Emma Godrick – Gizli Hazineler

6A kavşağından sola dönerken aklı başka yerdeydi. Great Salt Narsh’a doğru uzanan dik yokuşu tırmanırken yolun bozuk yüzeyinden seken taşlar 1974 model Van’ının altına çarpıyordu. Çabucak aklından bir takım hesaplamalar yaptı. Bugün ağaç çileğinin hasadının son günüydü, demek ki yine işsiz kalmıştı. Ama yeterince birikmiş parası olduğundan ocak ayına kadar bir daha yarım gün işlerde çalışması gerekmeyecekti. Ve ocakta da yirmi bir yaşını dolduracaktı. Tabii o kadar uzun bir süre hayatta kalmayı başarabilirse. <> diye mırıldandı dişlerinin arasından. <> Henry Amca bile espri yapmasını engelleyemezdi. Önünde hareket eden bir şey görmesiyle frene basması bir oldu. Arabanın doğru dürüst çalışan tek yeri frenleriydi ve büyük bir şans eseri yolun bozuk olması nedeniyle genç kız en fazla on kilometre hızla gidiyordu.Van’ın arka tekerlekleri kulak tırmalayıcı bir ses çıkararak yolun toprak yüzeyinde durdu. Önüne fırlayan her ne ise, o kadar yakınındaydı ki genç kız ne olduğunu göremiyordu. Arabayı biraz daha geri aldı, sağa çekti ve durdu. Her yanı titriyordu, direksiyona o kadar sıkı yapışmıştı ki eleri terden sırılsıklam olmuştu.


Rüyada gibi uzanıp kontağı kapattı.Sessizlikle beraber alnında terden bir çizgi oluşmaya başlamıştı. Çeyrek mil ötedeki kumsaldan esen rüzgar tatlı bir sonbahar esintisi getiriyordu beraberinde. Uzakta martıların uçuşları dışında hiç bir hareket yoktu etrafta. Telaşla kapıyı açıp aşağıya atladı. Ama her zamanki gibi bu sefer de acele ettiği için her şey ters gidiyordu. Atladığı yerde sivri taşlar vardı, ve genç kız tökezlediği yerden doğrulurken Van’ın aynasına tutundu, ama bir kez daha dengesini kaybederek kalçalarının üzerine yere oturuverdi. Parlak güneşten kamaşmış bir çift göz ona bakıyordu. Dokuz on yaşlarında, kendisine en az iki numara ufak gelen kırmızı elbisesinin içinde, sarışın, darmadağınık saçlı bir kız çocuğu duruyordu karşısında. <> Küçük kızın sesi berrak ve ilgi doluydu. Kolunun altında sıkı sıkı paramparça olmuş bir oyuncak bebek tutuyordu. <<Hayır, pek değil,>> dedi Penny içini çekerek. hala açıkta olan kapıya tutunarak doğruldu. Sivri taşlar ayaklarına batmış, kanatmıştı. <> diye homurdandı.

<<Çok komik giyinmişsin,>> dedi küçük kız. Penny gülümseyerek kendine baktı. Kırmızı tişörtünün üstüne kocaman bir erkek gömleği giymişti.Ayaklarında ayakkabı yoktu. Uzun kumral saçlarını ayakkabı bağıyla at kuyruğu yapmıştı. Evet gerçekten de komikti. <> dedi ciddi bir sesle. <> <> diye karşılık verdi. Küçük kız. <<Reçeli, pastası, hepsi harika olur. Topumu patlatıyordun!>> küçük kızın sesindeki suçlayıcı ifade karşısında Penny içini çekti. <> Penny etrafta çalılıklardan temizlenmiş tek yer olan bölgeyi gösterdi eliyle. Yörenin turizme açılacağını uman bir girişimci oraya yan yana üç katlı evler inşa etmişti, ama evlere kimseler yerleşemeden yıkıntı haline gelmişlerdi bile. <> diye ekledi genç kız. <> dedi küçük kız gülerek.

<<Komşuyuz, ne hoş değil mi? Babam burada her şeyden uzak olduğumuzu ve yıllarca kimseyi görmeden yaşayabileceğimizi söylemişti. Şimdi şu işe bak sen!>> <> dedi Penny küçük kıza gülümseyerek.<> Ellerini pek de temiz olmayan pantolonuna silerek küçük kıza uzattı. <> Bir an durakladı. Bir yıldan fazla bir zamandır saklanıyor olmak ona bayağı şey öğretmişti. Bunlardan ilki insanların, küçük insanların bile ağızlarının torba olmadığıydı. Burada söyleyebileceği en ufak bir söz hiç ummadığı yerlere ulaşabilirdi.Örneğin Herry Amcanın Boston’da Harris vakfındaki odasına. <<Adım Penny Bloom,>> dedi küçük kıza. Evet bu doğruydu, bundan yirmi yıl, bilmem kaç ay önce Penelope Bloom Harris adıyla vaftiz edilmişti. <> dedi küçük kız elini uzatarak. <> <<Haklısın,>> dedi Penny gülerek. <<Çilek bahçesindeki iş oldukça ağırdır.>> Sekreter olarak geçirdiği aylar, Sears mağazasında tezgahın arkasında geçirdiği haftalardan ve avukatın ofisindeki kısa deneyiminden sonra açık havada bir iş bulmak çok hoşuna gitmişti genç kızın. Burada ahtapot kollu patronlarla ya da her yede Penelope Harris’i arayan özel dedektiflerle uğraşmak zorunda kalmıyordu en azından.

Küçük kız kendisine gülümsüyordu.Penny düşüncelerini bir yana bırakıp ona doğru eğildi. <<Burası oyun oynamak için hiç de iyi bir yer değil Abby,>> dedi. <> Birkaç dakika sonra Abby ön koltuğa atlamış ve eski Van homurtularla yola koyulmuştu bile. Yüz metre kadar ilerledikten sonra aşağıdaki çam ağaçlarına ve kumsala doğru uzanan Mavigation Lane göründü. Yol evlerin bulunduğu düzlükten bir metre kadar yüksekte kalıyordu. Hemen evlerin yanında Spring Creek’in sonuna kadar med-cezir sonucu oluşan küçük su birikintileri ve kayalıklar uzanıyordu. Körfezin öbür tarafında sapsarı kum tepecikleri yükseliyordu. Bir gün bütün körfezi karış karış dolaşmaya söz verdi Penny kendi kendine. Genç kızın evinin önündeki küçük park yerine çıkarken Van iyice zorlandı. Arabayı park edip el frenini çektikten sonra küçük kıza döndü. <<Evet, güzel evimize geldik işte küçük komşum. Bir daha sakın yolda oyun oynama, hele etrafta benim gibi serseri şoförler varken.>> <<Hayır sen serseri şoför değilsin,>> dedi küçük kız gülerek. <<Çok iyi araba kullanıyorsun, babam gibi değilsin.

>>’İşte bununla hiç uğraşmak istemiyorum,’ diye düşündü Penny. Elbette her küçük çocuk gibi bu kızın da bir annesi ve babası vardı ve genç kız bu konuda daha fazla şey duymak istemiyordu. ‘Eminim ki annen çok güzel, baban ise çok yakışıklıdır, şarkılar da öyle söylemez mi zaten,’ diye söylendi içinden. Çocuk döndü. <<Şu işe bak. kamyon gelmemiş.>> <> <> <> <> <> Penny çocuğu rahatlatmak için bir şeyler söyleyebilmeyi istedi, ama başaramadı. Demek bu zavallı çocuk viran bir evin içinde kamp kurmuş durumda yaşıyordu. ‘Zavallının saçlarına bak, tas gibi kesilmiş. Elbisesi de üzerine dar geliyor, bahse girerim ayakkabıları da ayaklarını sıkıyordur.’ diye düşündü Penny. <> dedi küçük kız en sonunda. <> <> <> <<Babam, buralarda oturabileceğimiz tek evin burası olduğunu söyledi. Sence bu garip değil mi? Bahse girerim Cape Cod’da milyonlarca ev vardır, ama içlerinde boş olan bir tek bu.>> <> dedi Penny gülerek.

<> <> Penny ağzını kocaman açarak esnedi. <> <<Çok iyi anladın ufaklık. Yan kapıdan atlama sakın, merdivenlerden gel daha kolay.>> Penny aşağıya inip Van’ın arka kapılarını açarken Abby de bebeğini hiç elinden bırakmadan peşinden geliyordu. Genç kız yağmurluğunu, lastik botlarını ve hep yanında bulundurduğu iki havluyu elindeki asker çantasına doldururken Abby utangaç bir tavırla gülümsedi ve evine doğru koşmaya başladı. Penny kalın çoraplarını ayağından çıkarıp eskimiş ayakkabılarını giydi. Çoraplarını alışkanlıkla botlarının içine koymuştu. ‘Gelecek sezon için mi?’ diye düşündü. ‘Yoksa bu sezon son muydu? Kim bilir buradan sonra nereye gideceğim? Acaba on iki ay daha hayatta kalabilecek miyim?’ Belinden yukarıya doğru bir ürperti yükseldi. Eğilip çantasını alırken, <> diye içini çekti. Bütün günün yorgunluğunu kemiklerinde hissediyordu. Kapıları kapatıp, çantayı arkasında sürükleyerek eve doğru ilerlerken arkasından gelen br ir sesle olduğu yerde kalakaldı. <> Derin, öfkeli bir erkek sesiydi bu. ‘Bakmak istemiyorum, hiç kimseyle uğraşacak halim yok,’ diye düşündü genç kız. Ama ses ısrarlıydı ve bu kez daha da yakından geliyordu.

<> Bir elin sertçe omzuna dokunduğunu hissetti Penny, eli öfkeyle itip arkasını döndü. Ellerini karete pozisyonunda tutuyordu. <> diye bağırdı öfkeyle. <> Oldukça iri yarı bir adamdı ve genç kızdan sadece bir kaç santim daha uzundu. Ayağında topuklu pabuçlar olsa doğrudan gözünün içine bakabilirdi Penny onun. ‘Tam alnının ortasına bir yumruk atabilirim,’ diye düşündü. Adam kapkara gözlerini genç kızın yeşil gözlerine dikmişti. Yüzü dışında oldukça yakışıklı bir adam sayılırdı. Yüzü derin çizgilerle kaplıydı. Penny ikinci bir defa bakınca adamın yüzünün tam anlamıyla çirkin olmadığını, ama hiç de yakışıklı sayılamayacağını düşündü. Evet her şey yerli yerindeydi ama sanki bütün hepsi yüzünün bir tarafına toplanmıştı. ‘Belki beni çok kızdırırsa hepsini yerli yerine oturtabilirim,’ diye düşündü Penny. <<Kızımın yabancıların arabasına binmesine izin veremem,>> dedi adam öfkeyle. <<Eğer bu bir kez daha tekrarlanırsa gereğini yaparım,>> <> diye cevabı yapıştırdı hemen Penny. <> Penny ‘çirkin canavar’, dememek için güç tuttu kendini, bir kez olsun diline sahip olabilmeyi başarabilmişti hayatta.

Dünyadaki, ‘iyi adamlara ne olmuştu? Onun karşısına çıkan erkekler hep Herry Amca, Kuzen Oscar ya da bu adam gibi mi olmak zorundaydı? İlgisini cezbede bildiği erkeklerin bunlardan ibaret olması pek gurur verici bir tabloydu doğrusu. Elleri hala biraz önceki karate pozisyonundaydı, ama genç adamın burnunun birkaç santim ötesinde duran parmakları titremeye başlamıştı. ‘Ona bir vursam yüzü dümdüz olur,’ diye düşündü penny. ‘Bir vuruş işini halleder.’ Genç adam onun aklından geçenleri sezmiş gibi bir adım geri çekildi. Sanki içinden Penny ile alay ediyor gibiydi. <<Doğru yönde geriliyorsunuz,>> diye bağırdı Penny. <> Genç kız çantasını sürükleyerek eve doğru yürümeye başladı. İçeri girip kapıyı kapattıktan sonra kapının üzerindeki küçük camdan dışarıya baktı. Genç adam hala bıraktığı yerde duruyordu, üstelik arkasından kahkahalarla gülüyordu. Penny çantasını bir kenara fırlatıp öfkeyle mutfağa yöneldi. <> dedi yumruklarını tezgaha indirirken, <> Duvardaki saat altıyı vuruyordu ve Penny günün yorgunluğunu bir kez daha omuzlarında hissetmeye başlamıştı. Akşam yemeği. Ne kadar öfkeli olrsa olsun yine de akşam yemeği yemek zorundaydı. Onun kadar boylu poslu bir kız düzenli olarak beslenmek zorundaydı, yoksa bütün enerjisini kaybedebilirdi.

Yapması gereken bir kaç şey daha vardı. Haftalardır çilekleri toplayacağım diye doğru dürüst alışveriş yapmaya fırsat bulamadığından sürekli hamburger yemek zorunda kalmıştı. Uzanıp buzdolabından son iki parça hamburgeri çıkarttı ve soğumak üsere tezgahın üzerine bıraktı. Yukarı çıkıp küveti doldurmaya başladı. Isıtıcı iyi çalışıyordu ama su çok eski bir kuyudan geldiği için, biraz çamurlu akıyordu, bol bol banyo köpüğü kullanmak en iyi çözüm olacaktı. Suyun rengi ne olursa olsun tutulmuş kaslarına iyi geleceği kesindi. Penny çabucak soyunup banyoya girdi ve gerinemeye çalıştı, ama küvet ufak tefek insanlara göre yapılmıştı anlaşılan. Tekrar sıcak suyu açtı ve neredeyse haşlanana kadar suyun altından çıkmadı. İyice tutulmuş olan omuz kasları gevşemişti sonunda. Son bir kaç haftadır günde sekiz,bazen on iki saat çilek toplamış ve toplanan çileklerin saplarından ayıklanması işinde çalışmıştı. ‘Ama ben koskoca bir kızım ve üstelik açık havada çalışmaktan hoşlanıyorum,’ dedi kendi kendine. Duyduğu yorgunluktan yakınmak yerine Tanrının ona verdiklerine şükretmesi gerektiğini hatırlattı kendi kendine bir kez daha. Bu iş bittiğine göre belki de aynı şirketin ambalajlama tesislerinde çalışmak üzere Ocean Spray’ye giderdi, ya da hiç çalışmayıp zamanını evde örgü örerek ve kumsalda yürüyerek geçirebilirdi. Ham Herry Amca bu ateşli tabiatlı yeğeninin bir deniz kıyısında sakin bir hayat sürebileceğini düşünemeyeceğinden, onu burada aramayı aklına getirmezdi. Su iyice soğumaya başlamıştı.

Penny ayakkabı bağını saçından çözüp saçlarını şampuanladı. Eski bornozu ve yırtık pırtık terlikleriyle aşağıya indiğinde saat yedi olmuştu. Evi havalandırmak için mutfağın kapısını açtı. Tezgahın üzerindeki hamburgere bakarak bir gece daha hamburger yemeye dayanamayacağını düşündü. Bir hafta içinde dört gün arka arkaya sadece hamburger yemişti ve artık midesini bulandırıyordu. <> dedi yüksek sesle. <> Ses arka kapıdan geliyordu. Penny gülümseyerek kapının önüne koyduğu teli kaldırmaya gitti. Sivrisinek bombardımanından kurtulmak için çok etkili bir yoldu bu. <<Abby? Bu saatte dışarıda ne işin var ufaklık?>> dedi kapıyı açarken. <<Şimdi yatağa girmiş olman gerekmiyor mu?>> <> dedi küçük kız içini çekerek. <<Mobilyacılar gelmedi ve…ve ne tavamız ne de tenceremiz var. Babam fıstık ezmesinden sandviç yaptı, ama reçelimiz bile yok. Ve ben açım!>> <<Anladım canım,>> dedi Penny küçük kızın mavi gözlerine ve solgun tenine bakarken. ‘Keşke benim de…’ Genç kız aklına gelen düşüncleri kovmak için başını iki yana salladı.

Dünyada bu kadar çok savaş ve kıtlık olmasının nedenlerinden biri de nüfus fazlası değil miydi? Abby ellerini arkasına kavuşturmuş, görünüşüyle Penny’yi etkileyeceğinden çok emin gülümsüyordu. <> <<Spagetti, ben yarı İtalya’nım.>> <<Gerçekten mi? Eğer spagetti pişirirsem benimle yer misin?>> <> <> dedi Penny gülerek. <<Artık her şey konserve nasıl olsa.>> <> <<Hayır güzelim, >> dedi Penny küçük kızın saçlarını okşayarak. Bir yandan da spagetti için gerekli olan malzemeleri dolaptan çıkarıyordu. <> <> dedi Abby. <<gerçekten çok fena.>> <> Küçücük mutfakta fazladan iki el dört misli daha fazla karışıklık demekti, ama Penny gülüp geçiyordu buna. Çocuğun hali yüreğine çok ince bir yerlere dokunuyordu. Abby yirmi dakikadır hiç ara vermeden konudan konuya atlayarak konuşup duruyordu. ‘Evet işte, keşke benim de bir annem olsaydı diye düşünmekten kendimi alamıyorum,’ diye düşündü Penny. Büyükbabası her gün keşke Penny erkek olsaydı diye dua eden aşırı dindar bir insandı. Ama Abby’nin ailesi ona sevgi ve mutluluk vermişti, oysa büyük babasının ona verdiği tek şey paraydı. <> dedi Penny en sonunda.

<<Sorma, o da başka bir konu. Herkes uyuyordu, babam alt katta uyur, yani evimizin bir alt katı varken orada uyurdu. Galiba ısıtıcı arızalanmış, birden Yıldız Savaşları filmindeki patlamalardan birbirine benzeyen bir patlama oldu. Babam evden çıkmayı başardı, ama ben yukarıda olduğum için içeride kaldım. Sonra babam içeri girip beni aldı.İtfaiyeciler de geldi. Aslında çok heyecanlıydı ama o kadar korkmuştum ki tadını çıkaramadım. Pencereye merdiven dayadılar babam da beni aşağıya taşıdı. Ama evimiz tamamen yandı.>> <> <<İki gün önce. İlk gece bir otelde kaldık, ama babam bir eve taşınmak istedi…>> <> Küçük kızın mavi gözlerinin kenarında iki damla yaş belirdi. <> ‘Tuzağa düştük’ diye düşündü Penny. ‘Ufaklığın annesi yok ve tıpkı benim küçükken yaptığım gibi bu işe uygun adaylar arıyor. Ben hiç bir zaman bulamamıştım, ama yine de hayatta kalmayı başardım.’ Tabii buna hayatta kalmak denirse.

Genç kız, bütün hayatını büyükbabasının Protestan ahlakına katlanmak zorunda kalarak geçirdiğini ve şimdi de amcasından kaçmak zorunda olduğunu düşününce, bu şekilde hayatta kalmanın pek de anlamlı bir şey olmadığı kanısına varıyordu. Bu küçük kıza sevgi göstermek istiyordu, ama onun canavar babasından da uzak durmalıydı. Her şey onsuz da yürüyebilirdi pekala! <<Ben…Abby,>> dedi mutfağın öbür köşesinden kendisine doğru koşan küçük kıza kollarını açarak. Başını omzuna dayamış ağlayan bu çocuğa ne söyleyebilirdi ki. Bir anne çocuğunu avutmak için neler söylerdi, en ufak bir fikri bile yoktu. Büyükbabası olsa <> derdi büyük bir olasılıkla. ‘Evet işte bunun için bu kadar katıyım,’ diye düşündü Penny. ‘Katı, sert bir kadını kim ister?’ Abby göz yaşlarını genç kızın bornozunun yakasına siliyordu. <<Sanırım spagetti oldu,>> dedi incecik sesiyle. Penny spagettileri yıkayıp süzdükten sonra küçük kıza döndü. <> Masaya oturduklarında birkaç saniye sessizce birbirlerine baktılar, sonra Abby gülümseyerek çatalına uzandı ve yemeye başladılar. <> dedi Penny birkaç dakika sonra şaşkınlık içinde. Abby çatalını ve kaşığını büyük bir ustalıkla kullanarak ondan iki kat daha kolaylıkla yiyordu spagettisini. <> diye itiraf etti Penny. <<Hıh!>> dedi Abby.

<> <<Hayır, galiba koymadım Abby. Özür dilerim bugün çok yoruldum, ben…>> Arka kapıdan gök gürültüsüne benzer bir ses ikisini de yerlerinden fırlattı. Tel kapı büyük bir gürültüyle açıldı ve tekrara kapandı. <> dedi bir ses gürleyerek. **************** Penny öfkeyle baktı ona. Bu onun evinde ikinci karşılaşmalarıydı ve genç kız bu kez de bütün sinirlerinin ayağa kalkmasına engel olamıyordu. Abby’nin babası kendisine doğru ilerlerken gözlerinde neredeyse vahşi bir pırıltı belirmişti. ‘Utanmasa beni çocuğunu kaçırmakla suçlayacak,’ diye düşündü Penny öfkeyle. <> dedi. <<Yaptığım şu, kızını doyuruyorum. Fıstık ezmeli sandviçmiş!>> <<Çok besleyicidirler,>> diye karşılık verdi genç adan. <<Kızıma yemek yedirmek için kimden izin aldın?>> <> <<Çocuğunu maceraya sürükleyenlere karşı pek de hoşgörülü olmayan bir babayım…>> <> Penny peçetesini masaya atıp ayağa kalktı. <> <> diye sordu genç adam saldırgan bir tavırla. <> <> diye kekeledi Penny öfkeyle. Ama bu adamla başa çıkması için sakin olması gerektiğini çok iyi biliyordu.

<<Eğer çok merak ediyorsanız Mr. Corey,>> dedi derin bir soluk aldıktan sonra. <<Altı aydır burada oturuyorum. belki şimdi yanımdaki eve taşınıp rahatımı bozanın siz olduğunuzu kabul edersiniz.>> <<Altı ay mı?>> Genç adam onu tepeden tırnağa süzerken sesinde şüpheci bir ifade vardı. Penny birden yeteri kadar giyinik olmadığının farkına vararak kıpkırmızı kesildi. Üzerindeki eski bornoz on altı yaşındayken bedenine oluyordu, ama yirmi yaşında vücudunun ancak çok az bir kısmını örtüyordu.Genç kız sinirli hareketlerle bornozunun yakasını çekiştirdi, ama üzerine çeki düzen vermesinin imkansız olduğunu çok iyi biliyordu. Pn altı yaşındayken de oldukça gelişmiş bir kızdı, ama aradan geçen dört yıl boyunca boyu biraz daha uzamış ve onunla orantılı olarak birkaç kilo almıştı ve vücuduna eklenen her şey ortadaydı şu anda. <<Güzel bir yemeğe benziyor,>> dedi genç adam. Sesinin tonundan asıl baktığının yemek değil kendi vücudu olduğunu anlayan Penny daha da gerilmişti. Bu adamın tuhaf bir havası vardı, çevresindekileri yönetmeye alışmış güçlü görünümü irkiltiyordu genç kızı. <> dedi Abby en sonunda. <<Çok güzel spagetti yapıyor baba. Tam bir İtalyan gibi.

Adı Penny ve onun da annesi yok. Özür dilerim Penny, baban var mı sormayı unuttum.>> Penny güçlükle yutkunup gözlerini genç adamdan kaçırdı. <<Be…hayır,>> dedi içini çekerek. <> Karşısında iki çift anlayışlı göz kendisine bakıyordu. <<Aç mısınız Mr. Corey?>> dedi bakışlarını kaçırarak. <<Güzel bir İtalyan yemeğine hayır diyemem,>> diye cevap verdi genç adam gülerek. Bir adım öne çıkıp elini uzattı. <> Penny elini bornozunun cebinden çıkarıp uzattı. <<Penelope…Blomm, gündelikçiyim ama şimdilik hiçbir işim yok, buyrun oturun lütfen.>> Genç kız elini çekmek istediğinde Frank isteksizce bıraktı. Penny hemen dolaba dönüp, kalan iki tabaktan en az çatlak olanını aldı. Bir yandan da yukarı çıkıp üstünü değiştirip değiştirmemek konusunda karar veremiyordu. Eğer çıkıp üstüne kapalı bir şeyler giyerse gülünç duruma düşeceğinden korkuyordu.

Tabağı genç adamın önüne koyarken her şeyi oluruna bırakmaya karar verdi. <<Buyrun,>> dedi, ama hemen masada duran tek şeyin sos olduğunu fark etti ve tabağı alıp ocağın başına gitmek zorunda kaldı. <<Çok nefis olmuş,>> dedi genç adam Penny’nin önüne koyduğu tabaktan bir lokma aldıktan sonra. <<Çok iyi bir aşçısın. İtalyan olduğuna bahse girerim.>> <<Hayır,>> dedi genç kız kısaca. Aslında pişirdiği yemek sayısı çok kısıtlıydı ve hepsini de deneme yanılma yöntemiyle öğrenmişti. <> diye sordu genç adam. <> dedi Penny. <> <> dedi genç adam lokmasını yuttuktan sonra. <> <> dedi genç adam. bakışlarındaki okşayıcı ifade Penny’nin içini hafifçe ürpertmişti. ‘Belki de düşündüğüm kadar çirkin değil,’ diye düşündü. Mutfak saati dokuzu vurduğunda yemek ancak bitmişti. <<Keşke şarap ikram edebilseydim size,>> dedi sofrayı toplamak için masadan kalkarken.

<> Sos tabağına uzandığında genç adam da yerinden kalkıp elini tabağa uzattı. Penny ona değmemek için hızla geri çekildi.Şu anda hiç bir erkekle fiziksel bir ilişkiye girmek istemiyordu.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir