Gerard De Villiers – 83 Gorev Yeri Santiago

Güneyden gelen plakasız gri steyşın “404”, Miguel Claro Caddesi’nden hızla ilerlerken farları sisli caddeyi aydınlatıyordu. Saat henüz sabahın beşiydi ve sokağa çıkma yasağı birkaç dakika önce sona ermişti. Yine de Santiagolular saat 5.30 dan önce sokağa çıkmıyorlardı. Zira Cunta’nın toplama kampına gönderilmeleri işten bile değildi. Ulusal Haberalma Örgütü DİNA ve karabinyeroslar şakaya gelmezdi. Saat birden beşe kadar Santiago ölü bir şehirden farksızdı. Araç, selektör yaparak İtalyan Büyükelçiliği’ nin girişinde durdu. Elçiliğin bulunduğu bina şehrin en güzel semtlerinden biri olan Bilbao’ daydı. Yeşil üniformalı bir karabinyero tüfeğini doğrultarak araca yöneldi. İtalyan Büyükelçiliği Santiago’daki diğer bütün diplomatik binalar gibi gece gündüz polis kontrolü alandaydı. İzinsiz içeri girmek isteyenler için vur emri çıkartılmıştı. Elçiliklerin çoğunda General Pinochet’nin zulmünden kaçmak isteyen birçok siyasi mülteci yurt dışına çıkmak için izin bekliyordu. İçlerinde bir yıldır bekleyenler vardı. İlk günlerin karışıklığından sonra DİN A bütün elçilikleri tamamiyle tecrit etmişti.


Artık kimse iltica etmeği göze alamıyordu. “404” den sendeleyerek biri indi. Bu, beyaz şapkası alnına inmiş koyu renk takım elbiseli ama yapılı bir adamdı. Kanlı gözlerini kayıtsızca mitralyöze dikti. Sonra hıçkırarak elini cebine daldırdı ve çıkardığı kartı polisin burnuna dayadı. Kartı gören karabinyeronun yüzüne itaakâr bir gülümseme yayıldı. —Tamam bayım. Beyaz şapkalı adam, tekrar hıçkırdıktan sonra sarsak adımlarla demir parmaklıklara yanaştı. Polis yerine dönmüştü. Alkol kokusu 20 metreden duyuluyordu. Beyaz şapkalı adam parkın ortasında yükselen binaya bakarak anlaşılmaz bir küfür savurdu. Sonra geri dönüp “404”ün bagajını açtı ve direksiyondaki adamı yardıma çağırdı, ikisi birlikte arabanın bagajından kestane rengi bir çuval çıkarmaya çalıştılar. Çuval asfalta düştüğünde beyaz şapkalı adam, çirkin bir kahkaha attı ve sarhoş bir sesle polisi çağırdı. Polisin yüreği ağzına gelmişti. Çuvalın biçiminden içinde bir insan olduğu kolaylıkla anlaşılıyordu.

Polis bir robot gibi adamlara yaklaştı. —Buyrunsenyor. Sesi titrek çıkıyordu ve çuvala bakmamaya çalışıyordu. —Bize yardım et, diye bağırdı beyaz şapkalı adam ve çuvalı bir ucundan yakaladı. Üçü lekeli çuvalı demir parmaklıklara kadar taşıdılar. Bu sırada elçiliğin zemin katında bir pencerenin ışığı yanmıştı. * ** İtalyan Büyükelçiliği’nin yemek salonunda, sakallı genç bir adam, perdenin gerisinden dışarıda olanları dikkatle izliyordu. Salondaki mobilyaların çoğu yirmiye yakın şilteye yer açmak için duvar dibine dizilmişti. İçeride korkunç bir koku vardı. Mülteciler aylardır üstüste yaşıyorlardı. DİNA’nın ani bir saldırısı6 nı önlemek için her gün bir gözcü seçiyorlardı. Bu tip harekâtlar, tanık olmaması için sokağa çıkma yasağı sırasında yapılıyordu. Genç sakallı gözlerini “404’den ayırmıyordu. Huzursuzluğu artmıştı. DİNA çoğunlukla plakasız “404’ler kullanırdı.

Ne istiyorlardı? Pencerenin önünden ayrıldı, ve br köşede uyuyan arkadaşını hafifçe sarstı. —Carlos! Adam gözlerini hemen açtı, uyku mahmurluğuna rağmen gardım almıştı. İnce yüz hatlarına rağmen şehvetli dudakları, iddialı çenesi ve geriye taranmış siyah saçları ile yakışıklı biriydi. 30’lu yılların cazibeli erkeklerini andırıyordu. Kalın ve biçimli dudakları tıraş olmamış yüzüne bir yumuşaklık veriyordu. —Ne var? —Dışarıdalar diye fısıldadı genç sakallı. Carlos pencereye fırladı, kalbi çılgın gibi atıyordu. DİNA başına 4200 dolarlık ödül koymuştu. Bu %375’lik bir enflasyonun talan ettiği bir ülkede çok büyük bir rakamdı. Arabayı ve çuvalı görmüş ama bir şey anlamamıştı. —Öbürlerini de uyandır, dedi arkadaşına. Sakallı, uyuyanları sarsmaya başladı. Carlos ise bütün dikkatiyle dışarıda olup bitenleri izliyordu. Birden içini bir nefret dalgası kapladı. Carlos tedbire boş vererek hızla pencereyi açtı ve dışarıya doğru eğildi.

* ** —Gidelim, gidelim, diye bağırdı beyaz şapkalı adam. O kadar sarhoştu ki , çuvalı demir parmaklıklara doğru kaldırırken, ik i kere elinden kaçırır gibi oldu. Polis ve şoför sessizce yardım etmeye çalışıyordu. Çuval, demir parmaklıkların üstünde bir an dengede kaldı ve beyaz şapkalı adamm itmesiyle bahçeye düştü. O sırada bir çığlık duyuldu. —Katiller! Kaim ve güçlü bir sesti bu. Beyaz şapkalı adam peşinde şoför olduğu halde arabaya yürüdü. “404” bomboş yola çıktı ve güney yönünde uzaklaştı. Polis elçiliğe doğru baktığında pencerelerin bir bir aydınlandığını gördü. Bu arada birçok ses aynı şeyi haykırmaktaydı. ** —Katiller! Carlos’un çığlığı sessizlikte yankılanarak yan odada uyuyanları uyandırmıştı. Genç adam ik i kişinin “404”e atlayıp kaçtığını görmüştü. Carlos pencereden ayrılarak hızla yan odaya geçti. Ama sakallı arkadaşı ona engel oldu. —Gitme Carlos, çok tehlikeli.

Seni vurabilirler. Aslında DINA, aşırı sol parti olan MİR’i n liderlerinden biri olan Carlos Geranios’un sahte bir kimlikle İtalyan Büyükelçiliği’ne sığındığını bilmiyordu. Bu arada dört elçilik görevlisi bahçedeki çuvalı elçilik binasına getiriyordu. Binanın girişine biriken mülteciler merakla bekliyorlardı. Çuvalı elçiliğin girişindeki hole bıraktılar. Çuval kalın bir iple bağlanmıştı. —Açın çuvalı diye bağırdı birisi. Kimse yerinden kımıldamamıştı. Sakallı genç, seyredenleri geri iterek, elinde bir bıçakla çuvalın başına çömeldi ve kaim ipi kesti. Bu arada Carlos da yanma gelmişti. Çuvaldan önce bir ayak ortaya çıktı. Beyaz bir kadının ayağı. Holden dehşet nidaları yükseldi. Rengi atan Carlos ikinci ayağı da çuvaldan çıkardı. Gözlüklü bir ihtiyar, ağır ağır çuvah diğer ucundan çekti.

Vücut tamamen ortaya çıkmıştı. Carlos Geranios, irileşmiş gözlerle elini kadının çıplak omuzuna hafifçe değdirdi. Ceset henüz soğumamıştı. Üzerinde yer yer lekeler vardı. Sağ göğsü sigara yanıklarıyla kaplıydı. Yüzü darbeler altında ezilmiş şekilsiz bir et yığını halindeydi. Ön dişleri DINA’nın işkencecileri tarafından sökülmüştü. Carlos Geranios birden görünmez bir elin boğazını sıktığım hissetti. Artık arkasındakilerin gürültüsünü duymuyordu. Gözü ölünün boynuna asılmış küçük pankarta ilişti. Üzerinde “Vatanseverler tarafından cezası infaz edilmiş bir hain” yazıyordu. Yüz kasları isteği dışında kasılmaya başladı. Magali’nin, dişlerinin kerpetenle söküldüğü, sigaraların o nazik göğsünde söndürüldüğü ve yüzünün dipçik darbeleriyle darmadağın edildiği sırada neler hissettiğim düşünmeye çalıştı. Bakışları, aşağıya doğru kaydı ve gördüğü şey yüzünden kusmak istedi. Kızın elleri arkadan bağlıydı ama bacakları açıktı.

Karnı, süngü darbeleriyle yarılmıştı. Daha sonra işkenceciler yaraya bir kaktüs sokmuşlardı. 9 Bunu yaparken büyük bir ihtimalle Magali yaşıyor olmalıydı ve Carlos Geranios bu işkenceden önce onların Magali’ye ne yaptığını tahmin edebiliyordu. Şili’nin güneyinde yaptığı canavarlıklardan dolayı “Los Angeles Kasabı” lakabıyla anılan Albay Manuel Chünio, şimdi de “MIR ” cilerin peşine düşmüştü. Albayın çok özel bir sorgulama yöntemi vardı. Deri eldiveninin içinde tuttuğu fareyi ilk önce başı olmak üzere sanığın vajinasına sokuyordu. Sanık ya çıldırıyor ya da konuşuyordu. Birisi Carlos Geranios’u geriye çekti. Genç adam yerinden doğrulurken Venezüella Elçisi’ nin dehşetten irileşmiş gözlerini gördü. O korkunç manzara bir türlü gözlerinin önünden gitmiyordu. Carlos ve genç sakallı holden çıkarak büyük salonun pencerelerine doğru yürüdüler. Arkadaşı yumuşak bir sesle: —Onu tutukladıklarını biliyor muydunuz? diye sordu. Carlos Geranios hiç ses çıkarmadan başını önüne eğdi. Magali’nin ik i haftadan beri DÎNA’nın elinde olduğunu biliyordu. Gizlendiği yeri bilen birkaç kişiden biri de oydu.

Magali gençti, güzeldi, soğukkanlıydı, ona tecavüz edebilirlerdi, dövebilirlerdi ama işkencede bu kadar ileri gidebileceklerini düşünmemişti. DİNA’nın kendisini yakalamayı istediğini tahmin edememişti. Magali’yi konuşturmuşlar sonra da öldürmüşlerdi. Yalnız Carlos Geranios’un anlayamadığı bir şey vardı: Cesedi niye onun bulunduğu İtalyan ıo Elçiliği’ ne bırakmışlardı? Artık onları hiçbir şeyin durduramayacağını biliyordu. Genç sakallıya dönerek, alçak bir sesle: —Tekrar gelecekler, dedi. Büyükelçinin olayı şiddetle “pretosto ” etmesi onu işkenceden ya da ölümden kurtaramayacaktı. DÎNA’nın ana hedefi Cunta’ nın bütün muhaliflerini yok etmekti. Sokağa çıkma yasağı başladıktan sonra, DtNA’nın siyah beyaz Chevrolet kamyonetleri Santiago sokaklarında cirit atıyorlardı. Gecenin sessizliğinde bütün şüphelileri hiçbir iz bırakmadan topluyorlardı. Sakallı, Carlos Geranios’a yaklaştı: —Şimdi ne yapacaksın? Carlos başını salladı. —Bilmiyorum, yani şimdilik. Bir gece evvel geleceği düşünerek uykuya dalmıştı: İk i gün sonra bir grup mülteci ile Venezüella’ya geçecekti. Magali de serbest kalınca Meksika’ya geçecek ve orada buluşacaklardı. Genç kızın tanınmaz haldeki cesedini hatırlayınca gözleri yaşla doldu. —Cesaret dostum.

Ergeç devrim zafere ulaşacaktır, dedi sakallı genç. Carlos sesini çıkarmadı başını salladı. Şu anda devrim umurunda bile değildi. 23 yaşında, geçirdiği cehennemi günlerden sonra ölen Magali için zafer olmayacaktı. İçindeki umutsuzluk birden yok oldu. Düşmanlarına, kendisine işkence etme zevkini tattırmayacaktı. Yaşla parlayan gözlerini arkadaşına çevirdi: ıı —Haklısın, zafer bizim olacak dedi. Katillerin gelmesini beklemeyecek savaşıp intikamım alacaktı. Salonu geçti, yemek odasmda battaniyesinin yanındaki el çantasından bazı belgeleri aldı. Bunlar onun sahip olduğu en değerli şeylerdi. * ** —Aptal! Hain! Juan Planas iyice ayılmıştı. Yediği sert tokatlar beyninde çınlıyordu. Albay Chunio’ nun tekmelediği güzel beyaz şapkası yerde sürünüyordu. Albay odanın ortasında hazırolda bekleyen küçük polisin etrafmda, sinirden morarmış bir halde dolaşıp duruyordu. Juan Planas şefine, polisliğin eğlenceli bir meslek olmadığım, viski içmeden genç bir kadına saatlerce işkence etmenin çok zor olduğunu anlatmak istediyse de vazgeçmiş, sadece İtalyan Büyükelçiliği’nde yaptığı küçük şaka için özür dilemekle yetinmişti.

Sarhoşluğu geçtikçe yaptığı aptallığın önemim kavramaya başlamıştı. Neredeyse atbğı tokatlar için albaya teşekkür edecekti. Manuel Chunio ona yaklaşarak: —Beni iyi dinle iğrenç herif! Eğer bu adamı elimizden kaçırırsak, seni Macellan Boğazı’nda, donana kadar ipte sallandırırım! diye bağırdı. Şimdi bas git ve işe koyul! Juan Planas şapkasını yerden aldı. Kıtanın güney ucunda, Cunta’nın askerleri şüpheli şahısları ölene kadar helikoptere bağlı bir iple buz gibi okyanusa daldırıyorlardı. Sorgulamalar yüzünden birkaç uykusuz gece geçirse dahi, bu cezayı çekmeye niyeti yoktu.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir