Gerard De Villiers – 60 Kabildeki Ajan

Kurumuş ırmağın üzerindeki köprünün parmaklıklarına dayanmış olan iki Afganlı hamal merakla beyaz bir adama bakıyorlardı. Adam vargücüyle yüz metre ötedeki tahta perdeye ulaşmaya çalışıyordu. O tahtaperde Pakistan topraklarının bitmesi anlamına geliyordu. Yüzü kıpkırmızı, nefes nefese, beceriksiz hareketlerle asfaltın üzerinde gürültüyle koşuyordu. Yaşlıca bir adamdı ve kravatsız gri bir takım elbise giymişti. Genelde sınırı böyle yaya geçenleY hem daha genç olurlardı, hem de hiç aceleleri olmazdı. Köprünün biraz arkasında, bir Afgan astsubayı da meraklı gözlerle beyaz adamı izliyordu. Adamın Afganistan’la Pakistan arasındaki serbest bölgeyi koşarak geçmesini engelleyecek hiçbir şey yoktu. Eğer pasaport kontrolünü yaptırmamış olsaydı şimdi arkasında onu izleyen birkaç memur olurdu. Güneş Hayber Geçidi’nde batmak üzereydi. Biraz ilerde, Hint ordularından kalma korkunç büyük bir karakol vardı. Batan güneş karakol üstünde ilginç gölge oyunları yapıyordu. Son Afgan benzin istasyonunun önünde bir dizi kamyon ve otobüs Hilalabad’a gitmek için hazır bekliyorlardı. Afgan topraklarında yol çıplak bir platonun üzerinde kıvrılarak ilerliyordu. Peşaver’e doğru inerken Hayber Geçidi’nin gölcükleri göze çarpıyordu.


Pakistanlı asker, ona doğru koşan yaban5 cıyı gördüğünde kendinden geçmiş bir halde, okunan ezanı dinlemekteydi. Zorlukla soluyan adam sınırı geçmeden önce yavaşladı. Alnı ter içindeydi ve elleri titriyordu. Bir an geri dönüp baktı ve ona doğru gevşek adımlarla gelen üç adamı gördü. Afganlar şalvar ve gömlek giymişlerdi. İkisinin sırtında tüfek vardı. Bıyıklı yüzleri en ufak bir duygudan yoksundu. Onları bu kadar yakınında gören yabancı korkuyla Pakistanlı askere koştu. — Help me! dedi yalvaran bir sesle. Help me! * Asker “Bu şişko esrarı fazla kaçırmış” dedi kendi kendine. Adamın yüzündeki dehşet ifadesi ancak esrar yüzünden gördüğü bir kâbustan kaynaklanabilirdi. Ama yine de yabancılara karşı nazik olunmalıydı. — Welcome!* dedi. Bütün İngilizcesi bu kadardı. Afganlarla adamın arasında hepsi bir kaç metre kalmıştı.

Yabancı yeniden yalvardı. — Help me, help me! Asker başını salladı ve ezanı dinlemeye koyuldu. Donald Mac Millan boğuk bir çığlık attı. Korkudan boğazı düğümleniyordu. “Peşaver’e hiç varamayacağım” diye düşündü. Peşindeki üç adam “Welcome to Pakistan”* yazısı altında sakince bekliyorlardı. Bunlar Pakistan’la Afganistan arasında yaşayan “Paktu ” adlı bir aşiretin üyesiydiler. Sınırı (‘) Yardım edin (*) Hoşgeldiniz (‘) Pakistan’a Hoş geldiniz geçmek için pasaporta bile ihtiyaçları yoktu. Afgan gümrükçü sınırı arabasıyla geçemeyeceğini söylediğinde onlardan kaçamayacağını anlamıştı. İzlendiğini anladığı Celalabad’dan beri Mercedes’le arasındaki uzaklığı korumayı başarmıştı. Ama sonunda, Ford’unu Afganistan sınırında terketmek zorunda kalmıştı. Şimdi yayaydı ve silahsız kendini çırılçıplak hissediyordu, ve Peşaver’e hâlâ 80 kilometre vardı. Geri dönmesi olanaksızdı. Ne yapacağını bilmez bir durumdaydı. Burada, dünyanın bu köşesinde Paktular istediklerini yapıyorlardı.

Neyse ki, takipçileri de yaya kalmıştı ve tek şansı onlardan daha çabuk davranmaktı. Aniden koşmaya başladı ve terasını hippilerin doldurduğu bir bar-restaurantın önünden geçti. Koluna yapışan bir adam elindeki kalın rupi destesini burnuna doğru salladı. — Nine roupiah for one dollar sir, good money* Üç metre ilerdeki bankaya benzer tahta barakada topu topu altı rupi veriyorlardı. Birden solundaki iğrenç ve küçücük gümrük binasını farketti. Aklına bir şey gelmişti. Döndü ve hızla binaya daldı. İçerde bir düzineye yakın hippi kuyrukta bekliyorlardı. Mac Millan aralarına karıştı. Burada kendini daha emin hissetmişti. Geri dönüp bakınca üç takipçisini kapının önünde beklerken gördü. Sakindiler ve bir o kadar da gaddar. Burada bir şey yapmaya cesaret edemezlerdi. Ama şu kalabalıktan biraz uzaklaşsın, ilk (“) Bi r dolara dokuz rupi bayım, iyi para 7 fırsatta hesabını görüverirdi bu adamlar! Donald Mac Millan içinden kendine lanet okurken Kabil’e telefon edişinin ne kadar büyük bir ihtiyatsızlık olduğunu düşünüyordu. Afgan Gizli Servisi’nin boş oturmadığını tahmin etmeliydi.

Bütün gücüyle korkusunu bastırmaya ve bir çıkış yolu bulmaya çalıştı. Önünde saçı sakalı birbirine karışmış bir hippi elindeki Hollanda pasaportunu sallıyordu. Çevresine şöyle bir göz attı. Üç takipçinin onu göremeyeceğinden emin olunca hippinin kulağına eğildi. Anlıyacağını umarak fısıldadı. — Yirmi dolar kazanmak ister misiniz? Dolar sözcüğü hippinin gözlerini yuvalarından uğratmıştı. Başını çevirip buraları için fazlaca iyi giyinmiş olan adamı süzdü. — Ha? Hippinin aklından geçenleri okuyan Donald Mac Millan hayır anlamında başını salladı. “Esrar kaçakçısına benzer bir halim var m ı” dedi kendi kendine. Elini ceketinin iç cebine sokup saydam bir plastiğe sarılı teyp bandını çıkardı. — Hayır, hayır. Bunu Peşaver’e, Dean’s Hotel’ e götürün.Thomas Sands’ı sorun. — Hepsi bu mu? — Hepsi bu. Hippi hiçbir şey anlamamıştı.

Gözlerini kırpıştırdı, eliyle bandı tartarak bu herifin nerede yalan söylemiş olabileceğini bulmaya çalışıyordu. Donald Mac Millan bir yirmilik çıkardı, eliyle ikiye böldü. Bir parçasını hippinin burnuna doğru uzattı. — Haydi, istiyor musun istemiyor musun? 8 Hollandalı omuzlarını silkti. Hayber Geçidi’nde sık sık böyle tuhaf tiplere rastlanırdı. Yirmiliğin yarısını aldı ve bandla birlikte yağmurluğunun cebine soktu. Mac Millan: — Ne zaman gidiyorsun? diye sordu. Hippi belli belirsiz bir hareket yaptı. Bu Pakistanlı şoförlerin keyfine kalmış bir şeydi. Hollandalı Donald Mac Millan’ı unutmuştu bile. Şimdi tek derdi, üzerindeki esrar plakasını kaptırmadan, Katmandu’ya eksiksiz varabilmekti.scanned by darkmalt1 Donald Mac Millan çok büyük bir iş yapıyormuş gibi arama yapan bıyıklı gümrükçüyü gözlemeye koyuldu. Belki de İngilizce biliyordu. Ama yardım edeceği şüpheliydi doğrusu. Geri dönüp bakınca Paktuların kaybolduğunu gördü.

Ama Avustralyalı onların dışarda beklediklerini adı gibi biliyordu. Burada bir rezalet çıkarıp kendini hapse attırabilirdi. Hatta bir yolunu bulup Peşaver’e telefon bile edebilirdi. Ne varki, Pakistanlıları yeterince tanıyordu. Uzun ve gereksiz bir sürü gevezelikten sonra ondan kurtulmanın bir yolunu bulurlardı. Kendini bir anda karanlık bir köşede Paktularla burun buruna bulabilirdi. Havanın kararmasına bir iki saat kalmıştı. Kuyruktaki yerini bırakıp kapıya yaklaştı, dışarıya bir göz attı. Yolun karşı tarafındaki kahvenin terasında üç Paktu oturuyordu. Mac Millan derin bir soluk alıp tek harekette kapıyı açtı. Karşıda, meyhanenin yanında bir düzineye yakın basit resimlerle süslü kamyon vardı. Eğer birinden 9 birine saklanabilirse belki kurtulabilirdi. Ama kamyonların o üç şeytana çok yakın olduğunu hesaba katmak gerekiyordu. Bir an düşündü. Pasaport kontrolü yapılan binanın üç yüz metre ilerisinde bir sürü eski Amerikan arabası vardı.

Onlara doğru yöneldiği anda, çevresini bir sürü kaçak para değiştiren adam aldı. Avustralyalı onlardan kurtulduğunda çok geç kalmıştı. Durumu farkeden Paktular, içtikleri çayı yarım bırakıp ayağa kalktılar. Korkudan çılgına dönen Donald Mac Millan az daha tepeleme dolu bir kamyon tarafından eziliyordu. Üç Paktu hiç acele etmeden yürümeye başladılar. Sınırdaki binalardan sonra Landikotal’e kadar yol bomboştu. O kaçakçı yuvasına ulaşabilmek için gideceği yolda tek arkadaşı kara bazalt kayalar olacaktı. Bir de Hayber Geçidi’nin ışıkları. Birçok kanlı cinayetin sessiz tanıkları! Donald Mac Millan soluk soluğa, hareket etmek üzere olan bir taksiye yetişti. Eğilip bakınca içerisinin tıkış tıkış insan dolu olduğunu gördü. — Itaraf Peshawar?* Şoför cevap vermeye bile tenezzül etmemişti. Araba hareket ettiği anda birkaç kişi daha arabanın arkasına atlamış, sonuncusu zar zor açık kapıya tutunup basamakta ayakta durabilmişti. Donald Mac Millan sıradaki ikinci araca doğru koştu. Bu daha boş görünüyordu. Yak- (•) Peşaver’e gidiyor musun? 10 laşınca yerde bile bir, iki kişinin oturduğunu gördü.

Bu yörede bir sel çukuruna yuvarlanıp on, on beş kişinin ölümüne neden olan araba kazaları çok ünlüydü. Direksiyonda uyuşuk uyuşuk oturan şoförün gözlerinin önünde bir deste doları sallayarak — Itaraf Peshawar? diye sordu. Doların yeşili adamın üzerinde etki yapmıştı. Hemen uyandı ve paraları alarak Avustralyalıya oturması için işaret etti. Mac Millan kendini arabanın içine bıraktığında ölü gibiydi. Avustralyalı şoföre doğru eğilerek bağırdı. — Go, go.* Adamın kılı bile kıpırdamamıştı. Mac Millan korkuyla başını çevirdi. Üç Afgan hiç acele etmeden yaklaşıyordu. Şoförü şiddetle sarsarak adamın dizlerine bir yirmilik fırlattı. — Go now* Yirmilik Pakistanlının isteksiz de olsa kontağı çevirmesine yetmişti. Yine son anda arabaya birileri daldı. Bir çocuk kapıya tutunmuştu. Motor bir iki tekledi, vitesler gıcırdadı ve araba yavaşça hareket etti.

Donald Mac Millan takipçilerin bir an kararsızlığa düştüklerini gördü. Sonra onlar da eski, yeşil bir Dodge’un içine daldılar.

.

PDF Kitap İndir

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir