Gerard De Villiers – 92 Leningrad

Fredrik Skytten, Uspenki Ortadoks katedralinin yakınındaki Satamakatu’nun girişine park etmiş; otuz metre ilerisinde, 7 no’lu binanın merdivenleri başında tartışan çifti inceliyordu. Dikkati daha çok kıvırcık, sarı saçlı, boynu inanılmaz derecede uzun, siyah elbise giymiş kadına yönelmişti. Elinde hafif bir ceket tutuyordu. Haziranın başı olmasına rağmen, Finlandiya’da hava sıcaktı. Yanındaki iriyan, esmer, bıyıklı, adam tam bir doğuluydu. Fredrik Skytten onları rahatça inceleme fırsatı bulmuştu. Çifti Hesperia Oteli’nin gece kulübüne kadar izlemişti. Onları bir an bile gözden kaçırmamış ve Arap olduğuna karar verdiği adam ne zaman genç kadının beline sanlsa, içi kıskançlık ve öfkeyle dolmuştu. Bir keresinde Arap’ın dudakları o uzun boyna sürünmüş ve Fredrik Skytten bağırmamak için kendini zor tutmuştu. Kendine gelebilmek için votka bardağını bir dikişte boşaltmış ve bir yenisini ısmarlamıştı. Badem şeklinde yeşil gözleri, insanın hemen 5 dikkatini çeken dolgun dudaklarıyla, Aija Sunblad ona hiç bu kadar güzel görünmemişti. Fredrik, arzudan deliye dönmüş bir halde, çocukluğundan beri aşık olduğu bu kadından gözlerini ayıramıyordu. O zamanlar bir süre flört etmişler ve birkaç hafta boyunca Fredrik kendini cennette sanmıştı. Fakat bir gün arzusuna gem vuramamış ve hiç utanmadan Aija’ya sürtünerek boşalmıştı. -Beni iğrendiriyorsun, demişti Aija onu iterek.


Bu olay kısa aşk hikâyelerinin sonu olmuştu. Yuvarlak suratıyla, gözlükleri ve tenindeki kızıl lekelerle, Fredrik’in Don Juan’a benzediği pek söylenemezdi… Geçen seneler içinde Aija daha çok kalpler kırmış ve arasıra kendisini sinemaya götürmesine ya da elini tutmasına izin vererek Fredrik Skytten’e yüklenmeyi sürdürmüştü. O zaman ona çok esmer, egzotik erkeklerden hoşlandığını söyleyecek kadar güvenmişti. Belki de böyle birini bulmak için gazetecilik mesleğini seçmiş ve Helsinki’ye taşınmıştı. Fredrik Skytten de onun arkasından gelmiş ve bir mucizenin gerçekleşmesini bekleyerek, onunla düzenli bir şekilde görüşmekle yetinmişti. Aija STT Ajansı’nda çalıştığı için sık sık yabancı ülkelere seyahat ediyordu, fakat Fredrik Skytten her seferinde onun dönüş tarihlerini öğrenmeyi başarıyordu Bekâr olduğu için pek çok macera yaşıyordu. Fredrik’in bazılarından haberi vardı. Fakat, Aija’nın tedbirsizliği sayesinde bunlardan birine ilk kez tanık oluyordu. Onu yemeğe davet etmek için aramış ve genç kadın Hesperia’nın diskosunda bir randevusu olduğunu söyleyerek reddetmişti. Kendine hakim olamamış ve soluğu Hesperia Oteli’nde almıştı. Aija ve kavalyesini bulması zor olmamıştı. Saat on buçuk olmasına rağmen hava hâlâ aydınlıktı. Görünme tehlikesini göze alarak, onları Aija’nın oturduğu binaya kadar izlemişti. 6 Ve şimdi korkunç acı çekiyordu… Görünüşe göre “Arap” Aija ile birlikte eve girmek istiyordu. “Umarım reddeder” dedi Fredrik kendi kendine.

Bu çok aptalcaydı. Aija’nın hayatından bir sürü erkek geçmişti, fakat bunun gözlerinin önünde gerçekleşmesini istemiyordu. Birden aynldılar ve Aija binanın kapısını itti. Ne yazık ki birkaç saniye sonra “Arap” da genç kızın ardından içeri girdi. —Sürtük! Fredrik Skytten öfkesini kontrol edemeyerek, Fiat marka arabasının direksiyonuna bîr yumruk indirdi. Sonra hiç düşünmeden hareket etti ve kendini çarşının karşısındaki limanda buldu. Üzerinde “Margona” yazılı ışıklı bir tabela dikkatini çekti. Bu rıhtıma demir atmış, hem bar, hem lokanta olarak düzenlenmiş bir gemiydi. İçeride, ellerinde kocaman bira bardaklanyla erkeklerle sohbet eden, donuk bakışlı bir sürü konsomatris vardı. Fredrik birbiri ardına üç kadeh votka ısmarladı. Alkol öfkesini yatıştırmış, fakat tehlikeli merakının önüne geçememişti. Garson kıza parayı uzattıktan sonra Katajanokka’ya doğru yola çıktı. Bu kez Satamakatu’da durmak yerine, Ortadoks kilisesine çıkan, soldaki sokağa girdi. Arabasını kilisenin merdivenlerinin karşısına park etti. Arazinin eğimi yüzünden bulunduğu yer, Aija’nın dairesinin tam karşısına geliyordu.

Farlarını söndürüp, yanından hiç ayırmadığı dürbününü çıkarttı. Bu kötü alışkanlığı çok uzun zaman önce edinmişti. Aklına estiğinde röntgencilik yapar, bazen de gördüklerinden etkilenerek kendi kendini tatmin ederdi. Heyecandan nefesi kesilmişti. Bu işi Aija bir erkekle birlikteyken hiç yapmamıştı. * * * 7 Aija Sunblad kendini rahatsız hissediyordu. Metresi olmadığı erkeklerle dairesine çıkmaktan hoşlanmıyordu. Fakat FKÖ’nün Helsinki’deki delegasyon üyesi Halil Aynam çok ısrar etmişti… Onu aylarca önce tanımış ve hiçbir kötü davranışta bulunduğunu görmemişti. Bir hayrandan çok, bir arkadaş gibiydi. Yine de genç kadın onun hoşuna gittiğini hissediyordu… Halil Aynam oturma odasındaki saunaya hayranlıkla baktı. Finlandiya’da pek çok sauna vardı, fakat çoğu ortak kullanıyor ya da para karşılığı girilebiliyordu. Aija bara yaklaştı. Votkadan ve Crimee şarabından başka içkim yok. —Meyva suyu da olur, dedi Halil Aynam. Aija ona bardağını uzattı ve genç adamın keskin bakışlarıyla karşı karşıya geldi.

Adam baştan çıkarıcı bir gülümsemeyle dudaklarını aralayınca bembeyaz dişleri göründü. —Bu kadar güzel bir kadının tek başına yaşadığına pek sık rastlanmaz, dedi. —Bu mahallede böyle çok insan var, hem ben boşandım. Halil’in gülümsemesi daha da yayıldı. —Bana bir Arap arkadaşınız olduğunu söylediler, fakat sizi birlikte hiç görmedim. —Bu doğru değil, dedi Aija sakin bir sesle. Şu anda hayatımda kimse yok. Filistinli cevap vermeden başını salladı ve oda kapısına doğru birkaç adım attı. Aija içinde bir burulma hissetti. Başlıyordu… Adam içeriye girmeden ona yetişecek zaman bulamadı. Yatağa doğru gideceğine komodinin önünde durdu ve Aija’nın bir adamla çekilmiş fotoğrafının bulunduğu çerçeveyi eline aldı. Genç kadının yüz hatlan gerilmişti. Halil Aynam ona eğlenen bakışlarla bakıyordu. 8 —İşte Arap arkadaşınız… Yakışıklıymış… —Hayır, o benim dostum, hem fotoğraf da çok eski. Gelin, dinlenmem gerekiyor, yarın sabah erken kalkacağım.

Halil önüne geçerek kıpırdamasına engel oldu. —Niçin yalan söylüyorsunuz? diye sordu yumuşak bir sesle. Gözlerini genç kadının dudaklarına dikmişti. Aija yanından geçmek isteyince Halil onu kolundan yakalayıp kendine yaklaştırdı. —Bekleyin. Genç kadın boğazının düğümlendiğini hissetti. Araplar bazen çok kaba olabiliyorlardı. —Gitmeniz gerekiyor, dedi. Halil cevap vermeden onu kendine çekti. —Hayır, dedi sakin bir sesle. —Niçin? —Çok güzelsiniz. Sesi boğuklaşmıştı. Birden eli genç kadının göğüslerinde gezinmeye başladı. Aija geri çekildi. —Bırakın beni.

Hiç zorlanmadan kadını kaldırarak yatağa taşıdı. Vücudunu Aija’nın vücudu üzerine yerleştirdi. Aija karşı koymak istedi, fakat adam onu bastırınca bir çığlık kopardı. —Bırakın beni, polis çağıracağım. —Hayır, dedi Filistinli. Polis çağırmayacaksın. Diziyle genç kadının bacaklarını ayırdıktan sonra, karşı koymalarına aldırmadan elbisesini beline kadar sıyırdı. Sonra göğsüne eğildi ve genç kadın adamın dişlerini göğüslerinin ucunda hissetti. Aynı anda külotluçorabını çıkarmaya çalışıyordu. —Hayır, diye bağırdı Aija, hayır! Tecavüz edilmek üzere olduğunun bilincine varmaya başlamıştı. Adam üzerinden kalkınca, onun cesaretini kırmayı başardığını düşündü. Fakat 9 fermuar sesi ümidini bir anda suya düşürdü. Sadece soyunmaya çalışıyordu. Yine adamın ağırlığı altında ezilmeye başlamıştı. Külotluçorap parçalandı ve genç kadın altına başka çamaşır giymediğini hatırlayarak paniğe kapıldı.

—Durun! Durun! diye yalvardı. Tecavüz Finliler’in alışkın olmadıkları bir şeydi. Bu yüzden ne yapacağını bilemiyordu. Halil kendinden emin görünüyor, bu da onu daha korkunç bir hale getiriyordu. Genç kadın, adamın organını bacaklarının arasında hissettiğinde bağırarak tepinmeye başladı. Artık çok geçti. Halil yumuşak denilebilecek bir davranışla ona sahip olmuştu bile. Aija yeniden bağırdı. Fakat bu Halil’in içinde hareket etmeye başlamasına engel olmadı. Pantolonu bileklerine kadar inmiş, serbest kalan eliyle göğsünü sıkarak boğuk boğuk nefes alıyordu. * * * Fredrik Skytten damarlarındaki kanın donduğunu hissediyordu. Her şey o kadar çabuk gelişmişti ki, engel olmaya fırsat bulamamıştı. Şimdi sadece Arap’ın aşağı yukarı hareket eden beyaz kalçalarını görüyordu. Korkunçtu. Her yanı titriyordu.

Dürbünü bıraktı. Bir an aklından adamı öldürmek geçti. Birden arkasında yanan farları farketti. Polis arabasıydı. Çabucak kontağı çalıştırıp hareket etti. Bu kadar alkollüyken durdurulursa başına iş açılabilirdi… Kafasında korkunç düşüncelerle Satakamatu’yu geçti. O aptal Arap Aija’ya tecavüz etmişti. Duyduğu nefretle bütün vücudu sarsılıyordu. * * * Halil artık kendini tutamıyordu. Aija bir ölü gi10 bi solgun, gözlerini kapatmış, hareketsiz yatıyordu. Filistinli onu heyecanlandırmak için çok uğraşmıştı. Elbisesinden dışarı taşan göğsünü uzun uzun yalamış, fakat, başka zaman onu hemen heyecanlandıran bu hareket, bu kez hiç zevk vermemişti. Adamın düzensiz hareketlerinden yakında boşalacağını anladı. Çabuk kurtulabilmek için, yatağın kenarından destek alarak kalçasını yukarı kaldırdı. Halil, sonunda onun da zevk aldığını sandı.

—Hoşuna gidiyor, değil mi? Bunu sık sık tekrarlarız… Aija birden adamın sarsıldığını hissetti. Şu anda tek düşüncesi adamın bir an önce çekip gitmesiydi. Sonra saunaya girer, temizlenirdi. Halil üzerine abanmış dinleniyordu. Aija ondan kurtulup üstünü başını düzeltti. Yanakları ateş gibi yanıyordu. Hemen banyoya gitti. Çıktığında Halil ayağa kalkmıştı.-Siyah gözlerinde alaycı bir bakış vardı. Sanlmak için elini uzattı, fakat genç kadın bir sıçrayışta geri çekildi. —Defolun! diye bağırdı öfkeyle. Yarın sabah polise gideceğim. —Tekrar geleceğim, diye cevap verdi Arap küstahça. Seninle yine sevişeceğim ve polise de gitmeyeceksin. Gözleriyle birbirlerine meydan okudular ve bakışlarını ilk kaçıran Aija oldu.

İtiraf etmek istemese de, Filistinli’nin bu yeni tavrının nereden kaynaklandığını biliyordu. Adam hiç acele etmeden odadan çıktı. Aija onun gidişini çabuklaştırmak için arkasından itti. Halil sırıttı. Genç kadın bir silah bulabilmek için çevresine bakındı, fakat saunada kullandığı kayın ağacı dallarından başka bir şey bulamadı. Halil arkasına dönünce dalları onun suratına savurdu. —Aptal! 11 Güzel yüzü yaşlardan görünmez olmuştu. Halil alayla ona baktı. —Sonunda senin de hoşuna gitti, değil mi? Tekrar denemeliydik. Genç kadın, içgüdüsel bir hareketle tırnaklarını yüzüne geçirince, Halil acıyla çığlık atarak geriye sıçradı. Sonra genç kadının üzerine yürüyüp onu olanca ağırlığıyla duvara yapıştırdı. —Devam edersen burada kalır ve o güzel kalçalarını ikiye ayırırım, diye homurdandı. Hem gelecek sefere bu kadar nazik davranmam. Aija yutkundu. —Gelecek sefer olmayacak.

Polise gideceğim… —Gitmeyeceksin. Son bir kez genç kadına sarıldıktan sonra, kapıyı açmaya gitti. —Yakında görüşürüz, dedi çıkmadan önce. îyi bir kız olursan çenemi tutarım. Aija bir süre yerinden kıpırdayamadı. Hırpalanmış, aşağılanmış, altüst olmuştu. Böyle bir şeyin kendi başına gelebileceğini hiç düşünmemişti. En kötüsü de kendisini bu kadar güçsüz hissetmesiydi… * * * Fredrik Skytten, Halil Aynam’ı 7 no’lu binanın girişinde gördüğünde öfkeyle sigara içiyordu. Katajanokka’nın çevresinde bir tur attıktan sonra tekrar gözetleme yerine geçmişti. Daha tam olarak karanlık çökmemişti ve yanılmadığından emindi. Filistinli yürüyerek Kanavakatu’ya doğru ilerlemeye başladı. Fredrik Skytten, aralarına yeterli bir mesafe bırakarak, arabayla izlemeye koyuldu ve adamın biraz ilerideki Volvo’ya bindiğini gördü. Öfkesi daha da artmıştı. Arap, Aija’nın evine gire12 bilmek için her şeyi ayarlamıştı. Volvo, dümdüz devam edip köprüden geçmek yerine, sağa dönüp, gecenin bu saatinde kuşkusuz kapalı olan, Helsinki’nin en iyi lokantalarından Kultainen Sipuli’nin bulunduğu küçük alana geldi.

Fredrik Skytten görünmekten korkmadan arkasından gitti. Nefret gözlerini kör etmişti. Direksiyonu, Aija’ya tecavüz eden adamın boynuymuş gibi sıkıyordu. Arap yavaşlayarak, lokantanın boş otoparkında durdu. Fredrik biraz daha devam etti. Tam arabadan ineceği sırada, gözleri yanındaki koltuğun üzerinde duran kutuya takıldı. Bu, ren geyiği avında kullanılan, hayvanı parçalamaya yarayan, yirmi santimden daha geniş, “Puukko” adı verilen geleneksel Fin bıçağıydı. Fredrik bıçağı, göl kenarında yaptırdığı küçük evine götürmek için almıştı. Ava çıkacak olursa böyle bir aletin pek çok yararını görürdü. Kutuyu açarak silahı aldı ve kemerine yerleştirdi. Sonra yürüyerek lokantanın otoparkına doğru ilerledi. Serin hava bile öfkesini yatıştıramamıştı. Anlaşılmaz bir güç, sanki onu ileri itiyordu. Yaklaşınca arabanın boş olduğunu ve Arap’ın telefon kulübesine girdiğini farketti. Sırtını dönmüş, varlığından habersiz, numaralan çeviriyordu.

Fredrik Skytten kararsızlıkla duraksadı. Alkol yüzünden hafifçe titriyordu. Birden eli kemerine kaydı ve parmaklan bıçağın sapında kenetlendi. Silahı çıkanp, dimdik uzatarak adım adım telefon kulübesine doğru ilerledi. Bir saniyelik bir tereddütten sonra, bıçağı rakibinin sırtına sapladı. Halil Aynam acıyla bağırarak, ahizeyi elinden düşürdü. Fredrik bıçağı üst üste saplıyordu. Filistinli sonunda telefon kulübesinden çıkmayı başararak, kendisine saldıran adamın nefretle kınşmış yüzünü gördü. O anda bıçak midesine gömüldü ve atarda13 marlarından birini kesti. Gözleri kararıp, dizlerinin üzerine düştü. Fredrik Skytten bundan yararlanarak, yaralı ren geyiklerine yaptıkları gibi, bıçağı boynunun arkasına sapladı. Bıçağı tekrar tekrar kurbanının vücuduna saplamaktan kendini alıkoyamıyordu. Bu cinayet ona anlaşılmaz bir zevk tattırmıştı. Bir an, genç kadının bütün aşıklarını öldürebileceği fikrine kapıldı. Sonra doğrularak, elinde bıçakla arabasına doğru uzaklaştı.

“Puukko”yu arabanın döşemesine atarak, şehre doğru hareket etti. Halil’in cesedi telefon kulübesinin önündeydi. Şafaktan önce kimse onu bulamazdı. Yol bomboştu. Radyoyu açtı. Müzik çaldığından istasyonu değiştirmeye gerek duymadı. Altmış kilometre ileriden sola döndü. Göl kenarındaki küçük evine yaklaşınca yavaşladı. Arabasını park edip, bıçağı aldı ve sendeleyerek kapıya yöneldi. Birkaç gece kuşu hariç, çevrede tam bir sessizlik hüküm sürüyordu. Zorlukla içeriye girdi ve bıçağı masanın üzerine fırlattıktan sonra, votka şişesinden bir yudum çekti. Saunayı yakıp masaya oturdu. Gözlerini kapayınca Arap’ın yerdeki cesedini ve aşağı sallanan ahizeyi yeniden görür gibi oldu. Sauna ısınırken “Puukko” yu aldı ve aniden masanın tahtasına sapladı. Sanki Aija’nın aşığını bir kez daha öldürüyordu.

14 I I . BOLUM Helsinki Havaalanı’nı geçince, yol bir ormanın içinden yılan gibi kıvnlarak ilerliyor, sadece bir açıklığa ya da göl kenarına gelindiğinde güneş yeniden görülebiliyordu. Malko, hava aydınlık olmasına rağmen farlan yanan arabaları geçti. Yılın büyük bir bölümünde günler çok kısaydı. Finliler, farlarını hiçbir zaman söndürmemeyi adet haline getirmişlerdi. CIA’nın onu Finlandiya gibi sakin bir ülkeye göndermesi ender rastlanan bir olaydı. Burası Fransa’nın üçte ikisi büyüklüğünde, orman ve göllerle kaplı, on iki ayın dokuzunda karlı ve güneşin senede sadece on yedi gün görünebildiği bir yerdi. Finlandiya’nın Sovyetler Birliği ile uzun bir sınırı vardı. Fakat orası bile son derece sakindi. Bazen biri Batı’ya geçmek istediğinde sınır polisleri, Sovyetler Birliği ile yapılan anlaşmaya göre kaçakları geldikleri ülkeye göndermek zorunda olmalarına 15 rağmen, sessizce isveç’in yolunu gösterirlerdi. Bu ve bunun gibi karşıtlıklar, ikinci Dünya Savaşı’nda Almanya’nın müttefiki ve Rusya’nın ezeli düşmanı olan Finlandiya’nın Bilimsel Sosyalizm’in güzelliklerinden kaçınmasına yol açardı.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir