Danielle Steel – Umut Ciftligi

Alışveriş arabasıyla reyonların arasında gezinen şık kadın başka bir markette olsa oldukça garipsenebilirdi. Özenle taranmış omuz hizasında kahverengi saçları, aynı renkte iri gözleri, güzel bir cildi, biçimli bir vücudu ve kusursuz manikürlü tırnakları vardı. Üzerindeki lacivert ipek takım büyük bir olasılıkla Paris’ten alınmıştı. Yüksek topuklu ayakkabılarıyla Chanel çantası üstündeki takımla aynı renkteydi. Kısacası her şeyi kusursuzdu. Daha önce hiç markete gitmediğini kolaylıkla iddia edebilirdi, oysa burada evindeymişcesine rahat görünüyordu. Eve dönerken sık sık Madison’daki Gristede’s mağazasına uğrardı. Aslında alışverişin çoğunu hizmetçi yapardı, ama Mary Stuart Walker biraz eski usul de olsa alışverişini kendi yapmaktan hoşlanırdı. Akşam eve geldiğinde Bill’e yemek yapmayı severdi, hatta çocukları küçükken aşçı tutmamışlardı. Kusursuz görünüşüne rağmen ailesiyle ilgili en küçük ayrıntıyla bile ilgilenmekten zevk duyardı. Central Park’a bakan muhteşem manzaralı bir apartman dairesinde oturuyorlardı. Yirmi iki yıllık evliliklerinin on beş yılını burada geçirmişlerdi. Mary Stuart evine özen gösterirdi. Çocukları bazen her şeyin ne kadar «kusursuz» göründüğü konusunda ona takılırlardı. Kusursuzluk onun için bir tür zorunluluk gibiydi.


New York’ta sıcak bir haziran akşamında, altı saat süren bir toplantıdan sonra bile Mary Stuart’ın ne ruju, ne de saçı bozulurdu. İki küçük biftek, iki patates, biraz taze kuşkonmaz, biraz meyve ve yoğurt alınca eski günlerini anımsadı. Alışveriş arabasını çocuklar için tıka basa doldurduğu günler daha dün gibiydi. Ne kadar onaylamazmış gibi görünse de, çocukların televizyonda görüp istedikleri şeyleri almadan edemezdi. Onları biraz şımartmak hoşuna giderdi, sağlıklı olduğu halde nefret ettikleri bir kahvaltı yerine bayılarak yedikleri çikolatalı bisküvilerden alsa ne çıkardı ki. New York’taki herkes gibi, o ve Bili de çocuklarından çok şey bekliyorlardı: yüksek notlar, sportif yetenekler, iyi huylar ve daha pek çok özellik. Sonuçta, Alyssa ve Todd güzel, zeki ve her bakımdan pırıl pırıl çocuklardı. Bili küçüklüklerinden beri onlardan kusursuz olmalarını beklediğini söyleyerek takılırdı, ama aslında bu doğruydu da. Biraz büyüdüklerinde, Alyssa on, Todd on ikisine geldiğinde ne zaman bu sözleri duysalar söylenmeye başlarlardı. Ancak bu sözlerdeki doğruluk payını onlar da biliyordu. Babalarının söylemek istediği, onların hem okulda, hem de okul dışında ellerinden gelenin en iyisini yapmalarıydı; her zaman başarılı olmasalar bile, hep daha çok çalışmalıydılar. Birinden bunu beklemek belki biraz fazlaydı, ama Bill Walker daima yüksek standartlar belirler, onlar da bunlara uyum sağlarlardı. Anneleri ne kadar titiz olsa da, asıl mükemmeliyetçi olan babalarıydı. Çocuklarından ve annelerinden her şeyin en iyisini ister, hatta bu konuda onlara baskı yapardı. Mary Stuart yirmi iki yıl boyunca kusursuz bir eş olmuştu.

Ona kusursuz bir ev, çocuklar ve yaşam sunmuştu. Kendisinden bekleneni en iyi biçimde yerine getirmişti. Evleri dekorasyon dergilerine kapak olmanın ötesinde aynı zamanda mutlu bir yuva olmuştu. Yaşamlarındaki hiçbir şey gösteriş değildi, her şey titizlik ve güzellikle yapılmıştı. Mary Stuart’ın yaptığı hiçbir şey -6- zorlama değildi; fazla çaba harcamaksınız yapılıvermiş izlenimini verse de, çoğu kişi bunun öyle kolay olmayacağını anlardı. O bunu kocasına bir armağan verir gibi yapardı. Ona her şeyi kolayca sunardı. Yıllarca, yüzbinlerce dolarlık hayır işleri yapmış, müzelerin yönetim kurumlarında çalışmış, hasta ve kimsesiz çocuklara yardım etmişti. Şimdiyse kırk dört yaşındaydı, çocuklarını büyütmüştü; uğraştığı hayır işlerinin yanısıra son üç yıldır Har-lem’deki bir hastanede özürlü çocuklar için gönüllü çalışıyordu. Metropolitan Sanat Müzesi’yle Lincoln Center’ın yönetim kurulu üyesiydi ve her yıl daha başka birçok derneğe yardım ediyordu. Artık çocuklar evde olmadığı ve Bili sürekli gece geç saatlere dek çalıştığı için bu işlerle daha fazla meşguldü. Kocası Wall Street’teki uluslararası bir hukuk şirketinin en büyük ortaklarındandı. Almanya ve İngiltere’yle ilgili davaların çoğuna o bakardı. Bill. Walker eskiden bir dava avukatıydı ve karısının sosyal faaliyetleri ona belli bir çevre ve saygınlık kazandırmıştı.

Kocasıyla çok iyi vakit geçirirlerdi, ancak bu yıl fazlasıyla sakin geçmişti. Bili yılın büyük bir kısmını yabancı ülkelere seyahat ederek geçirmiş, özellikle son birKaç ay Londra’daki önemli bir davayla uğraşmıştı. Mary Stuart ise kendini hayır işlerine daha çok vermişti. Bu yıl Alyssa’nın Sorbonne’da ilk yılıydı. Bu nedenle Mary Stuart artık kendine daha çok vakit ayırabilirdi. Ne var ki, o yine işleriyle uğraşmayı tercih ediyordu. Daha fazla hayır işlerinde görev alıyor, bol bol okuyor ve hafta sonlarında hastanede gönüllü olarak çalışıyordu. Bazen pazar günleri elinde bir kitapla yatakta kalıyor ya da New York Times gazetesini son satırına kadar okuyordu. Günleri yoğun geçiyordu. Ona bakınca kimse herhangi bir eksiği olduğundan şüphe etmezdi. Olduğundan en az beş altı yaş genç görünürdü. Bu yıl her zamankinden daha — 7 — zayıftı, aslında bu haliyle daha yaşlı göstermesi gerekirdi, ama nedense daha genç duruyordu. Onda insanların hoşuna giden bir yumuşaklık vardı; bu özellikle ilgilendiği çocukları olumlu etkilerdi. Yüreğinden gelen o iyilik sosyal farklılıkları aşar, insana onun üst sınıfa ait biri olduğunu hissettirmezdi. Onda öylesine dokunaklı bir ifade vardı ki, hani sanki büyük acılar görmüş, büyük üzüntüler çekmişti ama bunların onu içkarartıcı biri yapmasına izin vermemişti.

Hayatında her şey yolunda gibiydi. Çocukları hep en zeki, en başarılı ve en iyisi olmuşlardı. Kocası maddi ve manevi anlamda çok başarılıydı. İş hayatında olduğu kadar sosyal hayatta da son derece saygı görüyordu. Mary Stuart pek çok kişinin isteyebileceği her şeye sahipti. Buna karşın, insanda ona bakınca merhamet uyandıran bir hüzün, bir yalnızlık vardı. Oysa bu çok saçmaydı. Mary Stuart’ın sahip olduklarıyla insan nasıl yalnız olabilirdi ki? Ancak biri gözleriyle değil de yüreğiyle bunu sezebilirdi; ama bu kez de inanmadığı için sezgilerini sorgulardı. Mary Stuart Walker’in yalnız ya da mutsuz olduğunu iddia etmek için ortada hiçbir neden yoktu, yine de ona dikkatle yeterince bakınca böyle olduğu anlaşılıyordu. Zarif yüz ifadesinin ardında hüzünlü bir şeyler vardı. «Bugün nasılsınız, Bayan Walker?» Karşısında duran adam gülümseyerek ona bakıyordu. Bu kadını severdi. Bayan Walker hem güzel, hem de her zaman nazikti. Ailesinin, hatta ölmeden önce annesinin bile hatırını sormayı hiç ihmal etmezdi. Eskiden buraya çocuklarıyla gelirdi, ama artık onlar evden ayrıldığından beri yalnız gelip onunla sohbet ederdi.

Bayan Walker’i sevmemek imkânsızdı. «İyiyim, Charlie, teşekkürler.» Gülümsedi, gülümseyince daha da genç görünüyordu. Genç bir kızdan farksızdı. Hafta sonlarında kot pantolonla geldiğinde tıpkı kızına benzerdi. «Bugün -8- sıcak, değil mi?» diye sordu, ama bundan pek etkilenmemiş gibiydi. Zaten her zaman kusursuz görünürdü. Kışın herkes kat kat giyinip şapkalar, atkılar, kulaklıklar takarken, o korkunç soğuğa rağmen son derece şık giyinirdi. Yazınsa da herkes sıcaktan bayılırken fazlasıyla rahat ve bakımlı görünürdü. Mary Stuart o tür insanlardandı işte. Her zaman her şey yolundaymış gibi davranır, kontrolünü hiç kaybetmez ve tabii hiç öfkelenmezdi. Charlie onu çocuklarıyla gülüp şakalaşırken görmüştü. Kızı gerçekten çok güzeldi, oğlu da dünya tatlısı bir çocuk… hepsi iyi insanlardı. Charlie, Bay Walker’in biraz sert göründüğünü düşünürdü, ama bazı insanları neyin mutlu ettiğini kim bilebilirdi ki? Wal-ker’lar güzel bir aileydi. Bayan Walker iki patatesle iki biftek aldığına göre kocası şehre dönmüş olmalıydı.

Paketleri torbaya koyarken, «Yarın daha da sıcak olacak diyorlar,» dedi. Bu arada Mary Stuart kaşlarını çatmış, bir derginin kapağına göz gezdiriyordu. Haber megastar Tanya Thomas ile ilgiliydi. Başlıkta «Tanya tekrar boşanıyor. Spor hocasıyla ilişkisi yüzünden evliliği sallantıda» yazlyordu. Başlığın altında adaleli bir sporcuyla fotoğrafları vardı. Onun altında kocasının fotoğrafçılardan kaçarken çekilmiş bir resmi. Charlie dergiye bakarak omuzlarını silkti. «Hollywood işte, kim kimin yatağında belli değil. Bazen evlenme zahmetine katlanmaları bile mucize.» Karısıyla otuz dokuz yıldır evliydi ve bu Hollywood çılgınlıkları ona başka bir gezegenden masallar gibi geliyordu. «Okuduğun her şeye inanma,» dedi Mary Stuart nedense ciddi bir tavırla. Charlie bunun üzerine ona bakıp gülümsedi. Kadının yumuşak kahverengi gözleri hüzünlenmişti. «Siz herkes için iyi şeyler düşünüyorsunuz, Bayan Walker.

Ama inanın bana, onlar bizim gibi insanlar değiller.» Sürekli sevgili değiştiren sinema oyuncularının bazıları marketin de- -9- vamlı müşterisi olduğundan biliyordu bunu; hep değişik kişilerle birlikte gördüğü bu insanlar maymun iştahlıydı. Hepsi de Mary Stuart Walker’dan çok farklı yaratıklardı. Bu kadının onun ne dediğini bile anlayamadığından emindi. Mary Stuart kendisinden beklenmeyecek bir sertlikle, «Bu magazin uydurmalarına inanma, Charlie,» dedi bir kez daha. Sonra da gülümseyerek adama veda etti. Saat altıyı geçmesine karşın boğucu bir sıcak vardı. Bill’in her zamanki gibi yedi civarında eve geleceğini düşündü. Yedi buçuk, sekiz gibi ona yemek hazırlardı. Eve varınca patatesleri fırına koymayı planlıyordu, sonra duş alıp üstünü değiştirebilirdi. Her ne kadar belli olmasa da, o uzun toplantıdan sonra yorulmuş ve sıcaktan bunalmıştı. Müze bağış toplamak için eylül ayında büyük bir balo vermeyi planlıyordu ve onun da yönetim kurulu başkanı olmasını istiyorlardı. Neyse ki şimdilik reddedebilmeyi başarmıştı, bu kez yalnızca danışmanlık yapmayı düşünüyordu. Bir balo düzenleyecek hali yoktu. Son zamanlarda daha çok hastanedeki özürlü çocuklarla ya da Harlem’deki kimsesiz çocuklarla uğraşmayı yeğliyordu.

Apartmandan içeri girerken kapıcı onu selamlayarak paketlerini alıp asansörcü çocuğa verdi. Mary Stuart ona teşekkür ederek yukarı çıktı. Burası eski ve çok güzel bir binaydı. Beşinci Cadde’deki en sevdiği binalardan biriydi. Daireye girer girmez muhteşem bir manzara karşılıyordu insanı. Özellikle kışın Central Park karlarla örtülüyken gökyüzüyle olağanüstü bir tezat oluşturuyordu. Yazınsa her yer yemyeşildi. On dördüncü kattan bakınca her şey çok güzel ve sakin görünüyordu. Aşağıdaki gürültü, pislik ve tehlikeden eser yoktu. Uzun süren kara kıştan sonra bahar tüm yeşilliği ve güzelliğiyle gelmişti. -10- Mary Stuart asansörcü çocuğa teşekkür ederek arkasından kapıyı kilitledi ve arka taraftaki geniş beyaz mutfağa doğru yürüdü. Böyle geniş, kullanışlı ve sade odaları severdi. Çerçeveli üç tane Fransız tablosu dışında mutfak beyaz duvarları, beyaz tavanı ve kocaman beyaz granit tezgahıyla tamamen eski tarzdı. Beş yıl önce bir dekorasyon dergisine çıkmıştı. Mary Stuart da beyaz kot pantolonu ve beyaz angora kazağıyla mutfak taburesinde oturuyordu.

Mary Stuart’ın hazırladığı nefis yemeklere rağmen burada gerçekten yemek pişirildiğine inanmak biraz zordu. Hizmetçileri artık yalnızca gündüzleri çalışıyordu. Paketleri boşaltırken evde çıt yoktu. Fırını yakıp bir süre pencereden parkı seyretti. Birkaç blok ötedeki çocuk parkını görebiliyordu. Orada geçirdiği sayısız saatler aklına geldi. Kışın dondurucu soğuğunda çocuklar henüz küçükken onları salıncakta sallar, tah-taravalliye bindirir ya da arkadaşlarıyla oyun oynamalarını seyrederdi. Sanki tüm bunlar yüzyıl önceydi… nasıl da böyle çabucak geçmişti? Çocuklar daha dün evdeydiler sanki, birlikte yemek yiyip sohbet ediyorlardı. Alyssa ile Todd’un kavgalarına bile razıydı şimdi, her şey bu sessizlikten daha iyi ve rahatlatıcıydı. Alyssa, Paris’te bir yıl geçirdikten sonra Yale’de okumak için geri dönünce daha iyi olacaktı. Hiç olmazsa arasıra hafta sonları eve gelirdi.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir