China Mieville – Un Lun Dun

Sıradan bir binanın göze batmayan bir odasında, bir adam oturmuş, pek de sıradan olmayan teoriler üzerine kafa yoruyordu. Adam, şişelere ve deney tüplerine doldurulmuş parlak kimyasal maddeler, grafikler, ölçü aletleri ve etrafında kale gibi yükselen kitap yığını arasında kaybolmuştu. Birbirine dayadığı kitapların çeşitli sayfaları açık duruyordu. Aynı anda birkaçını birden okuyordu sanki. Ölçüp biçiyor, notlar alıyor, aldığı notların üzerini karalıyor, tarihin, kimyanın ve coğrafyanın gerçeklerini avlamaya çalışıyordu. Hızlı hızlı yazan kaleminin hışırtısını ve gelen ilhamla rastgele mırıldanmalarım saymazsak, pek sesi çıkmıyordu. Belli ki çok zor bir şey üzerine çalışıyordu. Ama kendi kendisine söylenmesinden ve çiziktirdiği ünlem işaretlerinden anlaşıldığına göre, yavaş yavaş ilerleme kaydetmekteydi. Adam, yapmakta olduğu iş için uzun yollar katetmişti. Olanca dikkatiyle işine gömüldüğünden, etrafındaki ışığın doğal olmayan bir hızla zayıfladığını fark etmesi epey zaman aldı. Bir anda bastıran garip bir karanlık, pencereleri sarmaladı. Garip bir sessizlik etrafını kuşatmıştı. Sesin yokluğundan çok, yırtıcı bir sessizliğin varlığıydı bu. Adam, sonunda kafasını kaldırdı. Kalemini yavaşça bırakıp sandalyesinden kalkmadan arkaya döndü.


“Kim o?” dedi. “Profesör? Oradaki siz misiniz? Bakan da orada ?» Hiçbir yanıt gelmedi. Koridordaki ışık gittikçe zayıflıyordu. Adam, kapının buğulanmış camından, karanlığın aldığı şekli görebiliyordu. Yavaşça ayağa kalktı. O tuhaf kokuyu duyunca, gözleri yuvalarından fırladı. “Yani…” diye fısıldadı. “Yani, bu sensin.” Hiçbir yanıt gelmedi,- ama kapının diğer yanından yalnızca kahkaha olabilecek belli belirsiz bir gurultu yükseldi. Adam yutkundu ve bir adım geri gitti. Suratı kaskatı kesilmişti. Dumanin kapı kenarlarından daha yoğun bir şekilde süzülüp fırıl fırıl dönerek üzerine doğru gelmesini izledi. Notlarına uzandı. Hızlı davranıp tavandaki havalandırma borusunun altına bir sandalye çekti. Korkmuş fakat kararlı görünüyordu- ya da kararlı fakat korkmuştu.

Duman yaklaşmaya devam ediyordu. Daha sandalyeye tırma-namadan, başka bir gurultu-kahkaha sesi yükseldi. Adam yüzünü kapıya çevirdi. 1 Saygılı Tilki Hiç şüphe yoktu: Kaydırağın arkasında bir tilki vardı. Ve oturmuş bakıyordu. “Bizi izliyor, değil mi?” Oyun alanı çocuklarla doluydu. Gri formalarının eteklerini uçura uçura koşuşturuyor, toplan tekmeleyip oraya buraya goller atıyorlardı. Bütün bu bağırış çağırışın ve oyunların ortasında, birkaç kız durmuş tilkiyi izliyordu. “Kesinlikle öyle. Durmuş, bizi izliyor,” dedi uzun boylu sarışın bir kız. Otların ve deve dikenlerinin arkasında duran hayvanı açıkça görebiliyordu. “Ama neden hareket etmiyor?” Yavaşça tilkiye doğru yürümeye başladı. Arkadaşları, ilk önce, hayvanın bir köpek olduğunu düşünüp gevezelik ederek ona doğru sallana sallana yürümeye başlamışlardı, Ama asfalt yolun yarısına geldiklerinde, onun bir tilki olduğunu anladılar. Soğuk, bulutsuz bir sonbahar sabahıydı ve güneş olanca ışığıyla parlıyordu. Hiçbiri, görmekte oldukları şeyin gerçek olduğuna inanamıyordu.

Onlar yaklaşırken, tilki kıpırdamadan durmaya devam etti. Çantasını bir omzundan diğerine geçirirken, “Daha önce de bir tilki görmüştüm,” diye fısıldadı Kath. “Babamla birlikte kanalın kenarında geziniyorduk. Bana Londra’da bunlardan bir sürü olduğunu söyledi, ama tabii onları genelde görmüyoruz.” “Şu anda koşarak kaçıyor olmalıydı,” dedi Keisha tedirgin bir sesle. “Ben burada kalıyorum. Baksanıza, çok sivri dişleri var.” “Seni daha iyi yiyebilmek için,” diye ona takıldı Deeba. “O bir kurttu, akıllım,” dedi Kath. Katb ve Keisha geride kaldılar: Sarışın arkadaşları Zanna, yavaşça tilkiye yaklaştı. Deeba da her zamanki gibi onun yanındaydı. Tilkinin, hayvanlara özgü o korkuyla, kavisler çize çize kaçıp çitin altından sıvışmasını umarak, daha da yaklaştılar. Ama hiç de bekledikleri gibi olmadı. Kızlar daha önce hiç böyle hareketsiz duran bir hayvan görmemişlerdi. Garip olan şey hareket etmemesi değildi: Tilki hızla ve çılgınca hareketsizdi.

Kaydırağa iyice yaklaştıklarında, çizgi filmlerdeki avcılar gibi, abartılı bir şekilde sürünmeye başladılar. Tilki, gözlerini kibarca Zanna’nın uzanan eline dikti. Deeba kaşlarını çattı. “Evet, izliyor,” dedi Deeba. “Ama bizi değil, seni izliyor.” Susanna adından nefret eden, ama ona “Sue” denmesinden daha da nefret eden Zanna, siteye neredeyse bir yıl önce taşınmıştı ve kısa sürede Kath ve Keisha ve Becks ve diğerleriyle, ama en çok da Deeba ile arkadaş olmuştu. Oradaki ilk gününde, Kilburn Ortaokulu’na doğru yol alırken, Deeba kimsenin yapamadığını yapmış, Zanna’yı güldürmüştü. O günden beri, Zanna neredeyse, Deeba da oradaydı, Zanna’da ilgi çekici bir şey vardı. Sporda, derslerde ve dansta fena sayılmazdı; ama ondaki her neyse, daha farklı bir şeydi: Her şeyi yeterince iyi yapıyordu, ama hiçbir zaman sivrilip göze çarpacak kadar iyi değildi. Uzundu ve dikkat çekiyordu, ama bunu kullanmazdı; tersine, arka planda kalmak istiyor gibi bir hali vardı. Maalesef, bunu da tam anlamıyla becerebildiği söylenemezdi. Onunla geçinmek kolay olmasaydı, bu özelliği başına bela olabilirdi. Bazen arkadaşları ona nasıl yaklaşacaklarını pek bilemez, Zanna’dan çekinirlerdi. Deeba’mn bile, Zanna’mn biraz karanlık ve hayalci olduğunu kabul ettiği olmuştu. Bazen bir köşeye çekilip hülyalara dalar, gözlerini göğe kilitler ya da anlattığı şeyin ipini elinden kaçırırdı.

Gelgeldim tam şu anda, Deeba’nın biraz önce söylemiş olduğu şey üzerine aşırı odaklanmıştı. Zanna ellerini beline dayadı ve bu ani hareketi bile tilkiyi zıplatamadı. “Bu doğru,”dedi Deeba. “Baksana, gözlerini senden alamıyor.” Zanna, gözlerini tilkinin nazik ve kurnaz bakışına çevirdi. Kızların hepsi izliyordu. Ve tilki sanki gözleriyle buluşan bu gözlerin içinde kaybolmuş gibiydi. … Dikkatleri teneffüs sonunda çalan zille dağılıncaya kadar böyle sürüp gitti bu. Kızlar, kırpıştırdıkları gözleriyle birbirlerine baktılar. Tilki en sonunda hareket etti. Gözlerini Zanna’dan ayırmadan kafasını eğdi. Bu hareketten sonra, sıçradı ve gözden kayboldu. Deeba, Zanna’ya bakarak mırıldandı: “Bu iş garip bir hâl almaya başladı.” 2 İşaretler Günün geri kalanında, Zanna arkadaşlarından kaçmaya çalıştı. Onu en sonunda öğle yemeği kuyruğunda yakaladılar; ama Zanna sinirli bir tavırla kendisini rahat bırakmalarını söyleyince, hiç seslerini çıkarmadan uzaklaştılar.

“Boş versenize,” dedi Kath. “Ne kadar kaba olduğunu görmüyor musunuz?” “Bence kafayı yemiş,” dedi Becks ve kafalarını havalı bir edayla çevirip tafra satarak yürüyüp gittiler. Yalnızca Deeba olduğu yerde kaldı. Zanna’yla konuşmaya çalışmadı. Bunun yerine, düşünceli düşünceli onu izliyordu. Akşamüstü, okuldan sonra, Zanna’yı bekledi. Zanna, okul sonrası koşuşturmaca içinde onu atlatmaya çalıştı, ama Deeba buna izin vermedi. Çaktırmadan ona yaklaştı ve birden koluna girdi. Zanna sinirli görünmeye çalıştı, ama uzun süre rol yapamadı. Ağzından şu sözler döküldü: “Ah Deebs… neler oluyor?” Oturdukları siteye kadar yürüdüler ve Deeba’larm evine yöneldiler. Deeba’nın şamatacı ve geveze ailesi bazen onu çileden çıkarırdı, ama bütün bu hayhuy içinde, genellikle her türlü tartışma için rahat bir ortam bulabiliyorlardı. Her zamanki gibi, kızlar yürürken, insanlar kafalarını çevirip onlara baktılar. Birlikte komik bir çift oluyorlardı. Deeba sıska arkadaşından daha kısa, daha şişman, daha dağınıktı. Zanna’mn arkadan sıkıca toplanmış sarı saçlarının tersine, Deeba’nın siyah saçları, her zamanki gibi özgürlüğünü ilan ederek, atkuyruğundan fırlamıştı.

Zanna sessiz dururken, Deeba durmadan ona iyi olup olmadığını soruyordu. Eve gelince, “Merhaba Bayan Resham, merhaba Bayan Moon,” diye şakıdı Deeba nın babası. “Nasılsınız efendim? Size birer fincan çay ikram edebilir miyim, hanımlar?” “Hoş geldin, canım,” dedi Deeba nın annesi. “Neler yaptın bugün? Merhaba Zanna, sen nasılsın bakalım?” Deeba’nın annesi ve babası gözlerinin içi parlayarak ona bakarlarken, Zanna her zamanki gibi tedirgin bir memnuniyetle gülümsedi ve “Merhaba Bay ve Bayan Resham,” dedi. “Teşekkür ederim, iyiyim.”

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir