Gerard De Villiers – 25 Gorev Yeri Laos

Sessizlik, Monivong Caddesi’nden gelen silah sesleriyle bozuldu. Daun Penh Caddesi’ nde, ağaçların altında sakin sakin ilerlemekte olan çekçek sürücüsü istifini bozmadan yoluna devam etti. Malko içgüdüsel olarak doğruldu, arabadan aşağıya atlamaya hazırlandı. Birkaç haftadan beri Kızıl Khmerler Phnom Penh’e ve şehrin merkezine roket atmak, komando göndermek gibi kötü alışkanlıklar edinmişlerdi. Havaya ve etrafa rasgele ateş edip sonra da Mekong sahili boyunca kaçıyorlardı. Malko’nun tedirgin olduğunu hisseden sürücü gülerek döndü ve Ulusal Enstitü’nün önündeki Kamboçyalı askeri gösterdi. Genç asker M 16’sını gökyüzünde meydana gelen ay tutulmasına yönelterek şarjörünü boşalttı. Bunun üzerine her taraftan silah sesleri gelmeye başladı. Sürücü sunturlu bir küfür savurduktan sonra: — Orada Canavar var, dedi. Malko bir kahkaha attı. Ay tutulmasını unutmuştu. Kamboçyalılar hâlâ ayın bir canavar tarafından yutulduğuna inanıyorlar, canavarı öldürmek için de cephanelerini boşa harcıyorlardı… Çekçek yavaşladı, çünkü Royal Oteli’ne 5 yaklaşmışlardı. Hava ılık, Canavar uğruna atılan silahlar hariç, sessizlik tamdı. Phnom Penh’de henüz pedallı çekçekler görevlerini taksilere devr etmemiş ti. Royal Oteli’nin çevresi, müşteri arayan bu tür arabalarla doluydu.


Bir başka çekçek Malko’mınkine yaklaşarak yanından gitmeye başladı. İçindeki Kamboçyalı dilber beline kadar dışarı sarkmış, davetkâr ve ısrarlı bir tebessümle genç adama bakıyordu. Kamboçyalı küçük yosmaların tek işi Royal Oteli’nin müşterilerini tavlamaya çalışmaktı. Otelden dışarı çıkan bir yabancının çevresi bir anda genç kızlarla dolu çekçek arabalarıyla sarılıyor, görevlerini yol boyunca hiç çekinmeden arabaların körükleri altında yapıyorlardı… Bu da, boş geçirecek bir dakikası bile olmayan işadamlarının yararına oluyordu. Uğruna on dört bin kilometre yol katettiği Amerikalı genç Derek Thorpe randevusuna gelmemişti. Dairesi kilitliydi ve hiç kimse cevap vermemişti. Oysa, CIA patronlarından Frank Thorpe’un oğlu olan Derek bu randevunun önemini çok iyi biliyordu. Orada olmayışı garipti… Tiz bir ses Malko’yu yeniden karamsar düşüncelerinden kopardı. Başını çevirdi. Yanında giden çekçekin içindeki genç kız bu kez ona Fransızca sesleniyordu: — Mösyö! Mösyö, ben Derek’in arkadaşıyım… Malko şaşırarak kızı inceledi. Saçlarını tepesinde toplamıştı. Hatları bir Khmer için cok inceydi. Badem gözleri Malko’ya ümitsiz- 6 ce bakıyordu. Arabadan atlayarak Malko’ nunkine biniverdi. Üzerinde siyah pantolon, krem rengi ipek bir bluz vardı.

Araba dar olduğu için genç kız sürücüye sırtını dönerek Malko’nun karşısında yere çömeldi, kollarını uzatarak beline sarıldı. Göğüslerini genç adamın bacaklarına yapıştırdı. Malko kızdan kurtulmak isteyince küçük dilber: — Böyle görünmek gerekiyor , dedi. Malko ona doğru eğildi. — Derek nerede? — Derek öldü, dedi usulca genç kız. Birden Malko’nun tüyleri diken diken oldu. Kamboçyalı kızı omuzlarından tuttu. — Siz kimsiniz? Bunu nereden biliyorsunuz? Genç kız dudaklarını Malko’nun pantolonuna yapıştırarak konuşmasına devam etti: — Ben onunla yaşıyordum. Bir ay önce Laos’a gitti, geçen hafta dönmesi gerekiyordu. Sizin geleceğinizi bana daha önce söylemişti. Sonra Vientiane’dan bir mektup aldım. Bana dikkatli olmamı söylüyordu. Royal Oteli’ne yaklaşmışlardı.Malko Frank Thorpe’un bu felaketten haberi olup olmadığını düşündü. — Siz kapıyı çaldığınızda ben evdeydim, dedi kız.

Açmaya cesaret edemedim. Sonra sizi izledim ve Derek’in beklediği kişinin siz olabileceğinizi düşündüm. — Peki, kapıyı neden açmadınız? — Korkuyordum. — Derek’in Laos’a gidiş nedenini biliyor musunuz? Oraya uçakla mı gitti? 7 Kamboçyalı kız boynunu büktü. — Melcong üzerinden gitti. Laos’a eroin imalatı için hammadde taşıyan bir tekneye bindi. Tankerin nereye gittiğini öğrenmek istiyordu… Demek Derek Thorpe ilginç bir izin peşine düşmüştü. — Nasıl öldü? diye sordu. Kamboçyalı kız içini çekti: — Başını Mekong kıyısında Louang Prabang yakınlarında bulmuşlar. Bana Amerikan elçisi haber verdi. Laoslular tarafından öldürüldüğü sanılıyor, ama bu doğru değil. Gökyüzündeki aya tekrar şarjörler boşaldı. Malko gürültünün kesilmesini bekledi. — Başka bir şey biliyor musunuz? — Evet. Derek mektubunda bir isim vermişti, bir Amerikalı adı.

Pek iyi hatırlayamıyorum. Durun… Dudaklarını ısırarak sustu ve düşünmeye koyuldu. Patlamalar kesilmişti. Bu sırada arkalarından yetişen bir çekçek sürtünerek yanlarından geçti. Malko göz ucuyla sürücünün ayakta pedal çevirdiğini gördü. Aynı anda genç kızın parmakları birden Malko’nun kalçalarına saplandı. Kız bir çığlık attı. Malko başını öne eğdiğinde Kamboçyalı kızın donuklaşmış badem gözleriyle karşılaştı. Kız yana doğru sendeledi ve yolun üzerine düştü. Yanlarından geçen çekçek çoktan uzaklaşmıştı. Malko arabadan atlayarak yerde yatan cesedin yanına çömeldi. Krem renkli bluzunun göğsündeki kan lekesi gittikçe genişliyordu. Malko, kızı yavaşça sırtüstü yatırdı. Badem gözler bir noktaya takılıp kalmıştı. Artık nefes almıyordu.

Royal Oteli’nin bahçesinde bekleyen çekçek sürücüleri koşarak geldiler. Aralarında bir polis memuru vardı. Silah sesleri yeniden duyuldu. Malko ayağa kalkarak gökyüzüne baktı.” Ay yeniden parlamaya başlamıştı. Canavar korkup kaçmıştı. Kamboçyalılar kayıtsızca cesedi seyrediyorlardı. Polis memuru nazikçe Malko’ya yaklaştı. — Hiç mühim değil, bayım. Su testisi su yolunda kırılır. Bu kızların sonu hep böyle biter. Otelinize dönün, başınıza iş açmaya hiç gerek yok. Malko Daun Penh Caddesi’ni inceledi. Katil sürücü gözden kaybolmuş, geçerken fırlattığı bıçağı genç kızın kalbinde kalmıştı. Malko kılıksız birkaç Kamboçyalının arasından geçerek Royal’in bahçesine girdi.

Canavar’a açılan ateşleri şimdi daha büyük patlamalar izliyordu: Kızıl Khmerler havaalanı tarafından ateş ediyorlardı. Niyetleri, birkaç saat veya birkaç gün için hava trafiğini engellemekti. Bu cinayet midesini bulandırmıştı. Sıcak parke taşları üzerinde yatan cesede dönüp son bir kez baktı. Daha birkaç dakika önce hayat dolu, neşeli, güzel bir kızdı. Malko, küçük göğüslerin sıcaklığını hâlâ bacaklarında hissediyordu. Savaş gerçekten de çok saçma bir şeydi. Oysa, ClA’da oynadığı rolle kendi benliğine karşı bir savaş veriyordu. Bir gün onun da hayatı Derek Thorpe’un sevgilisi gibi 9 son bulacak, yerde yatan cesedini hiç tanımadığı yabancı serseriler seyredecekti. Peronun sağında bir badem ağacı vardı. Malko içinden gelen bir duyguyla durdu ve mis kokulu çiçekli dallardan aceleyle birkaç tane kopartarak geri döndü. Kamboçyalılar, Malko’nun çiçek demetini cesedin yüzünün yanına koyduğunu görünce şaşkınlıktan küçük dillerini yuttular. Çünkü Phnom Penh’de, savaş çıktığından bu yana cesetler en yakın çukura tekmeyle itilirdi. * ** Kanatlarındaki makineli tüfeklerle kirpiyi andıran bir DC 3 “Spookie” alçaktan uçarak Royal Oteli’nin tam üzerinden geçti. Ay, gökyüzünde parıldadığından Kamboçyalılar artık Canavar’a ateş etmiyorlardı… Yatağının üzerine uzanmış olan Malko karanlıkta düşünüyordu.

Yanındaki buz kovasının içinde bir şişe votka duruyordu. Hayli güç olan bu görevi son derece trajik bir açılışla başlamıştı. Kendisini Güneydoğu Asya’ya gönderen adamın yüzündeki kayıtsız ifadeyi hatırladı: Bu adam, eskiden OSS’in şimdi ise ClA’nın ileri gelenlerinden Frank Thorpe idi. Sinirsiz, hissiz, gizli bir tipti. İnsana hiç güven vermez, hiç kimseye de itimat etmezdi. Oğlu Derek’i bu olaya karıştırırken, onu içine attığı tehlikeleri hiç düşünmemiş miydi bu adam? Sadece resminden tanıdığı atletik yapılı, sakallı, yakışıklı Amerikalı gençten şu anda geriye bir avuç çürümüş et ve kemik yığınından başka bir şey kalmamıştı. Malko şişeyi alarak soğuk votkadan bir 10 yudum içti. Kendisini hiç ilgilendirmeyen bir olay yüzünden ölen Kamboçyalı küçük kızın açık kalan gözlerini ve baKişlarım unutmak istiyordu. Malko, Langley’deki CIA merkez binasının onaltıncı katma, Frank Thorpe’un konforlu bürosuna çıkarken kendisine verilecek bu görev hakkında en ufak bir bilgiye bile sahip değildi. Büroya girdiğinde Amerikalı elindeki bir dolarlık gürhüş para ile oynamaktaydı. Frank Thorpe parayı karşı duvara doğru fırlatmış, Malko da yere düşmemesi için onu havada yakalamıştı. Bunun üzerine Amerikalı zorla gülmeye çalışarak: — Size vereceğim görevin ücretini almış bulunuyorsunuz, demişti. Malko, düşünceli bir tavırla parayı almıştı. Çünkü Frank Thorpe’un şakacı biri olmadığını iyi bilirdi. — Bugün sizden bir yardım isteyeceğim.

Maddi hiçbir çıkarınız olmaksızın hayatınızı tehlikeye atacaksınız. Eğer başarırsanız sadece düşman kazanacaksınız… Size yardım edecek tek bir kişi olacak: Oğlum Derek. O da sizinle aynı ücrete çalışıyor… Tabii, kabul ederseniz. — Kabul ediyorum, demişti Malko. Hem de düşünmeden. — Kabul edeceğinizi tahmin ediyordum. Siz sağlam karakterli birisisiniz. Bu da bizim Şirket’te pek sık rastlanan bir şey değil. Masanın çekmecesinden karton bir dosya çıkartarak Malko’ya uzatmıştı. — Şunu okuyun. Bunun bu odadan dışarı çıkmasına izin veremem. ıı ! — Konu nedir? — Bu rapor Narkotik Büro tarafından hazırlandı. Kanıtlara bakılırsa Şirket Laos’ta esrar ve eroin kaçakçılarıyla işbirliği yapıyor. Çok müthiş bir şeydi bu! Herkes gibi Malko da birtakım şeyler duymuştu, ama işin bu dereceye vardığını bilmiyordu. — Neden ama? Frank Thorpe acı acı gülmüştü.

— Belki de şeytanla aynı masada yemek yiyenler var. Fakat, bu raporun gerçekliğinden emin değilim. İşte bu nedenle Başkan ve ben gerçeği öğrenmek istiyoruz. Eğer Şirket’in içinde resmi bir soruşturma açacak olursak bunu sağır sultan bile duyar. Ben de resmi olmayan bir araştırma yapmaya karar verdim. Oğlum bir ay önce Güneydoğu Asya’ya gitti. Galiba bir ipucu buldu. Bu işi sonuna kadar götürmenizi ve ne olursa olsun gerçeği bulmanızı istiyorum. Oğlum vazife aşkıyla dolu, ama tecrübesi yok. Şimdi raporu okuyun. Çok yakında patlayan bir roket gürültüsü Malko’yu düşüncelerinden kopardı. Ayağa kalkarak pencereye doğru gitti. Mekong’a yakın bir tapınağın tepesinde kırmızı bir parıltı gördü. Phnom Penh’in acımasız ve ıslak sıcağında Washington’daki serin büronun özlemini çekiyordu. Frank Thorpe bu işe tek çocuğunu koymuş ve onu da kaybetmişti.

Malko’nun bu durumda kaybetmeye hiç hakkı yoktu. Raporu okuduktan sonra, Frank Thorpe Malko’ya: — Bugün mayısın beşi. Birmanya’da ve 12 Laos’ta haşhaşı şubat ayında toplamaya başlarlar. Şimdi bunu eroine çevirip yurtdışına çıkartacaklar. Şirket raporuna göre Laos’tan her yıl tonlarla eroin ihraç ediliyor. Eğer bu doğruysa, Başkan bunun son bulmasını istiyor, dedi. Frank Thorpe bir çekmeceden dört zarf çıkardı ve onları birer birer Malko’ya uzattı. — Size bir dolar veriyorum, ama bu dört mektupta Başkan’ın imzası var. Biri Vientiane’daki Birleşik Devletler Başkonsolosluğu’na yazılmış. Bir diğeri Laos Narkotik Büro yetkilisine. Üçüncüsü Şirket’in Laos sorumlusu Cy Villard’a. Dördüncüsü ise Vietnam’daki Amerikan Orduları Başkomutanı’na. Ondan her istediğinizi alabilirsiniz: En küçük deniz birliğinden, B 52’lere kadar. Bu dört mektup, Başkan adına hareket ettiğinizi ve yalnızca ona karşı sorumlu olacağınızı belirtiyor/ Biraz tereddüt eden Malko, dört mektubu da cebine yerleştirmişti. Şimdiye dek ona hiç böyle bir yetki verilmemişti.

CIA’yı temizlemekle görevli bir tür Azrail oluyordu. Frank Thorpe ayağa kalkarak elini uzattı. — İyi şanslar. Sekreterim size oğlumun adresini verecek. Ona kendisiyle gurur duyduğumu söyleyin. * ** THAI İnternational’in DC 8’i muson rüzgârlarının üzerinde sarsılmadan sessizce kayıyordu. THAI haftada iki kez SAYGON – BANGKOK seferi yapar, bu arada Phnom Penh’e de uğrardı… Malko derin ve rahat koltuğa yerleşti. Bangkok’da THAI’den ine13 rek Air Laos’un antika DC 3’üne binecekti. Görev yeri Kuzey Tayland, Kuzey Birmanya, Kuzey Laos’tan meydana gelen ve Altın Üçgeni diye adlandırılan bölgeydi. Dünyada haşhaş rekoltesinin yüzde ellisini karşılayan bu bölgede araştırma yapacaktı. İşe Phnom Penh’den başlama nedeni ise asetik asit idi… Haşhaşı eroine çevirebilmek için asetik asit kullanılıyordu. Bu ürün ve Tayland’da ne de Laos’ta bulunuyordu. Frank Thorpe’un raporuna göre asetik anhidrid Phnom Penh yoluyla Saygon’dan geliyordu. Şimdi Derek hayatta olmadığına göre, eroin kaçakçılığı zincirinin diğer ucuna yani Vientiane’a gidip işe oradan başlaması ve çok dikkatli olması gerekiyordu… 14 II. BÖLÜM Prens Lom Savath, insandan çok bir denizanasına benziyordu.

Cy Villard Laoslu prensin iri cüssesinden iğrenmesine rağmen ev sahibi de aksine güleryüz gösterebilmek için elinden gelen çabayı sarfediyordu. Cy büyük hasır koltuğa oturunca ağırlığın etkisiyle koltuk çatırdadı. Bakışlarını açık saçık resimlerden oluşan Çin işlemeleriyle süslü bir paravanaya daldırdı. Bakışlarının yönünü farkeden Prens Lom Savath haykırdı: — Güzel şeylerden anladığınızı görüyorum, dostum. Zevklerimiz müşterekmiş. Cy Villard yapmacık bir tavırla gülümsedi. Lom Savath gibilere tahammül edebilmek için CIA’ya gerçekten bağlı olmak gerekiyordu! Bu prens bir canavardı. Kocaman kafasını şekilsiz şişko bir gövde taşıyordu. Küçük ve tombul elleri sanki başka birisine aitti. Yaşının ve esrarın etkisiyle seks gücü azaldığı için kendini yemeğe vermişti. Zamanının büyük bir kısmını Cy Villard’ı ağırladığı bu odada geçiriyordu. Otuz odalı yıkık dökük malikânesinin diğer odalarını çok seyrek ziyaret ediyor, yine de hepsinin her gün temizlenmesini istiyordu, içtiği esrarın kokusu ahşap kaplamaların içine kadar işlemişti. En 15 küçük bir sıkıntısı olduğunda, odanın bir köşesindeki Budha heykelinin karşısına geçip yalvarır, Confuçius’un bilgeliğini çevresine daha fazla yayabilmek için ondan ömrünü uzatmasını dilerdi… Lom Savath insanlıktan son derece nefret eder, ama buna karşılık kendini çok severdi. Düşmanlarının kendisini öldürmek istediğini anlatır, Vientiane’da gezmek için telefonlu 250 Mercedes’ine binerken çelik yeleğini giymeyi ihmal etmezdi. Hasır koltukta rahat oturamayan Cy Villard: — Ekselansları beni mi görmek istemişler? diye sordu.

Prens Lom Savath: — Evet! Evet sevgili dostum, diye mırıldandı. Çok büyük güçlüklerle karşı karşıya kaldım. Hem de sizin yüzünüzden…

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir