği şey kendine çok tuhaf gelmişti, onlara da böyle geldiğinden emindi. Alay ettiğini sanmalarını istemiyordu. “Benim için anlamı büyük.

” * * * Çukur alanda beklediler, toprağa birtakım şekiller çizdiler ya da kuru odun parçalarını oyarak birtakım figürler yaptılar. Anlatacak çok şey vardı. “Demek gelmemenizi söylediler?” Kadın, Elsie, hayır dedi, o kadar değil, bu sözcüklerle söylememişlerdi ama Topluluk, Cutter’m çağrısına kayıtsız kalmıştı. Kadın başını kaldırıp ona bakmış ve konuşurken de yine yere eğmişti. Cutter başını salladı ve bir eleştiride bulunmadı. “Bundan emin misiniz?” dedi ve rastgele başlarını sallamalarını yanıt olarak kabul etmedi. “Kahretsin, emin misiniz yani? Topluluğa sırtınızı dönmeye? Bunu yapmaya hazır mısınız? Onun için mi? Gidecek çok yolumuz var.” “Kötüorman’da bu kadar kilometre yol geldik zaten,” dedi Po-meroy. “Daha yüzlerce kilometre var. Yüzlerce. Anamız ağlayacak. Çok uzun bir yolculuk. Geri gelme sözü veremem.” Geri gelme sözü veremem. Pomeroy lafa girdi.

“Bana sadece mesajının doğru olup olmadığını söyle. Bana yine, onun gittiğini ve nereye, neden gittiğini söyle. Bunun doğru olduğunu söyle.” İri yapılı adam dik dik bakıyor, yanıt bekliyordu ve Cutter gözlerini kapatıp başını sallayınca, “Tamam o zaman,” dedi. Başkaları da geldi. Önce bir kadın, Ihona; ona daha hoşgeldin derlerken, birinin ağır adımlarla, ormandaki çer çöpü eze eze gelişini duydular ve çalıların arasından bir vodyanoi çıktı. Irkına özgü kurbağamsı biçimde yere çöktü ve perdeli ellerini kaldırdı. Kenardan çukura atlarken bedeni -kafası ve gövdesi tek bir yağ kesesi halinde- çarpmanın etkisiyle titreşti. Fejhechril-len kir içinde ve bitkindi, bedeni ormanda yürümek için yaratılmamıştı. Gelebilecek olan başkalarını daha ne kadar bekleyeceklerini bilemediklerinden tedirgindiler. Cutter, mesajını nasıl aldıklarını sorup duruyordu. Onları huzursuz ediyordu. Ona katılma kararlarını bir kez daha düşünmek istemiyorlardı: Bunu ihanet olarak adlandıracak bir sürü kişinin olduğunun farkmdalardı. “Minnettar kalacak,” dedi Cutter. “Tuhaf bir tip ve minnettarlığını göstermek istemeyebilir ama bunun benim ve onun için anlamı büyük.

” Bir süre sessizlikten sonra Elsie konuştu: “Bunu bilemezsin. Bize sormadı, Cutter. Senin söylediğine göre, yalnızca bir mesaj almış. Geldiğimiz için kızabilir de.” Cutter kadına yanıldığını söyleyemedi. Onun yerine, “Ayrılan da yok ama. Kendimiz için olduğu kadar, belki, onun için de buradayız,” dedi Tehlikeleri vurgulayarak, onları nelerin beklediğini anlatmaya başladı. Sanki onları vazgeçirmeye çalışıyor gibiydi ama öyle olmadığını biliyorlardı. Drey telaşlı ve sinirli bir tonda onunla tartıştı. Cutter’ı, kendisini anladıklarına inandırdı. Cutter adamın bu arada kendi kendini de ikna ettiğini gördü ve ses çıkarmadı. Drey tekrar tekrar kararını vermiş olduğunu söyledi. “Yola çıksak iyi olacak,” dedi Elsie, saat öğleyi geçince. “İlelebet bekleyemeyiz ki. Gelmeye kalkan birileri daha olduysa, belli ki kayboldular.

Topluluğa geri dönecek, şehirde ne gerekiyorsa onu yapacaklar.” Birisi küçük bir çığlık attı ve hepsi sesin geldiği tarafa döndü. Çukurun kenarında horoza binmiş bir kirpi-adam onlara bakıyordu. Büyük savaş horozu göğsünü kabartmış ve mahmuzlu pençe-ayakiarından birini tuhaf bir şekilde kaldırmıştı. Kirpi-adam, güdük ve haşin dikenli yaratık, altındaki hayvanın kırmızı ibiğini okşadı. “Milisler geliyor.” Aksam güçlü ve homurtuluydu. “İki milis geliyor, bir iki dakikaya kadar.” Süslü semerin üzerinde öne eğildi ve horozu çevirdi. Uzun pençeli ve dövüşçü yaratık çok az ses çıkararak, tahta ve deri kayışlara ve üzengilere çarpan herhangi bir metal şakırtısı olmaksızın fırladı ve ormanda yok oldu. “Bu şey?.” “Ne?.” “Ne olduğunu?.” Ancak Cutter ve yanındakiler yaklaşan sesleri duyunca suspus oldular. Dile getirmeseler de bir telaş içindeydiler, saklanmaya zaman kalmamıştı.

İki adam belirdi, mantarlarla kaplı kütüklerin üzerinden geçerek gelmişlerdi. Maskeleri vardı ve üniformaları milislerinki-nin koyu grisiydi. Her birinde aynalı bir kalkan ve yanlarından sarkan hantal bir tüfek vardı. Açığa geldiklerinde durakladılar ve oldukları yerde kaldılar, onları bekleyen kadın ve erkekleri gözden geçirdiler. Hiç kimsenin kımıldamadığı, şaşkın ve sessiz konuşmalarla geçen-siz, onlar, ne, ne yapsak, ne yapsak?- upuzun bir saniyenin sonunda bir silah patladı. Derken sesler, çığlıklar ve silah patırtıları birbirine karıştı. Vurulup düşenler oldu. Cutter kimin nerede olduğunu göremez olmuştu ve vurulduğunu ama bunu henüz hissetmediğini düşündüğünden dehşet içindeydi. Silahların korkunç ritmi kesildiğinde çenesini gevşetti. Birisi Tanrım, aman Tanrım, diye sızlanıyordu. Bu bir milisti, karnındaki yaradan kan akıyordu ve ölü arkadaşının yanma oturmuş, ağır silahını doğrultmaya çalışıyordu. Cutter bir okun hızla giysiyi delip geçen sesini duydu ve milis saplanan okla arkaya kaykıldı ve sesi kesildi. Yine bir sessizlikten sonra: “Tanrım…” “Sen, herkes?.” “Drey? Pomeroy?” Cutter önce kendilerinden kimsenin vurulmadığını düşündü. Sonra Drey’in bembeyaz olmuş yüzünü ve omuzunu tuttuğunu, titreyen ellerine bulaşan kam gördü.

“Aman Tanrım, dostum.” Cutter, Drey’in oturmasına yardım etti. (Küçük adam, sürekli Her şey yolunda mı, diye soruyordu.) Mermi kasını parçalamıştı. Cutter, Drey’in gömleğinden şerit halinde parçalar kopardı ve bunlarla yarayı sardı. Drey acıdan çırpınmaya başlayınca Pomeroy ve Fejh onu tutmak zorunda kaldılar. Yarası sarılırken ısırması için ona parmak kalınlığında bir dal parçası verdiler. “Sizi izlemiş olmalılar, yarım akıllı beceriksizler.” Cutter öfkeden deliye dönmüştü. “Size çok dikkatli olmanızı söylemiştim…” “Dikkat ettik,” diye bağırdı Pomeroy, parmağını Cutter’a doğru sallayarak. “Onları izlemediler.” Kirpi-adam göründü yine, horozu yeri gagalayıp duruyordu. “Çukurları devriye geziyorlar. Uzun zamandır buradasınız, neredeyse bir gün.” Yere indi ve alanın kenarına kadar yürüdü.

“Çok oyalandınız.” Donuk bir ifadeyle hortumunun içindeki dişlerini gösterdi. Boyu Cutter’ın göğüs hizasına bile gelmiyordu ama toparlak ve kaslı bedeniyle, daha yapılı biriymiş gibi kasıla kasıla yürüyordu. Askerin yanına gelince durdu ve kokladı. Okuyla öldürdüğü adamı doğrulttu ve oku iterek bedeninden geçirdi. “Bunlar geri dönmeyince başkalarını da gönderirler,” dedi. “Peşinize düşerler. Belki de şimdi.” Oku, çevirerek ölü göğsün kemiklerinin arasından geçirdi. Cesedin sırtından çıkan okun sapını tuttu ve çekti, ok ıslak bir sesle dışarı çıktı. Kirpi-adam bu kanlı şeyi yine beline taktı, askerin katılaşan parmaklarının arasından silahını aldı ve ok deliğine ateş etti. Sesle birlikte kuşlar yine havalandı. Kirpi-adam geri çekilerek hırladı ve elini salladı. Okun parmak genişliğindeki deliği kocaman bir oyuk halini almıştı. Pomeroy, “Vay be… Sen de kimsin böyle?” diye sordu.

“Kirpi-adam. Horoz dövüştüren adam. Alektriomakhe. 1 Size yardım ediyor.” “Senin kabilen…” dedi Cutter. “Bizim yanımızdalar, değil mi? Bizimle birlikteler? Kirpi-adamlarm bazıları Toplulukla,” dedi diğerlerine. “Bu yüzden burası güvenli. Ya da öyle sanıyordum. Bu delikanlının kabilesinin milislerle uğraşacak vakti yok. Bize yol verin. Şehirle ciddi biçimde kapışmayı da göze alamıyorlar ve bu yüzden askerleri biz öldürmüşüz gibi göstermeye çalıştılar, onların okları değil.” Bunu kendisi de, söylerken anladı. Pomeroy ve kirpi-adam, adamların üzerlerini aradı. Pomeroy döner tüfeklerin birini Elsie’ye fırlattı, diğerini de Cutter a. Modern ve pahalı bir tüfekti bu ve Cutter daha önce böylesini hiç eline almamıştı.

Altı namlunun kaim ve döner bir silindir şeklinde sıralandığı ağır bir aletti bu. “Güvenilir değiller,” dedi Pomeroy, bir yandan da mermileri sayıyordu. “Ama hızlılar.” “Hadi artık… Gitmemiz lazım.” Dreyln sesi duyduğu acıyla alçalıp yükseldi. “Kahrolası silah sesleri kilometrelerce öteden duyulup onları buraya çekecek…” “Yakınlarda çok fazla yok,” dedi kirpi-adam. “Duyacak kimse olmayabilir bile. Ama gitmek gerekiyor, doğru. Neyin peşinde siz? Şehri neden terk ediyor? Kil adamla geleni arıyor siz?” Cutter diğerlerine baktı, onlar da dikkatle ona bakıp konuşmasını bekledi. “Onu gördün mü?” dedi. İşiyle uğraşan kirpi-adama doğru yürüdü. “Onu gördün mü?” “Ben onu görmedi ama onları tanıyor. Birkaç gün, hafta, ya da çok daha önce. Ormandan gri bir devin üzerinde çıktı adam. Koşarak.

Arkasından da milisler.” İkindi güneşi üzerlerine vurmuştu ve orman hayvanları yeniden bağrışmaya başladı. Cuttern etrafı kilometreler boyunca uzanan ağaçlarla çevriliydi. Konuşmadan önce ağzını birkaç kez açıp kapadı. “Milisler onu mu izliyordu?” dedi. “Tekraryapım atlarla. Seslerini duydum.” Metal toynaklı, ya da kaplan pençeli, ya da kuyruklarıyla kavrayan ve vücutları zehirli bezelerle kaplı tekraryapım atlarla. Bacaklarına akıl almaz bir güç kazandıran buhar pistonları ya da semerlerinin arkasında kazan çıkıntıları olan atlarla. Hepsi etobur ve uzun dişli. Kurt-atlar ya da domuz-atiar, robot-atlar. “Ben görmedim,” dedi kirpi-adam. Horozuna atladı. “Kil-adam süvarinin ardından gittiler, Kötüorman’ın güneyine. Gitseniz iyi olur.

Hemen şimdi.” Savaş kuşunu çevirdi ve duman kahverengisi parmağını uzattı. “Dikkatli olun. Burası Kötüorman. Gidin artık.” Horozunu mahmuzlayarak çalılıklara ve koyu ağaçlıklara doğru ilerledi. “Hadi,” diye bağırmasıyla gözden kayboluverdi. “Hay lanet,” dedi Cutter. “Hadi gidiyoruz.” Küçük kamplarını topladılar. Pomeroy kendisininkiyle birlikte Drey’in yükünü de sırtlandı ve altısı birden horoz dövüşü çukurundan çıkıp ormana girdiler. Cutter’m pusulasını kullanarak, kirpi-adamın gittiği patikadan, güneybatıya doğru ilerlediler. “Bize yolu gösterdi,” dedi Cutter. Yol arkadaşları, kendilerine rehberlik etmesini bekledi. Kocaman ağaç köklerinin, kaim bitkilerin arasından geçtiler, geçtikleri her şeyi değiştirdiler.

Cutter’ın yorgunluğu kısa sürede öylesine yoğun bir hale geldi ki şaşırtıcı, yabancı bir duygu oldu çıktı. Karanlığı fark ettiklerinde, oldukları yere çöküp ağaçların arasında bir mola verdiler. Ormanın fısıltılarından etkilenmiş, kısık sesle konuşuyorlardı. Avlanmak için çok geçti: Torbalarından kuru et ve ekmek çıkarıp yerken, yarım ağız şakalaşarak bunun ne güzel bir yemek olduğunu söyleyip durdular. Cutter, küçük ateşlerinin yanında duran Fejh’in kurumaya başladığını görebiliyordu. Nereden su bulacaklarını bilmiyorlardı ve Fejh ellerinde bulunan suyun birazını üzerine dökmüştü ama dili hâlâ dışarıda, soluyup duruyordu. “İyi olacağım, Cutter,” dedi ve adam da buna karşılık onun yanağını okşadı. Drey’in yüzü kâğıt gibi bembeyazdı ve kendi kendine fısıldayıp duruyordu. Adamın kemerinin kanla sertleştiğini gören Cutter, onun nasıl olup da hayatta kaldığını anlayamıyordu. Korkusunu fısıltıyla Pomeroy’a söyledi, ama geri dönemezlerdi ve Drey’de bunu kendi başına yapamazdı. Altındaki toprak kanla boyanmıştı. Drey uyurken diğerleri ateşin etrafına toplanıp peşinde oldukları adamla ilgili öyküler anlattılar. Her birinin Cutter’m çağrısına katılmak için nedeni vardı. Ihona ya göre aradıkları adam, Topluluk içinde kafası karışmış, ona kendisini hatırlatan ilk kişiydi. Adamdaki saflık, birçoğunun güvenmediği bu özellik, onun da bir parçası olabileceği hareketin içinde, kusurların da yeri olduğunu hissettirmişti ona.

Bunu anımsayınca gülümsedi. Öte yandan, Fejh ise, vodyanoi şa-manizminin bir parçası olarak ona öğretmenlik yapmış ve onda-ki merak kendisini etkilemişti. Cutter izledikleri adamı sevdiklerini biliyordu. Topluluk içindeki yüzlerce kişi arasından altısının onu seviyor olması şaşırtıcı değildi. Pomeroy yüksek sesle konuştu: “Onu seviyorum. Burada olma nedenim bu değil ama.” Kısa kısa, küçük patlamalar halinde konuşuyordu. “Koşullar çok daha ciddi. Burada olma nedenim onun gittiği yer, Cutter, peşinde olduğu şey. Ayrıca bunun sonrası. Bu nedenle buradayım. Senin mesajında söylediğin şey yüzünden. Gittiği için değil, gittiği yer ve gitme nedeni için. Bu, her şeye değer.” Hiç kimse Cutter’a neden orada olduğunu sormadı.

Sıra ona geldiğinde başlarını yere eğdiler ve o ateşi incelerken kimse konuşmadı. Bir savaş kuşu onları uyandırdı, ibiğini savurarak, cırtlak bir sesle bağırıyordu. Bu saygısızca uyandırılma hepsini şaşkına çevirmişti. Horozun üzerindeki kirpi-adam onları izliyordu, sonra ölü bir orman tavuğunu onlara doğru fırlattı. Ağaçların arasından doğuyu işaret etti ve yeşil ışıkta gözden kayboldu. Çalılıkların arasından ve orman sabahında, düşe kalka işaret edilen yöne doğru gittiler. Gün ışığı, lekeler halinde üzerlerine düşüyordu. Ilık bir bahardı ve Kötüorman nemli ve sıcaktı. Cutter’m giysileri terden ağırlaşmıştı. Fejh ve Drey e baktı. Fejh arka ayaklarının üzerinde sıçrayarak yürürken hiçbir tepki göstermiyordu. Drey onlara ayak uydurmaya çalışıyordu ama görünüşe göre çok zorlanıyordu. Deri giysisinin altından kan sızıyordu ve adamın, üzerine konan sinekleri kovalayacak gücü kalmamıştı. Kanlı ve bembeyaz haliyle çürük bir et parçasını andırıyordu. Cutter onun bir acı ya da korku ifadesi göstermesini beklerken Drey ancak kendi kendine mırıldanıp duruyordu.

Bu durum Cutter’ı mahcup etti. Ormanın basitliği onları afallatmıştı. “Nereye gidiyoruz böyle?” dedi birisi Cutter’a. Bana bunu sorma. Akşam olduğunda güzel bir sesin peşinden gittiler ve bir sarmaşığın yanında küçük bir dere buldular. Sevinçle atılıp mutlu hayvanlar gibi su içtiler. Fejh suyun içine oturdu, ona değen su derecikler halinde dışarı akıyordu. Yüzerken, hantal devinimleri birden zarifleşmişti. Avuçlarına su doldurup vodyanoi usulünce onu şekillendirmeye başladı: Su, hamur gibi, onun verdiği şekli koruyordu, köpeklere benzeyen kaba şekiller yaptı. Bunları otların üzerine koydu, burada bir saat içinde, mum gibi eriyerek toprağa aktılar. Ertesi sabah Drey’in yarası iyice kötüleşmişti. Ateşi onu halsiz bırakınca biraz beklediler ama yola devam etmeleri gerekiyordu. Ağaç örtüsü değişmiş, melezleşmişti. Karaağaçlar ve meşelerin yanından, banyan ağaçlarının aşağı sarkan ve köklerini oluşturan lifsi örgülerinin altından geçtiler. Kötüorman kaynıyordu.

Ağaç tepelerindeki kuşlar ve maymunsular sabahı çığlıklarla karşıladılar. Ölü ve bembeyaz ağaçların olduğu bir alanda, ayıya benzer, ama ne olduğu tam olarak anlaşılmayan, değişken ve renkli bir şey çalıların arasından onlara doğru gelmeye başladı. Pomeroy dışında hepsi çığlıklar attı. O ise yaratığın göğsüne ateş etti. Yumuşak bir patlamayla bir kuş sürüsü ve yüzlerce amber sineği havalandı ve havada bir daire çizdikten sonra biraz ötelerinde yine canavar şeklinde bir araya geldi ve bir vızıltıyla onlardan uzaklaştı. Şimdi artık derisini oluşturan tüyleri ve kanatları görebiliyorlardı. “Bu ormana daha önce geldim,” dedi Pomeroy. Bir ayı oğulu-nun neye benzediğini biliyorum.’ Cutter, “Artık yeterince uzaklaşmış olmalıyız,” deyince, alaca karanlık bastırıp onları arkada bıraktığında batıya doğru ilerlediler. Pervanelerin vurup durduğu bir fenerin ardına takılmış yürürlerken ağaç kabuklarından bir perde ışığı yutuyordu. 2 Gece yarısından sonra bodur ağaçların doldurduğu bir alanı geçerek ormandan çıktılar. Üç gün boyunca Mendican Bayırlarında, kaya çıkıntılarında, buzullarla taşınmış ve üzerlerinde tek tük ağaçların göründüğü kara yükseltilerinde yol aldılar. Çoktan yok olmuş buzulların izlerinde yürüdüler. Şehir yalnızca onlarca kilometre ötelerin-deydi. Kanallarına varmışlardı neredeyse.

Bazen tepelerin arasından, uzakta, batı ve kuzeyde gerçek dağları görebiliyorlardı. Bu dağların yanında, tepeler birer moloz yığını gibi kalıyordu. Dağlardaki göllerden su içip buralarda yıkandılar. Yavaşlayarak Drey’in yürümesine yardımcı oluyorlardı. Adam kolunu oy-natamıyordu ve bedeninden bütün kam çekilmiş gibiydi. Şikâyet de etmiyordu ama. Cutter onun bu cesur yönünü ilk kez görüyordu. Patikalara benzer yollar vardı, otların ve çiçeklerin arasından geçerek güneye doğru bunları izlediler. Pomeroy ve Elsie vurdukları dağ tavşanlarını ateşte pişirip içlerini yabani otlarla doldurdu. “Onu nasıl bulacağız?” dedi Fejh. “Koskoca kıtada.” “Ben onun izlediği yolu biliyorum.” “Ama Cutter, koca bir kıtadan söz ediyoruz.” “İşaret bırakacak. Nereye giderse gitsin.

Bir iz bırakacak. Onları da görmezlik edemezsin.” Bir süre hiç kimse konuşmadı. “Ayrılması gerektiğini nasıl öğrendi?” “Haber almış. Birkaç eski tanıdığından… Bütün bildiğim bu…” Cutter, eskiden çiftliklerin bulunduğu yerlerde hava koşullarına dayanamayıp yıkılan çitler gördü. Çiftlik evlerinin taş döşeli temellerini. Doğuda Kötüorman uzanıyordu, dolomit kayalarla bölünen sık ormanlık. Karşılarına, yaprakların arasından fışkıran eski sanayi kalıntıları, bacalar ya da pistonlar bile çıkıyordu. Altıncı gün, Balıkgünü, 1805 yılının, 17 Chet’inde bir kasabaya vardılar.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir