Emma Goldman – Hayatimi Yasarken 2

FENA HALDE dinlenmeye ihtiyacım vardı, ama bu seferki turumuz paradan çok, şan şeref getirdiğinden bîr tatili göze alacak durumda değildim. Paramız öylesine suyunu çekmişti ki, Mother Earth’ü altmış dörtten otuz iki sayfaya indirmek zorunda kalmıştık. Mali koşullanınız yeniden konferans turlarına çıkmamı gerektiriyordu. Ben, Mart ayının ikinci yansında New York’ta bana katılmış ve 15 Nİsan’a gelindiğinde, tiyatro üzerine bir dizi konferans ayarlamıştı. Başlangıçta her şey yolunda gidiyordu, ta ki Mayıs ayı boyunca on bir ayn yerde polisçe engellenmemle kınlan rekora kadar. Daha önce de benzer olaylar yaşamıştım, ama Ne\v Haven Polis Şefi, müdahalecilikte meslektaşlarına taş çıkarttı. Ben’le ikimizin toplantı salonuna girmesine ses çıkarmazken hemen arkamızdan, kapılan tutan polis birliği kimseyi içeri sokmadı. Aralarında çok sayıda Öğrencinin de bulunduğu, beni dinlemeye gelmiş büyük bir kalabalık, polis barikatıyla karşılaştı. Gerçi Polis Şefi, kısa süre sonra, “gayretkeşliğin” pahalıya patladığını anladı Daha önce, Emma Goldman’ın haklarının ihlaline çıt çıkartmayan yerel gazeteler şimdi, “barışçı bir gösteriye müdahale ettiği” için polise veryansın ediyordu. New York makamları, anarşistleri bastırmakta aptalca yöntemler kullanmaktan asla geri kalmamıştı Fakat konferans dizimin üçüncü pazarında. Lexıngton Salonu’ndaki kadar fütursuzca bir budalalığı hiçbir zaman yapmamışlardı Konferans, bu defa, “Modern Tiyatronun öncüsü Henrik Ibsen” gibi kışkırtıcı bir konu üzerineydi. Toplantı başlamadan önce bazı sivil polislerin, salon sahibine, konuşmama izin verirse kendisinin ve ailesinin tutuklanacağını söylemeleri üzerine zavallı adamın paçalan tutuşmuştu. Ne var ki, kiranın önceden ödendiğini gösteren makbuz Berideydi. Bu durumda salon sahibinin elinden bir şey gelmezdi, sivil polislerce alınıp karakola götürüldü. 462 Konum Ibsen mi, tiyatro mu? Konuşmama henüz başlamıştım ki, Anarşizmle Mücadele Timi’ nin salona yayıldığını gördüm.


“Henrik Ibsen”in adını ağzıma aldığım an görevli komiser kürsüye fırlayıp bas bas bağırmaya başladı, “Konuna bağlı kalmıyorsun. Eğer böyle devam edersen toplantıyı feshederim.” “Tam da bunu yapıyorum,” diye sükûnetle yanıtladım ve konuşmama devam ettim. Komiser, müdahalesini ve “konuma bağlı kalmam” yolundaki u-yanlannı sürdürdü. Tepem atmak üzereydi, “Konuma bağlıyım Zaten konum Ibsen.” “Hiç de değil!” diye bağırdı. “Konun tiyatro olduğu halde, sen, Ibsen hakkında konuşuyorsun.” Dinleyicilerin kahkahaları, çok bilmiş müdahalecimi daha da kızdırmıştı. Devam etmeme fırsat kalmadan adamlarına salonu boşaltmaları emrini verdi. Fırsatı kaçırmayan polisler, dinleyicilerin altındaki sandalyeleri çekerek ve coplarını sağa sola sallayarak görevlerini yerine getirdiler. Ne şanslıydım ki, pazar sabahı konferanslarıma, bazıları atalarını Pilgrim Fatherlar’a* kadar dayandıran, çoğunlukla Amerikalı bir topluluk katılıyordu. Aralarında. Standard Oil Şirketi’nin önde gelen ortaklarından birinin oğlu olan, Doğu Orange’dan Mr. Alden Freeman da vardı. İlk kez polisle karşı karşıya geliyordu ve doğal olarak polisin tavırları onda olduğu gibi, diğer safkan Amerikalılarda da nefret uyandırmıştı.

Yıllarca baskıya maruz kalmış bizler için, konferansınım yanda kesilmesi hiç de şaşırtıcı değildi. Yalnız benim değil, işçilerin toplantılarının da, durup dururken saldırıya uğraması olağan bir durumdu. Yirmi yıllık hatiplik hayatım boyunca, konuşmama izin verilip verilmeyeceği, geceyi kendi yatağımda mı yoksa karakoldaki sıranın üzerinde mi geçireceğim konusunda son dakikaya kadar emir olamamı-şımdır. Mayftower’ıa** torunları, bu tür polis oyunlarını gazetelerden o-kuduklannda, kuşkusuz buna benim sebebiyet verdiğimi düşünmüşlerdir; şiddet kullanmayı ya da bomba atmayı kışkırttığımı belki de. Geçmişteki olaylarda ne onlar, ne basın asla sesini çıkartmamıştı A-ma bu sefer, aralarında Rockfeller’in ortağı ve canciğer arkadaşı bir • Amerika’da 17. yüzyılda İlk koloniyi kuran İngiliz Pürtlenler. ** 1620’de, İngiltere’den Amerika’ya ilk göçmen kafilesini gölilıcıı j-tmi v «■ ■■ Pilgrim Fatherlar’ı şoka uğratıyorum 463 milyonerin oğlunun da bulunduğu “gerçek” Amerikalılara hakaret e-dilmişti. Böyle bir şeye hoşgörü gösterilemezdi. New York Times bile ateş püskürdü ve diğer günlük gazeteler de aynı telden çaldılar. Gazeteler protesto mektuplarıyla dolup taştı. St. Louis Mirror’dan yakın arkadaşım VVilliam Marion Reedy ve Pubtic’ten Mr. Louis F. Post, Emma Goldman’a yapılan baskıyı, polisin, Amerikan Anayasası’nı Ruslaştırmak için düzenlediği kasıtlı bir komplo olarak nitelediler. Bunun sonucu olarak bir tfade Özgürlüğü Derneği oluştu ve toplumun her kesiminden Amerikalı erkek ve kadınların imzaladığı bir manifesto yayınlandı.

Yazarlar, ressamlar, heykeltraşlar, avukatlar, doktorlar ve Ne\v York polisinin yöntemlerine karşı savaşmaya kararlı her fikirden insan vardı imzacılar arasında. Alden Freeman, hayatı boyunca, ifade özgürlüğünün lafta değil, fiiliyatta varolduğuna inanmıştı. Gerçeklikle yüz yüze geldiğinde tam anlamıyla şok geçirdi ve derhal ifade özgürlüğü İçin oluşturulan yeni komitenin kampanyasında yer aldı. Freeman, kendi şehri Doğu O-range’da konuşmama izin verileceğinden emin olduğundan, benim İçin orada bir toplantı düzenlenmesini önerdi. Aynı zamanda, üyesi olduğu Mayflovver Derneği’nin düzenlediği öğle yemeğine beni de konuğu olarak davet etti. “İnsanlar gazetelerin tanımladığı gibi birisi olmadığını görünce, gelip seni keyifle dinleyeceklerdin” dedi. Mayflowercılar’ın hiç de ilginç olmadıkları ortaya çıktı; konuşmalar sıkıcıydı. Ancak öğle yemeğinin sonuna doğru orada olduğum anlaşıldı Bu masum topluluğa bir bomba atılsa daha fecli bir sonuca yol açamazdı. Bir an ölüm sessizliği oldu. Ardından, konuklardan bazıları kibirli bir havayla çıkıp gittiler. Kadınlar, yerlerine mıhlanmış, el yordamıyla amonyak ruhu şişelerini arıyorlar, bazıları, Freeman’a ters ters bakıyorlardı. Ejderhayla yüz yüze gelmeye cesaret eden, sadece birkaç pervasızdı. Bu benim açımdan eğlendirici olsa da ev sahibim için acı bir hayal kırıklığıydı. Amerikan geleneklerine ve Özgürlük ideallerine olan inancına kısa süre içinde ikinci bir darbe yemişti. Öğle yemeğinden kısa bir süre sonra da üçüncüsü geldi.

Mayflo-wer Derneği, Emma Goldnıan’ı huzurlarına getirmeye kalkıştığı İçin, onun dernekten çıkarılmasını ya da istifaya zorlanması™ tartıştı. Bu, Freeman’ı yıldıracağına, tersine doğduğu şehirde benim için bir toplantı düzenlemeye sevk etti. Toplantı akşamı, salonun kapılan, hiçbir konuşmanın yapılmayacağını duyuran polis tarafından tutulmuştu. Bunun üzerine Freeman, 464 Standard OH, anarşizmin kollarında toplantının, evinin bahçesinde yapılacağım açıklayarak dinleyicileri oraya davet etti. Aristokratik Doğu Orange’ın sokaklarında, saray gibi binaların önünden, polislerin ve muhabirlerin de bulunduğu arkamızdaki büyük kalabalıkla muzaffer bir yürüyüş yaptık. Bu sakin şehir böyle bir gösteriye hiç tanık olmamıştı. Freeman’ın evi, harika bir bahçeyle çevrili güzel bir konaktı. Burası özel arazi olduğundan polis, mülkiyet haklarının başladığı yerde otoritesinin sona erdiğini biliyordu. Müdahaleye yeltenmeyip bahçe kapısının dışında kaldılar. Toplantımızı yaptığımız garaj, bazı işçilerin evlerinden bile rahattı. Rengârenk ışıldar gecenin içinde titreşerek acayip siluetler oluşturuyorlardı. İsa’nın doğduğu ve çocukluğunun geçtiği efsanevi bir yerdeydim sanki. Özgürlük ve isyan şarkıları dini şarkılarla yer değiştirmişti. Doğu Orange olayının bir sonucu da, daha önce adlarım bile duymadığım insanların, Mother Earth’e abone olup desteklerini sunmaları ve yayınlarımızı almaları oldu. Polis coplan sayesinde, Eırnna Goldman’m ne suikastçı, ne cadı, ne de tuhaf bir kişi olmadığım, otoritelerin bastırmaya çalıştığı sosyal idealine bağlı bir kadın olduğunu anlamışlardı.

İfade Özgürlüğü Derneği, kampanyasını, Cooper Union’da büyük bir toplantıyla başlattı. Haziran sonunun boğucu sıcağına rağmen tarihi salon hıncahınç doluydu. Aşağı yukarı her eğilimi temsil eden konuşmacıların hepsi ortak bir amaçla bir araya gelmişti: Polis teşkilatının artan despotizmine dur deme ihtiyacının doğurduğu zorunluluk. Alden Freeman toplantının başkanıydı ve Standard Oil’İn patronunun oğlu olarak nasıl “anarşizmin kollarına sürüklendiğini’1 esprili bir şekilde anlattı. Sonra ciddi bir havada toplantının amacım açıkladı. “Em-ma Goldman bu kürsüde ağzı bağlanmış oturuyorsa ve çevresi polislerle satılmışsa, bu manzara, bu gece burada bulunuşumuzun anlamım ayan beyan ortaya koyar. Aynı zamanda, Atlantik’ten Pasifik’e, Körfez’ den Büyük Göller’e kadar her yerden İfade Özgürlüğü Komitesi’ne neden protesto ve destek telgrafları ve mektupları yağdığını da açıklar.” Diğer konuşmacılar da benzer düşünceler ileri sürdüler. En mükemmel konuşmayı ise, “İfade özgürlüğü, başkalarının duymak istemediklerini söyleme özgürlüğü anlamına gelmiyorsa hiçbir şey ifade etmez,” diyen Voltairine de Cleyre yapU. Toplantı ve komitenin enerjik çalışmasının etkisi ile, askeri baskı yöntemlerinden sorumlu olan Polis Komiseri General Bingham, Vali Yeni bir Bağımsızlık Bildirgesi kaleme alıyorum 465 McClellan tarafından alelacele görevinden alındı. Bu tür faaliyetlerle meşgulken, Boston Globe’un bir yazı kurulu üyesinden, gazetesinin, Bağımsızlık Bildirgesi konusunda yarışma planladığını bildiren bir mektup aldım. Bazı radikaller şimdiden katılacaklarına söz vermişlerdi; ben de katılır mıydım? Yazar, en İyi makalenin ölobe’da yayınlanacağım ve telif ödeneceğini de belirtiyordu. Bugünlerde pek az Amerikalı, bağımsızlığa Önem veriyor olsa da, öylesine katılacağım yanıtını verdim. Tamamen Bağımsızlık Bildirgesi sınırlan içinde kalmakla birlikte yeni terimler ve anlamlarla yüklü makalemi Globe’a gönderdim. Bir süre sonra bir çek ve bildirgemin provalan geçti elime.

Gazeteci arkadaşım ekteki pusulada, gazete sahibinin, editörün masasındaki provalan gördüğünü ve “bu kadına bir çekle birlikte lanet olası anarşist makalesini geri gönderin, onu Gtobe’ da istemiyorum” diye emir verdiğini yazıyordu. Mother Earth’iin yeni sayısı basılmak üzereydi ve daha az önemli bir makaleyi çıkarıp yerine benim makalemi koyabilmek için ancak zaman bulabilmiştik. Birçok nüshasını sattığımız ve büyük ölçüde de bedava dağıttığımız yeni Bağımsızlık Bildirgesi 4 Temmuz’da binlerce kişi tarafından okundu. Eylül’de, Benle birlikte Massachusetts ve Vermont’a kısa bir tura çıktım. Ya doğrudan polisin müdahalesiyle ya da salon sahiplerinin korkutulması yoluyla tekrar tekrar engellendik. Massachusetts. Wor-cester’da, Rahip Dr. Elİot White ve kansı Mabel A. White’ın yardımları sayesinde bir açık hava konuşması yaptım. Onlar da, dostumuz Alden Freeman’ın örneğini izlediler ve geniş çimenliklerini emrimize verdiler. Anarşizm, ona hiç yakışmayan çok yıldızlı Amerikan ulusal bayrağının altında değil, bizi meraklı bakışlardan koruyan devasa ağaçların, gök kubbenin ve parıldayan yıldızlann altında dinlendi. WorcesteıJ daki en önemli olay, Sigmund Freud’un, Clark Üni-versitesi’nİn yirminci kuruluş yıldönümü dolayısıyla yaptığı konuşmaydı. Düşünse) berraklığı ve konuşmasının sadeliği beni alıp götürmüştü. Kep ve cüppeleriyle ciddi ve önemli havalardaki profesörlerin oluşturduğu sıralann ortasında Freud, sıradan giysileri, gösterişsizliği ve iyice ufalmış haliyle, cüceler arasında bir dev gibiydi. 1896’da Viyana’da dinlediğimden beri hayli yaşlanmıştı.

O zaman bir Yahudi ve sorumsuz bir yenilikçi olarak yerilmişti. Şimdiyse dünya çapında bir insandı. Ne aşağılama, ne de şöhret bu büyük insanı etkileyeme-mişti. 466 Tekstil işçileri grevine katılıyorum New York’a döndüğümde yeni mücadelelere daldım. On beş bin dikim işçisi ile Pennsylvanİa McKeesport’taki çelik işçileri grevdeydi. Her iki mücadele için de para toplanması gerekiyordu. Anarşistler her zamanki gibi ihtiyaçlara İlk yanıt verenler arasında olduklarından sayısız mitingde konuşmak ve grevdeki sendikalara destek sağlamak üzere işçi örgütlerini dolaşmak zorundaydım. Ardından, İspanya’da bir ayaklanma patlak verdi. Fas’taki katliamı protesto eden İspanyol işçileri genel grev ilan ettiler. Amerikan basını, her zamanki gibi durumu yanlış aktardı. Olayların gerçek yüzünü ve önemini anlatmak için acil bir kampanya başlatmak zorunlu hale gelmişti. Amerika’daki İspanyol yoldaşlar yardımımı istediler, memnuniyetle kabul ettim. Çok geçmeden, anarşist ve liberter eğitimci Francisco Ferrer’in, genel grevden sorumlu olmakla suçlanarak Barcelona’da tutuklandığı haberi geldi. Yoldaşımızın hayati bir tehlikeyle yüz yüze olduğu ve duyarlı Amerikan kamuoyunu ayağa kaldırmanın gerekliliği ayan beyan ortadaydı, Avrupa’da çok sayıda tanınmış ileri fikirli kadın ve erkek, Francisco Ferrer için yoğun bir kampanya başlatmışü bile. Amerika’da ise benzer bir çalışmayı yapanlar çok az sayıdaydı ve bu yüzden iki misli çaba göstermemiz gerekiyordu.

Toplantılar konferanslar, hîother Earth ve insanlara sürekli bir şeyler götürme çabası içinde, sabahın köründen gece yanlarına kadar koşturuyorduk. Ben, günlerce öncesinden, Philadelphia’da benim için bir toplantı düzenlemişti. Oraya vardığında yoldaşlar ona, son zamanlarda Kardeşlik Kenti’nde, bütün radikal toplantıların engellendiğini bildirdiler. Kolluk görevlilerine, Amerikalılara özgü bir güven duyan Ben, Phila-delphia Çan Kamu Güvenliği Başkanı’nı görmeye gitti. Bu yetkili, onu asık suratla karşılamakla kalmayıp, “kendi” şehrinde Ernma Gold-manın konuşmasına asla izin vermeyeceğini de beyan etti. Yerel tek-vergiciler bu despottk kararın feshi için önerge hazırladılar ve konuşma hakkımın tanınmasını talep etmek üzere Şehir Meclisi1 ne bir komite gönderdiler. Amerikalılar arasında dostlarım olduğunu fark eden polis gücünün başındaki diktatör geri adım atarak, “Emma Goldman konuşabilir, ancak konferans notlarını okumam gibi küçük bir formaliteyi yerine getirirse,” dedi. Sansür tanımadığım için böyle bir şeyi kabul etmem mümkün değildi. Bunun üzerine Kamu Güvenliği Başkanı, konuşamayacağıma Philadelphia’nm kurtuluşu 467 karar verdi. “Toplantı yapılabilir,” diye kararını açıkladı, “fakat Emma Goldman’ın Odd Felknvs’ Temple’da konuşmasına izin verilmeyecektir. Konuşmayı önlemek için gerekirse bütün polis teşkilatını o-raya yığarım.” Sözünü tuttu. Kaldığım küçük otelin girişine, sivil giyimli altı davetsiz misafir yerleştirdi. Akşam, yanımda Philadelphia İfade Özgürlüğü Birliği avukatı olduğu halde Odd Fellovvs Salonu’na doğru yola çıktığımda hafiyeler peşimize takıldı. Salonun çevresindeki cadde ve sokaklar, yaya, atlı ve motorize polis birlikleri tarafından kordon altına alınmıştı.

Yalnız girişte engellenmekle kalmayıp, odama girinceye kadar üzerimden nazarlannı eksik etmeyen hafiyeler tarafından belirlenen güzergâhtan otele geri dönmeye zorlandım. Toplantı gerçekleşmiş, anarşistler, sosyalistler ve tek-vergiciler tarafından konuşmalar yapılmış, ama Emma Goldman susturularak güya Philadelphia kurtarılmıştı. Tek-vergjciler ve İfade Özgürlüğü Birliğt’nin üyeleri, dava açılmasında ısrarlıydılar. Hukuki işlemlere inancım yoktu. Fakat arkadaşlarım, mahkemeye başvurmayı reddedersem, polisin, oyunlarını sürdürmesine çanak tutmuş olacağımı belirttiler. Oysa hukuki mücadele, kamuoyunun dikkatini, polisin beni susturmak için uyguladığı Rus yöntemlerinin üzerine çekecekti. Voltairine de Gevre de denemekte fayda olduğunu düşünüyordu, razı oldum. Bu sırada gazeteler, durumla ilgili sansasyonel hikâyeler imal ediyor, hafiyeler ise oteldeki İkâmetlerini sürdürüyordu. Bir ölçüde liberal bir insan olan otelin sahibi bana karşı gayet hayırhah bir tutum içindeydi, ama bu istenmeyen reklamdan zarara uğradığı da açıktı. Bu yüzden büyükçe otellerden birine taşındık. Yeni yerimizde bavulumu yerleştirmeye fırsat kalmadan, telefonla, bir hata yapıldığı bildirildi: Bize verilen oda daha önce tutulmuşmuş, otelde başka boş oda da yokmuş. Aynı şey başka otellerde de başımıza geldi. Ben’e bir itirazları yoktu, sorun bendim. Son çare Amerikalı dostlarıma sığınmaktı Üç hafta boyunca evleri sürekli göz hapsinde tutuldu ve evden çıkıp döndüğüm ana kadar takip edildim. Üstüne üstlük polis, ev sahibimin hizmetçisine beni gözetlemesi için rüşvet teklif etti.

Fakat bu iyi yürekli kadın reddetmekle kalmayıp bütün gün hafiyelerin gözetlemelerinden kaçmama yardımcı oldu. Acilen New York’ta olmam gerekiyordu. 13 Ekim Pazar sabahı, hizmetçi kadın, ikimizi arka çıkış kapısına götürdü. Uzunca bir yol 468 Francisco Ferrer’i anıyoruz kat ettikten sonra dar bir sokağa çıktık. Kimsenin gözüne çarpmadan tren istasyonuna geldik ve hemen doğuya doğru yola çıktık. New York*ta bulunuşumuzun nedeni, İspanya’da militarizmin ve papalığın cinayetine kurban giden Francisco Fener anısına düzenlenen kitlesel bir mitinge katılmaktı. Katolik Kilisesi, Francisco Fenefe karşı sekiz yıl boyunca acımasız bir savaş vermişti. Ferrer, onu en zayıf noktasından vurmaya cüret etmişti çünkü. 1901 ve 1909 yıllan arasında, 109 modern okul kurmuş, ondan etkilenen ve örnek alan liberal unsurlar, dinsel bağnazlığa karşı üç yüz kadar eğitim kurumu oluşturmuşlardı. Katolik İspanya daha önce asla böyle bir cürete tanık olmamıştı. Özellikle Fer-rer”in Modem Okul’u, Kilise babalanna rahat huzur vermiyordu. Onlar, çocuğun otoritelerden ve dogmanın karanlığından, dar kafalılıktan ve batıl inançlardan kurtarılması karşısında hop oturup hop kalkıyorlardı. Kilise ve devlet, yüzyıllar süren hâkimiyetlerinin tehlikede olduğunu görüyor ve Ferrer’i ezmeye çalışıyorlardı. 1906’da bunu ner-deyse başaracaklardı. O tarihte, İspanya Krah’nı Öldürmeye teşebbüs eden Morral’la ilişkisi olduğunu ileri sürerek onu tutuklanmışlardı.

Genç anarşist Mateo Morral, kişisel sen etini Modern Okulların kütüphanesine bağışlamış ve kütüphaneci olarak Ferrer’Ie birlikte çalışmıştı. Eyleminin akamete uğramasından sonra hayatına son vermişti. Hemen ardından İspanyol resmi makamlan, Mateo Morral’ın Modem Okul’la ilişkisini keşfettiler. Francisco Ferrer tutuklandı Bütün İspanya, Fenerin politik şiddet eylemlerine ve zora karşı modem eğitimi inançla savunduğunu biliyordu. Ferrer’i o zamanki iktidarların elinden kurtaran bu görüşlerinin bilinmesi değil, 1906’da dünya çapındaki protestolar olmuşta Ama şimdi Kilise ve Devlet ne pahasına olursa olsun Ferrer’den Öç almaya kararlıydı. Francisco Ferrer, resmi makamlar tarafından aranmaya başlandığı zaman, bir yoldaşla birlikte Barcelona’dan on mil uzaklıkta bir evde kalıyordu Orada son derece güvenlikteydi ve isteseydi, pekâlâ, öldürülmesini talep eden Kilise ve askeri kliğin gazabından kaçabilirdi. Ama, kendisine yataklık eden herkesin vurulacağına ilişkin resmi duyuruyu okuyunca teslim olmaya karar verdi. Evlerinde kaldığı anarşist arkadaşları beş çocuklu yoksul bir aileydi; tehlikede olduk-lannı bile bile Ferrer’den kalmasını rica ettiler. Fener, gitmeyeceğine söz vererek onları teskin ettikten sonra gece, herkes uykudayken, pen-cdeden usulca atlayarak Barcelona’nın yolunu tuttu. Şehre az kala “Doğum günü parti “m basılıyor 469 tanınarak tutuklandı. Düzmece bir yargılamadan sonra, Francisco Ferrer idama mahkûm edilerek Montjuich Cezaevi’nin duvarları önünde kurşuna dizildi. Yaşadığı gibi öldü. Son nefesini verirken “Yaşasın Modern Okul!” diye haykırdı. Ne\v York’ta, Francisco Fener’in anısına düzenlenen toplantıdan sonra, ifade Özgürlüğü mücadelesine devam etmek üzere PhİIadel-phia”ya döndüm. Davayla ilgili olarak mahkemenin karannı beklerken, kampanyamızı destekleyen komite için odamda bir parti düzenlemiştim.

Kahvelerimizi yudumlayıp sakin sakin tartışırken kapı şiddetle vuruldu. Bir sürü görevli içeri doluştu. Şefleri, “Gizli toplantı yapıyorsunuz,” diyerek odada bulunanla-nn dışan çıkması emrini verdi. “Doğum günü partimi basmaya nasıl cüret edersiniz. Bunlar, doğum günümü kutlamaya gelmiş konuklarım. Yoksa Philadelphia’da suç mu bu?” diye karşı çıktım. “Doğum günü ha?” diye alay eden görevli, “Anarşistlerin doğum günü kutladığını bilmiyordum doğrusu. Nasıl kutlayacaksınız bakalım göreceğiz,” dedi. Tek-vergicilerden bazıları küplere bindiler; polis, toplantımızı zora dayanarak yanda kestiği için değil de. özel mülkiyetin kutsiyetine karşı şiddet kullandığı için. Konuklarım çok geçmeden dağıldı. Bense, biz anarşistlerin, acaba kutsal mülkiyetin insan üzerindeki hâkimiyeti ile mi, yoksa insanın devlete olan inancı ile mi yüz yüze geldiğimizde daha büyük zorluk çekeceğimiz düşüncesiyle baş başa kaldım. Kampanyamız, İfade Özgürlüğü Birliği tarafından düzenlenen büyük bir toplantıyla sona erdi. Leonard D. Abbott’un başkanlığını yaptığı toplantıda, konuşmacılar arasında eski Kongre Üyesi Robert Baker, Frank Stephens.

Theodore Schroeder, George Brown (“ayakkabıcı filozof), Voltairine de Cleyre ile Ben Reitman da vardı. Horace Traubel, Charles Edward Russell, Rose Pastor Stokes, Alden Free-man, William Marion Reedy ve daha başkalarının, kısıtlanmamı protesto eden mektupları okundu. Bir süre sonra, Philadelphia Kamu Güvenliği Başkanı, yolsuzluk ve rüşvet almakla suçlanarak işinden atıldı. XXXVI. BÖLÜM 1909 YILININ ikinci yansında New York yeniden bir haçlı seferine tanık oldu. Reformcular, beyaz kadın ticaretini keşfetmiş, yok etmeye çalıştıkları kötülüğün kaynaklan hakkında en ufak bir fikre sahip olmaksızın işe girişmişlerdi! Fahişelik konusunu ele almak için hatırı sayılır gözlemlere sahiptim; ilk olarak, bir zamanlar oturmak zorunda kaldığım evde, daha sonra Mrs. Spenser*e iki yıl boyunca hemşirelik yaparken ve son olarak da Black\vell Adası’nda. Aynı zamanda konu üzerine okumuş ve bir sürü malzeme toplamıştım. Bu yüzden, sorunu tartışmak İçin, şu anda onunla fazlasıyla ilgilenen ahrak tellallarından çok daha donanımlı olduğumu düşünüyordum. Beyaz kadın ticareti, sebepleri, etkileri ve ortadan kaldırılma yollan üzerine bir konferans hazırladım. Bu, yeni çıkışımda en güçlü kozdu. Çok ateşli eleştiri ve tartışmalara yol açtı. Konferans, Mother Earth’ün Ocak sayısında yayınlandı ve sonra da kitapçık olarak basıldı. Kısa süre sonra Ben’Ie birlikte yıllık turumuza çıktık. Gittiğimiz her yerde abonelerimizden, derginin Ocak sayısının ellerine geçmediğine ilişkin şikâyetler duyduk.

Konuyu telgrafla Saşa’ya bildirdim, o da posta idaresini sıkıştırdı. Saşa’ya, dergilerin bir kısmına, Anthony Comstock’un şikâyeti üzerine el konduğu bildirildi. Comstock’culu-ğun kurbanları arasında sonunda bize de bir yer aynldığı için gururumuz okşanmakla birlikte, bahşedilen bu beklenmedik şerefin sebebini Öğrenmek İstedik. Şaşa, bir takım girişimlerden sonra, Amerikan ahlakının muhterem bekçisiyle bağlantı kurmayı başardı. Comstock, Mother Earth’ün toplatıldığını kabul etmekle birlikte, bunun nedeninin kendi şikâyeti olduğunu inkâr etti. “Bu meseleyle ben ilgileniyorum,” dedi Saşa’ya, “Sebep, Miss St. Anthony, grubumuzu dikkate alma tenezzülünde bulmuyor 471 Goldman’ın makalesinin beyaz kadın ticareti üzerine olmasıdır.” Comstock’un ricası üzerine Şaşa, onunla birlikte, St. Anthony’de bulunan ve iki saat süren gizli bir görüşmenin yapıldığı Bölge Savcısı’nm yazıhanesine gitti. Ardından Postane Başmüfettişi ile uzun bir görüşme yapıldı. Sonuçta sansür kurulu makalede itiraz edilebilecek hiçbir şey bulunmadığım açıkladı. Ertesi gün New York Times, Comstock’la yapılmış, olaylan tamamen inkâr eden bir söyleşi yayınladı. “Bu, Goldmariın, yayınına ilgi çekme planıdır,” diyordu Comstock. Ne şikâyette bulunduğunu, ne de dergilere postane tarafından el konduğunu söylüyordu. Şaşa yeniden bir haftalık sıkı bir çalışmaya girerek çeşitli posta İdarelerini dolaştı ve Washİngton’a sürekli telgraf çekti.

Böylece Ocak sayısı dolanıma girdi. Comstock’un, en azından niyetini bize bildirecek kadar dürüst olsaydı, yasaklanan sayıdan elli bin nüsha basardık. Yine de müdahalesi, yayınımızın reklamına yol açmıştı. Mother Earth’c olan talep iyice arttı, ama ne yazık ki, elimizde yeteri kadar dergi yoktu. Chicago’ya 1908’deki ifade özgürlüğü mücadelesinden beri gidememiştim. Polis, bana karşı her zamanki tavrının anarşizmin reklamına yol açtığım farketmiş olacak ki, Ben’e, artık hiçbir şekilde rahatsız edilmeyeceğime ilişkin güvence verdi. Bu güvence, menajerimi, kendi şehrinde yapacağımız çalışmalar konusunda teşvik etti. Tarih ve konulan telgrafla bildirdi ve sonra da bir dizi konferansın düzenlenmesi için bütün gücüyle çalışmaya koyuldu. Chicago, hayatımda her zaman önemli bir yer tutmuştu. Ruhsal doğuşumu 1887 şehitlerine borçluydum. Tükenmeyen müşfik ve anlayışlı dostluğuyla beni yıllar boyu ayakta tutan Ma\’ı on yıl sonra orada tanımıştım. Yine Chicago’da, 1901 yılında, Leon Czolgosz konusundaki tutumum beni ölümün eşiğine getirmişti ve Ben’i bana armağan eden de Chicago değil miydi? Ben, bütün hataları, sorumsuzluğu ve saplantılanyla – hayatımda şimdiden, bir başka kimsenin vermediği kadar çok acı veren, kendimi çalışmalarıma tam anlamıyla vakfederek, daha derin bir bağlılıkla sürdürmemi sağlayan insandı. Ancak iki yıldır birlikteydik ve bu süre içinde ruhum, onun karşısında yüzlerce kez sınavdan geçmişti. Beynim ise, yakınlığına hâlâ hayati bir ihtiyaç duyduğum bu tuhaf çocuğa karşı daima isyan içindeydi. Michigan Gölü yakınındaki Madison kentinde 1892’den beri konferans verirdim; ama ancak bu gelişimde, sahip olduğu imkânlan 472 fVisconsin, Madison’da yeni olanaklar buluyorum

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir