China Mieville – Yara

En alttaki bulutun bir buçuk kilometre altında, kayalar yükseliyor ve deniz başlıyor. Bir sürü adı oldu buranın. Her bir koy, körfez ve ırmak, sanki hepsi birbirinden ayrıymış gibi sınıflandırıldı. Ama aslında o tek parça, sınırlar koymak anlamsız. Taşların ve kumun arasındaki boşluklara giriyor, sahiller boyunca kıvrıla kıvrıla ilerliyor, kıtalar arasındaki yarıkları dolduruyor. Dünyanın kenarlarındaki tuzlu su ürpertecek kadar soğuk. Donmuş, kocaman deniz tabakaları bir kara görüntüsü çiziyor, kırılıp parçalanıyor, yeniden oluşuyor; tünellerle, buz yengeçlerinin – kabukları gerçek buzdan yapılmış bu filozofların- yuvalarıyla kesişiyor. Güneydeki sığlıklar boru solucanlar, yosun ve mercan ormanlarıyla dolu. Güneş balıkları aptalca bir zarafetle yüzüyor. Eklem bacaklılar, kemiklerin ve çözünen demirlerin içinde yuvalanmış. Deniz kaynıyor. Aşağıdaki pisliği hiç görmeden, dalgaların üstünde başıboş bir halde yaşayıp ölenler de var. Sığ gölcüklerde ve düzlüklerde çoğalan karmaşık organizmalar, organik artıkların üzerinden kaya çıkıntılarının kenarına doğru kayıyor ve oradan ışığın ulaşamadığı yerlere düşüyorlar. Derin yarıklar var. Yumuşakçalarla tanrılar arası varlıklar, suyun on beş kilometre altında sakince oturuyorlar.


Soğuk karanlığın içinde bir evrim vahşeti hüküm sürüyor. Sümüksü bir salgı yayan ve fosforlu bir ışık saçan kaba yaratıklar, yanıp sönen, belli belirsiz uzantılarıyla hareket halindeler. Biçimlerini karabasanlardan almışlar. Çukurlar var. Denizin dibi balçık ve granitle kaplı, su, burada dikey tünellerin içinden geçerek başka düzlemlere iniyor; yüksek basınç altında ağır ağır ilerliyor. Gerçeğin deliklerinden fışkırıyor, tehlikeli dalgalar tarafından içeri çekiliyor, içinden yeni güçler doğacak yarıklar bırakıyor. Serin orta derinliklerde bulunan kayalıkların tepesinde oluşan hidrotermal ağızlardan dışarıya bulutlar halinde kaynar su püskürtüyordu. Karmaşık yaratıklar kısa yaşamlarının tamamını bu sıcak ortamda uzanarak geçiriyor ve asla, bu sıcak, zengin mineraller içeren sudan uzaklaşıp soğuk suya geçmiyorlar; yoksa hemen ölebilirler. Yüzeyin altında dağlar, vadiler ve ormanlar, hareket eden kumullar, buz mağaraları ve mezarlıklarla kaplı bir manzara uzanıyor. Su, cisimlerle dolu. Derinliklerde, adalar büyülü dalgalara kapılmış, sürüklenip duruyorlar. Bazıları, tabut büyüklüğünde, bir türlü batmayan çakmak taşı ve granit parçaları. Diğerleri, yaklaşık sekiz yüz metre uzunluğunda eğri büğrü kayalar, binlerce metre aşağıda asılı duruyor, yavaş, tuhaf akıntıların üzerinde deviniyorlar. Bu batmayan karaların üzerinde topluluklar var: gizli krallıklar. Okyanusun tabanında, karada yaşayanların hiç fark etmediği bir kahramanlık ve sert bir savaş var.

Tanrılar ve felaketler var. Deniz ile gökyüzünün arasından davetsiz tekneler geçip duruyor. Gölgeleri, ışığın en dik geldiği bu vakitte denizin dibine düşüyor. Ticaret gemileri, küçük balıkçı sandalları ve balina tekneleri, gemi enkazlarının üzerinden geçiyor. Denizcilerin bedenleri suyu besliyor. Leşçil balıklar, karınlarını onların gözleriyle ve dudaklarıyla doyuruyorlar. Mercan kayalıklarında, gemi direklerinin ve çapalarının takılıp kaldığı sivri çıkıntılar var. Yitik gemilerin kimi için yas tutuluyor, kimi unutulup gitmiş; denizin dibindeki yaşam onları alıp midyelerle gizlemiş, müren balıklarına, benekli köpek balıklarına, dışlanmış kerevitlere, ayrıca daha başka saldırgan türlere de sığınacakları birer mağara olarak sunuyor. En derin yerlerde, fiziksel şartların, suyun ezici gücüne boyun eğdiği yerlerde, tekneleri alabora olduktan günler sonra bile, karanlığın içinde hâlâ yavaş yavaş aşağıya inmeye devam eden bedenler var. Aşağıya doğru uzun yolculukları sırasında çürüyorlar. En dibe indiklerinde, zifirî karanlıkta kuma çarpan yegâne şey yosunlarla kaplanmış kemikleri olacak. Kayalıkların kenarlarında, soğuk ve aydınlık suyun karanlığa doğru açıldığı yerde, bir erkek kerevit güçlükle ilerliyor. Avını görüyor, kıskaçlarını tıkırdatıyor, boğazından derin bir hırıltı sesi çıkarıyor, aynı anda da, avcı mürekkep balığının başlığını kaldırıp onu serbest bırakıyor. Mürekkep balığı hızla atılıyor, altı metre yukarılarında bir bulut halinde kaynaşıp duran besili uskumru sürüsünün arasına dalıyor. Otuz santimlik, dokunaçları kamçı gibi açılıp kapanıyor.

Mürekkep balığı, ölmek üzere olan bir balığı çekerek, efendisine geri geliyor, bu arada arkasındaki sürü yeniden birleşiyor. Kerevit, balığın kafasını ve kuyruğunu koparıyor, kalan kısmını kemerindeki bir fileye atıyor. Kanlı kafayı, kemirmesi için mürekkep balığına veriyor. Kerevitin bedeninin üst tarafı; yumuşak, kabuksuz kısmı, su ve ısı seviyesindeki en ufak değişikliklere karşı bile duyarlı. Hırçın dalgaların çarpışarak birbirine karıştığı sırada, soluk derisinde bir karıncalanma hissediyor. Bulut halini almış uskumru sürüsü, ani bir kasılmayla bir an donup kalıyor, sonra kabuklarla kaplı kayalığın üzerinde kayboluyor. Kerevit kolunu kaldırıp mürekkep balığını yakınına çağırıyor, onu sakince yatıştırıyor. Zıpkınını yokluyor. Granit tepede duruyor, deniz yosunları ve eğrelti otları ona doğru eğiliyor, aşağıya doğru uzayan bedenini okşuyor. Sağ tarafında delikli taşlar yükseliyor. Sol tarafında suyun karanlığına doğru inen dik bir eğim var. Aşağıdan dalga dalga yükselen soğuğu hissedebiliyor. Kerevit, keskin bir şekilde inen bu maviliğe bakıyor. Çok yukarısında, yüzeyde ışık kıpırtıları görünüyor. Aşağısında ise parıltılar hızla sönüyor.

Durduğu yer zifirî karanlığın başladığı yerin hemen üzerinde. Burada, üzerinde durduğu düzlüğün kenarındayken adımlarını dikkatle atıyor. Avlanmak için sık sık geldiği bir yer burası, avların daha az dikkatli olduğu, daha aydınlık ve daha ılık sığlıklardan uzakta. Bazen büyük avlar, merakla, saklandıkları yerden başlarını uzatıyorlar, onun kurnaz taktiklerine ve dikenli mızraklarına alışkın değiller. Kerevit tedirgin bir halde akıntıda dolaşıyor ve açık denize doğru bakıyor. Bazen alaca karanlık bölgeden çıkanlar av değil, avcı olabiliyor. Soğuk su, tepesinde anaforlar yapıyor. Ayaklarının etrafındaki çakıl taşları yerlerinden oynuyor ve yavaşça aşağıya kayarak, gözden kayboluyorlar. Kerevit kaygan kayaların üzerinde dengesini korumaya çalışıyor. Aşağıda bir yerden kayaların hafifçe dibe vuruşunu duyuyor. Taşlar yeni yerlerine oturuyor ve bir büyü sızıntısı yeni boşluklara doğru akıyor. Karanlıkta soğuk suyun içinden, tuhaf bir şey yükseliyor. Avcı kerevitin mürekkep balığı paniklemeye başlıyor ve yeniden serbest bırakıldığında aşağıdan yukarıya, ışığa doğru şimşek hızıyla fırlıyor. Kerevit, dönüp dikkatle karanlığa bakıyor, sesin geldiği yeri anlamaya çalışıyor. Tedirgin edici bir titreşim var.

Toz bulutu ve planktonların bulandırdığı suyun içinde olanı biteni görmeye çalışırken, bir şey kımıldıyor. Çok aşağıda bir insandan daha büyük bir kaya parçası yerinden oynuyor. Bu büyük, biçimsiz kaya parçası birdenbire yerinden koparak, diğer taşlara sürtünerek aşağıya doğru düşmeye başladığında, kerevit dudaklarını ısırıyor. Kaya, gözden kaybolduktan çok sonra bile görkemli inişi ürkütmeye devam ediyor. Aşağıya inen yerde şimdi, denizi karanlığıyla lekeleyen bir oyuk var. Kerevit bir süre sessiz ve kımıltısız duruyor, endişeyle zıpkınını yokluyor, onu sıkıca tutup kaldırıyor ve bu arada titrediğini hissediyor. Derken oyuktan dışarıya doğru, yavaşça, renksiz ve soğuk bir şey çıkıyor. Gözün seçemeyeceği bir hızla, gerçek niyetini saklar gibi garip bir çabuklukla gözden kayboluyor. Erkek kerevit hâlâ hareketsiz. Korkusu iyice artıyor. Derken bir başka şey daha görünüyor. Onun da ne olduğunu anlayamıyor: O da gözünün önünden çabucak kayboluyor; bir anı, bir izlenim sanki; tanımlayamıyor. Hızlı, somut ve ürkünç. Bir tane daha, derken çoğalıyorlar ve sonunda, aralıksız biçimde karanlıktan sızan, hızlı bir akıntı halini alıyorlar. Görüntüler kıpırdaşıyor, tam olarak görünmez değiller, bir şeyler fısıldaşıyor ve dağılıyorlar, ne yaptıklarını kestirmek güç.

Erkek kerevit hâlâ kıpırtısız. Dalga dalga gelen, tuhaf, fısıltı halindeki konuşmaları duyabiliyor. Geriye doğru kıvrılan koca dişleri, buruş buruş olmuş pürtüklü bedenleri gördüğünde gözleri kocaman açılıyor. Kıvrım kıvrım kaslı şeyler dondurucu suyun içinde salınıp duruyor. Erkek kerevit irkiliyor ve geriye doğru bir adım atıyor, eğimli taşın üzerinde ayakları hızla kayıyor, kendini sakinleştirmeye çalışıyor ama çok yavaşça sesler çıkarıyor. Altında toplanan karanlık şeyler, tek bir hareketle, hiç zorlanmadan avına doğru harekete geçiyorlar. Erkek kerevit bir sürü simsiyah göz görüyor ve onu izlediklerini anlıyor. Derken müthiş bir zarafetle, hepsi yükseliyor ve üzerine çullanıyorlar.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir