Gerard De Villiers – 03 Hedef Reagan

John Hence Hilton’un tenha holünü geçti ve otelin barı Paddock’un önünde durup saatine baktı: Saat, tam dokuzdu. Paddock’un Maltah piyanistinin bıkkın bir tarzda İngilizce başlayıp Fransızca sürdürdüğü “Les Feuilles Mortes” adlı parçayla coşturduğu bir grup gürültülü İtalyan işadamı, şarkıya kendi dillerinde koro halinde eşlik ediyorlardı. Paddock, akşamın sekizinden sonra Lefkoşe’ de içki içilebilecek ender yerlerden biriydi. Çünkü hava karardı mı, kentte hayat duruyordu. 1974’de Türk Ordusu ırkdaşlarmı korumak amacıyla Kıbrıs’ın kuzeyine çıkarma yapmış ve adanın yüzde kırkım ele geçirerek Lefkoşe’yi, küçük bir Berlin örneği, ikiye bölen Atilla Hattı’nın * arkasına yerleşmişti. Türkler en güzel turistik bölgelere sahip çıktıkları için Kıbrıslı Rumlar da Beyrut’tan gelebilecek en ufak silah sesini bekler olmuşlardı. Beyrutlu örgütler birbirleriyle dalaşmaya başladılar mı, Lübnanlılar gemi, uçak, ne bulurlarsa atlayıp soluğu Kıbrıs’ta alıyor ve halkı dolara boğuyorlardı. Fakat ne yazık ki, aylardan beri Lübnan son derece sakindi ve Kıbrıslı Rumlar dörtte üçü (*) Türk ve Rum kesimini ayıran hat. boş otellerinin geleceğine bakıp umutsuzluğa düşüyorlardı. Geniş Makarios Bulvarı’nın kenarında yükselen Hilton bile, hemen hemen boştu. Adada sadece Beyrut’tan günübirlik telekslerini çekmeye gelmiş birkaç işadamı vardı. Onlar da paralarım otellere değil, Cyprus Airways’e, taksilere ve Lefkoşe’ye altmış kilometre uzaklıkta bulunan Larnaka Havaalam’na bırakıyorlardı. Buluşacağı kişiyi arayan John Hence, bakışlarıyla salonu taradı. Kısa siyah saçlı, geniş yüzlü, burnu kemerli, gözleri fıldır fıldır dönen bir tipti Hence. Çok kısa süredir Kıbrıs’taydı.


İki saat önce Tel Aviv’den gelmişti ve ertesi gün yine oraya dönecekti. Tel Aviv’de CIA’nın bölge şefi olan John Hence, terörizmin beşiği olan Beyrut’ta uzun süre kalması nedeniyle Ortadoğu terör örgütleri konusunda uzmanlaşmış ender kişilerden biriydi. John Hence birkaç adım atınca, yarısı bir sütunun ardında kaybolmuş bir masada oturan haber kaynağı Mustafa Nidal’i farketti. Kısa boylu, şişman, saçsız, patlak gözlü bir tip olan Mustafa, temerküz kampından çıkmışçasına önündeki zeytinleri yutuyordu. Milliyetinin ne olduğu bilinmemesine rağmen bu bölgede Şirket’in en iyi haber kaynaklarından biriydi. Bu da onu temkinli davranmaya zorluyordu. Mustafa Beyrut’tan geliyordu. Cyprus Ainvays Tel Aviv ve Beyrut’a sefer yaptığı için en uygun buluşma yeri Kıbrıs’ ti. John Hence salonu katedip masaya oturdu. — Merhaba Mustafa! Yolculuğunuz iyi geçti mi? Mustafa Nidal – bunun gerçek adı olup olmadığım kimse bilmiyordu- yılışık bir gülüşle cevap verdi: « — Uçak biraz gecikmeli geldi. Beyrut Havaalanı kapalıydı. Hava korsanı Şiiler dediğimiz dedik diyorlardı. Atina’dan Libya Hava Yollan’na ait bir “727” kaldırmışlar. Amerikalı gülümsedi. — Sıra onlardaydı.

Peki, işin sonu nasıl bitti? Mustafa Nidal umursamaz bir tavırla ağzına bir zeytin atıp: — Şii militanlar havaalanını kontrolleri altına aldılar, dedi. Pöh! Sonunda anlaşmaya vardılar tabu. Korsanlann dediği oldu; hatta uçak mürettebatım bile değiştirdiler! Sonra da havalanıp Akdeniz’in üstünde dolanmaya başladılar… Sonuçta, olan bizim öğle yemeğine oldu. — Şanssızlık! dedi John Hence; sonra esneyerek bann girişine döndü. Paddock’un kapısında kıvırcık saçh esmer bir adam belirmişti. Birini arar gibi kımıldamadan bir süre durdu. Bakışlan John Hence’in bakışlarıyla karşılaştığında belli belirsiz bir baş işareti yaparak kapımn yanındaki masalardan birine oturdu. John Hence’i Kıbrıs’ta korumakla görevli olan bu muhafız, Lefkoşe’de kendisini gerçekten bir “çocuk bakıcılığı” titizliğiyle izliyordu. Aşın bir önlem işte. Oysa, Ortadoğu’daki teröristlerin uğrak yeri olan Kıbrıs, aksine, imrenilir bir huzur içindeydi, içi patlayıcı dolu bir arabanın kalabahk bir caddeye bırakılması Lefkoşe’de rastlanacak olaylardan değildi. Önemsiz birkaç olayın dışında, tüm israilliler, Lübnanhlar, Filistinliler, Suriyeliler, Iraklılar, Batı servisleri, Libyalılar ve Doğu servisleri kavgasız gürültüsüz yaşarlardı. Bir defasında Limasol’da Mossad tarafından bir FKHC * sorumlusu vurulmuş; bir başka sefer (*) Filistin Kurtuluş Halk Cephesi. 7 de bir Mısırlı komando iki Filistinlinin Hilton’da rehin tuttuğu on bir Mısırlıyı kurtarmak için, Şubat 1978’de Larnaka Havaalam’m basmış; on beş kişinin ölümüne yol açmıştı. Çabucak unutulan bu iki olayın dışında, ikiye bölünmüş adada huzur bozulmamıştı. İtalyan müşterilerin şamataları ve şarkıları sessizliğe gömülü kentin havasım sarsar gibiydi.

Hence, italyanların gürültüsünü bastırmaya çalışarak adeta bağırırcasına: — Burada mı kalıyoruz? diye sordu. Nihayet piyanist tuşlara bir, iki vurduktan sonra ayağa kalktı. Ara verilmişti. Rahatlayan John Hence bir duble viski ısmarladı. — Niye Beyrut’a uğradınız? Mustafa Nidal’in dudaklarında şeytanca bir gülümseme belirdi. — Beyrut’ta işim vardı. Limanda iki aydır bekleyen Akai müzik setlerim gemiye yükletmem gerekiyordu. Biraz daha geciksem Tripoli’de müşterilerim canıma okuyacaklar. Orada tek eğlenceleri bu. Mallan doğrudan doğruya Libya’ya getirtemiyoruz. Ancak, böyle dolaştırıp sokabiliyoruz. — Bilirim, bilirim, dedi Hence. Dikkatli olun bari! — Dikkat ediyorum işte! Sustular. Garson yakınlarındaydı. Arapça konuşmaları bile bir tedbir sayılmazdı burada.

Kıbrıslıların çoğu Arapça biliyordu. Ada, Yunan ve Hıristiyan geleneklerine bağh olmasına rağmen, daha çok Arap ülkelerine dönüktü. Suriye’yi kardeş ülke ilan etmişlerdi. Kıbrıslı Sosyalistler ise Libya’ya çok bağlıydılar. Müslümanlarla kurdukları dostluklar 1974’de Türklerin adanın kuzeyine çıkmalarını engelleyememişti. Türkler adada çok güçlüydüler ve ele geçirdikleri yerleri 8 terketmeye hiç niyetleri yoktu. Bu durum Amerika’yı çaresizliğe düşürmüştü. Çünkü, Yunanistan ve Türkiye NATO’nun iki üyesiydi… Garson uzaklaşır uzaklaşmaz Hence Mustafa’ ya eğildi: — Söyleyin bakahm, Armageddon hakkında yeni haberler var mı? Armageddon, Şirket’in birkaç hafta önce varlığından haberdar olduğu bir terör planıydı ve CIA tarafından bu kod adıyla anılıyordu. Amerikan Hükümeti bazı telsiz konuşmalarından ve çeşitli haber kaynaklarından, Birleşik Devletler Başkam Ronald Reagan’a suikast hazırlandığım ve bu eylemi üstlenen terör grubunun işi yıl sonundan önce bitireceğini öğrenmişti. Alınan bütün bilgiler kırk sayfalık bir dosyada toplanmış ve dosya Ulusal Güvenlik Örgütü’ne devredilmişti. Onlar da işin kurcalanmasıyla CIA’yi görevlendirmişti. O güne dek elle tutulur hiçbir sonuca varılamamış; bu da Washington’da sinirlerin gerginleşmesine yol açmıştı, tşte, suikast konularında uzman sayılan John Hence’in birkaç gündür koşuşturmasının nedeni buydu. Papa’ya ve Enver Sedat’a yönelik suikast girişimleri bu tür haberlerin ciddiye alınmasını zorunlu kılar olmuştu… Yalmz, Amerikan Hükümeti’ nin tedbir alabilmesi için suikastin ayrıntılarım öğrenmesi gerekiyordu. Mustafa Nidal ağzındaki zeytin çekirdeğini çıkardıktan soma: — Bazı haberler var, dedi. — Haberin hangi kaynaktan çıktığım biliyor musunuz? -Evet.

Amerikalı masamn üzerine abandı. — Kimmiş bu? — Dış İlişkiler Bürosu. John Hence iyice ciddileşti. — Emin misiniz? Ne dediğinizin farkındasınız ya? Mustafa Nidal kendinden emin bir tarzda gülümsedi. — Acele etmeyin! Bir başka haberim daha var. Aklınız duracak! — Neymiş o? Piyanist konuşmayı berbat edercesine bir gürültüyle tekrar çalmaya başladı. Mustafa Nidal, bir haberin bekletildiği sürece değer kazanacağım çok iyi bilirdi. Zaman kazanmak için garsona işaret edip içkileri tazelemesini istedi. Bar dolmuş, hiç boş masa kalmamıştı. John Hence sabırlı olmaya çalışarak bir sigara yaktı. İtalyanlar el çırpmaya başlamışlardı. Garson viskileri getirdi. Durumdan yararlanan Mustafa boşalan zeytin tabağının doldurulmasını istedi. John Hence hâlâ sabrediyordu. İçgüdüsü, adamda beklenmeye değer şeyler bulunduğunu söylüyordu.

Zaten rasgele bir haber için ne buraya gelme tehlikesini göze alabilirdi, ne de buna zamanı vardı! Mustafa esrarengiz bir havayla ona doğru eğildi. \ — Öğrendiklerimin tümünü anlattığımda buraya geldiğinize pişman olmayacaksınız! — Siz de olmayacaksımz, dedi Hence. Mustafa Nidal’i harekete geçiren tek yem vardı: Dolar. Tripoli’de ithalatçı olarak çakşır, olur olmaz her yere burnunu sokardı. Politikayla ilgilenmez görünmesi ona birçok dost sağlamıştı. — Bu bilgiyi nasıl edindiniz? diye sordu Hence. Mustafa Nidal patlak gözlerini tavana dikti, -j- Oh! Libya’da satışı ve kullanılması yasaklanmış bir sürü ürün var. Bunları, ihtiyaç duyanlaıo ra temin etmek yeterli. Örneğin seks mecmuaları, viski, konyak, beyaz kadın ve daha birçok şey. Heriflerde para bol. Yalnız, Kaddafi’de akıl yok. Bir seferinde subaylarından birine ne yapmış, biliyor musunuz? — Hayır. — Adam verilen emri yanlış uygulamış. Kaddafi de ona, başım usturaya vurdurmasını söylemiş! Herifin adama benzemesi altı ay sürdü. — Dünya bu adamdan ne zaman kurtulacak! diye soludu Hence.

Mustafa neşeli bir kahkaha attı. — Bunu Lübnanlı Şiilere söyleyin. Kaddafi adamların imamım nallatmış. Onlar da şimdi fırsat kolluyorlar. Bir ele geçirseler, vücudunu ballayıp kurusun diye çöle serecekler… John Hence, doğululara özgü sonu gelmeyecek bir tartışmadan kaçınmak için konuyu değiştirdi: — Bana Armageddon’dan söz etsenize. Mustafa ağzına bir zeytin atıp soludu: — Kendimi çok büyük tehlikelere attım! Biliyorsunuz, bu son derece gizli bir plan. — Elbette. Haberi gazeteden okuduğunuzu düşünmüyorum ben de. Fiyatım daha sonra tartışırız. — Aman efendim, bunun sözü mü olur! dedi Mustafa. Bu tür haberler için Şirket’in kesenin ağzım açtığım iyi bilirdi. Üstelik, ödeme ille de parayla yapıhr diye bir şey yoktu. Falanjist dostlarından kimisi; Sayda’da Avrupa’ya demir almak üzere bekleyen içi esrar dolu bir gemiyle ödüllendirilmişlerdi. Sözüm ona kiraladıklan geminin Akdeniz’in ortasında ele geçmemesi için de birkaç ufak önlemle yetinmişlerdi o kadar. Uzun giysili bir garson kız masaya yaklaşıp I ,, gülümsedi: — Spagetti ister miydiniz? Mustafa’nın gözleri yerlerinden fırlayacakmış gibi oldu.

— Aman efendim, elbette! Garson kız spagettileri piyanonun yamndaki bir fırında ısıtıyordu. Uzaklaştıktan kısa bir süre sonra iki tabak spagetti ile döndü. John Hence aç değildi, fakat karşısındaki Arabın oburluğuna da ses çıkarmadı. Mustafa Nidal makarnaları çatalına dolamıştı bile. Birden, ağzına yaklaştırdığı eli havada hareketsiz kalakaldı. Hence, adamım çok iyi tanırdı. İştahını kesecek çok önemli bir olay olmalıydı. Mustafa’nın baktığı yöne başım çevirdi ve durumu anladı. Bara bir kadın girmişti. Fakat, kelimenin tam anlamıyla nefisti. Uzun boylu ve şansındı, saçları topuz yapılmıştı. Elmacık kemikleri iri, gözleri çekik, ağzı ise bir ressam elinden çıkmış gibiydi… Göğüs kısmında kıvrımlar yapan, geniş yaldızlı süslerle çevrili, siyah, nefis bir giysi vücudunun tüm hatlarını ortaya koyuyor; insanın aklını başından alan bu yaratığı daha da bir güzelleştiriyordu. Paddock’un girişinde durmuş, salonu gözden geçiriyordu. Mustafa Nidal elindeki çatalı tabağına bırakıp düşünün gerçekleşmesini dilercesine sordu: — Randevunuz bu hanımla mıydı? John Hence gülümseyerek başım salladı. — Ne yazık ki hayır! Hence, bakışlarım bu nefis yabancıdan ayıramaz olmuştu.

Genç kadın ağır adımlarla bara yaklaştı. Salona çöken sessizliği bozan bir tek piyano kalmıştı. İtalyanlar bile el çırpmayı bırakmışlar, hayranlıkla bu yaratığı izliyorlardı. Barmen elindeki içkiyi çalkalamaya ara vecdi. Genç kadın, du12 daklarında umursamaz bir gülümseme, bakışları ilerde, barın önünden geçti. Sol tarafa dönerken, John Hence kadım inceleme fırsatım buldu. Vücudunu sımsıkı saran giysisi, kalçalarındaki-gamzeyi bile ortaya koyuyordu. Uzun bacaklarında siyah ipek çoraplar vardı. — Bu kadın bir yere oturacak olursa salonda ihtilal çıkar vallahi! dedi Mustafa. Genç kadın hiçbir yere oturmadı. Salonda bir tur attı, sonra aynı ağır adımlarla geldiği gibi çıktı gitti. Arkadan yırtmaçlı eteği, her adım atışında bacaklarının iç gıcıklayıcı hatlarını cömertçe ortaya koyuyordu. Geriye sadece, baş döndürücü bir parfüm kokusu kaldı. İtalyanlar bu gösteriyi büyük bir şamatayla karşılayıp, olayı “Moet et Chandon” marka bir şampanyayla kutladılar! Salonda hayat yeniden normale döndü. Mustafa Nidal derin bir soluk aldı.

— Nereden çıktı bu yavru be! Ne Lübnanlıya benziyor, ne Araba, ne de Yunanlıya. — Saçlarım boyamış bir Yunanlı olabilir, dedi Hence. Salondaki tüm erkekler şu an aynı soruyu soruyor olmalıydı. Belden aşağı bir soru. Bu gece bu nefis yaratığın koynunda kim olacaktı? Yazık! Ortadan yok oluvermişti. Paddock’a ne yapmaya geldiğini tahmin etmek imkânsızdı. Belki de sadece, kendisini beğenenlerin kafasında açık saçık fikirler oluşturmanın zevkine varmak için ortalıkta görünmüştü… Şaşırtıcı olayların pek ender olduğu bu küçük adada beklenmedik bir gösteriydi bu. John Hence, siyah ipek çoraplı bacakları kafasından kovmaya çabalayarak Mustafa’ya döndü. — Evet, Mustafa, vereceğiniz haber neydi?

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir