Gerard De Villiers – 28 Miami Katili

Johnny Trump, kirlenmiş nemli havayı tiksintiyle soludu. Hurdası çıkmış birkaç taksi hâlâ bagaj kapısının önünde bekliyordu. Prinair’in 94 sefer sayılı uçağı Saint-Domingue’den iki saat gecikmeyle, 20.50 yerine 22.50’de gelmişti. Yolculardan bir kısmı dostlarıyla buluşmuş, bir kısmı da San Juan’a gitmek için bir otobüse doluşmuştu. Bir tek Johnny, elinde çantası, yıkık dökük havaalanının önündeki kaldırımda bekliyordu. Israrla önünde dolaşıp duran taksi şoförüne bir küfür savurdu. Sonra kaygıyla çevresine bakındı. Korkudan geberiyordu. Sinirli sinirli kan çanağına dönmüş gözlerini ovuşturdu. Kokain kalıntısı. Johnny, uyuşturucu tüccarlarının alaylı bir küçümsemeyle gözüdoymaz dedikleri bir kokain tutkunuydu. Uzun zamandan beri, araba satıcılığı işini bırakmış, uyuşturucu dünyasının içine dalmıştı. Yarı Amerikalı yarı Kolombiyalı olmasına rağmen, müşterilikten kokain tüccarlığına geçmesi pek zor olmamıştı.


Beklediği adamları görebilmek umuduyla karanlıkta etrafına bakındı. Bir taksi, traktör gürültüsüyle hareket etti ve San Juan’a giden son otobüs mavi bir mazot bulutu ardında kayboldu. 5 Johnny Trump çantasını bacaklarının arasına sıkıştırarak koca bir mendille terini kuruladı. Porto Rikolular kaşla göz arasında çantasını açabilirdi. — Selam Johnny! Yolculuğun iyi geçti mi? Melez arkasına öylesine ani döndü ki, neredeyse düşecekti. Göbekli, kendisinden de iriyarı bir adam elini uzatmış, sırıtarak ona bakıyordu. Gömük siyah gözlerinde hiçbir ifade okunmuyordu. Johnny adamın elini sıktı. — İş tamamdı, Faustino. Ama bu namussuz uçak iki saat rötar yaptı. Adam bir kahkaha attı. — Biliyorum! Ben de bu arada üç tane “Bud” içtim. Gidelim. Sahana sahana otoparka doğru yürüdü. Bu hödük Kübalı ABD’ye 1960’larda gelmişti.

Kokain tüccarlarını gözetim işinde uzmandı. Karanlık bir yere park edilmiş eski bir Amerikan arabasına binmeden önce sesini yükseltmeden sordu: — Para yanında değil mi? — Tabii, dedi Johnny Trump. Gözlerini tekrar ovuşturdu, ötekilerinin de orada olup olmadıklarını anlamak için arkasına bakmak isteğini güçlükle bastırdı. Tabii ki kesinlikle yapılmaması gereken bir şeydi bu… Faustino berbat bir şekilde gıcırdayan kapıyı açtı ve Johnny arabaya bindi. Alacakaranlıkta direksiyondaki adamı farketti. Faustino paldır küldür onun yanına oturdu ve başıyla sürücüyü gösterdi. —- Bu, Nieves. Nieves tek söz etmeden kafasını salladı, 6 ama hareket etmedi. Kübalı elmas bir yüzüğün parıldadığı parmağını çantaya uzattı. — Göster. Johnny terden sırılsıklam olmuştu. Çantanın şifresini ancak birkaç dakika sonra hatırlayabildi. Sonra kapağı kaldırarak içindekileri gösterdi. Bir seks kitabı, 38’lik bir tabanca ve yüz dolarlık desteler. Tabancayı hemen kemerine soktu.

Saint-Domingue’den çıkmak onun için dert değildi. Gümrükçüleri tanıyordu. Tekrar yola çıkmadan önce 38’ligi Porto Riko’da satacaktı. Orada silahlar bir servet değerindeydi. — Yedi yüz bin dolar, dedi. Yüz dolarlık yedi destenin herbiri sekiz santim kalınlığındaydı. Faustino başıyla onayladı ve şoföre seslendi. — Gidelim. iri yağmur damlaları sacın üzerine düşmeye başlamıştı. Sileceklerden sadece biri çalışıyordu .Uzun homurtulardan sonra motor çalıştı. Birkaç dakika sonra San Juan’ın merkezine uzanan Baldoriaty de Castro Otoyolu’na çıktılar. Johnny Trump yeniden gözlerini ovuşturdu. Çukur dolu beton yolda, araba gemi gibi sallanıyordu. Nieves radyoyu açtı.

Bir ses gümbür gümbür konuşuyordu. — Burası Salsa 63, Salsa iktidarı! Sarsıntıdan hoparlör sallandığından konuşma pek duyulamıyordu. Faustino uyuyor gibiydi. Condado semtinden geçiyorlardı. Nieves aniden otoyoldan çıkıp daha tenha bir yola saptı. Artık büyük yapılar geride kalmıştı. Şimdi yalnızca aydınlatılmış balkonlarında ihtiyarların salıncaklı iskemlelerinde sallan7 dığı ahşap evler görülüyordu. Porto Riko, yüzde otuz yedi işsizlik oranıyla istatistiklerin başında dörtnala gidiyordu ve bunun acısını geleneksel namus anlayışı çekiyordu. Nieves sefil kulübelerle dolu bir sokakta yavaşladı. Solda yeşil neon ışıkları içinde bir kahvenin önünde durdu. Yağmur başladığı gibi birdenbire kesilmişti. On kadar müşteri duvara yaslanmış bira içiyordu. Nieves keskin bir ıslık çaldı.Aynı anda kıvırcık saçlı, sıska bir genç kahveden çıkıp arkalarında duran eski model yeşil Amerikan arabasına koştu. — Geldik mi? diye sordu Johnny.

— Hayır, diye cevap verdi Faustino kımıldamadan. Johnny Trump arkasına baktı. Yeşil araba manevra yapıyordu. Burnunu doğrultur doğrultmaz, Nieves hemen hareket etti. Issız sokaklardan dolanıp geniş ve ışıklı bir yola çıktılar. Geçerken Johnny bir pano farketti: Avenida Borinquen. İçi bir jelatin paketi gibi titriyordu. — Hey, dedi ne dolanıp duruyoruz böyle? Kübalı uyanmış görünüyordu. Koca parmağını uzatarak tembelce güldü. — Seni koruyoruz, amigo! Para dolu bir çantan var. Seni enselemek isteyebilirler. Uçakta seni izlemiş olabilirler, değil mi? Tedbirli olmak lazım. Güneye uzanan geniş bir caddeye saptılar: Johnny, Ponce de Leon’u tanıdı. Burada insan kendini New York’ta sanırdı. Sol tarafta boylu boyunca gökdelenler uzanıyordu.

Sağ taraf ise kapkara bir boşluktu. Johnny şehrin konumunu hatırlamaya çalıştı. Hato Rey’de, ticaret 8 merkezinin tam göbeğindeydiler. Nieves, del Banco de Ponce’un önünden sağa, Franklin Delano Roosevelt Caddesi’ne saptı. Yüz metre sonra tekrar sağa döndü. Şimdi, ambarlarla dolu bir mahalleden geçiyorlardı. Yarım mil kadar gittikten sonra sola saptılar. Johnny uzaklarda büyük yapıları farkedebiliyordu. Şimdi sanki bambaşka bir dünyadaydılar. — Nereye gidiyoruz? diye sordu. — Tokyo’ya, dedi Faustino. Patron bizi orada bekliyor. Johnny kaygıyla tükürüğünü yuttu. Tokyo, San Juan’m en berbat mahallesiydi. Polis bile oraya girmeyi göze alamıyordu.

Firardaki bütün katil ve serserilerin yatağı… Buluşma yeri iyi seçilmişti! Farlar, tahta, kazıklar üstüne kurulmuş küçük ahşap evlerin arasındaki hurdası çıkmış eski Amerikan arabalarıyla dolu bir otoparkı aydınlattı. Johnny’nin korkudan beti benzi atmıştı. Arabadan atlayıp tüymeyi düşünüyordu. Ama buna fırsat bulamadı. Araba bir barakanın önünde durdu ve aynı anda da çevresini kabadayılar çevirdi. Nieves alçak sesle bir şeyler söyleyince uzaklaştılar. Eli bıçaklı, sakallı birisi arka kapıyı açtı. Johnny dışarı çıktı ve pis kokan havayı soludu. Tokyo, çöp yığınlarının içinde genellikle birkaç cesedin yüzdüğü Cano de Martin Pena Nehri’nin birkaç yüz metre ötesindeydi. Faustino, Johnny’yi verandanın tahta merdivenine kadar sallana sallana izledi. Nieves bir kenarda durdu ve bir sigara yaktı. Faustino 9 ağır adımlarla merdiveni çıktı, kapıyı açıp içeri itti. Johnny kızarmış domuz kokusu duydu ve ışıktan gözleri kamaştı. — Hoş geldin, amigo! Johnny bu gür sesle elektrik çarpmış gibi titredi. Kızarmış gözleriyle karşısındaki kanepeye yerleşmiş uzun boylu adamı farketti.

Adamın düzgün hatları, iyi kesilmiş bir sakalı ve ince bir bıyığı vardı. Saçları simsiyahtı. Gömleğinin önü açıktı ve kıllı göğsünün üzerinde koca bir kolye sallanıyordu. Ayağındaki gri renkli deri çizmelerini alçak bir masanın üstüne uzatmış, sağ eliyle dolgun göğüslü bir kızın kalçasını okşuyordu. “Kokain kovboyları “nm en tanınmışı ve en tehlikelisi olan Migueî Cuevas otuz beş yaşında bir Kübalıydı. Uyuşturucu ticaretinden milyarder olmuştu ve Miami’den Bogota’ya kadar, tüm polisler yıllardır pesindeydi. ** Miguel Cuevas ayağa kalktı ve Johnny Trump’ın sırtına bir şaplak indirdi. İyi bir koku sürmüştü ve son derece bakımlıydı. İfadesiz donuk bakışları olmasa, bir playboy sanılabilirdi. Sürekli kokain kullanmaktan durmaksızın burnunu çekiyordu. — Otur, dedi Johnny Trump’a. Bir kadeh içki al, yorulmuşsundur. İlgisi göz yaşartıcıydı… Johnny bir kadeh beyaz romu hemen kabul etti ve kaldırdı. — İşlerimizin başarısına! Alkol ona iyi gelmişti. Miguel Cuevas kızın kalçasını okşamaya devam ediyordu.

Johnny’ nin kulağı tetikteydi. Ama kendisini koruyanın ların işinin ehli kimseler olduğunu, bir tehlike anında gerekeni yapacaklarını düşününce rahatladı ve odaya göz gezdirdi. Yer; büyük bir olasılıkla Nieves’indi ve oldukça haraptı. Kibar Miguel Cuevas bu sefil yerde sıkıntıdan patlıyordu. Kokain kovboyu saklamaya gerek görmeden uzun uzun esnedi. — Gazinoya gitme vakti geldi galiba, dedi. İşi bitiriyor muyuz? Bakışlarım Johnny Trump’a yöneltmişti. Johnny de işi bir an önce bitirmek için acele ediyordu. Birçok insan Miguel Cuevas ile karşı karşıya bulunmak için can atabilirdi, ama o asla… — Tamam, Miguel! dedi. — Paran var mı? — İşte şurada, dedi Johnny mendiliyle terini silerek. Ya senin, malın var mı? Kemerindeki 38’liğin kabzası iyice belli oluyordu. Dostlar arasında bile olsa, ihtiyattan zarar gelmezdi. Miguel Cuevas bir kahkaha patlattı. — Seni buraya kadar boşuna mı getirttiğimizi sanıyorsun? Faustino!. İriyarı Kübalı ayağa kalktı ve yatağın altından mavi bir bavul çıkartıp açtı.

Bavul siyah plastik torbalarla doluydu. Kübalı birini alıp Johnny Trump’ın dizlerinin üstüne attı. Johnny’nin torbayı açmasına gerek kalmadan, beyaz, parlak bir toz gözüküverdi. Şimdiye kadar bu kadar çok kokaini bir arada görmemişti. Bir tutam alıp dilinin ucuna götürdü. Hiç kuşku yoktu. Zaten Miguel Cuevas gibi nam salmış birisi ününe gölge düşürecek değildi ya! Miguel Cuevas açıklaıı mada bulundu. — Mal, Medellin’den geliyor. Yüzde seksen beş saflıkta. On kere çoğaltabilirsin. Mal on beş kiloydu. Miami sokaklarında satılması, yedi milyon dolar demekti… Johnny torbayı kapatıp tekrar bavula yerleştirdi. Sonra çantasını açıp yüz bin dolarlık yedi desteyi masanın üstüne koydu, tükürüğünü yutup konuşmaya başladı: — Beni gönderenler seninle görüşmek istiyorlar, Miguel. Daha önemli bir iş için. Büyük bir vurgun peşinde olduğunu duymuşlar.

Hepsini almak istiyorlar. Miguel Cuevas sırıttı ve elini genç kızın göğüslerinde dolaştırdı. — Doğru haber almışlar, dedi. Ama bu pahalıya patlar… Gözlerinde tuhaf bir parıltı vardı. Johnny, onun buluşmadan önce kokain çektiğini düşündü. Kendisi artık dayanamıyordu. Üzerinde bir tek gram bile kokain yoktu. Çılgınca kızarmış gözlerini tekrar ovuşturdu. Miguel Cuevas onu izliyordu. — Gözlerin ağrıyor değil mi? Bunun ne olduğunu bilirim. Haydi al şunu bakalım. Elini cebine daldırıp çok yaygın bir göz damlası olan Visine’i çıkardı. Bütün uyuşturucu kullananların sorunu aynıydı. Johnny küçük plastik şişeyi alıp kapağını açtı, ucunu sol gözünün üzerine getirdi ve sıktı. Aynı anda damlalar gözüne akmaya başladı.

Ama beklediği rahatlama olmadı. Sanki gözüne ateş döküyorlardı. Korkunç bir çığlıkla şişeyi attı, ellerini gözüne bastırarak kendi etrafında dönmeye başladı. Dayanılmaz 12 acı beynini deliyordu. Bir gözyaşı seli içinde, Miguel Cuevas’ın çılgınca gülüşünü ve alaycı sesini duydu: — Nasıl, asit sülfirikli damlam iyi geldi mi Johnny? tki kol Johnny Trump’ı kavradı, birisi de tabancasını aldı. Gözleri yaşlardan körleşmiş bir halde dizlerinin üstüne düştü. Bir çizmenin burnu gırtlağına indiğinde soluğu kesildi. Kapkara bir boşluğa düştüğünde, hafifçe Kübalının sesini duyabildi. — Johnny, bu sadece bir başlangıç… 13 II. BOLUM Bir el hoyratça Johnny’nin başını geriye çekti. Asit sülfiriğin oyduğu gözünün acısı tekrar şiddetlenmişti. Öbür gözünün ise yaşlardan bir şey görmesi mümkün değildi. “Salsa 63″ün ritmi kulak zarını delecek gibiydi. Bayıldıktan sonra onu bağlamışlar, işe yaramaz bir eşya gibi eski bir koltuğa atmışlardı. Göremediği halde, kokusundan Miguel Cuevas’ı tanıdı.

— Bana bak! diye emretti Cuevas. Johnny Trump olağanüstü bir çabayla sağlam gözünü araladı ve karşısında ayakta duran Kübalı ile hâlâ divanda yatan kızı gözyaşları arasından hayal meyal görebildi. Miguel Cuevas üzerine eğilerek fısıldadı: — Aptal melez! Beni satabileceğini sandın ha! Kim verdi bu parayı sana? Johnny burnunu çekti. Tir tir titriyordu; Korku ve kokain yokluğu. Gözü bir daha hiç göremeyecek miydi? Acı soluğunu kesiyordu. Direnmeyi bırakırsa başına gelecekleri biliyordu. Tanrı kahretsin! İşbirliği yaptığı SWAT’ in* o siyah bereli, koca tabancalı adamları ne yapıyorlardı? — Miguel! diye inledi. Delisin sen! Ne (*) Antlterör Birliği 14 sanıyorsun ki? — Ne mi sanıyorum? diye hiddetlendi Kübalı, Beni satmak üzereydin, pis herif! Faustino tedbirli davranmasıydı, polisler çoktan buradaydılar. DE A* namussuzlarının postuma ne değer biçtiklerini biliyor musun? Yüz bin dolar. Ve sen bunu biliyordun değil mi? Johnny Trump’in titremeleri şiddetlendi. Bu sersem herif bunu nasıl anlamıştı? Uyuşturuculuktan yediği sekiz yıllık cezadan kurtulmak için bu işe başlamıştı. Ama DEA ajanları onu koruyacaklarına, başına bir iş gelmeyeceğine dair söz vermişlerdi. Bir eliyle yanan gözünü ovuştururken ağzında geveledi. — Miguel kimler için çalıştığımı biliyorsun. Bunlar New Yorklu, bol paralı herifler.

— Alçak herif! Ayak bileğine yediği tekme bir an gözünün acısını unutturdu. Miguel Cuevas kulağının dibinde gürledi: — Yalan söylüyorsun! Araştırdım. Kimse senin adamları tanımıyor. Bütün bu dolarları sana verenler polis… Haydi itiraf et! İniltileri radyonun gürültüsünü bastırdı. Johnny acıyla tükürüğünü yuttu. Birden “Salsa 63″ün sesi kulakları sağır edecek kadar yükseldi. Johnny Trump ne olduğunu anlayamadan, bir parmak sağ gözüne daldı ve gözkapağını kaldırdı. Göz şimdi açılmıştı. Aynı anda bir alev demeti saydam tabakayı dağladı. (*) Uyuşturucuyla Mücadolo Örgütü 1.5 Johnny Trump ses tellerinin kopacağını sandı. Korkunç bir acıyla yere yuvarlandı. Acıdan yüzünü tırmalıyordu. Görebildiği ise yalnızca yeşil bir lekeden ibaretti. Sert bir şey dişlerine çarpınca yeni bir acı dalgasıyla kıvrandı.

— Çeneni kapa, dedi Miguel Cuevas buz gibi sesiyle. Yoksa kafanı kopartırım. Dişlerine dayanmış tabancanın çelik namlusunu farkedince korkusu daha da arttı. Acısını biraz bastırabilmeyi başardı. Şimdi hafif hafif inliyordu. Müzik sesi biraz hafifledi ve Miguel Cuevas yumuşak bir sesle: —Sen cesur bir çocuksun, Johnny, dedi. Ama doğruyu söylemezsen gözlerinin yerinde iki delik kalıncaya kadar bütün asidi boşaltırım. Johnny, birden elinin üstünde korkunç bir yanma hissetti. Bir damla asit. Çığlığı fazla uzun sürmedi. Gözleri tekrar yanmaya başlamıştı. Acı içinde iki elini gözlerinin üzerine yapıştırdı. Miguel’in sesi duyuldu: — tyice düşün taşın, Johnny, ama çok sürmesin. Biliyorsun gazinoya gidip DEA’daki dostlarının dolarlarıyla oyun oynayacağım. Yalan söylemeye de kalkayım deme, bunu hemen öğrenirim.

Baksana! Johnny kızılımsı bir sis bulutu arasından, Kübalının burnunun dibine kadar uzattığı renkli kâğıda sarılmış sopayı farkedebildi. * — Bu paloyla ölüleri bile konuşturabilirim, dedi Miguel Cuevas kasıla kasıla. Bir “Babalawo”yum ben. Beni savaş Tanrısı Shango koruyor… Johnny dalgın dalgın dinliyordu. Miguel 16 Cuevas’ın, Vodu’ya çok benzeyen, yarı putperest yarı hıristiyan bir din olan Senteria’ mn ateşli bir savunucusu olduğunu biliyordu. Ama onun buna çok önem verdiğini, üstelik bir “Babalowo” rahibi olduğunu öğrenince çok şaşırmıştı. Miguel Cuevas biraz yatıştı ve neşeyle bağırdı: — Johnny beni aptal yerine koyma. Ben biraz eğlenirken sen de düşün. Johnny kaygıyla, daha az zedelenmiş gözünü aradı. Miguel Cuevas üzerindekileri aceleyle çıkartırken kız da divanda onu bekliyordu. Radyonun bağırtıları tüm şiddetiyle devam ediyordu. Johnny şaşkınlıkla ne yapacağını düşünüyordu. Seçimi çok basitti. Susmaya devam ederse Kübalı onu işkence ederek öldürecekti. Konuşursa yine öldürecekti.

* * * Johnny Trump korkunç bir patlamayla ir kildi. Hemen ayağa kalktı ve asitten kavrulmuş gözlerini aralamaya çalıştı. Genç kız bir kan gölü içinde yatıyordu. Miguel Cuevas’ın elindeki 9 mm’lik Beretta’nm namlusu hâlâ tütüyordu. — Hey Miguel! diye bağırdı Johnny. Neler oluyor? Bir aptallık yapma. — îşe koyulmanın zamanıdır Johnny, dedi Kübah sakin bir sesle. Düşünceli düşünceli ayaklarının dibindeki cesede bakıyordu. Kız ölmüştü, ama dizlerinde hâlâ hafif kımıldanmalar vardı. İlk kez dizleri kımıldayan bir ölü görüyordu. Johnny acı içinde gözlerini araladı ve: 17 — Niçin ona ateş ettin? diye sordu. Miguel sakalını sıvazladı. — Sana bütün söylediklerimi duydu. Konuşabilirdi. Alt tarafı bir orospu eksilmiş oldu.

Kızdan sanki bir sineği ezmişcesine söz ediyordu. Johnny Trump şimdiye kadar Miguel Cüevas gibi acımasız bir katile rastlamamıştı. Miguel Cuevas o sırada çizmesinden çıkardığı bir bıçakla, Beretta’nin kabzasındaki beş çentiğe bir yenisini eklemekle meşguldü. Ve “Salsa 63” bangır bangır çalmaya devam ediyordu. Kimse silah sesinden rahatsız olmuşa benzemiyordu. Miguel Cuevas çentiği kazımayı bitirip tabancasını çizmesine soktuktan sonra sakin bir sesle sordu: — Evet Johnny, kararını verdin mi? Gazinoya gitmem lazım. Johnny Trump’in gözlerindeki sancılar dayanılmaz bir hal almıştı. Asit sülfirik saydam tabakayı oymaya devam ediyordu. Kendinde ikinci bir işkence faslına dayanacak cesareti bulamıyordu. Titreyen elleriyle yalvardı: — Tamam, tamam Miguel! Her şeyi söyleyeceğim sana. Ama bana biraz kokain ver, dayanamıyorum artık. Miguel Cuevas tek kelime söylemeden küçük kutusuyla yaklaştı ve Johnny Trump’in avucuna bir tutam kokain döktü. Johnny bunu hemen burnuna çekti. Bir süre gözlerini kapatıp başını geriye atarak uyuşturucunun etkisini bekledi. Şimdi, kanı daha hızlı dolaşıyordu.

Sancısı azalmış gibiydi. Bilinci aydınlanıyor, kendine olan güveni geri geliyor18 du. Bir kez daha burnunu çektikten sonra, ağlamaklı bir sesle anlatmaya başladı. — Miguel, bu benim hatam değil!- iki kilo toz esrarla enselediler beni. Sekiz yıl yiyecektim. Beni bir hücreye tıktılar. Gebereceğimi sandım. Sonra bir gün DE A’dan bir herif geldi. — Kim? — Kendine Burt diyordu, ama sahte bir isimdi bu. Kızıl saçlı, tıknaz, piyasayı çok iyi bilen bir herifti. Aldatmak imkânsızdı. — Ne istiyordu? Miguel Cuevas dalgın dalgın ölünün bir elini alıp alçak masanın üstüne koydu. Sonra bıçağıyla kızın küçük parmağını doğramaya başladı. Biraz kan aktı. — Senden söz etmedim, diye itiraf etti Johnny Trump bir çırpıda.

Büyük bir vurgun peşinde olduğunu da o bana söyledi. Bolivya’ mn altı aylık üretiminin tümü. Bu konuda daha çok şey bilmek istiyorlar. — Peki sen bu işe yattın mı? diye sordu Miguel Cuevas sakin sesiyle. Ölünün parmağını doğramayı bitirmiş, şimdi o parmakla oynuyordu. Johnny Trump sesteki tehditi sezdi ve hemen cevap vermedi. — Hayır, böyle şey yapar mıyım hiç. Herifi ektim. Yemin ederim sana, ona seni ele vereceğime on yıl kodeste kalmayı tercih ettiğimi söyledim. — Ee…. Sonra? — Geri geldi. Başka bir herifle. Yüksek kademeden. Adam bana başka bir federal örgütte, CIA’da çalıştığını ve seninle ilgilendiğini, senin Castro’nun adamlarına silah sattığını söyledi. İşbirliği yaparsam serbest 19 olacaktım.

Aleyhimdeki suç kanıtlarını yok edeceklerdi, hatta param bile olacaktı. Elli bin dolar… Adam, avukatımla bir sözleşme imzalamış… Miguel başka türlü yapamazdım. Beni koruyacaklarına, başıma hiçbir iş gelmeyeceğine söz verdiler. Sustu. Miguel Cuevas başını salladı, ölünün parmağını cebine koydu, masanın üstündeki dolar destelerinin birinden bir miktar aldıktan sonra Johnny’ye yaklaştı. — Zavallı aptal! dedi. Elli bin dolar için sattın beni. Bak! Johnny Tromp kızıl bir sis bulutunun arasından, bir çakmak alevinin yüz dolarlık bir desteyi yaktığım farketti. En azından yirmi bin dolar olmalıydı. Blöf değildi bu. Miguel yanan paraları bir süre elinde tuttuktan sonra, Johnny’nin üzerine attı. Johnny korkunç bir çığlık attı. — Parayı ne yaptığımı görüyorsun değil mi? dedi Kübalı. Başka bir deste daha alıp çılgınca yaktı, Johnny irin dolu gözleriyle bu inanılmaz sahneyi seyrediyordu. Para yakan birisini ilk kez görüyordu.

Miguel Cuevas delirmişti. Kübalı birden sakinleşti. Kan kokusunun yerine şimdi, odayı yanık kokusu sarmıştı. — Pekâlâ! dedi. Bana gerçeği söylemen iyi oldu. Korku gözlerinin acısını bir an dindirmişti. Kübalı işkence ettiği adamın sırtına vurarak: — Sen zavallı bir herifsin, Johnny. Bu sefer affediyorum seni, dedi. Belki kör olacaksın, bu da senin cezan… Ama bir daha karşıma 20 çıkma. Johnny Trump’ı bir sevinç dalgası sardı. Paçayı kurtarmıştı. Yarı kör olmuş, kendisine ait olmayan yedi yüz bin doları kaybetmişti. Önünde uzun hapishane yılları olmasına karşın, kurtulmuştu ya! Az önce aldığı kokain, gevşetici etkisini yapmaya başlamıştı. — Yemin ederim, dedi, hiçbir zaman seni ele vermem. — Pekâlâ! dedi Miguel Cuevas.

Nieves başına bir şey gelmemesi için seni buradan uzak bir yerlere bırakacak. Onu kolundan tutup kapıya kadar yürümesine yardım etti. Johnny hareket eder etmez gözlerindeki acı dayanılmaz bir hal aldı. Kübalı ona kapıyı açtığında nemli bir sıcak dalgası yüzünü yaktı. Düşe kalka merdivenleri indi. Nieves’in yanında durduğu bagajı açık arabayı güçlükle seçebildi. — İçine bin! diye emretti Porto Rikolu. Johnny bir an duraksayınca, Faustino onu açık duran bagajdan içeri itti. Sokak ıssızdı. SWAT’tan en küçük bir iz bile yoktu. Johnny herkesin kendisini ektiğini düşündü. Nieves kapağı kapadı ve hemen hareket etti. Sarsıntılar yine başlamıştı. Johnny ellerini gözkapaklarının üstüne koyarak acısını düşünmemeye çalıştı. Asit gözlerini bir sivrisinek gibi kemiriyordu.

Dönemeçlerde kafası bagaj kapağına çarpıyordu. Sonra araba daha hızlı ve sarsıntısız gitmeye başladı. San Juan çok geniş bir alana yayıldığından pek şaşırmadı. * ** Nieves, Regimiento 65 de Infanteria 21 , Caddesi’ndeki sayısız kırmızı ışıklara aldırmadan arabayı hızla doğuya doğru sürüyordu. Araba satıcıları ve birkaç fabrikayla çevrelenmiş bir yöreydi burası. Pazar günleri köylüler, turistlere satmak için yol kenarlarında süt domuzları kızartırlardı. Sonunda 26. Otoyol’a çıktılar. Nieves hızım artırdı. Radyoyu biraz daha açıp “Salsa 63″ün müziğine başıyla tempo tutmaya başladı. Nieves Tokyo’da büyümüş, uyuşturucu düşkünü, birkaç dolar için ner şeyi yapmaya hazır küçük bir serseriydi.Porto Riko’da okuma yazma bilmeyen, biraz kafadan çatlak, tembel bir genç için iş alanları sınırlıydı. San Juan’da ateşli silahlar zor bulunduğundan Nieves bir bıçak uzmanı olmuştu. Tek bir bilek hareketiyle karın deşmede üstüne yoktu. Hapise yalnızca iki kez girmesine karşın, oldukça çok şey öğrenmişti.

Kendini müziğe kaptırdığından az kalsın Grande Kavşağı’nı geçecekti. 26. Otoyol, tropikal orman ve bataklıklarla çevriliydi. Nieves bu bölgede doğduğundan çevreyi avucununiçi gibi biliyordu. Porto Riko’nun ulaşım yapılabilen tek nehri olan Rio Grande’nin kıyısına ulaşmak için küçük patikalara daldı. Bölge tamamen ıssızdı. Arabayı bir bambu ağacının altına park etti ve indi. Gecenin sessizliğini bozan yalnızca ağaç kurbağalarının keskin çağlıklarıydı. Nieves biraz bekledikten sonra bagajı açtı. Johnny Trump, asitin kemirdiği gözlerini ovuşturarak bir kutudan çıkan şeytan gibi doğruldu. Kokainin etkisi azaldığından sancısı artmaya 22 başlamıştı. El yordamıyla bagajdan çıktı. Nieves sessizce onu izliyordu. — Neredeyiz? diye sordu Johnny. Nieves cevap vermedi.

Yavaşça Johnny’nin etrafında dönerek onu inceledi. Korku Johnny Trump’ın boğazını sıkıyordu. Görememesine rağmen San Juan’da olmadığının farkına varmıştı. Son bir umutla atıldı. — Hiçbir şey göremiyorum, diye inledi. Acıdan geberiyorum. Bırakma beni, bir daha yolu bulamam. Nieves. hiç cevap vermeden yaklaştı ve Trump’a bir tekme savurdu. Beriki acıdan bağırarak yere kapaklandı. — Vurma bana, diye yalvardı, vurma bana. Şimdi artık korkunç acılar içinde kıvranan bir kötürümden başka bir şey değildi. Nieves’in sırtına indirdiği ikinci tekmeyle suratı yumuşak toprağa gömüldü. Nieves elini beline atıp, tişörtünün altından bir Trooper 357 Magnum Colt çıkardı. Miguel Cuevas’ın yakınlarda hediye ettiği bir silahtı bu.

Mavimsi bir renkte, ağır ve soğuktu. Kabza, hedefi ıskalamamak için siyah kauçukla kaplanmıştı. İşaret parmağıyla horozu kaldırdı. Kolunu uzatarak Johnny Trump’ın ensesine nişan aldı, sonra tetiğe asıldı. Patlamanın şiddeti onu da şaşırttı. Sanki görülmeyen bir mızrak Johnny Trump’ı toprağa çivilemişti. Bağıramadı bile. Boyun kemiklerini darmadağın eden kurşun, çıkarken gırtlağının büyük bir kısmını parçalamıştı. Birkaç saniye sonra öldü. Nieves bir kez daha ateş etmekten kendini alamadı. İkinci kurşun kurbanının kafasını tamamen kopardı. Baru23 tun keskin kokusu genç katilin genzini yaktı, İlk kez ateşli bir silahla adam Öldürüyordu. Bundan görülmemiş bir kuvvet duygusu almıştı. Arabaya kadar koştu, motoru çalıştırıp San Juan’a doğru hareket etti. Arabayı sürerken hâlâ patlamanın sesini duyar gibiydi.

Ne silahtı! Bir eliyle araba sürerken diğeriyle de “Trooper”ın kabzasını okşuyordu. Miguel Cuevas gerçek bir patrondu. Ona, kendisini de ABD’ye götür/nesini söyleyecekti. Şehre girerken SWAT’ın mavi bir polis arabası ışıklarını yakarak onu solladı. Yine de bir an yüreği hopladı. Magnum’un hâlâ soğumamış namlusu tenini yakıyordu.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir