Gerard De Villiers – 18 Azrail Beyrutta

Harry Erivan, evcil hayvanlar satan dükkândaki kafeslere dikkatlice baktı. Biri beyaz öteki siyah iki kaniş ilgisini çekti. Harry ellerini yağmurluğunun cebine sokarak hayvanları yakından inceledi. Aradığını bulmuştu. Mağazanın sahibi, iriyarı Lübnanlı bir kadındı. Harry’ye yaklaştı ve Arapça: — Bir köpek mi istiyorsunuz?Onlar çok sevimli,dedi. Harry kadının yüzüne bakmadan: — Ne kadar? diye sordu. özellikle Fransızca söylemişti. Yirmi yıldan beri Lübnan’da yaşayan Harry, Arapçayı en az anadili olan Ermenice ve Türkçe kadar iyi konuşurdu. Fakat Arapları bir türlü sevememişti. — Yüz elli Lübnan Lirası, dedi kadın. Kalın camlı gözlüklerinin arkasında, Harry’nin gözleri faltaşı gibi açıldı. Düşündüğü şey için yüz elli lira! Hiç konuşmadan geri döndü ve dışarı çıktı. Portakal rengi eski Mustang’ine bineceği sırada kadının sesini işitti: — Yüz yirmi! Harry arabasına bindi. Türkçe bir küfür mırıldanarak hareket etti ve Clemenceau Caddesi’ne döndü.


Yavaş gidiyordu. Çünkü yol kaygandı ve frenleri de iyi tutmuyordu. Ford, İsrail’de fabrika açtığı için Araplar tarafından boykot edilmişti. Bu yüzden yedek parça bulunamıyordu. Yeni bir araba alacak durumu da yoktu. Endişeli bir vaziyette trafiğe karıştı. Akşam olmuştu. Önünde, ancak iki veya üç saati vardı. Birdenbire, 62. Sokak’taki dükkâna geri dönmeye karar verdi. Son zamanlarda, Beyrut sokaklarına birer numara verilmişti. Fakat hiçbir zaman doğru dürüst bir şehir planı yapılamadığı için, numaralar bir işe yaramıyordu. Kaniş köpeği yüz liraya alabileceğinden emindi, ama o da pahalıydı. Yine Ermeni yanı ağır basıyordu. Aniden bir kedinin de aynı işi görebileceğini düşündü.

Fakat, akşamın yedisinde Beyrut’ta kediyi nereden bulacaktı? Her zaman maymunuyla birlikte Fenisi Sokağı’nda dolaşan yaşlı adamı düşündü. Sakallı başıboş bir adamdı, fakat arasıra satmak için evcil hayvanlar getiriyordu. Aniden sola döndü. Kıyıya inen Çebli Sokağı’na girdi. Rüzgâr kuvvetli esiyordu. Dalgalar Saint-Georges Oteli’nin, beton plajını yarıyordu. İngiltere’yi andıran bir hava vardı. Harry, yavaşça İbni Sina Sokağı’na döndü. Fenisi Sokağı’nda aradığını bulamamıştı. Birdenbire yavaşladı. Adamı gördü ve durdu. Oradaydı. Benzin istasyonunun karşısında, omuzunda maymunu ve kucağında iki köpekle duruyordu. Çalınmış oldukları belliydi. Harry Erivan adamı yanına çağırdı ve arabasını kaldırıma çıkarttıktan sonra camını tamamen açtı.

Kasten kaba bir şekilde: — Köpeklere ne istiyorsun? diye sordu. Yaşlı adam beyazımsı köpeği uzatarak: — İkisine elli lira, dedi. — Birini on liraya alırım. Yaşlı adam bir çığlık attı. Harry omuzunu silkerek camı kapatmaya başladı. Bir Ermeniye ticaret öğretilemezdi… Sakallı aniden, elindeki beyaz köpeği satmaya karar verdi. Harry cüzdanından iki beşlik çıkardı ve adama uzattı. Köpeği yanına aldı. Bu, hangi 6 cinsten olduğu anlaşılamayan, bir kilodan daha hafif bir yaratıktı. Harry Erivan tekrar hareket etti. Sola döndü ve Saint-Georges Oteli’nin önünden geçti. * ** Harry, Rauşe Lunaparkı’nın önünden geçti. Park bomboştu. Dönme dolapların çoğu paslanmıştı, ilkbahara kadar da öyle kalacaklardı. Güneye doğru, Korniş yönünde ilerliyordu.

Sahili takip eden iki yönlü yol boyunca bir sürü yeni bina vardı. Hemen hemen hepsi Suudi Arabistanlılara aitti. Adım başında bir bara rastlıyordu. Birdenbire Harry aradığını buldu. Yol, sahilden ayrılıp içerilere tırmanıyordu. Az ileride boş bir arazi vardı. Harry Erivan yavaşladı ve oraya saptı. Yoldan yirmi metre uzaklaştıktan sonra durdu. Beyrut karayolu vızır vızır işliyordu. Mustang görülse bile içinde öpüşen gençler olabileceği düşünülürdü. Harry çevresine bakındı. Hiç kimse yoktu. Soğuk hava herkesi evlere hapsetmişti. Alçaktan uçan bir Boeing 707 üzerinden geçti ve kulaklarını zonklattı. Harry yağmurluğunun cebinden uzun bir ip çıkardı.

Köpeği yerden aldı ye boğazına tasma şeklinde ipi bağladı. Arada bir dikiz aynasından arkaya bakıyordu. Kimsenin kolay kolay uğramayacağı bir yer bulmuştu. Harry Erivan köpeği bağladıktan sonra, arka koltuktaki kutuyu aldı ve içinden parmak genişliğinde, uçlarında vida yivi bulunan üç metal tüp çıkardı. Uç uca getirip üçünü de birbirine vidaladı. Yirmi santimetre uzunluğunda bir tüp elde etmişti. Ermeninin zaten ince olan dudakları bir çizgi halindeydi. Soğukkanlılığını korumak için derin nefes alıyordu. İçindekileri sarsmamak için tüm dikkatini sarf ederek, ağzına kadar pamukla dolu olan kutudan bir ampul çıkardı tüpün içine soktu. Tüpün diğer ucunda bir tetik vardı. Ona basıldığın7 da, horoz orta bölümdeki kapsülü patlatıyordu. Bu patlamayla metalik bir kol harekete geçiyor ve son bölümdeki ampulü kırıyordu. Tetiği kontrol etti ve aleti arka koltuğa bıraktı. Şimdiye kadar böyle bir şeyi hiç kullanmamıştı. Yeleğinin cebinden pembe bir hap aldı ve ağzına attı.

T am yutacağı sırada boğazına takıldığı için heyecanı büsbütün arttı. Kendisine tavsiye edildiği gibi bir panzehir hapı almıştı. Harry Erivan, arabadan dışarı çıktı ve köpeği yere indirdi. Boğazına bağladığı ipten tutuyordu. Buz gibi esen rüzgâr Harry’yi titretti. Etrafında, ipi bağlayacak bir şey göremeyince bir ucunu ağır bir taşın altına yerleştirdi. Köpek kaçabilecek kadar kuvvetli değildi. Zaten onun da kaçmaya niyeti yoktu. Kuyruğunu sallayarak Harry’ye bakıyordu. Ermeni arabasına bindi. Kapıyı açık bırakmıştı. Arka koltuktaki aleti aldı ve kolunu dışarı doğru uzatarak köpeğin başına doğru nişan aldı. Hedefiyle aletin ucu arasında otuz santimetre mesafe vardı. Yoldan, sadece bir köpek ve arabada oturan birinin gölgesi görülebilirdi. Tetiğe bastı.

Oyuncak tabancalarınkine benzer bir gürültü duyuldu. Köpek bir kez havladıktan sonra yere yuvarlandı. Ağzı açıktı. Harry, yerde yumulmuş beyaz tüy yığınına bakıyordu. Harry Erivan silahı kutusuna koyduktan sonra panzehir ampulünü çıkarttı. İşini bitirdikten sonra camın içindekini içmesi tavsiye edilmişti. Oldukça sinirliydi. Eli ayağına dolaşıyordu. Ampulü yere düşürdü. Küfrederek el yordamıyla aramaya başladı. Sonunda buldu. Neyseki,ampul kırılmamıştı. Ucunu kırdı ve içti. Ampulün içindeki renksiz sıvının çok acı bir tadı vardı. Mustang’ten indi ve köpeğin yanına çömeldi.

Eliyle dokundu: ölmüştü. Sonuçtan memnun olan Harry Erivan arabasına döndü. Siyanhidrikasit 8 tabancası iyi çalışıyordu. Bu alet sessiz ve öldürücü bir silahtı. Kırılan ampuldeki siyanhidrikasit basınçla dışarı fışkırıyordu. Bunu elli santimetreden teneffüs eden her canlıyı anında, damarların aniden daralıp tıkanmasıyla hiçbir iz bırakmadan iki dakikada öldürüyordu. Harry için önemli bir tehlike yoktu. Silahı kullanmadan önce ve kullandıktan sonra panzehir aldığı için umursamıyordu. Harry yola çıktı. Aslında cinayete karşı değildi, ama yenilikleri beğenmiyordu. Tutucu bir adamdı. Gri, kıvırcık saçlarıyla ve Roma imparatorlarınınkini andıran yüz ifadesiyle, afişlerde bir siyasi lideri canlandırabilirdi. Trafik iyice yoğunlaşmıştı. Bir fırsatını yakalayıp arabaların arasından geçerek şehir merkezine geri döndü. 9 II.

BÖLÜM Asansörün kapısı sessizce açıldı ve Harry dışarı çıktı. Starco’nun yeraltı garajı boştu. Georges Picot ile Rezka Sokağı arasındaki çelik ve cam yığınından oluşan heybetli yapı eski musevi mahallesine bakıyordu. Garajın dibinde bir düzine kadar araba vardı. Harry aradığı yeşil Buick’i gördü. Fakat emin olmak için plakasını kontrol etti. Daha sonra, siyah bir Cadillac’ın arkasına saklandı. Samir Jezzine geç vakitlere kadar çalışırdı. Harry siyanhidrikasit tabancasını elindeki evrak çantasına saklamıştı. Yukardan çağrılan asansörün sesi Harry’yi yerinden sıçrattı. İşi tesadüfe bırakmamak için 38’lik bir Beretta getirmişti. Fakat bu görevde klasik silahlan kullanması yasaklanmıştı. Sinirleri iyice gergin olan Harry, asansörün lambasını takip ediyordu. On birinci katta yani Samir Jezzine’nin bürosunun bulunduğu katta durdu. Lübnanlı yalnız iniyor olmalıydı, çünkü her akşam evine gitmeden önce metresine uğrardı.

Asansör oldukça hızla inmeye başladı. Birkaç saniye içinde Samir Jezzine asansörün kapısında görüldü. Harry’nin kalbi o kadar hızlı çarpıyordu ki, Ermeni öbür adamın işiteceğini zannederek korktu. Titremeye başladı. Sessizce bulunduğu yerden çıktı ve yeşil Buick’e yaklaştı. 10 Samir Jezzine ayak seslerini işitince başını çevirdi. Yağmurluk giymiş bir adamı görünce önemsemedi ve arabasının kapısını açmaya çalıştı. Harry Erivan ile Samir Jezzine arasında bir metre mesafe kalmıştı. Harry elindeki çantayı yere bıraktı ve kolunu uzatarak: — Bay Jezzine, diye seslendi. Lübnanlı şaşkınlıkla geri döndü. Harry adamın yüzünü görür görmez tetiğe bastı. Köpekte denerken işittiği sesin aynısı çıkmıştı. Samir Jezzine’nin sesini dahi çıkaracak vakti olmamıştı. Ağzını açtı. Birkaç saniye öylece kaldıktan sonra motor kapağının üzerine yuvarlandı.

Harry hemen servis merdivenlerine doğru koştu. Basamakları dörder dörder çıktı. Rezkallah Sokağı’nda yüz metre kadar koştuktan sonra bir kapı aralığında, panzehir ampulünü kırarak içindekini içti. Daha sonra Mustang’e bindi ve Beyrut Sinagogu’nun arkasından dolaşarak yola çıktı. Kalbi hızla çarpıyordu. Her şeye rağmen iş planladığı gibi olmuştu. Rezkallah Sokağı’nı boydan boya geçtikten sonra yeniden Starco’nun önüne geldi. Hiçbir hareket yoktu. Samir Jezzine’nin cesedi henüz farkedilmemişti. Harry şehrin kuzeyine yönelerek hızlandı. Bab-el Driss Mahallesi’ni geçtikten sonra Tripoli otoyolundaki Lübnan Gazinosu’na gidecekti. * ** — Yedi. Krupiyenin monoton sesi Harry Erivan’ı kendine getirdi. Hemen ortadaki fişleri topladı. Karşısında oturan ve sürekli kendisini izleyen adama bir göz attı.

Adel Jezzine kardeşinden daha ufak tefek bir adamdı. Yuvarlak bir yüzü, canlı ve zeki bakışları vardı. Gözlerinin altından, uykuyu pek sevmediği anlaşılıyordu. Yanında kırmızı pantolon giymiş iriyarı bir kız ıı duruyordu. Harry Erivan, kızı mercanbalığına benzetti. Zencilerinkini andıran iri dudakları, basık burnu ve donuk bakışlarıyla gerçekten de balığa benziyordu. Gazino’nun birinci katında gösteri yapan yabancı kızlardan biri olmalıydı. Kız uysal gözüküyordu. “Apta l havasına rağmen sevişmek için ideal bir tip”, diye düşündü Harry. Fotoğrafçı dükkânı sayesinde, hiç zorluk çıkarmadan sevişen bu tip kızlara oldukça sık rastlıyordu. Harry sabırsızlanmaya başlamıştı. Dört saatten beri Lübnanlıyı takip ediyordu. Jezzine birçok defa her şeyini kaybetmişti, fakat son fişleriyle yeniden başladı. Ermeni kalabalıktan rahatsız olmuş gibiydi. Adel Jezzine kendisine baktığında başını önüne eğiyordu.

Masadan biraz uzaklaştı. Diğer oyun masalarından gelen sesler kulağına çalındı. Az ötelerinde küçük bir orkestra kendi havasında çalıyordu. Rulet masalarının öbür tarafındaki Yirmi Bir krupiyelerinin etrafı tıklım tıklımdı. Sağ taraftaki bakara odasında ise para makineleri yoktu. Adel Jezzine’ye kardeşinin bir kalp krizi sonucu birkaç saat önce öldüğü haber verilmese, sabaha kadar gazinoda kalabilirdi… Harry, Yirmi Bir masasına iyice yaklaştı. Yanındaki adamın parasının yanına yirmi lira uzattı ve bekledi. Krupiye bir as ve bir dam açtı. Yirmi Bir. Harry başını rulet masasına doğru çevirdi. — Sıfır. Krupiye fişleri topluyordu. Adel’in önünde iki kırmızı fiş kalmıştı. “Mercanbalığı” Lübnanlının kulağına eğildi ve bir şeyler fısıldadı. Harry, kızın göğüslerinin, öldüreceği adamın omuzlarına dayandığını gördü ve ağzı sulandı.

Adel Jezzine garip bir gülümsemeyle önündeki iki fişi kızın kemerine sıkıştırdı ve masadan uzaklaştı. Kız adamın koluna girmişti.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir