Gerard De Villiers – 55 Tunus Komandolari

lan Parker, terden sırtına yapışmış gömleğiyle Habib Burgiba Caddesi’ndeki çınarların gölgesine park etmekten vazgeçerek Uluslararası Tunus Oteli’nin karşı sırasında kendine uygun bir yer buldu. O anda, omzunda asılı telsiziyle devriye gezen Tunus polisine bağlı bir “Gri Fare”nin şüpheli bakışlarına hedef oldu. Fiat 127’sinden inerek beton yığınından farksız Uluslararası Tunus Oteli’nin boğucu salonuna girdi. Resepsiyondaki görevliler sıcaktan perişan bir halde ellerindeki gazetelerle serinlemeye çalışıyorlardı. Çünkü iki gün önce otelin havalandırma sistemi işlemez duruma gelmişti. Üstelik Tunus, tarihinin en bunaltıcı yazını yaşıyordu. Termometre güneşte 60, nadiren rastlanan gölgede ise 45 dereceyi gösteriyordu. lan Parker otelin salonuna girdiğinde hayal kırıklığına uğradı, çünkü Turya orada değildi. Daha sonra lobinin sonundaki kafeteryaya bir göz attı. İçerde tek bir kadın yoktu. Tüm masalarda erkekler oturuyordu. Bunun nedeni de Ramazan ayında bulunmalarıydı. Adamlar, antresini bekleyen tiyatro oyuncuları gibiydi. Amerikalı, personelin şaşkın bakışları altında sauna salonundan geçerken aklına bir gün önceki o hoş olay geldi. Kotrasıyla Ebu Sait Yat Limanı’na vardıktan sonra Uluslararası Tunus Oteli’ne gitmişti.


Birkaç kadehle yorgunluk atmak amacıyla oturduğu yerden doğrulurken Libya Hava Yolları’nın uçuş eki5 bini farkettiğinde, gözü kum rengi keplerden birinin altındaki çarpıcı yüze takılmıştı bir an. Çocuksu, fakat sert ifadesi, büyüleyici gözleri, kalkık burnu ve şöhretleri kıskandıran alımlı dudaklarıyla ırkının özelliklerine karşı çıkar gibiydi. Bu kadını mutlaka tanımalıydı. Kendisini ısrarlı bakışlarla süzen Amerikalıya cevap olarak dudaklarında belli belirsiz bir gülümseme vardı. lan Parker bunu hemen değerlendirmeye karar vermişti. — Sanki sizi bir yerden tanıyor gibiyim, dedi biraz pervasızca. Uzun süredir Trablus’ tayım. Buraya yeni geldim… Hostes, ekip arkadaşlarının uzaklaşmasına aldırmaksızın Amerikalıya anlamsız gözlerle baktı. — Mümkündür, tanıyabilirsiniz. — Belki de kabul törenlerinden birinde, diye sürdürdü Parker. Amerikan Konsolosluğu’nda çalıştım. Diplomatım. Adım lan Parker. Şimdi tatildeyim. Genç kızın gözlerinden bir çıkar pırıltısı geçti.

— Kimbilir, belki de gerçekten sizinle tanışmışızdır, diye karşılık verdi güzel Libyalı. Sanki onunla randevulaşmadan vedalaşmak istemiyor gibiydi. Amerikalı bunu farkederek taşı gediğine koydu. — Yüzünüzü bir yerden hatırladığıma eminim. Bu esrarı aydınlatmak için benimle bir kadeh almaz mısınız? Genç hostes duraksadı. — Şu an için imkânsız. Arkadaşlarımın yanına dönmek zorundayım. Belki yarın öğlen… 6 — Mükemmel! Teknemle küçük bir yolculuğa hayır demezsiniz herhalde. Hele böylesi sıcak bir havada. Sahi, adınızı hâlâ söylemediniz! — Turya. Üzgünüm, şimdi gitmem gerekiyor. Asansörün kapıları genç kadının üstüne kapanana dek gözleriyle onu izledi. Asansör kaybolduğunda gözlerinin önünde yalnızca bacaklarının hayali kalmıştı. Tunus gibi bir ülkede böylesi güzel bir kadınla çıkmak ve deniz gezisi yapmak hiç şüphesiz Tanrının onunla birlikte olduğunun kanıtıydı. Amerikalının, güzel Turya’yı hayal etmekten gözlerine uyku girmemişti o gece.

Parker çevresine bakındı. Hostes sözcüğünün Arapça karşılığını bile bilmiyordu. Sorması da olanaksızdı. Boş salona son bir kez bakarak dışarı çıktı. Cezayir Caddesi’nde biraz ilerledikten sonra geniş meydanı dönmek üzereyken kendisine kaldırım kenarında birisinin el salladığını farketti. Turya! Vücudunu sımsıkı saran pembe tişörtü, kalçalarına yapışmış bluciniyle yirmilik bir genç kız edası taşıyordu. înce topuklu ayakkabıları onu daha uzun gösteriyordu. Böylesine çekici olduğundan, haberi yok gibiydi. Amerikalı, genç kadını sırtındaki spor çantasından tanımıştı: Tasarlanan gezi programının uygulanacağı kesindi. lan Parker kaldırıma doğru yanaştı ve frene bastı. Turya dudaklarında aldatıcı bir gülümsemeyle arabanın kapısını açtı, Amerikalının yanına oturdu. — Selam! — Geciktiniz. Nerdeyse dönmek üzerey- dim, dedi Parker. Turya’nın parfümünün çarpıcı kokusu başını döndürmüştü. Genç kadın adeta parfüm banyosu almış gibiydi.

Fakat bu, Arapları baştan çıkaran alelade bir koku değildi. — Güneş yağı almam gerekiyordu. Ama bekleyeceğinizden emindim, diye ekledi Turya gülerek. — Sanırım parfüm de almanız gerekiyordu, olağanüstü etkileyici bir koku. Markası nedir? Turya gülümseyerek: — Yaşlı bir parfüm satıcısı hazırladı. Özel bir karışım. lan Parker içinde sevinç fırtınalarıyla Fransız Konsolosluğu’nun kirli binasını geride bırakarak Şeyh Ebu Sait’e ulaşmak için Habib Burgiba Caddesi’ne doğru yöneldi. Böyle büyük fırsat bir daha eline geçmezdi. Genç kadının davetini kabul etmesi büyük şanstı. Araplar, özellikle Libyalılar kolay kolay yabancı biriyle beraber olmazdı. Üstelik, bir erkekle denize açılmaları imkânsız gibiydi. Amerikalı, genç kadınla yalnız olmanın verdiği ihtiras dolu yepyeni duygularla Turya’ yı tepeden tırnağa süzdü. Yalnızca diri göğüsleri bile aklını başından almaya yetiyordu. Turya terden ıslanmış alnını mendiliyle silerken: — Ne kadar sıcak değil mi? dedi. Tunus’a sık sık gelir misiniz? — Haftada iki kez.

Arabanın camları açık olduğu halde sıcak dayanılmazdı. Afrika Meydanı’nda nöbet bekleyen polisler bile güçlükle ayakta duruyorlardı. Sıcak tozla birleşince iyice çekilmez 8 olmuştu. Şu an Tunus, yaz mevsiminin boğucu sıcağı içersinde kavrulan, kupkuru bir şehir hüviyetindeydi. — Umarım, otelde çok terlememişsinizdir, dedi lan Parker. — Maalesef, pencereler açık uyumama rağmen terliyordum, diye yanıtladı genç kadın. Sahi, nereye gidiyoruz? — Teknemin olduğu yere. Yani, denize açılacağımız Ebu Sait Yat Limanı’na. Turya endişeli bir edayla: — Orası kalabalık değil midir? dedi. lan Parker gülerek yanıtladı. — Hayır yalnızız. Genç kadın rahatlamış görünüyordu. — Yabancılarla çıkma hakkına sahip değiliz, diye açıklama gereği duydu. Aktarma molalarında tüm ekip birlikte kalır. — Peki onlardan ayrılmayı nasıl başardınız? Genç hostes gülüşünü gizleyemeyerek: — Bir kız arkadaşımın Maymunlar Körfezi’ ne davet ettiğini söyledim.

Kız kıza olacağımızı söyleyince yalnız bıraktılar. Arap da olsa, kadın her yerde kadındı! Hayrettin Paşa Caddesi’nde dalgalanan Arap Birliği’ne üye devletlerin bayraklarını gördüler. Beyrut’taki Filistinlilerin sorunlarını çözmek amacıyla buluşan delegeler ortak bir bildiri yayınlayabilmek için bir haftadan beri toplanıyorlardı. Körfezin mide bulandırıcı kokusu birdenbire arabanın içine doldu. Kokmuş et ve leş karışımı bu koku her sene ilk sıcaklarla birlikte Tunus’u etkisi altına alıyordu. Hatta rüzgârın kuvvetli estiği zamanlar Belveder Tepesi’ndeki Hilton Oteli’nden bile bu koku hissediliyordu. lan Parker yeniden gazladı. Kartaca Yolu geniş arazilerle çevriliydi. Kışlalar ve tek tük villalarla yol, boylu boyunca uzayıp gidiyordu. Yıllardır Tunus’ta kentleşme gelişememişti. Turya sıcaktan bunalmış bir halde gözlerini kapamıştı. Ebu Sait Kavşağı’na varmak için 20 dakika yol aldılar. Kartaca Sarayı ve Habib Burgiba’nın ikâmetgâhı sıcağa kafa tutar gibi dimdikti. lan Parker terleyen ensesini sildi. Burgiba Parkı’nın köşelerinde yükselen TV kameraları, güneşte kurgubilim canavarının gözleri gibi parlıyordu.

Beş dakika sonra Afrika’nın St.Tropez’si sayılan şirin liman kenti Ebu Sait’e varmışlardı. Limanın karşı tarafında kredi yetersizliğinden inşaatı tamamlanamamış penceresiz ve kapısız evler sıralanıyordu. Yaşamı belirleyen unsurlar sadece bir polis karakolu ve KORSAN adlı lokantaydı. Küçük rıhtımda çok az tekne vardı,çünkü bu limana tekne bağlamak oldukça masraflıydı. lan Parker boş rıhtımın sonuna dek ilerledi. Bir Fransız çift, küçük yelkenlilerinde öğle yemeği yiyordu. Turya arabadan indi. Amerikalı ile görünmek istemediği için onun biraz uzağından yürüyordu. Shangri-La adlı tekneye doğru yöneldiler. lan Parker kaptan köşkünün kapısını sabırsızca açıp Turya’ya yol verdi. Kamara dışarıya oranla biraz daha serindi. Genç kadın, ön panoyu tümüyle kaplayan telsizle, iki radyo alıcısını hemen farketti. Bunlar bu tekne için oldukça lükstü. — Susadınız mı? diye sordu Parker.

Su mu, yoksa başka bir içki mi? — Su! diye yanıtladı genç kadın. lan Parker genç kadına kadehi uzattı. ıo Kendine de bir şişe bira açtı ve bunu bir dikişte içti. Turya soğuk suyu yudumlarken kendine ziyafet çekiyor gibiydi. lan Parker küçük kamaraya doğru yürürken: — Umarım mayonuz yanınızdadır, dedi. Siz üstünüzü değişirken; ben de motorla uğraşacağım. — İyice sahilden uzaklaştığımızda haber verin, lütfen. Kimseye görünmemeliyim. lan Parker üstündekileri çıkarıp mayosunu giydi ve motorun başına gitti. Sonra çıpayı alarak iskeleye bağlı palamarları salıverdi. Az sonra Shangri-La, rıhtım çıkışına doğru yöneldi. Parker, Fransız dostlarını selamlarken denizde yüzen birkaç Tunusluyu farketti. Tunus Körfezi’nin en geniş yerine geldiğinde rotayı hemen batıya doğru yöneltti. Tekneyi Ras-el-Fortass’ın bir mil açığındaki kayalık bölgeye demirlemek istiyordu. Daha önce o bölgedeki mercan kayalıklarına dalış yapmıştı.

Müthiş bir sıcak vardı. Dümenin önünde terden ıslanmış alnını sildi. Bir ara gözü Ebu Sait’in batısındaki tepeye takıldı: ABD Büyükelçilik binası, kıyı şeridinin en güzel manzarasıydı. Öylesine açık bir havaydı ki, Tunus Körfezi’nin girişindeki Zenbra Adası bile kolayca görülüyordu. — Turya!

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir