Gerard De Villiers – 52 Kopenhag Yolcusu

İki motorlu uçak Atlantik’in gri dalgaları arasındaki küçük sarı noktanın üzerinde ağır ağır dönüyordu. Bu, İkinci Dünya Savaşı sırasında Amerikalıların Ruslara centilmenlik anlaşması gereğince verdiği eski bir Catalina deniz uçağıydı. Açık gri boyanın izleri uçağın gövdesi üzerinde, kanatlarının altında açıkça farkediliyordu. Uçak birçok kere suya inmeyi denemiş, ama her seferinde suya yirmi metre kaldığı anda pilot tekrardan havalanmak zorunda kalmıştı. Dalgalar çok kuvvetliydi ve suya değdiği anda uçağın gövdesini parçalayabilirlerdi. Kime ait olduğu bilinmeyen Catalina bir kez daha döndü, burnunu rüzgâra çevirdi ve yuvarlak kauçuk botun üzerine doğru yöneldi. Pervaneleri yavaşlamıştı. Uçak hafifçe alçalıyordu, saatteki hızı 120’den fazla değildi. Pilot, uçağı rüzgârın şiddetine ve denizin durumuna göre ayarlıyordu. Kauçuk botun içindeki Otto Wiegand, kafasını kaldırdı ve hemen tekrar eğdi. İki motorlu uçak onun üzerine doğru yönelmiş, iki yana doğru hafifçe yalpa yaparak denizin üstünden geliyordu. Bu sefer uçak suya inmeyi başaracak gibiydi. Buzlu deniz ile onlar arasında yapabilecek başka bir tercih yoktu. Sinirli bir şekilde kemerine sıkıştırdığı Mauser P 38’liğin kabzasını kavrayan Otto iri bir dalganın çarpmasıyla botun kenarına devrildi. 5 Yeniden buz gibi bir duş yapmıştı.


Kafasını kaldırdığında soğuktan titriyordu. Uçak geçip gitmişti. Motorların gürültüsü arasında uçak biraz daha yükseldi ve döndü. Bir kere daha başaramamıştı. Soğuğa rağmen Otto Wiegand derin bir nefes aldı ve biraz rahatladı. Şimdi iki motorlu uçağın altında, ucunda bir ağ bulunan uzun ve sağlam bir halat asılıydı. Bu kazazedeleri kurtarmak için kullanılan eski bir teknikti. Bu uçak en az 80 ile uçabilirdi. Ağ suyun yüzeyinde sürükleniyor, kurtarma ekibi halat sayesinde kazazedeye ulaşıyor ve kazazede halata tutunduktan sonra onu yukarı çekiyorlardı. Bu sefer biraz daha yüksekte dönen Catalina, kauçuk botun üzerinde büyük bir martı gibi kalmıştı. Aniden bir megafondan çıkan bozuk bir ses fırtınanın gürültüsünü bastırdı: — Otto Wiegand, Otto Wiegand! Bizimle geliniz! Gökyüzünden gelen bu kuvvetli ve metalik ses sadece bir göz korkutmaydı. Buna rağmen botun içindeki adam kafasını kaldırdı. İki motorlu uçak havada dönmeye devam ediyordu. Otto Wiegand yumruğunu çaresizce havada salladı, sonra yukardan kendi anadilinde dökülen tehditkâr kelimeleri duymamak için kulaklarını tıkadı. Yakında ya benzinleri azaldığından, ya da yorulduklarından gideceklerdi.

Onu öldürmeye kalkışmaları oldukça ufak bir ihtimaldi. Ne kadar uzun sürerse sürsün, onu canlı ele geçirmek için bir şans varsa, bunu gerçekleştirmeye çalışırlardı. Gri ve azgın dalgalar küçük sarı bota bir yandan giriyor diğer yandan çıkıyordu. Dalgaların her çarpışında döşemeye oturmuş olan Otto Wiegand kafasını eğiyor, gözlerini kapatıyor ve bütün gücüyle botun kenarındaki iplere tutunuyordu. Dayanıklı olmasına rağmen, soğuktan dişleri takırdıyor ve tuzdan kızarmış gözlerini açarken canı yanıyordu. Cebinden yarı ıslanmış bir bisküvit parçası çıkardı ve onu çiğnemeye başladı. Yarım litre suyu kalmıştı. Yaptığı hesaplara göre Norveç kıyılarının iki yüz mil kuzeybatısında bulunması gerekiyordu. Eğer yardım sinyallerini biri almamışsa, gelecek kırk sekiz saat içinde ölecekti. Ölüm düşüncesi onu müthiş derecede sinirlendirdi. Bütün engelleri aşıp da bu soğuk ve korkunç denizde boğulmak çok aptalca olurdu. Kuvvetini harcamamak için botun dibine büzüldü, eli tabancasının üstündeydi ve Catalina’nın rahatsız edici motor sesini unutmaya çabaladı. Onu Stockholm’de, Bristol Oteli’nde beklemesi gereken Stephanie’yi düşündü. Karnında sıcak bir şeylerin kımıldadığını hissetti. Stephanie onu orada görmeyince neler düşünecekti? Ya tekrar oraya geri dönerse? Onu bir daha asla göremezdi… .

Bu düşünce onu sinirden kudurttu. Sakinleşmek için, Doğu Almanya’dan ayrılışından beri geçen saatlerin hesabını yapmaya çalıştı. Uçakların bulunduğu alanda nöbet tutan askeri safdışı bıraktıktan sonra, sabahın sekizinde küçük Fieseler’i havalandırmıştı. Normal olarak en geç bir saatte Stockholm’ de olması gerekiyordu… Stockholm’de, Step6 7 hanie’nin onu beklediği yerde. Ama her şey kötü gitmeye başlamıştı. Yirmi dakikalık bir uçuş sonunda, hafif uçak bir yağmur bulutunun içine dalmıştı. Otto tecrübeli bir pilot değildi, alçaktan uçmaya cesaret edememişti. Telsiz bağlantısı kesilmişti. Manyetik bir fırtınanın ortasında ne yapacağını bilmiyordu. Bozulan göstergeleri onu doksan derecelik bir yanılgıya düşürtmüştü. Üç saatlik bir uçuş sonunda sadece denizi görmekten şaşkındı. Sonunda, Stavanger Telsiz İstasyonu’nü aramış ve oradan durumuyla ilgili bilgi almıştı: Atlantik’in üzerindeydi ve batıya doğru uçuyordu. On beş dakika sonra motor teklemeye başlamıştı: Benzin bitiyordu. Mucize kabilinden içerde bir kurtarma botu vardı. Küçük uçak kabarmış denize değer değmez parçalanmış ve nasıl olduğunu tam olarak bilmeden Otto Wiegand kurtarma botunu şişirmeyi başararak içine atlamıştı.

Titredi. Gecenin yaklaşmasıyla birlikte soğuk kendini daha da fazla hissettiriyordu. Uçsuz bucaksız gri deniz ve dalgalar midesini bulandırıyordu. Otto Wiegand, bu ikinci geceyi atlatamayacağını biliyordu. Gün batımından evvel soğuktan ve yorgunluktan ölecekti. Ama yine de ölümü, yorulmaksızın tepesinde dönen Catalina’ya tercih ederdi. * ** Ragona adlı doksan bin tonluk Norveç maden gemisi, İzlanda’nın güneyinde Atlantik’in gri dalgalarını yarıyordu. Bir hafta evvel Montreal’den yola çıkmıştı. En geç beş gün içinde Letonya’ya, Riga Limanı’na varacaktı. Mevsim normallerine göre oldukça kötü olan havaya aldırmadan on iki mil süratle yol alıyordu. Boksit yüklüydü. Nöbeti olmayan gemi personelinden bazıları uyuyor, bazıları ise Montreal’den çok miktarda satın alınmış pornografik dergilere bakıyordu. Bir maden gemisinde oyalanacak fazla bir şey yoktu. Sefer öncesi Ragona personeli güzel bir sürprizle karşılaşmıştı: Montreal’de Kaptan Olsen’in yeğeni gemiye binmiş ve yolcular için ayrılmış kamaralardan birine yerleşmişti. Kanada’da sosyoloji öğrencisiydi, ülkesine geri dönmek için bu yolu ekonomik bulmuştu.

Uzun boylu güzel bir sarışındı. Kanarya sarısı yün kazağının altındaki biçimli vücudu ve blucininin içindeki düzgün hatlarıyla gemi personelinin suskun arzularını alevlendirmişti. Ama kaptan kıza gözkulak oluyor, onu mümkün olduğunca yanından ayırmamaya çalışıyordu. Kapı vurulduğunda, kız amcasının karşısında kitap okuyordu. —Acil bir mesaj! diye bağırdı kısık bir ses. Kaptan Olsen’in yeğeni Helga kendisine ahlaksız hareketler yapan bu sivilceü genç telsizciden tiksiniyordu. Kapıyı açmaya giderken neşeyle göğüslerini kabarttı. Sonra, gözlerini genç telsizcinin gözlerine dikti. Adamın kıza bakışlarından ne düşündüğü açıkça belli oluyordu. Telsizci gözlerini yere eğmişti. Sinsi bir havası vardı. Kaptana bir kâğıt parçası uzattı. — Bir S.O.S.

Güneydoğu da yolumuzdan yaklaşık yüz yirmi mil uzakta. Bir kurtarma botu üzerindeki otomatik bir vericiden aldık. Sinyaller çok zayıf. 8 9 Kaptan Olsen bir harita almak için ayağa kalktı. Sarışın bir devdi. Kafası dar kamaranın tavanına değiyordu. Soğukkanlı yüzünün keskin hatlarında in ufak bir heyecan yoktu. Haritayı açtı, kaşları çatıktı. Bir rota değiştirme, armatör için para ve zaman kaybı, kendisi içinse yeni bir yorgunluk demekti. Ama denizcilikte S.O.S. alındığında, yardıma koşmak değişmez kesin bir kuraldı. Çılgınca coşan Helga durduğu yerde tepirliyordu. Amcasının koluna girerek bağırdı.

—Oh! Ne heyecanlı! Yeter ki onu bulalım. Telsizci bekliyordu. Kafasını eğmiş, Helga’ nın güzel vücudunu ahlaksızca düşünüyordu. —İkinci kaptana gerekü şeyleri yapmasını söyleyin! diye emretti kaptan. Aldığınız mesajı sahil korumaya ve Stavanger’e iletiniz. Nöbetteki adamlara gözlerini dört açmalarını söyleyiniz. Kazazede fazla uzakta değildir. Kaptan Olsen saatine baktı. Ragona’nın hızını artırarak akşam olmadan kazazedenin bulunduğu yere varma şansları vardı. Norveçli üzüntüyle fırtınanın ortasında kalmış zavallıyı düşündü. —Hız on beş mile çıkarılsın! diye emretti. Her otuz saniyede bir de sis düdüğü çalınsın. Telsizci hemen süratle uzaklaştı. Helga onu izledi. Kamarasına koştu ve lavabonun aynasında kendine baktı.

Vücudundan hoşnuttu. Kanada’da bir sürü sevgilisi olmuştu. Erkeksiz geçen bu uzun yolculuk onu ciddi olarak sıkmaya başlamıştı. Tek ümidi kazazededeydi. Tabii eğer bulurlarsa ve durumu da çok kötü değilse. Sırtına kalın bir anorak geçirdi ve nöbetteki 10 gemicilerden birinin yanına köprüye çıktı. Şiddetli yağmur görüş alanını azaltıyordu. Motorların gürültüsü arttı: Maden gemisi hızım artırdı ve güneydoğuya doğru yöneldi. * ** Bu önce,uzaktan duyulan hayal mahsulü, kısa aralıklarla gidip gelen bir ses gibiydi. Otto Wiegand, tuzlu suyun ıstırap verdiği elleriyle botun kenarındaki iplere tutunarak kafasını kaldırdı. Ama Catalina’nın vızıltısından başka bir şey duymadı. Onu uyuşukluğundan kurtaran ses, fazla belirgin değildi. İki motorlu uçak bottan uzaklaşıyordu. Birden daha evvel duyduğu ses ani bir rüzgâr sayesinde Almanın kulaklarına net bir şekilde çarptı. Bir sis düdüğüydü.

Kısa bir aradan sonra, düdük tekrar çaldı. Otto Wiegand sevinçle kulak kabarttı. Bir gemi! Coşkuyla titreyerek dizlerinin üzerinde doğruldu, az kalsın bottan düşüyordu. Tuzdan yanan gözleri zorlukla görüyordu. Alacakaranlıktaki sisin içinde hiçbir şey farkedilmiyordu. Bununla beraber sis düdüğü çalmaya devam ediyordu, şimdi daha çok yaklaşmıştı. Otto Wiegand botun içine yeniden oturdu, cesareti kaybolmuştu. Ya bunlar düşmanlarıysa? diye düşündü. Botun sol tarafına takılı pusulayı inceledi: Meçhul gemi batıdan geliyordu, bu iyiye işaretti. Yeniden doğruldu ve aptalca seslenmeye başladı. Rüzgâr ve deniz bağrışlarını yutuyordu. Ama sis düdüğü düzenli aralıklarla ötmeye devam ediyordu. Uçak sesin geldiği yöne doğru uzaklaşıyor gibiydi. Otto Wiegand kendini göstermek için ıı bir şeyler yapmak zorundaydı. Yaşamak ve Stephanie’yi Stockholm’de bulmak istiyordu.

Nihayet korkuya elveda diyecek ve herhangi biri gibi yaşayacaktı… Birden, iri bir,kütle alacakaranlığı deldi. Dosdoğru üstüne geliyordu, aralarında çeyrek milden daha az bir mesafe vardı. Yalnızca birkaç ışık siyah ceviz kabuğunun yerini belirtiyordu. Düdüğün gürültüsü Otto’nun kulaklarında yankılandı. Heyecanla işaret tabancasını gökyüzüne doğru doğrulttu ve gözlerini kapadı. Eli o kadar çok titriyordu ki, bir türlü çok sıkı olan tetiğe basmaya muvaffak olamıyordu. Gemi lastik bota doğru paralel olarak ilerliyordu ve daha fazla yaklaşmadan geçip gidebilirdi. Otto Wiegand iki eliyle tabancanın kabzasını sıkı sıkı kavradı ve tetiği çekmeyi başardı. Fişek, peşinde kırmızı bir çizgi bırakarak dumanlar arasında hızla yükseldi. İki yüz metreye kadar çıktı,sonra kızıl bir ışık demeti halinde patladı. Büyük maden gemisinin karaltısını aydınlattı. Hemen sis düdüğü uzun uzun öttü. Gemi süratini kesmemişti, ama Otto Wiegand kendisini gördüklerini biliyordu. Kalbi hızla çarparak, geminin gövdesinin karanlığın içinde ağır ağır kaybolduğunu gördü. Motorları stop edip geri geri gelmesi için en az iki mil gerekiyordu.

Bu, altmış dakika demekti. Otto Wiegand tabancayı attı ve soğukta lastik botun dibine büzüldü. Catalina şimdi maden gemisinin üzerinde dönmeye başlamıştı. Karanlığın içinde Almanın yerini tespit etmeye çalışan gemiyi oyalamaya çalışıyordu. Dakikalar geçiyordu, zaman bitmeyecek gibiydi. Otto, kendine çok uzun gelen bir zaman sonunda, ağır ağır çalışan makinelerin gürültüsünü duydu. Gemi geri geliyordu. ** Otto Wiegand on saat sonra uyandı. Acıyan gözlerini açmakta hâlâ zorluk çekiyordu. Önce gerçekten kurtulup kurtulmadığını düşündü. Uzun boylu, sarışın kısa saçlı bir kız yatağın yanında ayakta durmuş, ona gülerek bakıyordu. Üzerinde kanarya sarısı bir süveter vardı. İlk düşüncesi, kızın bu kalın süveterin altında hiçbir şey taşımadığını düşünmek oldu. Tırnakları uzun ve kırmızı ojeliydi. Adamın kendine geldiğini görür görmez, üzerine eğildi ve bozuk bir İngilizceyle konuştu: — İyi misiniz? Ben Helga Olsen.

Gemi kaptanının yeğeniyim. Sanırım size ben hastabakıcılık edeceğim. Otto Wiega’nd güzel dişiye baktı. Hâlâ bitkindi. Ama erkeklik içgüdüsü bu güzel yaratığı elde etmenin güç olmadığını söylüyordu. —Neredeyim? diye sordu. —Ragona’da. Oslo bandıralı. Otto rahat bir nefes aldı. Kader bu sefer ona kötü bir oyun oynamamıştı. Kamara oldukça büyük ve temizdi. Yatağının yanında bir lavabo ve küçük bir dolap vardı. Duvarlar sarı boyalıydı. Tam karşıda ikinci bir boş yatak vardı. İki büyük havalandırma deliği içeriye temiz hava veriyordu

.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir