Gerard De Villiers – 33 Berlin Koridoru

Batmak üzere olan güneşin solgun ışınları Doğu ile Batı arasında sınır çizen Brandenburg Kapısı’nm iri sütunları arasından süzülüyordu. Wolfgang Mann gözlerini Batı’ya uzanan muhteşem Bismarckdamm Caddesi’ne dikmiş, bomboş gözlerle yolu inceliyordu. Biraz ilerde sol tarafta, Yeni Almanya’nın gelişim sembolü Mercedes’in dev amblemi on altı katlı Avrupa Merkezi’nin damında parıldıyordu. Wolfgang Mann kaçamak bir el hareketiyle gözlerine dolan yaşları sildi, sonra heyecanının kendisini ele vermesinden korkarak endişeyle etrafına bakındı. Güvenlik Polisinin her yerde mantar gibi biten sivil görevlilerinin dikkatini çekmemişti henüz. Doğu Alman televizyon kulesinin o kısmı az önceki hareketini gizleyecek kadar karanlıktı, ama yine de belli olmazdı. Gözlükleri, iyice beyazlaşmış saçları, korkak bir tavşanı andıran yüzünü yarı yarıya kapayan mavi yün atkısıyla basit bir emekli memurdan farkı yoktu. Televizyon kulesinin yüksekliği iki yüz elli metreyi geçiyordu, ama Wolfgang Mann’m çıktığı ikiyüzüncü metreden de iki Berlin rahatlıkla görülebiliyordu. Akşamın bu saatinde bile kulenin üstü insan kaynıyordu. Batı Berlin’den gelen turistler Doğu Berlin’e, Doğu’da oturanlar ise Batı’ya 5 gözlerini dikmişlerdi. Yaşlı adam etrafmdakileri inceledi: Batı’dan gelmiş birçok yabancı turist, bir gün Duvar’ı aşıp Batı’ya iltica edeceklerini hayal eden elele tutuşmuş sevgililer, Batı’mn nasıl bir yer olduğunu uzaktan da olsa görmek isteyen ortaokul öğrencileri vardı… Wolfgang Mann bunlar arasında birkaç güvenlik ajanı olabileceğini düşündü. En azından şu uzun boylu sarışın genç adam onlardan biriydi belki de… Güneş aniden Brandenburg Kapısı’mn dev sütunları arasından kayboldu. Etraf çok kısa bir süre sonra tekrar aydınlandı. Duvar bütün muhteşemliğiyle ortaya çıkmıştı. Wolfgang Mann durduğu yerden ortalığı gündüz gibi aydınlatan kocaman sokak lambalarını, içinde makineli tüfeklerle bekleyen nöbetçilerin gözlem kulelerini, askeri talim arabalarını ve Duvar’ın üstündeki dikenli telleri rahatça görebiliyordu.


Her şey Doğu’dan Batı’ya geçebilmenin imkânsızlığını simgeler gibiydi. Bir zamanlar bazı gözüpek kişilerin geçebildiği bu sınırı aşmak için ne talih ne de mucize yeterli olabilirdi. Günümüzde, Washington’dan Moskova’ya buğday gönderiliyor, ABD başkanları Çin Setti’ni ziyaret edebiliyordu, ama Berlin’i ikiye bölen Duvar’ı aşmak romantik bir düşünceden öteye gitmiyordu. Aksini iddia edenlerin mezarları “Utanç Duvarı” denen bu beton set boyunca bir uyarı niteliğindeydi. Mezardakiler, Vopoların* acımasız kurşunları altında can vermişlerdi. Yaşlı adam tehlikeli ve bitmek bilmeyen (*) Votk Polizei: Toplum Polisi yolculuğunun ta başından beri hep doğduğu şehir Berlin’in hayaliyle yaşamıştı. Ama bir an bile Duvar’ın bu kadar korkunç olabileceğini düşünmemişti. Şimdi bu insanlıkdışı abidenin önünde ağlamak geliyordu içinden. Yıllardır hayalinde yaşattığı Berlin kendisine mezar mı olacaktı? Şu saatten sonra geriye dönmesi de imkânsızdı. Duvar’a ulaşması bile büyük bir mucizeydi. Polonya sınırındaki pasaport görevlisi sarhoş olmasaydı çoktan yakalanmıştı. Kırmızı yüzlü iriyarı biri kendisini itince hafifçe sendeledi. Özellikle dikkati çekmemek için hiçbir yerde uzun süre kalmaması gerektiğini biliyordu. Bulunduğu yerden yavaş adımlarla uzaklaşırken sadece üç gününün kaldığını hesapladı. Her şey yolunda giderse bu kadar dayanabilirdi.

Yoksa mahkûm olması işten bile değildi. Yakalandığında tek çıkar yol intihardı. Gecenin karanlığı iyice bastırmıştı. Son bir kez daha Doğu Berlin Duvarı’nın ışıklarına baktıktan sonra asansöre bindi. Asansör kabinindeki aynada gördüğü ihtiyar adamın kendisi olduğunu farkedince içi burkuldu. Zayıf, kamburlaşmış, zavallı görünüşlü bir adamdı bu… Kalabalığın arasında itile kakıla asansörden indi. Elleriyle cebinde kalan son marklarını yokladı. Kuleye çıkmak kendisine üç marka patlamıştı. Geriye kalan yedi markla ölmeden iki gün daha idare edebilirdi. Dışarıya çıkınca ne yapacağını bilmeden etrafına bakındı. Alexander Meydanı’nda esen rüzgârın buz gibi soğuğunu iliklerinde hissetti. Kapana girmiş biri için bütün genel yerler tehlike doluydu. Her an durdurulup kimliği 7 sorulabilirdi. Üzerinde taşıdığı tek kimlik, Baykonur Sovyet Merkezi için verilmiş olan ikâmetgâh kartıydı. Umutsuzca evinde saklanabileceği eski bir arkadaşının adresini hatırlamaya çalıştı.

Daha önce aradığı iki evin yerinde şimdi bomboş araziler vardı. Yirmi yedi yıl önce Berlin’i terkettiğinden bu yana aklında kalanlar, havan topu mermileriyle yanan Unter den Linden Bahçesi’nin ıhlamur ağaçları ve Alexander Meydanı’nda Rus erlerinin kazdığı derin hendeklerdi. Son hatırladığı Berlin, alevler ve yıkıntılar arasında gitgide ölen bir şehirdi. Stalin’in boyunduruğunda şehir daha da ruhsuz bir hale sokulmuş, her yeri hüzün verici karanlık sokaklar ve ürkütücü boş alanlar kaplamıştı. Wolfgang Mann nereye gideceğini bilme- .den üzgün üzgün yürürken önünden genç bir kadın geçti. Üzerinde eteğiyle hiç uyuşmayan kaim bir anorak, kalın bacaklarını saran siyah naylon çoraplar vardı. Kız sarışın, mavi gözlü ve kanlı canlıydı. Birkaç adım sonra Wolfgang Mann kızın peşine düşmüştü. Nedenini bilmeden kızı takip ediyordu. Kız televizyon kulesinin altındaki kafeteryaya gir di. Wolfgang Mann içeriye girmekte tereddüt etti. Akşamın yedi buçuğuydu. Bir saate kadar zaten tenha olan sokaklar daha da ıssızlaşacaktı. Doğu Berlin’de insanlar çok erken yatar ve çok erken kalkarlardı.

Gidecek ne sinema ne de açık bir bar bulunabilirdi. Bir an önce saklanabileceği bir yer ayarlamak zorundaydı. Birkaç gündür geceleri saklandığı yıkıntı halindeki Franzözischer Caddesi’ndeki eski kilisede sabah ayazı çok şiddetli oluyordu. Aklından geçirdiği bu karmaşık düşüncelerden bir an için sıyrılıp kafeteryanın kapısını itti. Aniden yüzüne çarpan sıcak havayı içine çekti. Sarışın kız tezgâhın yanındaki taburelerden birine oturmak üzereydi. Wolfgang Mann kızın sağ tarafındaki boş yere geçti. Herkesin birbirini tanıdığı bu kafeteryada çok çabuk dikkat çekebilirdi. Bir gün önce az kalsın Unter den Linden Oteli’nde yakalanıyordu. Otelin güvenlik ajanlarıyla kaynadığını tahmin edememişti. Otelden apar topar sıvıştıktan sonra rasgele yürümeye başlamıştı. Farkında olmadan, Doğu’dan Batıya en rahat çıkış kapısı olan Berlin Koridoru’na gelmişti. Amerikan Ordusu’na ait bir otobüs geçite’ yaklaşıp klakson çalınca geçitin kapısı hemen açılmıştı. Amerikalı erlerin güle oynaya geçtiği Berlin Koridoru’na Wolfgang Mann yaklaşmaya bile cesaret edemezdi. Geçite koşmamak için kendini zor tutmuştu.

Birkaç adım daha atsa Vopoların kurşunları altında can vereceğini biliyordu. Doğu ile Batı arasındaki bu yüz metrelik mesafeyi hiçbir canlı varlık sağ geçemezdi. Hayal dünyasından sıyrılıp yeniden gerçeğe döndüğünde mavi gözlü sarışını kendisine bakarken buldu. Kalın etekliğinin altından dolgun bacakları görünüyordu. — Ne kadar soğuk, değil mi? diyerek Wolfgang Mann söze başladı. — Eh, kasım ayındayız. Sarışının cevabı kısa olmuştu. Kız tipik Berlin aksanıyla bayağı bir tarzda konuşuyordu. Mann kızın giysisini ve vücudunu dikkatle 8 incelemeye başladı. Yün elbisesinin kıvrımları altından dolgun kalçaları ve büyük göğüsleri iyice belli oluyordu. — Bu doğru! diye onayladı Mann. Ardından listedeki en ucuz yemeği seçerek siparişini verdi. Sarışın da siparişini verip beklemeye başlamıştı. Aniden dönüp sordu. — Berlin de mi oturuyorsunuz? Genç kızın kalçaları taburenin üzerine iyice yayılmıştı.

Rahatsız bir şekilde bacak bacak üstüne attı. Tombul bacakları bu tarz kadınlardan hoşlananlar için tahrik ediciydi. — Hayır, Leipzig’tenim. Ya siz? — Buradan üç yüz metre ilerde doğdum. Aynı anda yemekleri geldi. Yemek yerken konuşmaya devam ettiler. Kısa sohbet boyunca Wolfgang kız hakkında başka şeyler de öğrendi. Adı Renata idi ve muhasebeci olarak .çalışıyordu. Bu arada yanlarına bir grup uzun saçh genç oturdu. Mann Doğu Bloku’nda uzun saçlı gençler görmeye şaşmıştı. Yemeğini ilk bitiren kendisi oldu. Zaten yeterince konuşmuşlardı. Birisi sorsa kız kolaylıkla kendisini tarif edebilirdi. Polisin elinde eşkâli mutlaka vardı.

Bir an önce kafeteryadan çıkması akıllıca bir hareket olurdu. Renata hesabını isteyince tabağa iki mark bıraktı ve çıktı. Wolfgang Mann’m önünde uzayıp giden Karl Marx Caddesi oldukça geniş ve gösterişliydi. Caddenin iki yanında yüksek apartmanlar vardı. Buz gibi soğuk içine işlerken boş bir otobüs durağına sığındı. Orada dikkati çekmediğinden emindi. ıo Birden kendisine doğru gelen bir kadın gölgesi farketti. Hızla yürüyen gölge kafeteryada tanıştığı Renata’ya aitti. Kız kendisini görmeden önünden geçip yoluna devam etti. Wolfgang Mann kızı gözleriyle takip etti, sonra karşı koyamadığı bir içgüdüyle duraktan ayrıldı. Eski kilisedeki o buz gibi sığmağına dönmek istemiyordu. Renata henüz kendisini farketmemişti. Kız ellerini anorağının cebine koymuş, bir an önce evine varmak için koşar adımlarla yürüyordu. Rathaus Caddesi’ni geçip eski apartmanların bulunduğu dar bir sokağa daldı. İki yüz metre ilerledikten sonra beş katlı eski bir apartmanın içine girdi.

Wolfgang yine tereddüt etti. Apartmanın önünde bomboş bir alan vardı. Etraf çok ıssız ve ürkütücüydü. Aniden aklına çılgınca bir fikir geldi. Kalbi yerinden çıkacakmış gibi çarparak kızın ardından apartmana girdi. Renata ortada gözükmüyordu. Gözü birden artık sadece eski apartmanlarda kalan tarihi asansöre takıldı. Asansör gıcırdayarak yukarı tırmanıyordu. Bu asansörler özel bir devreyle hiç durmadan inip çıkarlardı. İnilecek katta hemen atlamak gerekiyordu. Yaşlı adam bir an duraksadı, ama planını sonuna kadar uygulamaya kararlı görünüyordu. İlk katın sahanlığında kimse yoktu. İkinci kattan burnuna lahana çorbası kokusu geldi. Üçüncü kat yine bomboştu. Asansör dördüncü kata çıkarken gözüne bir çift siyah çoraplı bacak ilişti.

Renata kapıyı açmak üzereyken Wolfgang’ in kat sahanlığına atladığını duydu. Birkaç 11 saniyelik tereddütten sonra: — Burada ne arıyorsunuz? diye sordu. Sesinde en ufak bir korku belirtisi yoktu. Aksine sert ve kararlıydı. Wolfgang kendini aşağılanmış ve zavallı hissetti bir an. — Ben… Ben bir şey sormak istiyordum. Biraz önce sormaya cesaret edemedim de… Kızın gözlerinde kısa bir merak ışığı yandı ve söndü. Anahtarı kilitte döndürüp kapıyı sonuna kadar açtı. — Girin, bakalım. Wolfgang kızın ardından minik dairenin içine süzüldü. İçerinin sıcaklığı kalbini sevinçle doldurdu. Tam bir haftadan beri ilk kez sıcak bir yatak odasının içindeydi. Atkısını bile çıkarmadan yatağın kenarına ilişti. Renata anorağını çıkarıp karşısına dikildi. — Söyleyin, ne istiyorsunuz? Yün elbise tombul vücut hatlarını sımsıkı sarmıştı.

Bu haliyle Wolfgang’a savaş öncesinde tanıdığı bir kızı hatırlattı kısa bir an. Yaşlı adam bütün cesaretini toplayıp gözlerini kaldırdı. — Bu akşamı evinizde geçirebilir miyim? — Burada mı kalacaksınız? Sesinde şaşkınlık vardı, ama aniden beyaz dişlerini ortaya koyan bir tebessüm belirdi dudaklarında. Ellerini kalçalarına dayayıp bacaklarını açtı. — Neden olmasın? — Sahi kalabilir miyim? Renata bir kahkaha attı. — Yüz marka canının istediğini yapabilirsin! Wolfgang kendi saflığına hayret etti. Sosyalist ülkelerde fahişeliğin gittikçe çoğaldığını biliyordu, ama Renata’yı gördüğünde bu hiç aklına gelmemişti. Israrı bırakıp çekip gitmesi gerektiğinin farkındaydı, ama saklandığı eski kilisenin dondurucu soğuğu aklına geldi yeniden… Az duyulur bir sesle: — Sadece yedi markım var. Ben şey için… Yani burada… diye kekeledi. Renata’nın gözlerindeki öfke gittikçe büyüyor du. — Yani benimle yatmayacaksm.Yedi markın var ve geceyi burada geçirmek istiyorsun ha? Defol buradan, salak ihtiyar! Wolfgang başını öne eğdi. Kendisini sokağa bırakılan bir köpek yavrusu gibi hissediyordu. —Sadece şu koltuk üzerinde uyurum. Sizi rahatsız etmem.

Çok yorgunum. Kız merakla sordu: —Niye burada kalmak istiyorsun? Senin otelin yok mu? Hayır anlamında başını iki yana salladı. Renata’nm gözlerini yeniden öfke bürümüştü. — Burası yaşlılar yurdu değil. Vopolara git. Onlar sana yatacak yer verirler. Vopo kelimesini duyunca Wolfgang yerinden fırladı. Renata’nın yanına yaklaşıp kolunu tuttu. Durumu anlatırsa kızın kendisine yardımcı olacağını tahmin ediyordu. Fahişelerin bazen altın kalpli olanları vardı. — Polise gidemem. Güvenlik Polisinden korkuyorum. — Polisten korkuyor musun? Renata bu cümleyi adeta haykırarak söylemişti. Yaşlı adama korkuyla baktı. 12 13 Güvenlik Polisi Doğu Almanya’da Gestapo rejimini yeniden canlandırmakla ünlüydü… Genç kadının suçlayıcı bakışlarına karşılık olarak Wolfgang kendini savunmak istedi.

—Yanlış anlamayın, ben katil değilim. Sadece Batı’ya iltica etmek istiyorum. — Yalan, inanmıyorum. Sizin yaşınızda birini Vopolar rahatça bırakır. Bu işte bir çarpıklık var. Renata’nm tüyleri diken diken olmuştu. Tanımadığı bir yabancıya yardım ederek başını Güvenlik Polisi ile derde sokmak istemiyordu. Ani bir hareketle kapıya yöneldi. Kilidin kapı üzerinde dönmesiyle birlikte Wolfgang Mann yeniden kendine geldi. Kız kaçıp kendisini içeriye kilitleyecekti. Polise haber vermeye gittiği kesindi. Yakalanma korkusuyla yaşlı adam yerinden ok gibi fırladı. Bir saniye gecikse bu odanın içinde kilitli kalıp yakalanabilirdi. Bereket versin henüz Renata kapıyı üstüne kapayamamıştı. Wolfgang bütün ağırlığıyla kapıya yüklenip ayağını kapı pervazına sıkıştırmayı başardı.

Kapının diğer tarafında Renata ağıza alınmadık küfürler savuruyordu. Son bir gayretle Wolfgang kapıyı tamamen açmayı başardı. Kızı içeri çekmek için koluna asıldı. Renata var gücüyle direniyordu. Elleri birbirlerinin üzerinde nefes nefese dövüşüyorlardı. Birden genç kadın sağ kolunu kurtardı ve uzun tırnaklarını Wolfgang’in yanağına geçirdi. Acıyla kıvranan Wolfgang kadını aniden karşıya fırlattı. Dengesini kaybeden Renata tesadüf eseri yanından geçen asansör kabininin içine yuvarlandı. Canının acısını unutan 14 Wolfgang yaşından umulmayacak bir çeviklikle kat sahanlığından inmekte olan kabinin içine atladı. Adamın ağırlığı altında ezilen Renata boğuk bir çığlık attı. Biraz önceki düşmeden dizkapakları ve avuçları kan içinde kalmıştı. Wolfgang son saniyede kat sahanlığıyla asansör kabini arasında kalan ayak bileğini kurtardığında, genç kadın dişlerini eline geçirdi. Acıyla haykırmamak için kendini zor tutarken korku ve öfkeden avaz avaz bağıran kadını susturmak için acımasızca vurmaya başladı. Renata debelenirken sırtüstü düşünce üstünlük Wolfgang’a geçti. Adam yün atkısını çıkarıp kızın ağzını kapamaya uğraşıyordu.

Renata nefes nefese debeleniyor, bir yandan da tahta zemini tekmeliyordu. Yırtılan siyah çoraplarının altından beyaz baldırları ortaya çıkmış, yeşil yün elbisesinin karın kısmı tamamen sökülmüştü. Wolfgang o anda Renata’nm gerçek yüzünü görür gibi oldu. Birkaç mark kazanmak uğruna her türlü kötülüğü yapabilecek bencil ve kalpsiz küçük bir fahişeydi bu. Atkıyla kızın boynunu sıkmaya başladı, fakat kızı boğamayacağını anladı. Ani bir hareketle kızın üstünden kayıp Renata’yı sırtüstü yatırdı. Sonra, sırtını kabine dayayıp kuvvet alarak düşmanının bacaklarını yakaladı ve kızın kalçalarına bastırarak santim santim aşağıya doğru itmeye başladı. Genç kadın vahşi bir hayvan gibi uzun tırnaklarını asansör kabininin tahta zeminine geçirmişti. Korkudan sesi ve çığlıkları kesilmiş, ümitsiz bir mücadeleye girmişti. Wolfgang’m gücü tükeniyor, kollarındaki kuvvet gittikçe azalıyordu. Asansör yavaş yavaş ikinci kata geldi. 15 Wolfgang midesinin bulandığını hissetti. Renata’mn başıyla beton zemin arasında yirmi santim kalmıştı. Birkaç saniye sonra bir cinayet işlemek üzere olması yaşlı adamı kendine getirdi. Son bir gayretle kızı kendine doğru çekip kafasının beton zemine çarpmasını önlemek istedi.

Bütün gücüyle asıldı, ama terleyen elleri arasından kızın vücudu kaydı, başı betona çarparak parçalandı. Wolfgang cesedi yukarı çekti. Eski asansör yeniden tırmanmaya başlamıştı. Wolfgang bir an yaşlı kalbinin bu görüntüye dayanamayacağını hissetti. Başından akan kanla kızın sarı saçları gittikçe kırmızıya dönüşüyordu. Renata’nm oturduğu kata gelince cesetle birlikte kat sahanlığına indi. Derin bir nefes alarak Renata’nm cesedini içeriye soktu, yatağın üzerine bıraktı. Odada boğuştuklarına dair bir iz bırakmamışlardı. Cebinden bir mendil çıkarıp kanayan yanağına bastırdı. Renata’nm başından akan kan önce yastığa bulaştı, ardından halının üzerine damlamaya başladı. Wolfgang Mann’ın sabah uyandığında yüreği nefret doluydu. Nobel Fizik Ödülü kazanmış bir bilimadamı bile yeri geldiğinde acımasız bir katil olabiliyordu. Yüksek sesle Rus rejimine küfürler savurdu. Ruslardan ve komünizmden tiksiniyordu. Sinir bozukluğundan vücudu yay gibi gerilmişti.

Çalan telefonun sesiyle yerinden fırladı. Eli, ayağı, bütün vücudu titriyordu. Siyah telefon üstüste birkaç kere çaldı ve sustu. Wolfgang Mann’ın bir an önce evi terketmesi için bir işaretti bu ses.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir