Gerard De Villiers – 59 Kwai Nehri Altini

Bir sakangurun tiz çığlığı Pong Punnak’ın tam kulağının dibinde patladı, onu ürküttü. Kızgın güneĢin altında, bir mezar taĢının üzerine tünemiĢ iri kertenkele, alev kırmızısı yabani orkidelerle dolu bir çalı kümesinin arkasında çömelmiĢ olan adamdan bir metre uzaklıktaydı. Taylandlı çığlıkları saydı, kaygılıydı: Çift sayı uğursuzluk, tek sayı iĢlerin yolunda gideceğine iĢaretti. Sekizinci boğuk çığlıktan sonra büyük mezarlığa yeniden sessizlik hakim oldu. ġimdi sadece küçük adanın çevresinden aĢağıya doğru hızla akmakta olan Kwai nehrinin çamurlu sularının uğultusu duyuluyordu. 5 Pong Punnak adaya geldiği Çin tipi tekneyi yarım mil uzaktaki yüksek otların arasına gizlemiĢti. Pong Punnak kertenkeleye biraz daha bağırmasını istermiĢçesine baktı, ama hayvan yeniden öğle uykusuna dalmıĢ, yuvarlakımsı iri gözlerini gri gözkapaklarıyla örtmüĢtü. Vakit öğleye yakındı ve güneĢ dik olarak mezar taĢlarının üzerine düĢüyor, onları tek bir sıra halinde gösteriyordu. AçmıĢ yabani çiçekler korkunç olması gereken bu yere bir bayram havası veriyordu. Pong Punnak, vakit geçirmek için yanına gizlendiği mezar taĢının üzerindeki yazıyı okumaya koyuldu. Geçen onca seneye rağmen harfler net olarak okunuyordu: “Winston Stilvvell, çavuĢ, 2. King’s Own Yorkshire Light Tümeni. 9 Ocak 1946” Pong Punnak cesur, ama boĢ inançları olan biriydi. Çevresinde yatan ölüler onu allak bullak ediyordu. Halbuki bunlar, peĢine düĢtüğü canlılardan daha az tehlikeliydiler.


Tayland da pek az insan bu büyük Ģehir mezarlığını bilirdi. Kwai nehrinin ortasında bulunan küçük ada bir mezarlıktan baĢka bir Ģey değildi. Kilometrelerce uzanan iki tarafı ağaçlıklı yolların ve buldozerlerin sökemediği orada burada kalmıĢ iri ağaç kütüklerinin bulunduğu bir ada. Toprak hizasından yirmi santim yüksekte bulunan dik mezar taĢları birbirinin aynıydı. Herbirinin üzerinde sadece bir tek yazıt vardı: Ġsim, rütbe ve ölüm tarihi. Yedi bin insan burada son uykularını 6 uyuyordu. 1942 ve 1946 seneleri arasında dizanteriden, yoksulluktan ya da Japon bombalarından ölmüĢ Ġngilizler, Hollandalılar, Amerikalılar. Singapur-Rangoon demiryolunu inĢa ederek Singapur kıyılarına kadar gelmiĢler ve ölümü burada kucaklamıĢlardı. Sadece Kwai nehri üzerindeki köprü üç bin cana malolmuĢtu. SavaĢtan sonra müttefik devletler vahĢi ormanda kaybolmuĢ cesetleri aramıĢlar, ama pek fazla bir Ģey bulamamıĢ ve tabutları birkaç kalıntı ile kapatmak zorunda kalmıĢlardı. Köprüye giden tarafta ikinci bir mezarlık daha vardı, toprağın altında sekiz bin ölü yatıyordu. Bu ikisi arasında Japonların geçici olarak kurduğu metal bir köprü vardı ve günde iki kez geçen tren burayı sarsıyordu. Bangkok’tan yüz otuz kilometre uzaktaki vahĢi ormanda unutulmuĢ ölülerin pek fazla ziyaretçisi yoktu, sadece arada sırada eski bir savaĢçı ya da turistler buraya köprüyü görmeye geliyorlardı. Onlar için de bu haçların fazla bir değeri yoktu… Mesela Pong Punnak gibi. BoĢ inançlarını bir kenara bırakarak, ayaklarının altında yatan binlerce ölüyle çılgınca alay ediyordu.

Arada sırada mezarlara bir göz atıyor ve Pong ardına gizlendiği çalı kümesinin dibine iyice büzülüyordu. Hayvani bir korku bütün benliğini kaplamaya baĢlamıĢtı. Kimse onun burada olduğunu bilmiyordu. Ufak kalçalı ve çivi gibi zayıf olan birçok Taylandlının aksine o, hafif kumaĢtan oldukça pahalı takım elbisesinin içinde iriyarı ve yapılı gözüküyorı du. Birden, Çin tipi büyük bir yelkenli nehrin iki yüz metre geniĢliği olan dönemecinde belirdi. Sahilde bekleyen adama yaklaĢıyordu. Tekne kumsala çıktı. Biri zayıf, diğeri uzun boylu ve Kuzey Taylandlı oldukları anlaĢılan iki adam adaya indi. Aynı anda, beyaz gömlekli adamın arkasında bir yere gizlenmiĢ ikinci bir kiĢi saklandığı yerden çıktı ve iki adama doğru ilerledi. Pong Punnak yüreğinin daraldığını hissetti. Yüzünden akan terleri silmeyi düĢünmeden olayı izledi, büyülenmiĢ gibiydj. Elden ele geçen para demetlerini gördü. O kadar dalmıĢtı ki, kulağının dibinde patlayan sakangurun çığlığıyla ürkerek sıçradı. Bundan sonrası çok çabuk geliĢti. Dört adam çığlığın geldiği yöne doğru döndü.

Pong’un sıçramasıyla kafasının bir kısmı gözükmüĢtü. Aynı esnada Taylandlı sakangurun ikinci çığlığını duydu ve kendi anadilinde gırtlaktan gelen bir sesle bağırdı: — Öldür onu! Beyaz gömlekli adam Pong Punnak’a doğru yöneldi. Çalı kümesine birkaç metre kala durdu ve sağ kolunu indirirken parlak bir cisim havayı deldi. Pong Punnak bir tavĢan gibi yuvarlandı. Fırlatılan bıçak halen mezarın üzerinde durmakta olan iri kertenkeleye saplandığı sırada o çalılıktan beĢ metre uzaktaydı. Kertenkele ölürken iĢkence edilen bir çocuğun bağırıĢını andıran korkunç bir çığlık attı. Otuz beĢ derece sıcağa rağmen Taylandlının sırtından buz gibi bir ter boĢandı ve i yürüyüĢünü hızlanaırdı. Mezarlığın öbür ucundaki teknesine varması için otuz saniyesi vardı. Beyaz gömlekli adam can çekiĢen kertenkelenin vücudundan bıçağını çıkardı ve Taylandlının izleri ardından gitti. Pong Punnak mezarların arasında zikzaklar çizerek koĢuyor, her an sırtına bıçağın saplanmasını bekliyordu. Ġki adam da mezarlığın kenarındaki çalı kümesinin arkasından ağır ağır çıkan adamı görmemiĢti. Bu, zayıf, kafasında yırtık pırtık bir Ģapka bulunan, eski elbiseli, yaĢlı bir Taylandlıydı. Kertenkelenin çığlığı onu öğle uykusundan uyandırmıĢtı. Merakla kovalamacayı seyrediyordu. Senede iki kez ödenen sudan ucuz bir ücret karĢılığı bakımını yaptığı bu mezarlıkta bu tür Ģeyler asla olmazdı.

Yine de yaptığı iĢ oldukça kârlı sayılırdı, çünkü iki mezar arasında gizli yetiĢtirdiği haĢhaĢları vadideki köylülere satarak yolunu buluyordu. Büyük Çin tipi yelkenlinin yanında duran üç adamı gördü ve mallarını pazarlamak için yanlarına gitmeye karar verdi. * ** Pong Punnak’ın takipçisi ondan daha hızlıydı. Mezarlığın sonuna henüz ulaĢmıĢ olan Taylandlı arkasına baktı ve beyaz gömleklinin kendisinden on metre uzakta olduğunu gördü. Tekneye binecek kadar zamanı yoktu. Panik içinde 38’lik Colt Cobra’sını almak için elini ceketinin cebine soktu. 9 Parmakları boĢ deri kılıfa çarptı. Silah, mezarın arkasında çömeldiği sırada düĢmüĢ olmalıydı. ġaĢkın bir halde geriledi ve ayakbileklerine kadar kuma gömüldü. Dört ayak üzerinde ilerlemeye çalıĢırken, göğsünün yanında yakıcı bir ağrı duydu ve Ģoke oldu: Bir bıçağın sivri ucu göğsünün sağ yanına gömülmüĢtü. DüĢerken kendisinden daha hafif olan rakibini de devirdi. Birkaç saniye sessizce boğuĢtular, sonra Pong, korkunun verdiği bir güçle üste çıktı. Hızla koluyla adamın gırtlağına vurdu. Beyaz gömlekli adamın siyah gözlükleri uzağa fırladı. Adam kollarını gevĢetti.

Pong Punnak adamın üzerine kustu, doğruldu ve tekneye kadar sendeleyerek gitti. Tekne ona kurĢun gibi ağır geldi, ama suya itmeyi baĢardı ve içine atladı. Akıntının yardımıyla kıyıdan hızla uzaklaĢırken takipçisi doğruluyordu. Taylandlının gözleri karardı, yere serildi ve gözlerini yumdu. Gözkapaklarının ardında çok renkli kuĢlar uçuĢtular. Yarasının üzerine kapattığı parmaklarının arasından kanın kaynaĢmasını hissetti. Doğu yakasına varacak güce sahip olmadığını düĢündü. Ve günün bu vaktinde Kwai nehrinde kimse olmazdı. Süratle gidiyordu. Üç kilometre sonra BorPloi çağlayanına varacak ve su hizasındaki kayalara çarparak parçalanacaktı. Pong Punnak insanüstü bir gayretle dümeni tutmayı baĢardı ve teknenin burnunu doğu yakasına çevirdi. Mavi renkli küçük Datsun arabasını yolun yakınında bir yere ıo gizlemiĢti. Bataklık kıyıya varması için Taylandlıya beĢ dakika lazımdı. O kadar acı çekiyordu ki, izlenip izlenmediğiyle bile ilgilenmiyordu. Karaciğeri kor gibi yanıyordu.

Çamura bulanmıĢ bir haldeydi. Kıyıyı kaplayan sarmaĢık ağaçlarının ve yüksek otların arasında bir patika bulmayı baĢardı. Tekne akıntıya kapılmıĢ, kendi kendine yol alıyordu. Acıdan iki büklüm olmuĢ Pong Punnak inleyerek zorlukla ilerliyordu. Nihayet, sarmaĢıklardan oluĢmuĢ perdeyi aĢtı ve yola kavuĢtu. Kimseler yoktu. îri bir saz kümesinin dibinde soluklandı ve orada güneĢ batana kadar saklanmayı düĢündü. Ama gördüklerini anlatmak için bir an evvel Bangkok’a gitmesi gerekiyordu. AkĢama kadar yaĢayamayacağını düĢünüyordu. Arabaya ulaĢması için beĢ dakika daha acı çekmesi lazımdı, inleyerek kendini arabanın koltuğuna bıraktı. Elleri o kadar titriyordu ki, yaklaĢık bir dakika kadar kontak deliğini aradı ve sonunda arabayı çalıĢtırdı Datsun yola çıktı. Direksiyona iyice yapıĢmıĢtı. Mendilini yarasının üzerine bastırmıĢ olan Pong arabayı tek elle kullanıyordu. Gözlerinde ĢimĢekler çakıyor ve kan bacağı boyunca akmaya devam ediyordu. Bangkok’a kadar yüz yirmi beĢ kilometrelik yolu düĢününce, hıçkırmaya baĢladı.

Oraya asla ulaĢamayacaktı. On beĢ dakika sonra küçük bir köyden geçti. Durmak gereksizdi. Ne bir doktor ne de telefon bulabilirdi. Ve peĢindekiler de onu 11 kolayca ele geçirirlerdi. Yol nehir yatağını takip ederek vahĢi ormanlarla kaplı tepelerin arasından ilerliyordu. Ġzlenip izlenmediğini görmesi olanaksızdı. Taylandlı arabanın motorunu homurdatarak viraj üstüne viraj dönüyor, hiç vites değiĢtirmiyordu. Önünde kıvrılarak uzanan katranlı yoldan gözlerini ayırmıyordu. Acısı biraz azalmıĢtı, ama Ģimdi de vücudunun alt kısmı tamamiyle uyuĢmuĢtu. Yarasına dokunmaya çekiniyordu. Birden vahĢi ormanlar sona erdi, yerini ara sıra çeltik tarlalarıyla kesilen dümdüz bir savanaya bıraktı. Yol güneye, Malezya’ya doğru giden, Kwai nehri vadisinden ayrılıyordu. Manzara Bangkok’a kadar aynıydı. Daha yüz kilometre vardı.

Pong yarı baygın bir halde bambularla yüklü koca bir kamyondan son anda sıyrıldı. ġimdi yol dümdüzdü. Dikiz aynasına bir göz attı ve uzakta bir nokta farketti. Bu baĢka bir arabaydı. ġakakları gittikçe daha Ģiddetli bir Ģekilde zonkluyordu. Datsun yolun bir kenarından öbür kenarına zikzaklar çizerek tehlikeli bir “biçimde ilerliyordu. Pong Punnak, yarı sayıklar bir halde, yolun kenarına dikilmiĢ bir tabelayı farketti: Kançanaburi, 1 kilometre. Burası telefonu olan büyük bir kasabaydı. Datsun, sıcaktan erimiĢ anayoldan ayrıldı. Görünürde kimseler yoktu. Pong Punnak telefon sormak için bir Çin bakkalının önünde yavaĢladı. Güçlükle arabayı stop etti ve seslendi. Tamamiyle çıplak küçük bir çocuk yaklaĢtı: 12 — Telefon, diye mırıldandı Taylandlı. Çocuk tezgâhında tropikal meyvelerin, muzların ve Coca-Cola ĢiĢelerinin yığılı olduğu bir duvarı iĢaret etti ve koĢarak dükkânın arka tarafına kaçtı. ġimdi Bangkok’a asla varamayacağından emindi.

Arabanın, koltuğundan kalkarken canı yandı: Akan kan pantolonunu deri koltuğa yapıĢtırmıĢtı ve kalçalarının üzerinde garip bir leke oluĢturmuĢtu. Telefonla arasındaki dört adımlık mesafe ona bitmeyecekmiĢ gibi geldi. Sol eliyle ahizeyi kaldırdı. Bir taraftan da cebinde bozuk para arıyordu. Ama bu otomatik telefon değildi, ahizeyi kaldırmak ve Ģehirlerarası istemek yeterliydi… Pong Punnak ahizeyi eline aldı ve 110’nu çevirdi.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir